15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 EYLÜL1992 PAZARTESİ 12 DIZIYAZI Uluslararası Komisyon, yağmacılannelinden kaçmayaçalışanlann birçoğunun öldürüldüğünü bildiriyor Yımaıılaıııı Aydın'a zaraıı 8 ıııilyoıı sterliıı İngiliz Belgelerine Göre ANADOLU YANIYOR Dr. Salâhi R. Sonyel -4- Yunan askerleri, Aydın'la Mende- res ırmağı arasında bulunan Emirköy ve Kadıköy'ü 21 haziranda ateşe veri- yor; Türkler de misillemeye geçerek Rumlara ait kimi çiftlikleri yakıyordu. 22 haziranda Akhisar ve Papazlı yeni- den işgal ediliyordu. Anadolu'da sürüp gitmekte olan bu korkunç olaylardan kaygılanan, İs- tanbul'daki ingiliz işgal gücü başko- mutanı General Milne, İngiliz Savaş (Savunma) Bakanlığı'na 23 haziranda gönderdiği gizli telgrafında, İzmir ve çevresinde durumun hayti dddi oldu- ğunu; Yunanlann, kendilerine aynl- mış olan bölgenin hudutlan dışına yayılmaya başladıklannı bildiriyor, şöyle diyordu: "Yunanlann Izmir'de başlatmış olduklan olaylar yayılma meyli gösteriyor ve Anadolu'da ciddi olaylara yol açabilir... Durumun ne kadar tehlikeli olduğunun anlaşılma- sım umanm." tngiltere Dışişleri Ba- kanlığı yetkililerinden George Kids- ton, 27 haziranda kaleme aldığı bir yazıda şöyle diyordu: "Tüm bu telg- raflar, Paris'teki Banş Konferansı'na ulaşırsa, Yunanlara, Jzmir'e çıkma iz- ni verdiklerine herhalde pişman ola- caklardır. Aydın kırımı 24 haziranda Nazilli ikinci kez ve Ahmetli işgal ediliyor; Tellidede savaşt sonunda, Yunanlar, Ovaemir, Yeni- köy ve Kadıköy'ü yakıyorlardı. Köy- lerde ancak yaşlı ve sakatlar vardı, halk daha önce kaçmıştı. Dolayısıyla Yunanlar, bu yaşhlan ve sakatlan öl- dürüyor; kanlı feslerini süngülerinin uçlanna takarak Aydın'da gösteri ya- pıyorlardı. 26 haziranda Yunanlar, Balatçık istasyonunda yolculan tren- den indiriyor; erkeklerin gözleri önün- de kadınlara tasallut ediyor; aynı gün (Türk kaynaklanna göre 29 haziran- da), Aydın'da kmm başlatıyorlardı. ızmir'deki İngiliz Başkonsolosu Ja- mes Morgan, bu kırımı şöyle anlatı- yordu:"Aydın'daki Yunan askeri bir- bkleri, Türk evlerine üç yandan ateş etmeye başlıyor; birçok Türk evi yağ- ma edildikten ve sâkinleri öldürüldük- ten sonra, evler ateşe veriliyordu. Bunun ardından Yunanlar, Türk kesi- mini top ateşine tutmaya başlıyor; Türkler, yanan evlerden kaçarken Yu- nan askerleri tarafından makineli si- lahlarla, kendilerine daha önce silah dağıtılmış bulunan yerel Rumlarca da ateş edilerek öldürülüyordu. Yunan- lar, Aydın'ı istila ettiİcten sonra, ilk olarak tüm tanınmış Türkleri tutuklu- yor; bunun ardından. silah aramak özürüyle Türk evlerinde araştırma ya- pıyor; kadınlara saldınyor; onlan aşa- gılayarak degcuı eşjalannı alıyor; bulduklan herkesi ve hatta kimi Hıris- tiyanlan makineli silahlarla öldürü- yor; güvenlik özürüyle yakaladıklan her Müslümanı katlediyor; kadın ve çocuklan evlere kapatarak kurşunlu- yor; sonra da evleri yakıyor; böylece, kınmla ilgili akla gelmedik her tür vahşeti sürdürüyorlardı. Londra'daki Müslümanlar BirüğTnce açıklandığı- na göre, evlerini kendi kocalanna ait silahlarla savunan dört Türk kadını- na, bir insanın yapması olanaksız gö- rünen gaddarbk yapılıyor; bu kadınlar yakalanarak kazıklara çakılmak sure- tiyle öldürülüyordu. Üzun kayıplar listesine ek olarak 9 bin 176 Türk'ün öldürülmüş olduğu tahmin ediliyor- du. • OsmanlıBankası Müdürü Diacono, İngiliz subayı Hodder'a verdiği raporda, şunlan söylüyordu: Türk milisleri 29 haziranda Aydın'a yaklaşırken, Yunanlılar kenti boşaltma karan aldı. Yunan toplumu, bu kararla çılgına döndü. Albay Skinas'a başvurarak, askerle birlikte gitmeleri için yalvardılar. Bu istekleri reddedildi. Yinede gitmek isteyenler, süngü zoruyla geri çevrildiler. Bu sırada, İngiliz askeri istıhbarat mensuplanndan Teğmen Hodder, Denizli'ye yapmış olduğu bir turdan dönerken, Aydın'ın doğusunda bulu- nan Ömerli tren durağında, Aydın'ın doğusunda harekâtta bulunan Türk milis gücü komutanı Yörük Ali, 28 ha- ziran günü, kendisine, Aydın halkına hitap eden bir bildiri veriyor; Yunan- lan şöyle uyanyordu: "Yunan askerle- ri Aydın'ı üç güne dek boşaltmazsa, güç kullanılarak oradan çıkanlacak- tır." Aynı gün, Aydın kentinin kuze- yinde çarpışmalar başlıyor; oradaki Yunan güçleri Türklere saldınyor; çarpışmalar 30 hazirana dek sürüyor; bu tarihte Yunanlar kenti boşaltıyor ve Türk askeri gücü komutanı Albay Şevki Bey kente giriyordu. Boşaltma sırasında Yunanlar kenti ateşe veriyor ve kaçmaya çahşan Türkleri vurarak öldürüyordu. Bu barbarlıklara görgü tanığı olan Osmanh Bankası Müdürü M. Diacono, İngiliz subayı Hodder'a bu konuda bir rapor sunuyor; bu ra- porda, Yunanlann Türkleri nasıl öl- dürdüğü anlaülıyordu. Öldürülen veya evlerinde yanarak ölen Türklerin sayısı kesinlikle bilinmemekle birlikte, Türkler, bunun, 2 binin üstünde oldu- ğunu bildiriyordu. Yine aynı rapora göre Türk milis gücü mensuplan, bu sırada, kente girerek kendi dindaşlan- nın kimilerinin öldürüldüğünü görün- ce, misillemeye geçiyor ve Rumlan öldürmeye başlıyordu. Yunan erleri, kentten kaçmayı dileyen birçok Ru- mun kendilerine eşlik etmesine karşı çıkıyor ve onlan geri çeviriyordu. 29 haziranda Türk milisleri Aydın'a yaklaşırken, Yunanlar, Aydın'ı bo- şaltma karan alıyor; orada bulunan Yunan toplumu çılgına dönüyor ve Yunan askeri gücü komutanı Albay Skinas'a başvurarak askerle birlikte gitmelerine izin vermesi için yalvan- yorlardı. 5 bine yaklaşık sivil Rum hal- kı, canlannı kurtarmak için askeri hatlan geçerek kaçmaya başlıyor; ama ötekiler geriye çevriliyor ve kaçmama- lan için süngülerle tehdit ediliyorlardı. İngiliz Binbaşı Hadkinson'a bakıla- yeniden işgal ediyor; ama askerler gel- meden önce, yaklaşık olarak 100 kişi dışında tüm Müslüman halk, Mende- res ırmağını aşarak Çınar'a sığınıyor- du. Denizli ve Çınar'daki Türk halkı, Yunanlan Aydın'da ')ir kınm başlat- makla suçluyordu. Bu olaylan, İngiliz deniz gücü kurmay subayı Yarbay S.S. Butler da 9.Temmuz 1919 tarihli raporunda anlatmış; "Türkler Yunan- lan İzmir'e sürmeye ve yitirdikleri böl- geyi geri almaya kararlıdırlar" yoru- munda bulunmuştu. Öte yandan, İngiltere Dışişleri Bakanlığı yetkilile- rinden Palmer, 25 temmuzda şu yo- rumda bulunuyordu: "...Tüm Mende- res vadisi oldukça verimlidir ve Yunanlann bu yöreyi yakıp yıkmakla ne denli bir yarar sağlayacaklannı gör- mek güçtür." Türk kaynaklanna göre Yunanlar, Aydın savaşı sırasında kentin Müslü- man semtini ateşe vererek 5 bin 800 evi yakıyor; yangından canlannı kurtar- mak için dışanya fırlayan Müslüman- lar, Yunanlann piyade ve makineli tüfek ateşleriyle taranarak öldürülü- yor; korkulanndan dışan çıkamayan- lar da diri diri yanıyordu. Türkler Aydın'a girince, Rum halkı, Yunan- larla birlikte yollara dökülüyor, ama işgal komutanı, onlann kendisiyle bir- likte gitmelerine izin vermiyor; Türk- Belge no 12: İngiltere Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Palmer, "Yunan me- zalimi hakkında daha çok yorum > apmanın bir yaran olamaz" diyor... cak olursa, Albay Skinas, perişan bir durumda bulunan yerel Rum halkına yardıma karşı çıkıyor ve bin 500 kişilik Türk milis gücünün önünden kaçıyor- du. Oysa ki komutası altında, silah ve mermilerce iyice donaülmış 3 bin kişi- lik bir askeri güç vardı. Albay Skinas daha sonra tutuklanarak yargılana- cak ve 20 yıl ağır hapis cezasına çarptı- nlacaktır. Yine Binbaşı Hadkinsonun anlattı- ğına göre, oldukça üstün Yunan bir- liklerince sanlmış bulunan 40 Türk milis mensubu, teslim olmalan için dört kez uyanda bulunulduğu halde teslim olmuyor ve son kişiye dek "as- lanlar gibi savaşarak" yaşamlannı yi- tiriyorlardı. İngiliz kaynaklanna göre Yunan ordusu, 3 temmuzda Aydın'ı lerin onlan öldümıelerini, böylece, Türk kınmı özürüyle yeni bir ilerleme nedeni bulmayı diliyorlardı. Kuvayı Milliye mensuplan Aydın'a girince, bin kadar Hıristiyan'ın, Fran- sız Sörler Okulu'nda ve daha bir iki yerde toplanarak, uğrayacaklannı tahmin ettikleri akıbetin dehşetiyle tit- riyorlardı. Onlann arasında, Türk semtlerini ateşe verenler, yüzlerce ma- sumu öldürenler de vardı; ama Türk- ler onlardan öç almaya tenezzül etme- miş, hayatlannı bağışlayıp, yiyecek dagıtmışlardı. 3 temmuzda yine Ay- dın'a giren Yunanlar, çeşitli nedenlerle kenti terk etmeyen 2 bin 500 Müslü- man'ın birçoğunu öldürüyorlardı. Aydın ilinin, uluslararası soruştur- ma komisyonuna verilmek üzere 30 Temmuz 1919'da hanrlamış olduğu rapora göre Aydın ve çevresinden 63 bin 700 Müslünian göç etmişti. Daha önce 30 bin Müslüman'ın yaşadığı kentte ancak 375 kişi kalmıştı. Aydın çevresindeki 51 Müslüman köyü Yu- nanlar tarafından yakılmış, eşya ve hayvanlan yağmalanmışü. Sonıştur- ma komisyonu ise raporunda şöyle diyordu: "Alevler içinde kalan mahalleden kaçmaya çahşan kadın, erkek, çocuk Türklerin büyük bir kısmı, mahalleyi, kentin kuzey kısmına bağlayan bütün yollan tutan Yunan askerleri tarafın- dan nedensiz olarak öldürülmüşlerdir. Yunanlar, 29'u 30'a bağlayan gece bir- çok cinayet işledikten sonra kenti terk etmişlerdir. 29 haziran^t temmuz ara- sında meydana gelen yangınlar, Ay- dın'ın 2/3'ünü tahrip etmiştir. Aydın'- ın yakılması, yaklaşık 8 milyon sterlin- lik bir hasar meydana getirmiştir." Bu korkunç olaylardan tiksinen İs- tanbul'daki İngiliz Yüksek Komiser Vekili Amiral Richard Webb, İngilte- re Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden Sir Ronald Graham'a 28 haziranda gönderdiği özel bir yazıda, İstanbul'da bile Türklerle Rumlar arasındaki ger- gınliğin artmış olduğunu ve buna İz- mir'in işgalinin neden olduğunu bildi- riyordu. "İşgal (Izmir'in işgah) pek doğal olarak çok kan dökülmesine yol açmış- tır \e >imdi de Türkiye'nin her yanında olaylar çıkmasına neden oluyor. Ban- dırma, Bursa, Sıvas, Samsun her yan- da aynı durum... Aydın ilinde Rum- larla Türkler birbirlerini toptan öldü- rüyorlar... İzmir kanşıklık içinde: Her iki yan da bu durumun düzeltilmesini bizden bekliyor... Onlan, birbirlerinin boğazlanna sanlmaya kışkırtan bir durum yaratmak için elimizden geleni yaparken, dostluk ve sevgi içinde ya- şamalan için yine onlan sürekli uyar- mamız ikiyüzlü bir davranıştır..." Bu sırada İzmir valisinin bildirdiği- ne göre, Urla ve Sivrihisar'ın Rum sâkinleri, 28 haziranda, İzmir'in batı ve güneyinde bulunan birçok köyün Müslüman sâkinlerinin mallannı yağ- malıyor ve onlan öldürüyordu. Bu- nun üzerine İngiltere Dışişleri Bakan- lığı yetkililerinden C.E.S. Palmer'ın, 3 temmuzda kaleme aldığı bir yazıda, "geleneksel Yunan poütikası" şöyle anlaülıyordu: "Yunan geleneksel politikası, Türk- leri daha da kışkırtmaya dayanır; şöy- le ki, bu kışkırtmalar birçok Hıristiya- nın katledilmesine yol açsın. Bunun sonucu olarak Yunanlar, Türklerin Hıristiyanlan yönetemeyecekleri id- diasını çevreye yayacak ve Grekçe konuşan halklann yaşadığı her bölge üzerinde bir Yunan güdümü kurulma- sı talebinde bulunacaklardır. Her ge- çen gün, Hıristiyanlann bir kınma tâbi tutulmalan tehlikesi artıyor." Aynı yetkili, 12 temmuzda kaleme aldığı başka bir yazıda şöyle diyordu: "Yunan mezalimi hakkında daha çok yorum yapmanın bir yaran ola- maz. Sanıyonım ki, Anadolu içlerinde bu mezalim sürüyor. Küçük Asya'da Yunan birlikleri ve öldürülecek Müs- lümanlar bulunduğu sürece bunlar sürüp gidecektir."(Bkz. Belge No. 12) SCRECEK KomutanNusret, ertesi gün okullann açılacağını düşünerek, askerlerine kesin talimatını veriyor: 'Ateşe karşıbkvermeyîn^ çocuklarrahatuyusun^ AZERBAYCAN CEPHESİNDE Hicran Öge Goltz -1- Ermenistan'ın Kafan kenti yakınla- nndaki Sayıflı köyünde ve çevredeki mevzilerde bir gün geçirdikten sonra, akşam saatlerinde geldiğim Kubath'- da tanışıyoruz komutanla. Bu kente giriş iznim yok ve bu da beni huzursuz ediyor. Komutanın bir tek sözü bile oradan ilk bulduğum araçla uzaklaş- telsizden, cephedeki askerleriyle görü- şüyor: "Hiç kimseden çıt çıkmayacak. Ateşkes karanna kesinlikle uyula- cak." Dört bir tarafımız, çeşitli mesafede ve yükseklikte tepelerle çevrili. Köyle- rin ışıklan yanıp yanıp sönüyor. En yakındaki köy, bir Ermeni köyü. Ko- mutan, "En çok buradan ateş açarlar. ep bu dir" diyor. Hemen onun iki tarafında, bize biraz daha uzaktaki iki köyden biri Ermenistan'ın, ötekiyse Azerbay- can'ın. öylesine içiçe ki! Görünürde iki ülkenin sının yok. Ama savaş, bu iki mahalle gibi görünen köylerin ara- sında görünmeyen bir engel oluştur- muş. Aşılması mü.-nkün değil... "Şurası Laçin." Çok yakında oldu- ğu, ışıklanndan belli. Dağlık Kara- bağ'ın dağlan biraz daha uzakta. Nusret komutan, eski Sovyet ordu- sundan emekli olduktan sonra St. Pe- tersburg'a (Leningrad) yerleşip, tica- rete başlamış. 17 mayıs tarihli bir gazetede Ermenistan Parlamentosu'- nda alınan Şuşa'nın, Dağlık Kara- bağ'ın başkenti olacağı karannı oku- duktan sonra Azerbaycan'a gelip, orduda görev almış. "Ailemi, işimi orada bıraktım. Çocuğum, ilk kez bu yıl benden ayn okula başhyor..." Bir gece önce Kubath'nın merkezine yoğun top atışı olmuş. Ama komutan "Karşılık verilmeyecek" emrini ver- cuklann rahat uyumasını istedim" diyor. Nusret komutana göre, bölgede yaşayan çocuklann yüzde 80'inde ruh- sal rahatsızlık var. Hava gittikçe serinliyor. Ay, Dağlık Karabağ tarafından batıp, gözden kayboluyor. Karanlıgı, gökyüzünde bir ışık bozuyor. Ardmdan güçlü bir patlama. İkinci ışıkta saate bakıyo- rum: 21.30. Ermeniler ateşkesi bozdu. Arabaya koşuyonız. O anda da telsiz- de biranons: "Komutanım, Ermeniler Safıyan'a attılar." Komutan, bekle- melerini emrediyor. Safiyan, Laçin'de Azerbaycan kontrolündeki bir köy. Henüz başka merkezlerden her hangi bir haber yok. Derken, Ermeniler, he- defleri arttınyor ve bir kaç değişik yere saldırdıklan, bu tepeden gün gibi belli oluyor. Aşağı yukan yanm saat sonra telsizden bağınyor Nusret komutan: "Ateş!.." Her şey hızlanıyor. Haritada saptamalar yapılıyor "Biraz sağa, bi- raz aşağıya, dikkatli olun." Hem bu- lunduğumuz yerden, hem telsizden duyduğumuz top ve roket sesleri birbi- Kubatlı ve Laçin cephelerine götüre- ceğim, her yeri göreceksin" diyor. İşte serüven, onun dudaklan arasmdan çı- kan bu bir kaç söz üzerine başbyor... Kenti terkedip, yukanlara doğru tırmanmaya başlıyoruz. Aracı yol ke- nannda durdurup, dışanya çıkıyoruz. Güneş, tepelerin ardında kaybolur- ken, ortalığı kıpkızılhk kaphyor. Ne kadar süreceği belli olmayan bir ses- sizlik, temiz dağ havasını algılamamızı güçleştiriyor, hatta unutturuyor. "Dinle, ne kadar sakin, değil miT' diyor komutan. "Manzaraya bak, ses- sizliği dinle. Biraz sonra kulaklannı patlatacak gürültü başlayabilir. Oysa beş yıl öncesine kadar Ermeni'siyle, Azeri'siyle bu topraklarda banş içinde yaşıyorduk. Bu verimli topraklar, he- pimize yetiyordu. Ama ne yazık ki, onlar paylaşmayı değil, hepsini istedi. Huzuru bize de kendilerine de çok gördüler. Savaşı başlattılar..." Yalnızca aşağılardaki derinliğe ba- kıyorum, bir şey söyleyemiyorum. "Haydi gidelim" diyor, yola devam ediyoruz. Bir tepedeyiz. Komutan, arabadaki Dağlık Karabağ'da bir Ermeni köyü: Canyatak. Azeriler, hedefi tutturmuş... (Fotoğraf: HİCRAN ÖGE GOLTZ) nne kanşıyor. Biraz sonra telsizde bir ses, bir arabanın geldiğini haber veri- yor. "Bekleyin, hepsi toplansınlar, bir arada vuraüm." Az sonra yine telsiz- den tüfek ve bomba patlamalan duyu- luyor. Sonra yine sessizlik, sessizlik... Komutanın söylediğine göre, bu yaklaşık bir saat süren çatışmanın Azerbaycan'a maliyeti 400 bin ruble (3 milyar TL). "Dağlık Karabağ belki tarüşüır, ama Laçin, onun köyleri ve sınırdaki köyler, bizim topraklanmız" diyor komutan. Harita üzerinde, Dağ-: lık Karabağ'da bir noktayı gösteriyor parmağıyla: "Burada insan yiyen kö- pekler yetiştiriliyor. Çok pis bir sa- vaş." Neyi kastettiğini tam anlayamı- yorum, ama yine de soramıyorum. Top atışlan yeniden başhyor. Ama eskisi kadar güçlü değil. Genellikle de Ermeni cephelerinden geliyor. Bura- dan aynlıp, patlamalann daha az du- yulduğu Kubatlı'ya dönüyoruz. Komutan burada soruyor: "Türkiye güçlü bir ülke. Neden yardım etmiyor? Oysa Amerika, Fransa ve Lübnan yal- nız bırakmıyor Ermenileri, her tür yar- dımı yapıyor." Askerlerden biri atılı- yor: "Komutanım Türkiye yardım verdi." Konuşma, kırka yakın gönüllü as- kerin gelişiyle kesiliyor. "Tankcı var mı içinizde" diye soruyor komutan. Ses yok. "Roketatar İcullanabilen?" Yine ses yok. Çünkü içlerinde nitelikli asker yok. Komutan, her gönüllü gru- ba yaptığı konuşmayı yineliyor: "Pe- kala. Sanıyonım, gelmeye karar verdi- ğinizde, buranm bir gençlik kampı olmadığını biliyordunuz. Şimdi sizler, ülkenizı savunmak için düşmanla sa- vaşacaksınız. Gerekirse öleceksiniz. Bunun bilincinde misiniz?" Koro, içten geldiğine en küçük bir kuşku duyamayacağınız içtenlikle, tüyleremizi diken diken ederek haykı- nyor: "Evet!" Komutanın nasırlanmış yüreği, bu yanıt karşısında öylece duruyor mu? Kim bilir? Sert adımlarla araana doğ- ru ilerliyor. Hiç bir açıklama yapma- dan. Cepheye gidiyor yine. Bizi orada bırakarak... StRECEK POLTI1KA VE OTESI MEHMED KEMAL UstaİşiSaz.-Istanbul'un ara sokaklartnda çocuk bolluğuna rastlanır. Sinop'ta tersine, sokak araları ve kahveler yaşlılarla dolu. Burada çocuklaraz, ihtiyarlar çokyaşıyor. Neden diye sor- duğumda hava, su, balık diyorlar. Buna dağlara doğru yöneldiğinizde ormanı da katın... Hava, su, orman, balık!.. Bakkal Osman'ın dükkânında akşam için nevale düzer- ken gözüme bunlar çarpttı. Bugünlerde, balıklardan bar- bun çokmuş. Lüfer, kalkan yavrusu yeni yeni parlıyor. Eskiden Sinop'ta balıkçılar çoktu, şimdi birkaç dükkân kal- mış. Aldığımızı aldık, verdiğimizi verdik, akşam için topar- landık. Bakkal Osman buranın her şeyi, her şey sorulur, yanıtı daalınır. Yol arkadaşımız Kemal, "Akşama bir de bağlama bula- bilirmiyiz?" dedi. "Odanesi?" "Akşama bir bağlama şöleni vermek isterim." "Çalar mısın?" "Eh, biraz" dedi. Anlatmaya koyuldu. Epey sahnelerde çalmış, çoluk çocuğa kanşınca bırakmış. Arada bir canı çekiyormuş. Bakkal Osman, "Buluruz," dedi. Sonra yanındakine döndü, "Şimdi şu- radan Apo geçti. Belki şurdaki kahvededir. Hele bir koş!.." Buyurduğu bir koşu gitti, kahveden Apo'yu (Abdullah'ı) alıp getirdi. Çakırkeyifti Apo... "Osman Emmi bizi çağırtmışsın." "Bize bir bağlama gerekli de..." "Kim çalacak?" Kemal'i gösterdi, "Konuğumuz." Şöyle bir süzdü Apo, "Ben herkese bağlama vermem. Sınarım. Sınava sokarım." "Olur" dedi Kemal. Limandan kalktık, dar sokakları dolanarak Apo'nun atöl- yesine geldik. Yerler talaşlarla dolu, günlerdir süpürülme- miş. Duvarlarda aletler asılı. Keserler, çekiçler, testereler, kıl testereleri, keskiler, zendeler, bağlama yapmaya elve- rişli hangi aleti düşünürseniz duvara asılı... Bir bağlama yarım kalmış, frezeye sıkıştırılmış tezgâhın üstünde yatı- yor. İki bağlama tavana asılı... Birini indirdi, Kemal'in eline verdi, "buyur" Kemal, bağlamayı aldı düzenini ayarlamaya çalışıyor. Biz bilmiyoruz, Kemal'in gerçekten çalıp çalmadığını, he- yecanlıyız... Tezene teller üstünde dolanırken kıvamını buldu, inceden akmaya koyuldu. Apo'nun gözleri parta- mış, bizim içimiz ısınmıştı. Saz, usta işi bir doğrultuya gir- mişti. Apo, birden atılmış, Kemal'in elinden sazı kapmış, çalmaya başlamıştı. Bir süre gözleri fıldır fıldır, uzaklara bakarak çaldı. Sazı yeniden Kemal'e uzattı, "Ustaymışsın, saz senin!" dedi. Gözlerinden birkaç damla yaş akar gibi oldu. Kemal, sazın tam beline bastıra bastıra bir Konya havası vurdu. "Bunu herkes çalamaz" dedi. Sonra bir uzun havaya geçti, yol gösterdi. Sazlar ve sazcılar birbirlerini tanımışlardı. Biri saz ça- larken, öteki ağzıyla tirinam, tirinam diye eşlik ediyordu. Sanki kutsal bir şeyi almış, atölyeden çıkmıştık. Sazı verdi. "Ben yarın Osman Ağabey'den alırım" dedi. Sonradan öğrendim ki, Sinop, öteden beri saz yapımı ve sazları ile ünlüyriüş. Ertesi gün çarşı içinde dolaşırken, birkaç saz yapan dükkân da gördüm. Sinop'un bir ünü de sazmış... Buna bir de kalesini, limamnı ekleyiniz. Sinop'un «görünümü canlı olarak ortaya çıkar... BULMACA SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 1/ Entrika ve karşıt- lıklara, yanılmalara dayanan hafif ko- medi... Berilyum ele- mentinin simgesi. 2/ Bir tur İngiliz bira- sı... Bolivya'nın baş- kenti. 3/ Bir Avrupa ülkesinin para biri- mi... Oylumlu. 4/ Bitkileri inceleyen bilim dalı. 5/ Dü- şünce ve duygulann, söz ya da yazıyla gü- zel ve etkili bir şekil- de anlatılması sana- tı.6/ Uzaklık işareti... Çocuk. 7/ Halk dilinde babanın kız kardeşine verilen ad... Itici neden, güdü.8/ Şöhret... Bir nota... Balık yakalama aracı.9/ Eski yapı ya da kent kalın- tısı... Söyleyiş özelliği. YUKARIDAN AŞAGIYA: 1/ Şarkı, dans, hokkabazlık gibi değişik dal- lara özgü ve aralannda ilişki olma- yan oyunlardan oluşan gösteri. 2/ Felsefede bir durumdan başka bir duruma geçmeye verilen ad... Yeraltında belli bir maden alanı. 3/ Kulplu ve ağzı kapaklı bakırdan su kabı... Büyük erkek kar- deş. 4/ Kol gücünü geliştirmek için kullanılan gürgenden jim- nastik aracı. 5/ Bireyler arasında ortak bir simgeler sistcmiyle gerçekleştirilen anlam ve bilgi alışverişi. 6/ Bir nota... Avuç içi... Uğraş.7/ Tek deste kâğıtla oynanan bir tür iskambil oyunu.8/ Baryum oksit ya da baryum hidroksit... Hayvanlarda semizlik.9/ Olaylar ve yaşam koşullan karşısında güçsüz ve sıkıntılı duru- ma düşmüş olan... Ceviz ya da badenv içi. 01.01.1951 - .... ACIKAYBIMIZ Odak Yayınevt'nin sahibi, Olgu Ajans'ın kurucusu Ali-Aslı'nın babası Değerli eşim, yol arkadaşım (Mülkiyelij MEHMET FİLÎZ'i kaybettik. Cenazesi 28.9.1992 Pazartesi (bugün) Karacaahmet Mescidi'nde kılınacak öğle namazını müteakip, Karacaaahmet'te toprağa verilecektir. ASUMAN FİLİZ BAŞSAĞUĞI Değerli arkadaşım iyi insan, iyi dost MEHMET FÜJZ'İ ani kaybetmenin üzüntüsü içindeyiz. Tüm dostlara ve aüesine başsağlığı dileriz. SELAHATTİN YILMAZ. ADNAN ABSLAN. EMİN GÖKSAL CİHANGİR GÜNDÜZ. NAZMİ KAKI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle