09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURfYET 12OCAK1993SAU OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CMUK olumluve olumsuznelergetirdi? Bu yasa (CMUK) "reform" değildir, ancak yargılamada önemli bir ilerleme olduğu da bir gerçektir. Bu yasa ile ne getirilip nelerin eksik kaldığını okurlara ve ilgililere açıklatnaya çaiışacağız. MEMDUH TEKELİOĞLU Avukat I Aralık 1992 larihinde yürür- liiğe giren 3842 sayılı yasa, 1412 sayılı Ceza Muhakeme- leri Usulü Yasası ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usul- leri Hakkındaki KanunTan değıştir- miştir. Kanunun çıkma aşamasmdaki uzun vezahmetli yol, kanun yürürlüğe girdikten sonra bu kez kamuya mal ol- maya başlamış olup, yeni tartışmalar yaratmaktadır. Bundan sonra da lar- tışmalar olacağı labiidir. Bu düşüncelerden korkmamak ge- rek. Bilindiği gıbi Avrupa Insan Hak- lan Sözleşmesi ve AGİK tnsani Boyut Konferansı ile uluslararası alanda bü- yük gelişme gösteren insan haklannın, çağdaş Türk hukukuna yansımaması düşünülemezdi. 3842 sayılı yasa ile bu husus kjsmen de olsa gerçekleşmıştir. Bu yasa (CMUK) "reform" değildir, ancak yargılamada önemli bir ilerleme olduğu da bir gerçektir. Bu yasa ile ne getirilip nelerin eksik kaldığını okurla- ra ve ilgililere açıklamaya çaiışacağız. Bu yazı; kanunun şu maddelenne şu ek geîmiş. şu husus çıkartılmış, şu ko- nuda başlık değişmiştir şeklinde olma- yacaktır. Buhususlarmeslektaşlanmı- a ilgilendiren konular olup şekü du- rumlardır. HMtt MMatop: 1. Yasa ile tutukla- manın istisna olduğu, aslolaaın, yaka- lanan kişi ya da sanığm serbest olması hükmü geüribniştir. 2. Yakalanan ya da tutuklanamn savunucusunun her aşamada soruş- turma ve duruşmalara girmesi yasa hükmü olmuş, böylece işkence isnadı ve asılsız işkence iddialan ortadan kal- dınlmaya çalışılmıştır. 3. Seçiimiş avukat ofmadığı haller- de, savunucuyu baro tayin edecektir. Sanıklann 18 yaşından küçük olması ve başka bazı hallerde sanığın ya da yakalanan kişinin isteyıp istememesi- ne bakılmaksızın savunucu tayin edil- mesı koşulu getiribnişür. 4. Yakalanan ya da tutuklanan kişi- ye susma hakkının haürlatılmasj ve is- terse bu hakkı kullanacağı, kanun hükmü ohnuştur. Böylece temel bir ın- san hakkı olan susma hakkı, zorla ko- nuşturmaya çahşma şeklındekı işken- ceyi de önleyebilecekur. 5. Yakalama ya da tutuklama amaç dışı kullanılamayacaktır. Kolluk kuv- vetkrine, yakalanan kişi zanlı ya da şüpheliler için derhal Cumhuriyet Sav- cısına haber vermesi zorunluğu getiril- miştir. 6. Ağır cezalık suçlarda bile kaçma kuşkusunun varbğı "var sayüabilir" denerek önlem sayılan tutuklamanın amaç dışı anlamlan önlenmeye çahşıl- mıştır. Artık "hükümet nüfuzunu kın- yor" diye, "ahlak ve adap ateyhine" diye tutuklama yapılamayacaktır. 7. Tutuklama "peşin ceza" olmak- tan çıkartılrnıştır. Kanun maddeleri ile ülkemizde ilk kez tutuklamaya azami bir süre getirilmiştir. Böylece hem ana- yasanın 38. maddesi göz önüne alın- mış, hem de mahkemekrin davalan daha süratli sonuçlandırması sağlan- maya çabşılmışür. 8. Yakalanan kişi, kolluk kuvvetle- rinde Avrupa insan haklan normlan- na uygun olarak C. savcısının izniyle azami 4 gün, yargıç karanyla en çoİc 8 gün kalabılir. Bu süreler sonunda sor- gusu için mahkemeye çıkartılacaktır. 9. Yakalanan kişinin yakınlannın, yakalama ya da süre uzatmaya karşı yargıca başvurma haklan bir başka önemli kazanımdır. 10. Yakalanan kişi ya da sanığın öz- gür istenciyle ifade vermesi asıl olup, serbest istend kaldıracak ya da azalta- cak şekilde yapılan sorgunun gecersiz olacağı, kanun hükmü olmuştur. Bu tür hukuka aykın elde edilen kanıtlar da hükme esas olmayacaktır. (Bu hu- suslarla ilgili daha geniş bilgı yeni çı- kardığımız kitapcıkta bulunmaktadir. Dipnota bakııuz). MHSn H k M R 1. Bu kanunun bazı maddelerinin DGM'nin görev alanında uygulanmaması. hukuk tek- niği açısından yanlış olup hukukun te- mel felsefesine de aykındır. 2. Kanunun hem eskı metninin hem de değıştirilmiş yeni metninin aynı an- da uygulanması, çifte standart getir- miş olup son derece yanlış ve'sakınca- üdır. 3. Yakalanan ya da saruk, ceza mu- hakemesi yönünden kuşkulanılan ki- şidir; "suçlu" değikür. Ceza hukuku- nun amacı "maddi gerçegi" bulmak- tır. Gözaltına aünan kışılere tanman haklann DGM görev alanında gözal- üna ahnan kişilere uygulanmaması, anayasanm 38. maddesindeki eşitlik kuralına aykındır. Bu bakımdan yasa- nın 31. maddesi anayasaya aykındır. 4. Emniyet kuvveâerine suç niteliği- ni takdir yetkisinin verilmesi sakıncah- dır. Kanunun eski metninin mi, yeni şeklinin mi uygulanacağının takdiri, ilk anda zabıta kuvvetterine verilmek- tedir. Bu dunımda yakalanan kişi ya da saruk. bu yasa ile iyıleşen kanuni haklanndan yoksun kalabilir. Kolluk kuvvetlerinin yanlış nitelendirmesi so- nucunda istenmeyen durumlar olaca- ğı gibi işkence ve başka isnatlar da gündeme gelebilir. Kanunun amacına uymayan ifadeler alınabilır. ilerde te- lafısi olanaksız durumlar ortaya çıka- bilir. Bu bakımdan C. savcılan ilk anda suçu nitelendirerek bu sakıncayı ortadan kaldırmalıdırlar. 5. Altı aya kadar özgüriüğü bağlayı- cı cezayı gerektiren suçlarda "suçun toplumda infial uyandırması" yeni tu- tuklama nedeni olarak gündeme gel- miştir. Her suç toplumda infial uyan- dıru. İnfial, zanLyı "suçlu" kabul et- mekten başka bir şey değildir. Ka- muoyu, maddi gerçeği bubna cabasın- da olan ceza muhakemesine kanş- maktadır. Oysa kamuoyu hissidir, ön- yargüıdır. Buyabancı, tehükeli vemü- dahalecı öğe adli hatalara sebebiyet verebılir. Kakiı ki bu dunımda tutuk- lama, anayasanın 38. maddesine de aykındır. 6. Yeni yasanın 31. maddesi ile DGM Kanunu'nun 16. maddesi yü- rürlükten kalkmış, 30. madde ile de aynen tekrar yürürlüğe konmuştur. Söz konusu madde gözaltına alma sü- releri ile ilgili olup kişi tekse, yol dışm- da 48 saat ve tophı ise 15 gün olup ola- ğanüstü hal bölgelerinde eskiden ol- duğu gibi iki kat olarak uygulana- caktır. Bu çelişkiyi anlamaya olanak yoktur. Yasa, mevzuatımız açısından çok yenidir. Daha çok tartışılacaktır, an- cak unutulmaması gereken nokta: 1929'da CMUK ilk çıküğında toplu- mumuzun kültür düzeyi yasanın çok gerisindeydi. Yine de çağdaş bir yasa çıkmış ve toplumumuzun "çağdaş uy- gaıiık düzeyi"ne ulaşma çabalan bizi bugünJere getirmiştir. Bu hükümlerin temelinde yer alan düşünceyi kabul et- mek zorundayız. Yasanın toplum ha- yaümıza yararlı olmasını dilemekte- yız. (*) CMUKuki son değtşıklik ve uygutuna- da karşılaşılabılecek sorunlar. Adres: Straz- burg Cad. Şanlıoflu Işhanı No: 25/9 06430 Sıhhiye ANKARA. ARADABIR KORKMAZİLKORÜR İkıisatçı Şu, 'Babastnın Parasıyla Okuma' Konusu...Türkıye de kökleşmiş uygulamalara analık eden dü- şünceler artık cesurca eleştirilmeye başlandı Hiç konu- şulmayacağını sandığınız pek çok şey, hiç beklemediği- niz platformlarda tartışılıyor. Bu çok olumlu akımın baş- lamasına, şüphesiz, devletin ekonomik yaşamımızdaki sınırları zorlayıcı ve bencil (egotst) egemenliğinin ser- best bir şekilde eleştirilmesi öncülük etmiştir. Arka- sından, terörün ana nedenlerinin ekonomi ve insan hak- lan eksenirtde açıkça tarttşılması ile devam eden bu sü- reç, gönül arzu ederdi ki, başımızdaki tüm dertlerin esas nedeni olan eğitim düzenimiz konusunda açılacak tartı- şmalarla başlasın. Ama geç de olsa bu konuda da eleşti- rilerin başlamış olması, sistemdeki aksaklıkların sap- tanması ve çözüm önerileriyle seçeneklerin sunulması, hiçbir şey yapmadan statükoyu sürdürmekten çok daha iyidir. Çok partili demokrasi tarihimizdeki hiçbir hükümet ülkenin eğitim sorununa, gerektirdiği öncelik sırasını vermemiştir. Bunun nedeni, herhalde, eğitime yatırılan kaynaklarm ve zamanın kısa vadede yeterli siyasal çı- kar üretmediği ve dolayısıyla politikacının gündeminde önemli bir yer tutmaması olsa gerektir. Eğitim sistemi- miz tam bir karmaşa içindedir. Orta ve yüksek öğretim kesimleri arasında amaç ve nicelik bütünleşmesi (en- tegrasyonu) olmadığı gibi, tüm eğitim sistemiyle ülkenin ekonomik gerçek ve gereklerj arasında önemli koptık- luklar vardır. Eğitim, politikaya alet edildiği için sistemi boğucu bir merkeziyetçi çerçeve içinde kalmış, uzun va- deyi gözeten, bilim ve tekniği esas alan bir ulusal eğitim politikası oluşturmak ve uygulamak mümkün olmamış- tır. Eğitim sistemimizin içinde olduğu çarpiklıkları, yaşa- nılan sorunları izah etmek için yukarıda sıraladığımız ve hepsi de devleti suçlayıa nitelikte daha birçok neden sayabiliriz; ama adil olmayız. Çünkü birçok yerde ve ko- nuda olduğu gibi burada da devletin sırtına binmişiz ve kendimizi devletin kısıtlı olanaklarına mahkum etmişiz. Bakınız, ne yazık ki her şeyi devlet babadan bekleyen Türklerin giyim kuşamlarına: Eğitime harcadıklanndan tam 15 kat faziasını harcadıkları saptanmıştır. Oünya Bankası taranndan çeşitli ülkelerdeki tüketim uygula- maları konusunda yapılan araştırmaya göre Türklerin toplam harcamalarının içinde eğitime ayrılan kısım an- cak %1'dir. Bu sayı, kalkınmtş ülkeler için ortalama %7.95; bizim de içinde olduğumuz düşük ve orta gelir grubu ülkeler için ortalama %5.64'tür. Görülüyor ki, ken- di grubumuzun ortalamasmın bile epeyce altında bulun- maktayız. Ne yazık ki giyimine kuşamına, takısına, oto- mobiline, seyahatine, gezmesine, kışlık ve yazlık evine, mobilyasına, restorandaki yemeğine ve daha birçok maksada, gelirinin son kuruşuna kadar para harcayan Türk tüketicisi, iş, çocuğunun eğitimine gelince feryadı basmaktadır!.. Türkiye'nin eğitim sorunlarının çözümü iki şeyin aynı zamanda gerçekleştirilmesini beklemektedir: Eğitimirt giderek özelleştirilmesi ve paralı hale getirilmesi; ikinci- si, kuşaklannı devletin kısıtlı olanaklarıyla yetiştirmeye mahkum eden Türk tüketicisinin, eğitim almanın da bir hizmet alımı olduğunu ve olanağı olan her ana babanın çocuğu için istediği nitelikteki eğitimin bedelini ödeme gereğini öğrenmesidir. Ancak bu iki husus gerçekleştiği zaman yaratılacak özei ve kamu kaynaklanyla gerçek fırsat eşitliği yaratılır ve olanaksızlıktan nitelikli eğitim alamayan beyinler bu olanağa sahip olurlar; devlet o zaman ülkenin en uzak ve yoksul köşesine dahi eğitim hizmeti götürerek babalığını, yakışanıyla yapar; tüm eğitim sistemimiz o zaman tüm kurumları ile aşağı değil yukarı basamaklarda denge bulur. Ataerkil düşünce ya- pısının izin verdiği kurnazlığı bırakıp her şeyi devlet ba- badan değil, kendi babamızdan beklemenin zamanı get- miştir. Artık, eğitime para harcamamak için arkasına sığındığımız "babasının parası ile okuma'nın bir ayıp değil, doğru uygulandığı takdirde bir erdem olduğuna kendimizi inandırmamız gerekir. Tercihen Guzel Sonotfer veya dengi okul mezunu, en az 4 yıl ajans deneyimi olan, çok iyı Modnlosh kulbnabılen YARATICI GRAFİKER Ma<intosh la sayfa duzenlemesi yapacak, ilan hazırlayacak pikaj ve karanlık oda bıigısi de olan G R A F İ K E Rarıyoruz. Istekhlerm 240 84 74 - 246 9/ 38 den NURŞEN DEMlR'e bajvurmalan nca olunur Pero ReklomcM ve Hakla llıjlıle' Abıde-ı Humyet Cod 28I/8 Şı;l> TARHŞMA Bilim... Kiminiçin? 6 Mayıs 1986. Çernobil'de bir nükleer santral faciası yaşanıyor. O zamanlaronüç yaşındaydım. Kontrolsüzradyasyonun tüm canlılann yaşamını tehdit ettiğini öğrenmiştim. Sonrasında devlet büyüklerimiz açıklamışlardı ki hiçbir yiyecek-içecek maddesinde tehhkeli düzeyde radyasyon yoktu. Çoğumuz gibi ben de inanmıştım. Şimdi her şey tüm açıklığıyla su yüzüne çıkıyor. Lösemili bir çocuğun babası ağlıyor "Ürünlerini gömmeye kıyamayanlar, yavrulanmızı feda ettjer". Evet, ediyorlar. İnsaniıkonurunu.bılgiyi - gömüyorlar. Onlara göre ürühler insanlardan daha'' " onemtt- İnsan hayatının çot** fazla değeri yok. Asbestli gemiler de Türkiye'de onanlır, Türk işçisi sesini çıkarmaz. Sendikalar suskundur. Sanayileşmiş ülkelenn zehirli atıklan da ülkemizde yakılır. Alü buçuk yıl sonra Çernobil faciasının Türkiye üzerindeki etkileri açıkça tartışılmava başlandı. Baalan aradan çok zaman geçtiğini. detaylan haıırlayamadığını söyleyebiliyor Olayın yaşandığı zamanın geçmiş hükümetlerinı suçlayanlar da olabiliyor. Tüm Avrupa'ya ve SSCB'ye radyasyonlu fındık yedirmekle gururduyan kişilikte hangi eziklik duygusu yatmaktadır. "Radyasyon yoktur. Var diyen dinsiz, imansızdır" sözleri neyi yansıtmaktadır. Her zaman yapıldığı gibi halkımızın inançlan da sömürülmüştür. Sayın Murat Belge "Sosyalizm. Türkiye ve Gelecek" kitabında şöylediyor: "Türkiye'de siyasi ikudarlar her zaman bilim kurumianna kendi bakış açılannı empoze etmeye çalışmışlardır. Bunun son ve acı deneyleridel2Eylürde yaşanmışür ve henüz ortadan kalkmış değiilerdir." (Birikim Yayınlan.s. 162). PoBükayla uğraşanlann bilim kurumlanna ve bilginJere duyarsızlığı had safhada yaşanıyor Türkiye'de. Bibn adamlanmızın önerilerini • dıkkatealmavıp onlara susmalan yolunda uyan mektuplan gönderenler bu zihniyettendir. Asbnda biriki uyan sonunda (Bunlann yaptınm güçlerini bilemiyorum) susup köşelerine çekilenlerin dunımu da Ûginçtir. Montaigne birdenemesinde, tüm ilaçlann, içinde bulunduğu kaptan kötü yönde etkilenebileceğini, bilimin de böyle olduğunu yazar. Bunu herhalde en güzel Türkiye'de yaşıyoruz, Bilim ilerleyemiyor, çünkü politikaya ve düzene alet oluyor. Halkın mutlu ve huzurlu geleoeğine değil. Muhsin Öğretme PENCERE Suyollanveerozyon S ayın Tokmanoglu'na Tartışma sütununda yayımlanan yaası için teşekkür ederim. Suyollan şorunuyla ilgili kamuoyu geliştirerek devlet yaünm daırelerini harekete geçirmek konuyu desmekle olanak kazanacaktır. 70 li yıllarda erozyon ile Haliç'te devamb uğraşırdık. Eyüp, Balat ve Hasköy tersanesi önünden "klape" denen ilkel araçlarla devamlı çamur alırur, dibi acılan dubalara doldurularak Ahırkapı açıklanndan akınüya boşaltılırdı. Bartın"^ gelince: Bayındırhk Bakanhğı'nın eündeki taş ve çamurçıkartıp dolgu ve boşaltma ışlerini sürdürebilen 'dreger' tipi gemilerle Bartın deresi temizlenebilir. Haliç yüzyıllarca iç liman .olarak çauştı. 1930lara kadar İstanbul'un mesire yeri olarak kullanıldı. Haliç çevresindeki tepelerin ağaçlandınlması Fatihdevnnden beri Bahriye tarafından sürdürülmüştür. Gecekondular ve sanayi Haliç tepelerini allak bullak edip erozyon başlavınca camurlar aşağı indi. Hauç yavaş yavaş doldu. polapdere lağıma dönüştü ve üstü örtüldü. Alibeyköyderesi aynı akıbeti bekliyor. Rumenler ye Ruslar, Tuna deltası denizyolunu çamuru pompalayarak acık tutariar. Tuna'nın ağzından 100 kJlometre içeride İsmail'de tersane ve büyük gemilerin aktanm limanı vardır. Tuna'ya giren gemiler buradan içeriye ışlerler ve Tuna da devamlı temizlenir. Yoksa bu suyolu Avrupa'nın çamuru ile çoktan dolar, su asansörleri çalışamaz olurdu. "Çünkü Haliç hızla doldu ve doluyor, temizleme olanağı da yok"deniliyor. Belediyedaha 1952'de çamurun Halıç'in iç tarafından boru hattı ile Marmara'ya devamlı pompalanmasını öngören 'Kolenbrander Projesi'ni hazırlatmıştı Buna karşıhk bız de Eyüp önündeki adacıklan betoh levhalarla kuşatıp çamuru olduğu yerde toplayarak Budapeşte'deki adalargibi yeşiJ saha kazanmayı önermiştik. Bütün bu teklifler Belediyearşivinde mevcuttur. Türk kamuoyunu ilgilendinnesı gereken bu konuda TRT bir açıkoturum düzenlerse sorun çeşitli açılardan aynntılı bıçimdeele aljnabilir ve konuya daha etkilejici bir biçirnde yaklaşılması sağlanabilir. Dr.NezihH.Neyzi Tanju suçsuzdur... Peki kim suçlu? T anjudramında toplumda herkes suçluluk payı aJmalıdır. Şöyleki:Bu evladımız Samsun'dan Galatasaray'a geldiği zaman son derece utangaç. saygılı, mazbut bir aile babası, futboldan başka dünyası olmayan melek gibi bir çocuktu... Gollerini sıralamaya başladığı günlerden itibaren. basın, TV, çok tanınmış spor yazarlan ve ban antrenör ve idareciler onu çok erken kral yaptılar, göklere çıkardılar: henüzhiçbir şeye hazırdeğilken yüzünün fözünün açılmasına duyarsız aidılar... Türk örf ve geleneklerine zıt yaşam tarzı toplumun tamamı tarafından hayranlıkla izlendi... İletişim vasıtalannda, hemen her gün ballandıra ballandıra resimlenen ve yazılan arabcsk aşk masal ya da gerçeklerine onu alkışlayan milyonlardan hiç tepki P:lmedi... utbol oynadığı kulüpte de bir iki kişi dışında. oianlan içine sjndiremeyen kimseçıkmadı... "Sen gol at da ne yaparsan yap. her şey sana feda" anlayışı toplumun ortak görüşüydü... Öylesine ki, gencedk bir anne ile para ve şöhret sersemliği geçiren eşinin boşanma davası toplumca doğal karşılanıyor ve neredeyse o yuva yıkılıp kraliçe ileevlenirseçok mutlu olacaklan yazılıp çiziliyordu... Galatasaray'da mukavelesi bitmeye yaİcın Avrupa 'dan on milyarlarca liralık teküfler geldiğiru yineçevresi ortaya attı... Oysa ki hiçbir yönüyle Avrupalı bir futbolcu olmadığı bir gercekti... Ama onu pohpohlamak için elden gelen tüm balonlar kullanılıyordu... Nihayet Galatasaray genel kurulunda bir üve, herkes Tanju'nun bu oiumsuz tutumuna ahşmışken, bu gidişe bir son vermek zorunluğunu anlattı. Ertesi günü tüm basın o kişiyeveryansmettı... Bunun sonucu Tanju maalesef hem Galatasaray'da hem spor camiasında hiç kimsenin kendisine doğru yolu göstermemesınin kurbanı olup başka birkulübegitti... Şimdi: Hiç kimse, özellikle o çok yakınlan, kesinlikle Tanju'yu kurtarmaya kalkmamabdır... Tanju'yu suç işlemeye yönlendiren o yakm çevresidir... Tanju milyonlarca insammız gibi bu toplumun kurbanıdır. Esas suçlu, onu bu duruma getiren arabesk yapımızdır... Özer Berkay Trafîkanarşisi... T ürkiye'de bir sorun var ki,bu konuda pek çok söz söylenmiştir, tartışmalar yapılmıştır, ama büyük soruna hiçbir zaman ciddiyeüe yaklaşılmamıştır. Anlaşılan insanlann ölmesine, ölenlerin arkasında gözü yaşiı analar, babalar, çocuklar ya da eşler bırakmasına. ancak o ölen kişiler silahlı terörün kurbanı olduğu zaman önem veriüyor, Türkiye'nin güneydoğusunda kan dökülmektedir ve bu olay mutlaka durdunJmalıdır da. Ama ya Türkiye'nin karayollanndaki kan gölü?.. Onu da durduralım. Bu konuda hassas olmak için ille de bir sevdiğjmizi mi kaybetmemiz gerekiyor? GÖKHANAKSU Öğrenci/Istanbul "Şer Cephesi'He Tteyr Cephesf-. Şer üç harfli bir sözcük; ama, çok yüklü... Arapça kökenii... Şer, önce şeriatla bağıntılı. Islam inancında hukuk ku- ralları toplamını vurgulayan şeriatı inceleyen fıkıh'tır; şeriatçı da laik yasafar yerine şeriatın uygulanmasını is- teyen kişidir. Bugün 'Islamcı'denen kişiler yada siyasal partiler eskiden şeriatçı diye anılırdı ve daha yerli yerin- debiradlandırmaydı.Kuranı Kerim'inMaideSuresinde buyurulur: "- Erkek htrsızın ve kadın hırsızın ellerini kesin!.." Şeriat, işte bu!.. Suudi Arabistan gibi ülkelerde 'şer', insanın ve toplu- mun yaşamını düzenleyen, dünya görüşünü biçimlendi- ren, devlet düzenini saptayan kaynak... Devletin görevfj cellatı bile var, kim kesecek hırsızın ellerini kıltçla, kim kelle uçuracak? Resmicellat!.. • Şer'in bir başka anlamı da kötülükle yüklüdür. Mual- lim Naci öğüt veriyor: "- Yalnız hayn değil, şerri de öğrenmeye bak!.." Şerir kötü erkek... Şerire, kadın... 'Şer cephesi' de 'kötülük cephesi' anlamına geliyor; fenalıkların temsilcilerini vurguluyor. Cumhurbaşkanı Turgut özal, Akgün Oteli'nde düzen- lenen Fatih Toplantıları'na önceki gün katılmış, Anaya- sa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör ûzden'e veryarv sın etmiş, neler de neler söylemiş, abp tutmuş, saçıp savurmuş... r4eden? Sorumsuz Cumhurbaşkanı, hukuku, hukukçuları, yar- gıçları, yasaları pek sevmez... Anayasa mı? Bir kez delinse ne olur canım? Boşver anayasaya... Özal ile Güngör ün arası neden şekerrenk? Ne oldu da Cumhurbaşkanı atıp tutuyor? Sorun açık seçik orta- da Özal, Anayasa Mahkemesi'ne bir atama yapü. Son- ra da anlaşıldı ki bu atama, yasalara uygun değildir. Yekta Güngör özden yargıç ve hukukçu kimliğiyle göre- vini yapt, kuralları uygulamak istedi. Suç işledi... Çünkü artık Türkiye'de hukuk devletinin koşullarını savunmak suç işlemek anlamına geliyor. Sorumsuz Cumhurbaşkanı bu yüzden Anayasa Mah- kemesi Başkanı'nadüşman oldu; atıp tutuyor, veryansın ediyor, neler neler söylüyor, saçıp savuruyor; Sayın Yekta Güngör le aynı fikirde olan hukukçulara da hücum ediyor: -Şerceprıes/.'..' • Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör özden, laik, cumhuriyetçi, aydınlanmacı... ''Bir Anayasa Mahkemesi Başkanı başka nasıl olabilir ki?" diye sormayın, Türkiye'nin Cumhurbaşkanı'na ba- kın, Çankaya'da oturmuş, yasaları çiğnemekle vakit öl- dürüyor, bir yandan Cumhuriyet devletinin temel ilkele- rini çarpıtmaya çalışıyor; öte yandan tutucu ve sağcı bir parti kurmak için kulis yapıyor, çalışıyor... Çumhurbaşkanlığı Köşkü'nü bir parti merkezine dö- nüştüren devletin başı pervasız... Sağa sola hücum ediyor... '' r . *. Solculara oldum bittim düşman; elinden gelse bütün devrimcileri, sosyal demokratlan, sosyalistleri, demok- ratları bir kaşık suda boğuverecek!.. Amerikan Başkarv lık sistemine hayran, fakirlere düşman, zenginlere dost, sosyal adalete karşı ve "Alttakalanın canıçıksm"diyen bir Cumhurbaşkanı!.. Bu kez de tutmuş, kendisi gibi dü- şünmeyenleri suçluyor: "-Şer cephesi!.." Bir Cumhurbaşkanı ülkedeki hukukçulan 'Şer cephe- si' ve 'hayır cephesi' diye ikiye ayırır mı? NAZIM HİKMET KUITUR VE SANAT VAKFI Doğımııun91.yılıiMla N A Z I M H İ K M E T Saat: 20.30 (suare) Konuşmaalar: Kültür Bakanı: FÎKRİ SAĞLAR Gazeteci-Yazar: İLHAN SELÇUK Yorumlayan: Meral Taygun Sunucu: Nevzat Şenoi Saat: 18.30 (matine) Yorumlayan: Meral Taygun Gün: 15 Ocak 1993 Cuma Yen AKMKonserSalonu Davetiyeler AKM Gişeleri, Dünya Sineması ve Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı "General Yazgan Sokak Mehdi Bey Ap. 10/10 TÜNEL" den temin edilebilir. ORALÇALIŞLAR Hz. Ali - Muaviye Çatışraası Gazeteciler Cemiyeti 1992lncelemeödülü Pencere Yayınlan Salkım Söğüt Sok. 214 Cağaloğlu/lstanbul Tel: 5132717 YOL KESEN IRMAK Hıfn V. VeUdedeoiln 4. bası 20.000 lira (KDV içinde) Çoğdoş Yayınlan Türkocagı Cad. 3*41 Cağaiotlu-lsUvtbul öötmtü IOBİIIİMM
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle