27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3OCAK1993PAZAR CUMHURİYET SAYFA 15DIZIYAZI MahmutAdil 1913 yazında idamdan kurtulduardındanberaatıgeldi. ÇetinNergis 1 Mayıs 1983'üzindandageçirdi vebununla övünüyor 1913'te idamgömleği,1983'te kelepçe BEKİRACA BÖLÜĞÜ'NDEN KONTRGERİLLA'YA AYDINENGİN • Çetin Nergis: O güne kadar 1 Mayıs'ı hep v garnizonda geçirmiştim. Böyle tutsak olarak, hele 12 Eylül tutsağı olarak 1 Mayıs'ta zindanda olmak... Güzel bir duygu kapladı içimi. Ne bileyim, 1983'ün 1 Mayısı'nda yurtsever bir insana zindanda olmak uyar değil mi ? • MahmutAA O günkü gazeteler Damat Salih Paşa ve Miralay Fuat Bey dahil 12 kişinin idam edildiğini yalnız Miralay A ile Yüzbaşı Mahmut Adil'in ve Mekteb-i Mülkiye talebesi İzzettin Bey'in beraatini tebliğ ve ilan ediyorlardı Yüzbaşı Mahmut Adil anlatıyor Üsteğmen Çetin Nergis anlatıyor Geceleri, odadaki mahpuslara dayak atıldıkça, onlann sedalannı, feryadlannı işittikçe insanlarla hal-i temasta (ilişki için- de) bulunduğumu düşünerek meşgul olur- dum. Lakin bu hale fasıla verilip de ortahk sükûnet bulunca dülüne dülüne öyle bir hale duçar olurdum (tutulurdum) ki sanki birisi omuzumu tutar. kâh enseme doku- nur, kâh karşıma geçer maskaralık ederdi. Ozaman ben de fırlayıp kalkmak isterdim. Halbuki bulunduğum yer, başımı bile doğ- rultmaya müsait olmadığından, merdiven basamağının keskin alt köşesine başımı vu- rur, boynumu büker otururdum. Elrafıma bakmak isterdim. Zifıri karan- hk olan kömürlükte bir saniye evvel bando mızıkalarla, davul ve zurnalarla resm-i ge- çit yapan binlerce mevhum (kuruntu ürü- nü) halktan kimseyi göremezdim. Cin ve peri gibi şeylere itikadım (inanmışlığım) ol- mamakla beraber "Yarab bu ne haldir? Acaba deli mi oluyorum" diyerek elimle şakağımı tular, soğuk terimi silerdim. Öyle bir hale gelirdim ki gördüğüm, duy- duğum şeyler sahi mı, yoksa hayal mi. tef- rik edemezdim (ayırt edemezdim). En nihayet "Canımı al da aklımı alma yarab!" diyerek istimdat ederdim (imdat isterdim). Benim bu halımi dışandaki nöbetçi duy- d tabii. İşte bütün geceleri böyle geçir- m... Üsteğmen Çetin Nergis anlatıyor ..."Komutanım" dediğin kişiler sana iş- kence ediyorlar. fşteçöküşün nedeni budur bence. Bakın ben şunu her zaman söyie- dim. Arkadaşlarla sohbetlerimizde, tartış- malarda hep söyledim: Biz orduevine girip çıkan. kışlaya gömülmüş, gözü kapalı, res- mi elbiseden başka bir şey giymeyen... böy- le bir subay olmayacağız. olmamalıyız. İlginçtir. Biz gerçekten de orduevine fı- lan gitmezdik. Balıkesir'de görevliyken, Ordonat Okulu'nda bir yıl süreyle kurs görmüstük orada. bir arkadaşımla ev tut- muştuk. Bir gün olsun Balıkesir Orduevi'- ne gidıp vemek yemedik orada. Orduevin- de her şey ucuz. Hayır. dışanda yerdik, orada yemezdik. Yanı sırf, alışılmış subay tipinegirmeyelirn. Birçeşît tepki betkr. Err azından kendimizi seklen bir disipline so- kardık. Ama buna karşıhk görevimize bağlıy- dık. Yani disipline, hiyerarşiye fılan demek istemiyorum. Yaptığımız işi iyi yapmaya çalışırdık ve işini iyi yapan subaylardık biz. Işimizi severdik ve işimize sanlırdık. Bu bi- zim... bu bizim ruh halimizdi. Ve sonra bir- denbire Kontgerilla'dasın ve Kontrgerilla'- da böyle bir muameleyle karşı karşıya bırakılıyorsun. '•Komutanım" dediğin in- sanlar sana işkence ediyor, seni aşağilıyor ve seni ezmek istiyorlar. Esas belirleyici yan bu olsa gerek. Mesela beni harp okulunda, son sınıfta böyle bir sorguya, işkenceye alsalardı. ben kesinlikle farklı bir davranış gösterirdim. Buna inanıyorum bugün. Ama subay çıkuktan sonra, muvazzaflık başladıktan sonra. ordunun kişi üstünde rduğu bir etki var. Buna ne kadar karşı Koyarsanız koyun, ordu askeri, subayı ya- vaş yavaş kendine çekiyor sanki. O havaya sokuyor seni. O emir - komuta zinciri. O hava. Siz de o havaya giriyorsunuz. Nor- mal hizmet süreci içinde çalışan bir subay oluvorsunuz. Ve bir bakıyorsunuz 12 Eylül patİamış. Yüzbaşı Mahmut Adil anlatıyor .. İşte bütün geceleri böyle geçirdim. Bir parça uykuya dalacak olsam beni boğmak istediklerini hisseder, hemen fırlamak iste- yince başımı tahtaya vurur ve can acısı hayilâtımı biraz unuttururdu. Sabah olunca bu evham ve hayalât (ku- run:u ve hayaller) zıhnimden kaybolur. akşam olup. gündüz bile karanlık olan o mahal menhus (uğursuz) talihim gibi kis've-i siyaha (kara bir giysiye) bürününce yine korkudan tüylerim ürpermeye başlar- dı. Bitün geceyi bu halde geçirmeme rağ- mer, gündüzİeri divan-ı mezalim (zulüm medisi) karşısında kendimi beşuş (güler- yüzJü) ve neş'eli göstermek için cehd (çaba) ederdim. BJtün masumlar arasında pek genç iki- üç çocuktan maada (ayn), her vakit ve her hak karşı beşuş ve neş'eli görünürler ve bu hal Di\an-ı Hodbin'ın (Kibirliler Meclisi'- ninjhiddetini mucip olurdu. Hatta odere- ced< ki hariçten gören bir kimse, gerek hâl, gerdse istikballeri (Hal: Şimdiki zaman. îstilbal: Gelecek zaman) hakkında dehşe- te yt hüzne bir türlü ihtimal vermezdi. İse ah\al-i maddiye'den (fîziksel du- rurrdan) ziyade beni sıkan, geceleri vaki olar ahval-i ruhiye (ruhsal, psikolojik du- rurr) idı ki buna da ancak ulûhiyyetin aza- metne (Allah"ın büyüklüğüne), dinin ve et\ç kerametine (erdem ve bağışlayıcı- hgıra) olan itikadımla mukavemet ediyor- dun (dayaruyordum). Sibahlan Polis Müdüriyeti'ne gitmek, akşanlan avdet etmek üzere bir müddet (sür) devarn eden tahkikat-ı iptidaiye (ilk soroşturma) nihayet bulmuş olacak ki yine Poli Müdüriyeti salonunda bulunan kınk dökik hasır sandalyeler üzerinde ben de dahJ oinak üzere, mahzende gördüğüm cşhaı (kişileri) demir zincirlerle görüyor- dun kierkânı- harp miralayı A... (okuna- mac) M Fuat Beylerle, polis müdüriyetin- de nahpus (hapis) bulunan, damat Salih Paş; oduğunu orada öğrendiğim zat-ı muherem (saygın kişi) de bu eşhas meya- nına (lişiler içinde) idiler. Soıındaevet, divan-ı harp başlıyordu... ...Ve bir bakıyorsunuz 12 Eylül patlarnış. Bunun önemini bilemiyorum anlatabilir miyim... 12 Eylül'de benim, bizim gibi su- baylann değer verdiği bütün kurumlar, bütün kavramlar, hepsi. hepsi yerle bir ol- muş. Ordu toplumun bir kesimince mah- kûm edilmiş. İnsanlar zorla sindirilmiş. ama yok edilen demokrasi... Demokrasi- nin yok edilişinin sucu ordunun bütününe mal edilmiş ve sen de o ordunun bir parça- sısm. Bunlar kolayca geçiştirilebilecek şey- ler değil. Şu yazılmalı, yazmalısınız şunu: Subay konumundaki bir insanın, subaylık ruh ha- li içinde bir insanın, subaylığı benimsemiş. askerliği meslek seçmiş bir insanın işkence- ye alınması. hele başka subaylar, kendileri- ne "komutanım" dedirten subaylar tara- fmdan işkenceye alınması. sivil bir insanın işkenceye alınmasından farklı oluyor. fark- lı etkilere yol açıyor... Üstelik sorguculara karşı bir moral üs- tünlüğün de yok. 12 Eylül günleri... Bili- yorsunuz. Toplumda zaten senin bağlandı- ğın değerlerin hepsi bir kenara atılmış ve yalnızsın. Toplumun içinde yalnızsın, iş- kencecinin karşısında yalnızsın. Galiba sözünü ettiğim çöküşü şimdi biraz daha iyi anlattım. Evet. çözüldüm. Yüzbaşı Mahmut Adil anlatıyor ... Sonunda evet, divan-ı harp başlıyor- du. Suret-i cereyanı (nasıl geçtiği) hakkın- da bir şey söylemeyeceğim. Bu hususu erbab-ı vukuf (konuyu iyi bilen kişiler) ve ezhab-ı meraka (meraklılann zevkine) bı- rakıyorum. Tabiidir ki şimdiye kadar öğ- renmiş ve öğreneceklerdir. Bir ay kadar devam eden bu muhakeme zamanının en saadetlı anlan mahkeme karşısında geçirdiğimiz üç-dört saat idi. Çünkü bu saatler. bir kaç metre bir hava dahılinde vücudun muhtaç olduğu vazıyet- te oturularak geçiriliyordu. Sonunda ben de kabullenmek zorunda kaldım. Ama ilişkjm de yok eylemle. Başla- dım anlatmaya. İşte şöyle yaptım, böyle bomba koydum, şöyle kaçtım fılan. Atıyo- rum aslında. Galiba ertesi gün odamdan beni aldılar Gözler gene bağlı. Ama bu kez sorgu oda- sına inmedik. Başımı aşağıya bastırarak Kontgerilla'dan, yani Dil ve İstihbarat Okulu'ndan çıkardılar beni. Bir araca bin- dirdiler. Gözlerimi birileri açtı. Bir sivil otomobildeyim. Arabada birkaç sivil polis var. Bankaya gittik. Müdirenin karşısına çıkardılar beni. Bende saç sakal birbirine girmiş. Polisler kadıncağıza beni gösterip "Alın işte. sizin bankayı bombalayan bu" dediler. Banka müdiresi şaşkın, bakıyor. Banka personeli de subay olduğumu öğ- renmiş. onlar da şaşkın bakıyorlar. "Valla, dedim, ben böyle bir şey yapmadım. Bura- ya getiriJdim, ama bunu ben yapmadım". Şaşırdı herkes. Ama başka çarem de yok. Bana "Aynntılan anlat. Nasıl geldin, bom- bayı nereye koydun?" diye soruyorlar ve ben de bilmiyorum. Polisler, artık DAL'dan mı, yoksa sıra- dan karakol polisleri mi bilmiyorum, bo- zuldular. Şefleri gibi davranan biri, "Kar- deşim" dedi, "sen bizimle dalga mı geçiyor- sun? Sen yaptın diye biz seni buraya tatbi- kata geıirdik". Sonra telsizle "Malum kişiyle malum yerdeyiz. Yalnız malum kişi vapmadım diyor burada" diye bilgi verdi. Karşıdan gelen yanıtı ben bile işittim. "Alın getirin onu buraya!" dediler. Paldır küldürdöndük Kontrgerilla'ya. Attılar ge- ne aşağıya... Yüzbaşı Mahmut Adil anlatıyor ... Oda her gün doluyor, her gün boşalı- yordu. Bu surette daima panoramasını değiştiren masumlar koleksiyonu, odanın mobilyası olan parça parça bir eski hasır ile duvara sırayla yerleştirilmiş üç adet san, kınk musluğun altında yekpare bir mer- mer oluğa dikkat edilirse kan lekelerinden diyorlardı, sen bunu nasıl reddedersin. Burda samimi olarak beyanda bulunma- dın mı ulan?" Çok öfkelenmişlerdi. Sistem- li bir işkenceden çok kaba dayak atıyorlar. Ardından "Tamam" dediler, "'Akşama DAL'a gidiyorsun." Yüzbaşı Mahmut Adil anlatıyor ... Divan-ı harbin nihayetlerinedoğru bir gün idi. Müdde-i umumi vekili (savcı yar- dımcısı) karan okumuş, hepimizin idam edileceğini, itirazı olanlann söylemesine müsaade etmişti. (Burada bir anlatım ya da anlama kusuru var. Mahmut Adil, savcı- nın "Esas hakkındaki mütalaasım" karar ile kanştınyor). Umum mahkuminde gö- rülen itidal (bütün mahkûmlarda görülen yumuşaklık, yavaşlık, dinginlik) üzerine "Demek ki itiraf ediyorsunuz ki bu cezaya müstahaksımz" dendi. Mahkuminden (mahkûmlardan) polis Müdüriyeti Kısm-ı Siyasi (siyasi bölüm) Müdürii Muhip Bey cevap verdi: - Hayır. Bin kerre hayır. Hepimiz masu- muz. Masumiyetimizi bütün millet bildiği için bir şey söylemeye lüzum görmüyoruz. Çünkü siz bizi nasıl olsa asacaksınız. Fakat sizi millet asacaktır O zaman siz bizim gibi itidal gösteremeyeceksiniz. Divan-ı harpten mahpusa gehrken Mi- ralay Fuat Bey bir fırsat bularak, "Sana Kur'an göndereyim. oku. Canın sıkılma- sın" dedi. Hakikaten ıkinci günü nöbetçiler bana bir Mushaf-ı Şerif (Kuran'm bir baş- ka adı) verdiler. Lakin kömürlük gündüz bile karanlık olduğundan, divan-ı harpdö- nüşü bir miktar odada kalıp okumak cihe- tini düşündüm. Kuran-ı azim-ı sani'nin kutsiyeti hörmetine müsaadede bulunula- ^ğı ümidine düştüm. Kömürlüğün kapısı önünde eski hasır üzerine oturup bir sûre okumaya başladım. Nöbetçiler huşu ile dinliyor, memnun olduklannı gösteriyor- lardı. Beş on dakika sonra Mülazım Hüse- yin Efendi pürhiddet odaya gırdı. Ağzına şeleni söyleyerek Kur'anı elimden kaptığı Benim için pek yabancı olan bir kaç sima arasında bulunuyordum. Acaba ne idi? Ni- çin dışanda bırakıldım? Evet, muhakeme bitti. Yann asılacağız. Artık işkenceye ma- hal (gerek) kaldı mı? İnsaniyet böyle ica- bettirmez mi. Sekiz saat sonra asılacak olan bir biçareyi bu gece birtakım haşerat arasında korkunç hülyalarla (hayallerle) ezmekte ne mana var? Ya Hüseyin Efendi acaba böyle mi düşü- nürdü? Hayır! Hüseyin Efendi asılacak bir kimseyi bile "Bu gece rahat etsin" diye dü- şünmez. Zavallı nöbetçiler müsaade etti. Asılacağım için merhamet ettiler. Hüseyin Efendi de her nasılsa görrnedı. Dünyada hiç bir hal, ihtiyacat-ı tabiiye- nin (doğal ihtiyaçlann) önüne geçemiyor. Bu düşüncelerle beraber, aylardır mahrum bulunduğum boyluboyunca uzanmak ihti- yaandan kendimi alamadım. Hasınn ucunda oturanlar da kalkarak "Yatınız bey" diyerek hasın bana bahşediyorlardı (sunuyorlardı). "Teşekkür ederim" dedim. Hasın aldım. sanndım. Çünkü gece pek so- ğuk idi... Üsteğmen Çetin Nergis anlatıyor ...İstanbul'a vardık. Bizi bir iki yere do- laştırdıktan sonra, Harbiye'de Orduevi'nin orda, Askeri Müze'nin arkasında, "Os- manlı Zindam" deniyor galiba. oraya tıkü- lar. Daha önce getirilmiş olan' arkadaşlan- mızı da orada bulduk. Onlann sorgulan bitmiş, Metris'e sevkedilmeyi bekliyorlar. Beni kapıdan girince ilk hücreye koydu- lar. Berbat, dar bir hücre. Tümünü bir ya- tak kapatıyor. Yatağa oturunca ayaklannı ancak kapı eşiği ile yatak arasındaki boşlu- ğa koyabiliyorîmn. Tepede bir lamba sü- rekli yanıyor. Günlerden 30 Nisan 1983. Ertesi sabah 1 Mayıs. 1983'ün 1 Mayıs'- ını orada geçirdik. Biliyor musunuz. o zamana kadar 1 Mayıs'ı hiç yaşamamış- tım. Subaysanız, herhangi bir gün gibidir 1 Mayıs. Karargâhtasınızdır. I Mayıs geçer gıder. bağladı. İskemleyeçıkardı. Hasılı çok aak- lı, on iki kişinin böyle kasaptaki koyunlar gibi sallanışı. - Acaba bunlann kabahatlen var mı idi? - Allah bilir. Ama kabahatlen olmasa idi hiç padişah ferman eder mi idi? Evet. Yattığım yerden bunlan işitiyo- rum. Rüya mı, yoksa konuşulan bir söz mü? Bu sırada hasıra bir el dokundu. "Evet, asılmaya gidiyorum" diyerek hasır- la birlikte fırladım. Silahsız olan nöbetçi bana bir gazete uzattı. "Bey. al oku" dedi. Gazeteyialdım. Diğer mahpuslar da gözleri- ni bana dikmiş bakıyorlar. Zavallılar ye- dikleri dayağın aasını unutmuşlar, gözleri ile bana bir şey tebşir etmek (müjdelemek) istiyorlardı. Gazeteyi gözüme yaklaştırdım. Lakin bir şey göremiyordum. Bir sürü siyah nok- talar kâğıdı kaplamıştı. Gazeteyi ne yapa- cağımı bilemiyordum. Nöbetçi çavuş hali- me aamış olacak, yanıma yaklaşarak, "Bak bey" dedi, heceleyerek okumaya baş- ladı: - Erkan-ı harp miralayı A g (okuna- madı). yüzbaşı Mahmut Adil ve Mekteb-ı Mülkiye talebesi İzzettin Bey'in beraatleri- ne karar verilmiştir..." Evet, aldatmıyordu. Çünkü aradan bir müddet geçükten sonra gazeteyi gözden geçirdiğimde birinci sayfayı işgal eden bu kararname, Damat Sahh Paşa ve Miralay Fuat Bey dahil olduğu halde on iki kişinin idam edildiğini ve ele geçirilemeyen diğer on beş zevatın idam hükümlerini, bir o ka- dannın da muhtelif ağırcezalarla tecziyesi- ni (cezalandınlmasını), yalnız Miralay A... ..g, Yüzbaşı Mahmut Adil ve Mekteb-ı Mülkiye talebesi îzzettin Bey'in beraatini tebliğ ve ilan ediyordu. Ertesi günü Harbiye Nezaretinegetiril- dım. On gün kadar da orada kaldım. Bu vakadan üç ay sonra memalik-i Os- maniye'nin (Osmanü ülkesinin. mülkü- nün) müntehayı Şark (doğudaki en uç noktası) olan Basra'da tabur komutanı olarak bulunuyordum. Yüzbaşı Mahmut Adil tahliyesinden sonra sürüklöğü Basra'da Türk Taburu'na komuta etti ve Basra V alisi ile birlikte esir düştü.Binlerce esir er ve oniarca subay İngilizler tarafından Çinhindi'ne görürüldüler. Esirlik tam altı yıl sûrdü. Resim bir "esiriik hatırası." Yüzbaşı M.AdiI önde soldan üçüncü. - Akşam yaklaştıkça ütrerdim. Zira sa| iken mezara girmekten başka bir şey değil- di bulunduğum yer. Katiyen yalan değil- dir. Akşam olunca herkes kendi mezanna iade ediliyordu. Ben de başım göğsümün üzerinde. bazen diz çökerek, bazen de bağ- daş kurarak inliyordum. Yanıbaşımdaki odada bila fasıla (aralıksız) devam eden değnek darbesinden, su banyosundan fer- yad eden biçareganı dinliyordum. Gerçi hayalâttan kendimi kurtarmak için yanımdaki seslerin devamını pek arzu etmez değildim. Zaten bu dünya böyle de- ğil mıdir? "Nefsin istirahatıne, gayrin ıstı- rabatı daima feda edilmiştir." (Kişinin kendi rahatına. başkalannın acılan her za- man feda edilmiştir.) Divan-ı harbe götürülmek üzere odaya çıkanldığımda. odada başka başka simalar görüyordum. Bundaki hikmeti anlamakta müşkilat (zorluk) çekmedim. Oda her gün doluyor, her gün boşalıyor- du. Üsteğmen Çetin Nergis anlatıyor ... Evet çözüldüm. Hemen arkasından bana kâğıt kalem getirdiler. "Yaz baka- lım" dediler. "Bize anlattığın her şeyi yaza- caksın. Aynca Jandarma Subay Okulu'- nda önde gelen kişiler hakkında da bize rapor yazacaksın". Tabii bir kez ifade ver- meyi kabul ettim, istediklerini söyledim ya. Şimdi devamı geliyor. Yeniden aşağı indirildim. Yeniden iş- kence. Yeniden aşağılanma. Harp okulun- da öğrenci olduğumuz dönemde, hafta sonlan için tuttuğumuz Seyranbağlan'- ndaki evin çevresinde Akbanİc Nenehatun Şubesi bombalanmıştı. Aynca yörede kimi "faili meçhul" kurşunlama, bombalama, bombalı pankart asma eylemleri fılan var. "Faili meçhul" olduğuna göre birilerine bağlanması gerekiyor. Bize bağlamak isti- yorlar bu olaylan. Öteki arkadaşlanma da benzeri eylemler yüklenmek istenmiş za- ten. Akbank Nenehatun Şubesi'nin bom- balanması ihalesi de benim üstümde kaldı. birçok vak'a-i fecai (feci olaylar) geçtiği an- laşıhyordu. (Cümle, Günce'nin aslında da aynen böyleydi. Düzeltmeden aktardık). Hele duvarlar pek güzel şahit idi. Yerdeki döşeme taşlan insan kanı içe içe hal-i eşba- ha geldiklerini (felç haline geldiklerini) ba- ğıra bağjra anlatıyorlardı. Tahkir ve terzil (hakaret ve rezil etme) suretiyle divan-ı harp devam ediyordu. Fa- kat maksat hak değil, istediklerini yap- maktı. Kendilerince muzır (zararh) farz ettikleri zevatı ortadan kaldıracaklardı. Yalnız millete karşı "kanunen yapük" di- yeceklerdi. Heyhat. Oturduğum yerde düşünmeye başladım. Beni arayacak ve görmek isteyecek kim- sem yok idi. Lakin üstümdeki odada mah- pus bulunan Fuat Bey'in yedi yaşında bir erkek çocuğu olduğunu ve bunlann baba- lannın yanına gönderilmek ihtimalini dü- şündüm. Lakin Fuat Bey'in İstanbul'da garip ve bikes (zavallı, kimsesiz bir famil- yasından (kansından) başka kimsesi olma- dığını, dolayısı ile çocaklann buraya geti- rilmek ihtimali olmadığını düşünerek tesel- li oldum. Ve biliyor musunuz, Miralay Fuat Bey ;ocuklan gösterilmeden asıldı. Divan-ı harbin nihayetlerine doğru bir gün idi. Üsteğmen Çetin Nergis anlatıyor ... attılar gene aşağıya. Daha önce, ben ifade vermeyi kabul edip, istedikleri ifade- leri verdikten sonra yumuşamış ve bana "Bir şey ister misin?" diye sormuşlardı. Ben de süt filan. bir de bavulumdan, sanki okuma imkânım olacakmış gibi getirdiğim "Bizim İngilizce" dergisini istemiştim. Yat- tığım odanın pencereleri eski gazetelerle kaplı. Onlann hepsini bir kaç kez okudum. Çoğunu ezberledim. Tek başına kabnca in- san oyalanmak istiyor. İşte odada İngilizce dergiyi okurken daldılar içeriye. Beni aldı- lar, gözlerimi bağlayıp indirdiler sorgu odasına. Orada çullandılar üstüme. "Ulan, gibi tehevvürle (öfkeden köpürerek) kan lekeleri ile mücehhez (süslenmiş) olan mus- luğun üzerine fırlattı. "Size söyleyecek bir sözüm yoktur. Allah bildiğini yapsın" de- mekle iktifa ettim (yetindim) ve kömürlüğe girdim. Nihayet divan-ı harbin son günü geldi... Üsteğmen Çetin Nergisanlatıyor ... "Tamam" dediler, "Akşama DAL'a gidiyorsun. O gün yattım ranzama. Müthiş bir rahatlık bende. Bankadan geldiğimden beri rahaüm. keyifliyim. Adamlara karşı çıkmış olmaktan mutluyum. Nihayet di- rcncimi kazandım yeniden. Konu önemli değil. Yaptığın önemli değil. Önemli olan, işkenceciye, kendine "komutanım" dedir- ten sorgucuya karşı direncini yeniden ka- zanmış olmak. 29 Nişan 1983 günü, "Haydi hazırlan" dediler. Öteki odalardaki arkadaşlar da çı- kanlmış. Gözlerimiz bağlı değil artık. Ama Kontrgerillacılardan kimse yok ortada. Salt erleri, çavuşlan görüyoruz. Bizi teker teker bir otobüse bindirdiler. Ardından ba- vullanmızın da yerleştirildiğini gördük. Resmi elbiselerimizi sorduk. bizi götür- mekle görevli olduğu anlaşılan binbaşı gül- dü, "Onlar artık sizin değil" dedi. Otobüste bir binbaşı, bir asteğmen. bir kaç da er. Ellerimiz kelepçelendi. Kelepçe- ler takıhrken bir arkadaş şaka yaptı: - Tamam, dedi. Artık biz de bu vatanın evladıolduk... Arkadaşım hakh. O dönemde bu vata- nın evladı kelepçesiz olmaz. Otobüs yola çıktı. "Nereye gidiyoruz" diye sorduk. Biz savcılığa giıtığimızi düşü- nüyorduk. "İstanbura" dediler. istanbul'a vardık... Yüzbaşı Mahmut Adil anlatıyor ...nihayet divan-ı harbin son günü geldi. Hepimizin idamına hüküm verilmişti. Ma- hal-i mahsusa (malum, özel yere) dönmüş- tük. Kömürlüğe girmekliğimemredilmedi. Böyle tutsak olarak, hele 12 Eylül tutsağı olarak 1 Mayıs'ta zindanda olmak... Güzel bir duygu kapladı içimi. Ne bileyim. 1983 1 Mayısf nda yurtsever bir insana zindanda olmak uyar değil mi? Ertesi gün sivil polisler geldi. Polislerle ilk kez orada karşılaştık. Sıraya dizdiler bi- zi. Gayrettepe"ye Terörle Mücadele'ye gö- türüldük. Gird'ik içeri, "Hemen gözlerini bağlayın" dediler. Komik şeyler. Pankart bezlerinden yırtıp gözbağı filan yapmışlar güya. Teknik olarak dökülüyorlar yani. Bize "Ellerinızi duvara dayayın. Bekleyin" filan diyorlar. İlginçtir. Bizler Kontrge- rilla'da bize işkence yapan ve kendilerine "komutanım" dedirten adamlardan emir almayı kabul ettik de. burada, polislerin emirlerine pek de uymadık. Herkesi tek tek indirdiler aşağıya. Bir ar- kadaşla beni ayırdılar. Beni ayn bir yere sürüklediler. "Sen" dediler, "ifadende bir sürü şeyi kabul etmişsin. Sonra da reddet- mişsin". Ben "Gene reddediyorum" de- dim. İşkence başladı. Esas fîziksel şiddet burada, poliste. Fizik işkence başladı. Yüzbaşı Mahmut Adil "İşkence Günlû'ğü"nü bitiriyor ... Çünkü gece pek soğuk idi. İpin kahnlı- ğı, sehpanın yüksekliği ile mücadeleye baş- layan müfekkerem (düşünme gücüm) bilmiyorum kaç dakika yaşadi. Uyumu- şum. Bütün hayatımda en rahat uyudu- ğum o gecedir. Rüya mı görüyorum bilemiyorum. Şu sözleri işitiyorum: - Yok. Evvela Bekirağa'ya götürdük. Orada kendilerine bir şey okudular. Tabii padişah fermanı olacak. Sonra namaz kıl- dılar. Beyaz gömlekler giydiler. İçlerinde iki genç çocuk vardı. Gömleklerini giyemi- yorlardı. Küçük Miralay gömleklerini eliy- le giydirdi. Nasihat verdi. Namaz kıldırdı. Ellerinden tuttu. Bekirağa Bölüğü'nd-en __,. T Beyazıt'a kadar öyle götürdü. Gözlerini BİTTT Üsteğmen Çetin Nergissöyleşimizi bitiriyor Fizik işkence başladı. Reddetmeye de- vam ediyorum. Getirdiler askıyı. Çektiler yukan. Bende ses yok. Askeriz ya. Artık Kontrgerilla'daki pısınklık yok. Elektriğe başladılar. Ben bağırmadıkça adamlar öf- keleniyor, voltajı arttınyorlar... Biliyor musunuz, bu Gayrettepe'deki 43 günlük iş- kenceyle ilgili olarak anlatacak fazla bir şey yok. Bizler için önemli olan Ankara'dır. Kontrgerilla'dır. İs tanbul'dakı nihayet fî- ziksel işkence, önemli gelmiyor bana. Tabii korkunç ağır işkencelerdi. Bir çok arkadaşım çok acı çekti. Arka arkaya Bur- sa, Gölcük. İstanbul ve Ankara emniyetle- rini dolaşarak 120. hatta 180 gün gözaltın- da kalan ve işkenceci polislerin özellikle "subay" diye daha gaddarca ezdiği arka- daşlanm var. Ama ben gene de Ankara'nın önemb' olduğunu, Kontrgerilla'da ordu- dan gelen, kendileri de asker olan kişilerin yaptığı sorgulamalann bende derin izler bı- raktığını düşünüyorum. Polise gönderilen arkadaşlanmızın sayısı sınırlıdır. Sanıyorum 100-200 dolayında. Ama 12 Eylül döneminde Kontrgerilla'nm sorgusundan geçen askeri personelin sayısı binlerle ifade edilebilir. Bugün ne bunlann sayısı biliniyor ne de bu işleri yapanlann kimlikleri. Kontrgerilla'da alınan ifadeler dava dosyalannda yer almadı. Yani öyle bir yer, tüm bu sorgular, ifadeler, işlemler yok sayıldı. Kontrgerilla'nm yok sayıldığı gibi. Bu işlemlerleilgili olarak açıklıkİa bili- nen tek şey, yurtsever ve ilerici askeri per- sonelin Cunta'nın emri ile ordudan uzak- laştınldıklandır. O gün ve sanıyorum bugün de toplumun demokratik kuruluş- lan dahi bu büyük kıyımın boyutlan hak- kında sağlıklı bilgiye sahip değiller. Yalnız- ca askerlerin bildiği bu yıkım, o günlerde "komutanlanmız" dediğimiz Evren ve dört generalin emri ve bilgisi ile gerçekleşti- rildi. Ben, 87 günlük işkence, sorgu ve aşağı- lanmadan sonra tutuklanmama bile gerek görülmeksizin serbest bırakıldım. Tutuk- suz yargılandığım davada da beraat ettim. Ancak ordu ile ilişigim kesildi. Bizler taa öğrenciliğimizden itibaren çok değerli kavramlarla yoğrulduk. Sözünü et- tim. hatırlayacaksınız: Yurtseverlik; şöval- ye ruhlu olmak, "Vatan, millet, Sakarya"- yı bir mizah gibi değil çok ciddiye almak. Bunlarla yoğruldum ben. Askerliği bir na- mus, şeref olarak kabul ettim. Vatan hiz- metini Amerikanalık olarak değil, gerçek- ten yurtseverliğin bir gereği olarak kavra- dım. Böyle ciddiye almasaydım, değerli bulmasaydım, Kontgerilla'da yılcımlara uğramazdım. Kontrgerilla'da bir askerin ruh halinden ayn bir tavır içinde olaydım bugün farklı birdurum olabilirdi. Mesleği- mi ciddiye almarun, Kurtuluş Savaşı ver- miş bir ülkenin ordusunda subay olmayı önemseyişimin bedeli bu oldu gaiiba... Bu haksızlığa karşı dava açüm. Arka- daşlanm da davalar açtılar. Bu davalar adım adım kazanılıyor. Şimdi de Avrupa İnsan Haklan Komisyonu'nun gündemine alındı. Biz. bize yapılanlann bütün sonuç- lanyla ortadan kaldınlmasını, iptaledilme- sini istiyoruz. Yoksa öyle itibann iadesi fılan değil. Ortada bir itibar kaybı yok çün- kü. Tam tersine, bir itibar kazanma var belki. Çünkü Evren Cuntası tarafından potansiyel de olsa suçlu kabul edilip ordu dışına bırakıldık biz. Böylece "12 Eylül suçu'na ortak olmadık biz. 12 Eylül'le kir- lenmedik. Bu, kişiye "itibar" kazandırmaz mıv
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle