Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 5TEMMUZ1992PAZAR
8 PAZAR YAZILARI
Dilci gençlerin
okııl 'sefası'Fıstık yeşili, cart mor,
gözkamaştıran turuncu, nar
kırmızısı, çok firuze anorakh
bir genç kalabalık. Kendilen
gibı rengarenk otobüslere binı-
yorlar. Birazönce, ay-yıldızı si-
lik, ucuz plasük kaph lacivert
pasaportlanna, "Altı ay sürey-
le öğrena sıfatıyla gjriş
yapmışür" damgasını alraı-
şlar. İngilızce öğrenmeye gel-
mişler.
Türkiye'den gelen uçaklar-
da şu sıralarda dilciler çoğun-
lukta. Her yıl bu sıralarda ayru
görüntü. Pasaport kontrolü
için iniş kartı doldurmak ge-
rek. Nasıl yaalacak? Daha ön-
ceden talimliler var aralannda.
Onlar akıl veriyor. "T.C. yaz
yeter" gibilerden. İngiliz pasa-
port memurlan, daha da ta-
limli. Onlar neler neler görmüş
bu bankolann önüne yığılan
Türkler arasmda şimdiye ka-
dar. öğrenciler onlara göre
fındık-fısük. kabak çekirdeği...
Dilci öğrenciler eğer "milli ha-
yayolumuz" ile gelmişlerse
İkinci Terminal'e, Ingıliz Ha-
vayollan ile gelmişlerse Birind
Terminal'e iniyorlar.
Eğlencenin büyük kısmı da
inişle son buluyor. Bundan
sonrası talih ve şans ışi. Hangı
taşra kasabasına gıdeceklerse
oraya. Londra'da kalanlar
yok değil elbet, ama az. Dil
okullan, ya tanhi turistik yer-
lerde ya deniz demeye bin şahit
isteyen deniz kıyısı kentlerde
ya da iyice taşrada. Her ne ka-
dar her önüne gelen dil okulu
açamıyorsa da yine de her önü-
ne gelen, dil okulu açabiliyor.
Bu yûzden de dünyanın en çok
LONDRA
EDtP
EMİL
ÖYMEN
kullanılan dilini öğrenmek ıçin
milyonlan aşan yatınmlar ba-
zan balon ya da keten helvası.
İngiljz Kültür Heyeti, dil fur-
yasından kesesini doldurmaya
heveslilen denetliyor bir mik-
tar. Ama yetişecek nefesi yok.
Dil öğretımi, Ingiltere'de yılda
milyar sterlini aşan bir sanayi
ve dünyanın dört bir yanından
en az 300 bin genç her yaz do-
luşuyor adaya. Yılın diğer za-
manlan gelenler ayn. Bunca
talep varken, arzın bini bir
para. Arzınçoğudazaten,"Ö|-
rencinuzdir" yazısı ile Ingilız
vizesi sağlayan, ondan sonra
da yallah, öğrenciyi derse de-
ğil, ortahğa salan "naylon
okullar"dan ibaret.
Bu hengame arasında dil öğ-
renebilenler, bildıklerini ge-
liştirenler, doğru düzgün yer-
lerde yatıp kalkıp "gerçek"
İngiltere'yi yaşayarak deneyim
kazananlar da var elbette.
Ama dil öğrenimi denildi mi,
dil laboratuvanndan habersiz,
kınk dökûk binalarda "eği-
tim" veren, polisin de yaka
sılktiğı, öğrencilen derme çat-
ma yerlerde yatıran, ailelerini
mali kaygjlara itenler çoğun-
lukta. Kımsenin, kımseyi şika-
yet edeceği yer yok. Etse de ya-
ran yok. Bunca talebe, böyle
arz çünkü.
Radio Lora'da
özgüryaym
Alp dağlannın doruklan
karla kaph. Gökyüzü salkım
bulut. Yamaçlar iyice yeşıle
büründü. Artık İsvıçre tanıdık
yükünü aldı. Bunâltıcı sıcaklar
başladı antik kentte. Gölde
martılar isteksiz. Zürihliler ise
yaz sarhoşluğuyla şampanya
kaldınyor şerefe. Bense kentin
izbe sokaklannda Radio Lo-
ra'ya doğru yol alıyorum.
Lora, Mibterstrase'de üs kur-
muş. Bir süre sonra Lora'-
dayım. Bilmem hangj hünerli
ustanın yaptığı kapıyı elimle
itiyorum usulca. Hüseyin ile
Serdar beni bekliyor bir
kıyıda. Bu ikili, alternatif bir
radyoda spontane program
yapıyor
Alternatif bir radyoda spon-
tane yaym yapmanın çok gûç
bir olay olduğunun farkına va-
ran bu ikili, sonunda güç olanı
başarmış. Resmi devlet radyo-
lanndaki kurallar sıkmış bu
ikiliyi. Serdar ile Hüseyin bu
kurallan elleriyle itmiş bir ke-
nara. Aynca spontane radyo
yayını dinlemenin tadı başka
oluyor. Bu ikilinin orijinalitesi
de zaten bu yanlannda yau-
yor.
İki mecburi göçebe Türk, Is-
viçre'ye gelip farkh bir kültürle
tanışmış. Değişik duygulan so-
lumuşlar. Şimdi ise alternatif
bir radyodan insanlara değişik
motivasyon sunmanın iç ra-
hatlığı var. Bu becerikli ikilinin
sunduğu Türkçe yayuı, her sah
saat 12-14 arası ve her pazar
Rİll
ADEM
SAĞLAM
günü saat 13-14 arası yapılı-
yor. Radio Lora 250 kişilik
kadrosuyla, her kuşağa hizmet
sunuyor. İsviçre'de yaşayan in-
sanlar bir süre sonra belirli bir
disiplinle hizaya getiriliyor. Bu
açıdan Radio Lora, alternatif
yaşam bicimi sunan tek
bağımsız radyo istasyonu. Lo-
ra'da bu ikiliye dayaülan hiç-
bir şey yok. Her türlü yayını
özgürce yapıyorlar. Radyoda,
Kültür Mix adı altında yaptı-
klan Türkçe-Kürtçe müzik ve
söyleşi çok ilgi uyandınyor.
Pazar günlen yapüklan söyleşi
türünde Türkiye'de sol kesime
kafa yormuş insanlan seçiyor-
lar. Bunlar tanınmış gazeteci
ya da yazar oluyor.
Lorada yayın yapmaya ilk
başladıklannda, hep tanıdık
yüzlerle yapmışlar söyleşiyi.
Ancak şimdi programı daha
geniş bir yelpazeye oturtmuş-
lar. Kültür Mix'te sundukJan
müzik türü genelde entel ağır-
lıkh. Bu yayın çok beğeniyle
dinleniyor. Bu ikili, sundukJan
müzik türünde, yasaklan del-
miş. İzleyiciler hıç duymadığı
bir müziği dinleyince, önce
hoşlanna gıtmiyor. Ancak bir
süre sonra zevkle dinbyor.
Ingiliz Bahçeleri'nde
yaz sarhoşluğu
Alman turizm piyasasında
geçen sene "turistik başkent"
ilan edilen Münih'in, bu sene
de coşkulu bir yaz yaşaması
bekleniyor.
Dünyanın dört bir tarafın-
dan kalkıp buraya gelerek Al-
man birasının tadına bakan-
lann, ilk önce müzelere şöyle
bir göz atıp soluğu Marienp-
latz'ta aldıklannı ve oradan da
"Engh'sher Garden"a yollan-
dıklannı peşinen belirtelim.
Sadece Münih'in değil Av-
rupa'nın anh şanlı parklannın
başında gelen bu İngüiz bahçe-
leri, yüzlerce insanın bir arada
oturup ortaklaşa sarhoşluklan
yaşadığı kentin sayılı yeşil
alanlanndan, köşelerinden bi-
ri, hatta başhcası...
Esasen yaz sarhoşluklan ve
yaz aşklan Münih'te en fazla
bu meşhur parklarda yaşan-
makta ne hikmetse? Dibi yo-
sun tutmuş, yemyeşil göllerle
geniş bir alana bağdaş kurmuş
olan bu iki yüz yıllık eskilik, bi-
zim Gülhane Parkı ile Abant
Gölü'nü anımsatan görüntü
parçalanyla insanlara da düş-
ler kurdurtmuyor değil hani!
1789 yılında kurulduğu söy-
lenen bu ünlü park, her zaman
tıklım tıklım dolup boşalan bi-
ra bahçeleri, ördekli göllen ve
özellikle pazar günleri anadan
doğma soyunup "Adem baba-
MÜNÎH
EROL
ÖZKAN
hğa özenen" müdavimleriyle
de ününü koruyor.
Belki de yapıldığı dönemde,
asilzadelerin keyif çatma yeri
olarak tasarlarup düşünülen
bu parklar zinciri, günümüzde
bile kartpostal görünümüyle
yazarlan, ressamlan büyüleyip
etkilemeye devam ediyor. Haf-
ta sonlannda ellerinde koca-
man bır tomar'oluşturan Süd-
deutsche Zeitunglannın sayfa-
lanna gömülmüş parasız aydı-
nlarla, üstleri başlan kekremsi
şarap kokan ihtiyar "penner"-
lerin ve İsar Köprüsü'nün yok-
sul insancıklannın mekânı ve
meskeni olmakta buralar.
Peşinen belirtmekte yarar
var: Ingiliz bahçeleri, Münih'te
keyifli ve ucuz pazarlann ya-
şandığı adeta bedava sayılan
köşelerin en belli başhcası...
Kısacası, Münih'teki yaz
sarhoşluklannın, aşklann ve
yeni tanışmalann yaşanıp gitti-
ği Ingiliz bahçelerinde pazarlar
hayli renkli ve hayli keyifli...
Biz onlara9 onlar bize benzemezSiemens'in kapısından çıktı
ve başörtüsünü sıkı sıkıya bağ-
ladı. Alışverişini yapü. Ucuz-
luktan hiç abnayı düşünmediği
şeyleri de torbalara doldurdu.
Metroya bindiğinde hem şiş-
man gövdesini hem de plastik
torbalannı koyabileceği bir
boşluğu nafile aradı. Yaşlı bir
Alman, üstüne yuvarlanan küt-
leyi elleriyle itip kendine yer
açma ihtiyaa duydu. O buna
aldırmadı. Doğrusu adamı sı-
kıştırmıştı, hem belki adamın
bir şeye canı sıkkındı. önemli
olan bir an önce eve yetişip ço-
cuklar gelmeden yemeği ateşe
Bl RL1N
DİLEK
ZAPTÇIOĞLU
koymasıydı.
Görevh olduğu okuldan çıktı
ve saçlannı düzeltu. O da bon-
marşede hıç almayı düşünmedi-
ği şeylen alıp torbalara doldur-
du. Metroya bindiğinde etrafa
hırsız gibi göz attı. Acaba ken-
disine ters bakan yabana düş-
manı birini görebilecek miydi?
• Avrupa'daki yeni ırkçılar şöyle diyor: "Onlann kültürü kadınlan hapsetme-
lerini, gürültü yapmalannı, çocuklan dövmelerini mubah sayıyor. Biz onlarla
asla kaynaşamayız. O halde geldikleri yere dönsünler!"Avrupa'da ırkçılığa
maruz kalanlar şöyle diyor: "Onlann kultürü kadınlann herkesle yatmasını,
aile kavrammın yok olmasını, herkesin kendi bacağından asılmasını mubah
sayıyor. Biz asla onlarla kaynaşamayız. O halde geldiğimiz yere dönmeliyiz."
Evet, işte yanındaki yaşb Al- lan biyolojik ırklara ayınp ki- ve küçük neonazi gruplann eli-
mınin ötekinden üstün olduğu-
nu iddia etmesıydi eskiden. Na-
ziler ari ırkı san saçh, mavi göz-
man ona öfkeli bakışlar fırlaü-
yordu. Tabii yabancı olduğu
için böyle bakıyordu. Almanlar
böyleydi. Iflah olmazdı. Hepsi lü; Yahudileri esmer ve karga
ırkçıydı. Bu asla onlar gibi de- burunlu olarak tarif etmişlerdi.
Biyolojik ırkçılık 1945'ten son-
ra artık kitlesel destek bula-
ğıldik. Onlar da asla bıze benze-
yemezdi...
Irkçılığın temel özelhği insan- mayacak kadar gözden düştü
ne kaldı.
Biyolojik ırkçıhğın yerine bu-
gün kültürel ırkçıhk yaygınlaş-
tı. Bu yeni ırkçılığın özelliği, in-
sanlan üstün ve aşağı ırklardan
çok kültürlere ayırması ve buna
göre sıruflandırması. Yeni
ırkçıhğı eskisiyle birleştiren
Eski yıkık binalan, kapanmış kepenkkr ve önünde bekleyen kimsesiz, kalacak yeri obıtayanlarta 42. Cadde'nin Batı yakası tam bir savaş sonrasını andınyor.
42. Cadde ya da Gûney AfrikaNew York'un muhteşem gökdelenle-
n ilk bakışta insanı cezbediyor. Hek o
Amenkan fılmlenndeki gökkuşağı
renkleri ile donaülmış ışıl ışıl Manhat-
tan sokaklan, "Ah şu anda orada ol-
sam" dedirtiyor insana...
Ancak o ışıl ışıl dünyaya girdikten
sonra insan hemen fıkrini değiştiriyor,
hele New York mahreçli fılmlerin he-
men hemen hepsinde bir veya birkaç
sahnede gördüğümüz ünlü 42. Cadde.
Bu ünlü caddeyı kesen sokaklardan bin
olan yine ünlü "Broadvvay" de öyle bi-
lindiği gibi sadece dünyaca ünlü tiyatro-
larmerkezideğil.Tiyatrolarhâlâyerlerin-
de, yıllarca sahnelenen Cats, Les Misa-
rable gibi ünlü oyunlar da sahnelenme-
ye devam ediyor. Ancak o tiyatrolar
bölgesi ile ünlü Times Square'a ulaşmak
ya da ulaşbktan sonra kazasız belasız
aynlmak hıç de öyle kolay değü.
Broadvvay ve 42. Cadde'nin batı ya-
kası bir Amerika'dan çok Güney Af-
rika'yı andınyor. Ünlü caddenin doğu-
sundan batısına geçerken toplam 1 kilo-
metrelik mesafede önce caddedeki in-
sanlann onda 8'i beyaz, 2'si Zenci olur-
ken caddenin sonuna doğru yaklaş-
tığınızda özellikle 8'inci Avenue'de tam
tersi oluyor. Caddenin baü yakasında
yani 500 metrelik bölüm içinde dünya-
nın her ülkesinden uyuşturucudan, her
ırktan hayat kadınına, çalınmış altın-
dan elektroniğe her şey bulmak müm-
OSMAN
KARAKAŞ
• Broadway ve 42. Cadde'nin batı
yakası Amerika'dan çok Güney Af-
rika'yı andınyor. Caddenin doğu-
sundan batısına geçerkenönce cadde-
deki insanlann onda 8'i beyaz, 2'si si-
yah olurken caddenin sonuna doğru
8'inci Avenue'de tersi oluyor.
kün. "Koca Amerika'da polis yok mu?"
diyeceksiniz, ama bütün bunlar pohsin
gözünün önünde gerçekleşıyor
42. Cadde'nin batı yakası ile Broad-
way'in tiyatrolar kısmında fazla dolaş-
mak maddi açıdan hiç de sağhklı değil.
Maddi derken fiziki durum da içıne gjn-
yor. Çünkü günün herhangi bir saatin-
de bir veya birkaç zenci her an boğazma
bıcağı dayayıp cüzdanınızı isteyebilir.
Sadece cüzdanınızı ya da elinizdeki fo-
toğraf makinenizi caldırmışsanız şansb
sayılırsınız. Bunlara ilave olarak vücu-
dunuzun herhangi bir yerinden bıçak
darbesi de alabilırsiniz.
Amerika'ya geldiğimizin ikinci günü
kaldığımız okul tarafindan ebınize tu-
tuşturulan bir dosyada yer alan cümle-
ler ilk başta bizi şaşırtmıştı. Şöyle diyor-
du New York'la ilgili tarutıcı yazının bir
bölümünde: ÖzelKkle belb bir saatten
sonra New York'un arka sokaklannda
dolaşmayın. Karşınıza her an birisi çı-
kıp, bıçağını çekerek sizden cüzdanınızı
isteyebiür. Sakın hiç direnmeyin ve cüz-
danınızı verin. Daha sonra süratle ora-
dan uzaklaşın.
Zaman içinde New York'un tanıümı
amacıyla hazırlanan dosyada yer alan o
cümlelerin ne kadar gerçek olduğunu
anlamıştık.
Bir süre önce bir dostum. "Sen fotoğ-
raf makinelerinden anbyorsun, gel şura-
dan bana bir fotoğraf makinesi alabm"
deyince elektronik mağazalann yoğun
olarak bulunduğu 42. Cadde ile Broad-
way'e gittik. Epey mağaza dolaştık,
ama fiyatlar çok yüksek gelmişti. O sıra-
da buluşmam gereken bir arkadaşımı
arayıp geç kalacağımı bildirmek istedim
ve umumı telefona doğru yöneldım. Pa-
rayı atıp numarayı çevirdikten sonra
geri dönüp baktığımda, arkadaşım yere
yuvarlaruyordu ve o sırada bir zenci
uzaklaşıyordu.
New York Belediyesi uzun bir za-
mandan beri 42. Cadde'nin batı yakası-
nı temizlemeye, uyuşturucudan, soy-
gundan ve seks mağazalanndan kurtar-
maya, daha temiz ve güvenli bir hale ge-
tirmeye çahşıyor. Yıllanmış binalan or-
tadan kaldınp, modern bir görüntü ge-
tirmeye çalışan belediyeye karşı bina sa-
hıpleri dıreniyor, ama "mühür kimde
ise sultan odur" misali. belediye zorunlu
yıkma karan abyor ve binalann boşal-
ülması için de zaman veriyor. Şu anda
mağazalann hepsi boşaltma hazıruğın-
da, ancak bu fırsatı da çok iyi bir şekilde
değerlendirmek isteyen baa işadamlan,
gıderayak sigortadan para almak ama-
cıyla kendi işyerlerini yakıyor veya yak-
ünyorlar. Yanan işyerleri, eski yıkık bi-
nalar, kapanmış bazı kepenkler ve
önünde bekleşen asık suratlı zencilerle
42. Cadde'nin batı yakası şimdilerde
tam bir savaş sonrasını andınyor.
Uzaktan bakıldığında Güney Afrika'-
nın olaylar şehri Johannesburg'u andı-
nyor.
Onca insan dolaşıyor ve pek sakin gö-
rünüyor gelebılir, ama hiç de öyle gö-
ründüğü gibi değil ne yaak ki. Bazı
Amerikablarla karşılaşmıştım da bin
yaklaşık 20, ötekisi 13 yüdır Manhat-
tan'a inmemiştı. Nedenine gebnce, riskli
olduğunu söylemışlerdi. Ünlü 42. Cad-
de, belediyenin çalışmalanyla yeniden
düzenlenecek. Bakabm yeni miman,
caddenin batı yakasını ve Broadway'i
ne kadar etkileyecek, ne kadar değiştire-
cek göreceğiz...
nokta, biz ve onlar söyleminin
değjşmeyişi. Bizi ve onlan bir
kere tarif ettikten sonra ikinci
adım, iki tarafın da asla değiş-
meyecegine inanmak. Yani kül-
türel özellikleri, geleneklen,
inançlan ve davranışlan değiş-
mez kabul etmek. Aynı top-
lumdaki insanlann farklıbğını,
kültürlerin değişme dinamiğini
yadsımak.
Avrupa'daki yeni ırkçılar
şöyle diyor: "Onlann kültürü
kadınlan hapsetmelerini, gü-
rültü yapmalannı, çocuklan
dövmelerini mubah sayıyor.
Biz onlarla asla kaynaşamayız.
O halde geldikleri yere dönsün-
ler!"
Avrupa'da ırkçıbğa maruz
kalanlar şöyle diyor: "Onlann
kültürü kadınlann herkesle
yatmasını, aile kavramının yok
olmasını, herkesin kendi baca-
ğından asılmasını mubah sayı-
yor. Biz asla onlarla kaynaşa-
mayız. O halde geldiğimiz yere
dönmeliyiz."
Almanya'da yaşayan ve ken-
disini "aydm" sayan kimi
Türkte bu eğilim çok belırgm-
dir.
Siemens'te çalışan ve aydm
olmadığıru bilen işçi kadında
bulunmayan komplekslere sö-
züm ona aydınlarda rastlanz.
Belki eyinde kocasıyla kavga
ettiği için müşteriye ters davra-
nan Almantezgâhtaronlanngö-
zünde ırkçıdır. Çünkü ırkçıhk
Almanlann bir tür ulusal kültü-
rüdür.
Ama biz! Ah bizim memleke-
tımizde msanlık ölmemiştir! Bi-
zim kültürümüzde büyüğe
saygı, küçüğe sevgi vardır! Bi-
zim ülkemizde misafirperverük
geleneği güçlüdür! Biz onlar gi-
bi gelişmiş değiUzdir, ama biz-
deİa insanlık yeter...
Kuşkusuz bu aynı zamanda
var olan yeni ırkçılığa karşı bir
savunma mekanizmasıdır.
Ama kendini "aydm" olarak
niteleyen insanın hayata daha
nesnel bakabilmesi gerekmez
mi?
Biz kavramı aleyhte işledi-
ğinde çok cabuk terk edibr. Al-
manya'daki pek çok Türk
aydını kendisinin Türk işçüe-
riyle aynı kefeye konubnasın-
dan yakınır. En çok rahatsız ol-
duğu şey budur. Her fırsatta
işçi olmadığını, okuduğu üni-
versıteleri, aldığı diplomalan,
yetiştiği mahalleleri anlaür.
Hatta tanıdığı Almanlan hiç
üşenmeden tatilde Türkiye'ye
götürüp kendisinin gecekondu-
da yetişmediğini gösterir. De-
mokrat olduğunu söyler, ama
sınıf bilinci çok kuvvetlidir.
Ülkesinin elit tabakasından
geldiğini, buradaki işçilerle or-
tak yani olmadığını kanıtlamak
için çırpınır. Buradaki işçi kitle-
sini kimi Almandan çok kü-
çümser.
Türkiye'ye karşı en küçük
eleştiri de ırkçılık olarak yo-
rumlanır. Türkiye'de kendisi-
nin eleştirdiği politik, kültürel
olaylan dışa karşı ille savunma
ihtiyacı hisseder. Bunlan yalnız
aile içı konuşulacak sırlar gibi
algılar.
Ama aynı "aydınlar" kendi
aralannda oturduklannda baş-
ka sesler çıkar ağızlardan: Biz
adam obnayız birader... Bak,
Abnan bu işi nasıl çözmüş...
Böyle geldik, böyle gideceğiz
işte...
Biz ve onlan terk edip daha
çok ben ve o demeye başladı-
ğında insan galiba hayaun ne
kadar zengın olduğunu ve dün-
yanın döndüğünü fark ediyor.
Festivalde aşk toza bulandı
FERRUH
YILMAZ
Her yıl haziran ayının son haftasında düzeırienen Roskilde Festivali yine çok renkli gecti.
Sahnede Bulgar kadın koro-
su, Bulgar halk ve kiüse şarkı-
lannı söylüyor. Seyirciler arası-
ndaki genç, uzunca bir sopanın
ucuna bağladığı kocaman bir
erkeklik organıru iple çekerek
indirip kaldınyor. Sopanın en
ucunda Danimarka bayrağı
var.
Kafe olarak düzenlenmiş ça-
dırlardan bin. Köşede iki genç
kız bir erkekle sevişıyor. Duru-
mu fark eden diğerleri alkış ve
ısbklarla tezahüratta bulunu-
yorlar. Yirmisini bile doldur-
mamış kızlardan biri kalkarken
çevredeki masalara çarpıyor.
Belb ki zil zurna. Kızlar gittik-
ten biraz sonra ayaklanan genç
oğlan, gözleri esrardan fır dö-
nerek biraz önceki kızlan an-
yor.
Yer. Kopenhag'ın 30 kilo-
metre ötesindeki Roskilde'nin
hemen yani başındaki cayırlık
alan. Her yıl haziran ayının son
hafta sonunda düzenlenen yıl-
lık geleneksel Roskilde Rock
Festivali. Bu yılki program da
100'den fazla isimle bir hayli
yüklü. Bilet fiyatlan da öyle.
Dört günlük festival için bu yıl-
ki fiyatlan 550 kron (yaklaşık
600 bin lira) olarak belirlemiş-
ler. Yine de 65 bin genç, sırtla-
nnda çadır ve uyku tulumlan.
• Bu yılki festival, yakıcı güneşin etkisiyle tozlu ge-
çiyor. Festival alanı küçük çaplı bir kente dönüş-
müş, ne ararsan var. Ayakkabısı kaybolan ayak-
kabı, gardrobunun eskidiğini düşünen yeni elbise
alıyor. Acıkana çeşit çeşit yemek, AIDS'i öğrenmek
isteyene bilgi, parası bitene banka..
ellerinde bira kasalan Roskilde
yollanndalar. Festivaldeki
gençlerin sadece yansı Dani-
markalı. On binden fazla İsveç-
li, bir o kadar Abnan, 4-5 bin
Norveçü. Yüzlerce de Finlandi-
yab, Hollandah, Belçikab,
Fransız var. Cuma günkü Av-
rupa Kupası finalinden sonra
Danimarkahlarla Abnanlar
kardeş kardeş eğlenmeye de-
vam edıyorlar.
Roskilde Festivali geçen yıl
dört gün boyunca dinmek bil-
meyen yağmur alünda geçmış-
ti. O zaman. "Çamurda aşk
başkadır" diye yazmıştım. Bu
seneki başlık "Aşk, toza bulan-
dı" olmalı. Bu yılki festival,
yakıcı güneşin etkisiyle tozlu
geciyor. Festival alanı küçük
çaplı bir kente dönüşmüş, ne
ararsan var. Ayakkabısı kay-
bolan ayakkabı, gardrobunun
eskidiğini düşünen yeni elbise
ahyor. Acıkana çeşit çeşit ye-
mek, AIDS'i öğrenmek isteye-
ne bilgi, parası bitene banka...
Genç kızlar, seyyar bankanın
hemen yanındaki postaneden
yanlannda getirmedikleri sev-
gililenne. "Burada her şey yo-
lunda" türünden kartlar yazı-
yorlar, yazılmaması gerekenleri
es geçiyorlar. Tabii bol bol mü-
zik dinliyorlar.
"Müzik dinbyorlar" birazcık
ihtihzab bir cümle. Roskilde'-
deki progjamın ağırbğını be-
nim "gürültü" diye tabir etti-
ğim metal rock oluşturuyor.
Metalciler abnabibr. ama festi-
val alanının tam orta yerine ku-
rulan turuncu sahneden binler-
ce vatbk güçle tüm alana yayı-
lan kulak yırtıcı 'müzik', rock
dinlemeye gebniş gençlere bile
fazla gebyor.
Yine de hakkmı vermek la-
zım. Heavy sevmeyenler de fes-
tivalde istedikleri tarz bir şeyler
bulabiliyor. Bu yıl da turuncu
sahneden gelen gürültünün di-
ğerlerini basürmadığı anlarda,
Bulgar kadın korosu "Le My-
stere Voix Bulgare", yine Bul-
gar klarnetci Nikola Jankov ve
grubu, Londra Oda Orkestrası
binlerce kişiyi diğer sahnelere
çekti. Londra Oda Orkestrası,
punk ve metal tutkunu gençle-
rin kendilenni ayakta alkışla-
masma anlam veremedi.
Bulgar kadın korosunun
smokinli şefı, alkışlardan gunır
duyarken, şaşkınbğım gizle-
yemedi.
Ben de grubuna Mehmet
Ozan'ı da katan ünlü trompetçi
Palle Mikkelborg'un trompeti-
nin lırik dünyasına girerek ay-
nldım festivalden.