20 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1TEMMU21S92 ÇARŞAMBA 12 DIZIYAZI Yanlışlıkla tutuklanıp işkence gören Ermeni kökenli K.A'ya şizofreni tanısı kondu K.A yanlışlıklaruhunu yitirdi İŞKENCE SONRASI RUHSALSORUNLAR ıSEROLTEBER örselenme sonraa ortaya çıkabilen psikopatolojik belıruler, çok kez tutuk- lanmanın süresine. uzunluğuna ya da kısalığına, işkencenm ağırlığı veya hahî- liğiyle doğru orantıh olmamaktadır. K.A.'nın dramı Örneğin, kendisinin ve yakınlannın anlatuğma göre lstanbul'da, 21 yaşmda- ki kuyumcu çırağı. Ermeni kökenli K.A., 1981 yıünda bir gün, birdenbire ve yanlışlıkla tutuklanmış. Gözaltına alın- mış. Emniyet müdûrlüğûnde diğer poli- tik tutuklularla birlikte sorguya çekil- miş. Dövülmüş. Vücudunun çeşitli yer- lcrine, ciasel organlanna, ağzına, diline elektrik verilmiş... Ve sonra, yapılan yanlışlık anlaşılmış, serbest bırakılmış... K.A., büyük bir korkuyla evine dön- mû§; ve kendisini annesinin yatağının altına atnuş. Aylarca, oradan dışanya çıkmanuş. Yemeğini bile annesinin yata- ğının altında yemeye başlamış. Zaman içinde korkulan, paranoid duşünceleri giderek ilerlemiş. Bu nedenle tstanbul'da ıki kez psikiyatri kliniğinde yatmış. Şi- zofreni tanısı konmuş. Sonunda, ûzerlerine çöken bu olum- suz etki yüzünden aile. Almanya'daki akrabalannın yanına göç etmiş ve sığın- ma hakkı isternış. Tutuklanacağını dûşûnüyor Kendisiyle konuştuğumuz K.A., bu bir tek gecenin etkisini bir türlü unuta- mıyor, kendisinin tutuklanacağını dûşünüyor, bu konuda sistematik he- zeyanlar oluşturuyor, işıtme sannlan duvuyordu. Örneğin, Almanya'daki evlerinde, olası bir polis baskınını önlemek için geceleri, evdeki eşyalarla kapının önü- ne barikat kuruyor, sabaha kadar uyumadan bu barikatın arkasında nö- bettutuyordu... Bir gece, artık rahatça uyumasıru, Almanya'ya geldiklerini, önemli bir tehlikenin bulunmadığını anlatmaya cabşan annesine kızan K.A., elindeki bıçakla, yaşlı annesini başından yara- lajnış; ve bunun üzerine olay polise dfcyurulmu$ ve K.A. kliniğe getiril- miştir... Bir ay kadar klinikte yaıan K.A.'nın ruh sağbğı tümüyle dûzelmedi. Birkaç aylık aralarla daha pek çok kereler kli- nik tedavi gereksinimi gösterdi... Kro- nikleşen bir paranoid psikoz durumu ortayaçıkü. Aradan 11 yıl geçmesine karşın K.A. bugûnlerde bile sürekli olarak ilaç (nörolepük) kullanma gereksinimi göstermektedir. Bu arada, K.A.'nın toplumsal iüşki- leri tümüyle bozulmuş, yoğun bir izo- lasyon, geri-çekilme (regresyon) içinde evinde tek başma, kardeşleri ve yakın akrabalanyla yaşamaktadır. Yabancılardan, resmi devlet me- murlanndan, polislerden, otoriter kimlikli insanlardan, bu arada, özel- tikle beyaz gömlekli hekimlerden çok korkmaktadır. Toplumsal yardım kurumlanrun kendisine bulduklan çok uygun ve üc- retsiz eğitim olanaklannı yadsımış; İ stanbul Üniversitesi öğrencilerinden 23 yaşındaki H.A., 4 aylık tutukluluk döneminde işkence gördü. İşkenceyi izleyen kısa bir zaman sonra H. A., beyninin içindebir tür metalleşme duyumsamış... Beyninin değiştiğini sezinledi... Kafanın içinde metalik sesler duymaya başladı. Tutukluluk durumunun ortadan kalkmasından kısa bir süre sonra H.A., başındaki seslerin kendisini sorguya çeken polislerin seslerine dönüştüğünü saptadı... Ve bu sesler sürekli olarak, "biz sizin her yaptığınızı biliyoruz", "buraya gel", "şuraya git" vb. gibi komutlar vermeye, konuşmaya başladı... çok yüzeysel algılayabilirdi... Algıladık- lannın çok az bir kısmıru anlıyabiüyor... Ve bunlann da değerlendirmelerini pek yapamıyordu..." "Beyninin metalleştiği- ni" ve "kendisinin polisler tarafından yönetildiğini" ve gene kendi kendisi üze- rine yaptığj bir değerlendirmeye göre bu dünyada "artık özet yaşıyorum" diyor- du... Odak noktası öğrenme gücünü yitirdiğini, dikkali- nin azaldığını, konsantrasyon yetene- ğinın kalmadığıru söylemiştir. Kendi- sine bulunan işlerin hiçbirinde birkaç günden fazla çalışamadığı görülmüş- tür. Zaman süreci içinde, K.A.'nın in- sanlararası ihşkileri dûzelmedi, korku- lan ve paranoid düşünceleri azalma- dı... tstanbul Üniversitesi öğrencilerinden 23 yaşındaki H.A., 4 ayhk tutukluluk döneminde, dövülmüş, askıya asılmış, vücuduna ve parmaklanna elektrik ve- rilmiş... İşkenceyi izleyen kısa bir zaman sonra H.A.. beyninin içinde bir tür metalleşme duyumsamış... Beyninin değiştiğini se- zinlemiş... Kafanın içinde, gene metalik sesler duymaya başlamıştır. Tutukluluk durumunun ortadan kalkmasından kısa bir süre sonra H.A., başındaki seslerin kendisini sorguya çeken polislerin sesle- rine dönüştüğünü tespit etmiş... Ve bu sesler sürekli olarak, "biz sizin her yaptı- ğınızı biliyoruz", "buraya gel", "şuraya git" vb. gibi komutlar vermeye, konuş- malar yapmaya başlamış... Aynca, H.A., sürekli olarak kendisi- nin adının çağnldığını duymaya başla- mış... Bu arada sıkıntılan, korkulan, iç huzursuzluklan artmış... Yerinde dura- maz. uyku uyuyamaz konurna gelmiştir. İstanbul'da bir psikiyatri kliniğinde iki ay kadar yatarak tedavi edilmiş. Ken- di deyişiyle, "biraz iyileşir gibi" olmuş. Sonra, korkulan, sannlan, hezeyanlan yenıden çoğalmış. Izlenme ve yeniden tutuklanma korkulannın artması üzeri- ne, böylesi duygulardan ve potansiyel tehlikeden "belki kurtulurum" düşünce- siyle, Almanya'daki yakınlannın yanına gelmiş. Bu arada, çeşitli kiliniklerde yat- mış; değjşik tedavi yöntemleri uygulan- mış. Ancak, beklenen ruhsal dinginliğe bir türlü yeniden kavuşamamıştır. Kendisiyle klinik koşullannda karşı- laştığımızda, yoğun işitme sannlannın, tutuklanma korkulantun, izlenme heze- yanlannın etkileri alundaydı. İç huzur- suzluk nedeniyle yerinde duramıyordu. Günlerdir uyku uyuyamadığını söylü- yordu... Hemen hemen tüm entelektüel yetenekleri bloke olmuş durumdaydı... Kendi kendisi hakkındaki tanımla- masıyla, "artık, dünyayı ve kendisini İşkence yaşantısının nasıl bir dinamik üzerinden insanlann tüm ruhsal dünya- lannı etkilediğini, parçaladığını, kişiliği- ni dağıttığını doyurucu bir biçimde anla- mak ve anlatmak, kuşkusuz bugün için bile pek kolay değil. Bu konuda ancak gözlenebilen bazı tespitler yapabürnenin olasılığı söz ko- nusu olabilir belki. îşkence ve tutukluluk yaşanüsı her şeyden önce insan yaşamının, yaşam öy- küsünün, zamansal, mekânsal, kültürel, insanlararası ilişkiler bütünlüğünde kopmalar, dağjlmalar ortaya çıkarmak- tadır. İşkence ve tutukluluk yaşantısından sonra insanlar, artık, tüm yaşamlan bo- yunca, işkence ve tutukluluk dönemi olağanüstü yaşantılannı, tüm yaşam öy- külerinin odak (ya da dönüm) noktası olarak görme durumundan bir türlü kurtaramamaktadırlar kendilerini. Bu durumlarda yaşam öyküleri, çok kez, tu- tukluluk-işkence dönemi (yaşantısı), "öncesi" ve "sonrası" olarak parçalara aynlarak anımsanmaya başlanmakta- dır. Yaşam öykülerinin, bu işkence "önce- si" ile "sonrası" dönemi belki de bir da- ha hiçbirzaman birbirleriyle birleşip tam bir bütünlük oluşturamamakta, birbir- lerini çoğaltamamakta; tersine, birbirle- rini yadsımakta, yoksamaktadırlar. Başka türlü bir söylemeyle, işkence ve tutukluluk yaşantılan, bunu yakından tanıyan, yaşayan, insanlann yaşamla- nnda bir tür "prizma etkisi", (ya da işle- vi) görmektedir... (Laub-Auerhan) Bu insanlann tüm yaşam öyküleri, ar- tık, işkence ve tutukluluk yaşantısının prizmasında yansımakta ve burada, küçük yaşantı parçacıklanna aynlmak- tadırlar. Böylesi bir olağanüstü yaşantı prizmasında parçalara bolünmüş her bir yaşam öyküsü parçacığı, her bir anı, bir diğeri için artık, bir yabancı cisim özelligj taşımaya başlamaktadır. Bu arada, çok kez, bu olağanüstü ya- şantının etkisiyle korkulu, edilgen, dep- resif, öfkeli, kuşkulu, bir kişilik değişikli- ği de (Venzlaft, Baeyer, Hoefer, Matus- sek, Niderland, vb.) sözkonusu olabile- ceğinden, işkence öncesi yaşam ve anılarla işkence sonrası yaşam ve anılar birbirlerini destekleyip çoğaltamamak- ta, tersine birbirlerini yadsımakta olduk- lan izlenebilmektedir. Görülebildiği kadanyla, bu koşullar- dan geçmiş ınsanlarda, yaşam, genellik- le, eski süreküüğini, bütünlüğünü, har- monisini bir daha oluşturamamakta; ruhsal dünya eski dingınliğıne kavuşa- mamaktadır. Bu durumda. insanlara olan güven azalmakta, insanlar arası iliş- kiler kopmakta, geri çekilme, izolasyon çok kez tek secenek olarak ortaya çık- maktadır. StRECEK ? Demokratik ülkelerin anayasalannda rektörve dekanlann nasıl atanacağına dair örnekbulmak mümkün değil YOK sistemiPatagonya'dabileyok Bunlar aynı statüdedir veya olmalıdır demek, yükseköğretimin işlevlerini ka- nştırmak veya en alt düzeye indirgemek dernektir. Her unvanın bir aşaması var- dır. 1750 sayıh yasada doçentlik de pro- fesörlük de herİcese açıktı. Pek çok aka- demi üyesi, kamu ve özel sektör elemanı, bu unvanlan almışlardır. Bütçede savurganhk yapıldığı savı ise DPTye, Sayıştay'a, hükümete ve TBMM'ye ait bir konudur. Anayasa Mahkemesi'nin iptallerin- den yaİanmak ise hukuka ve demokrasi- ye inançsızlığı gösterir. Bugün de bu yüoe kurul yürürlükteki anayasaya göre iptal görevini yapmaktadır ve Türkiye'- de hukukun üstünlüğünün bekçisidir. Universite içi ve üniversitenin toplumla ilişkileri bugün önceden olduğundan da fazla, tüm ağırlığı ile sürmektedir. Farklı yasalann merkezi bir organın kurulmasını engellediği ise ne gibi bir merkezi organın düşlendiğine bağlıdır. YOk sistemi 12 Eylül döneminde hazırlanarak yü- rürBğe konan bu yasada YÖK'ün bir başkaru (cumhurbaşkanmca seçilen), bir genel kurulu (cumhurbaşkanmca 7, Urrversitelerarası Kurul'ca 7, Milli Eğİ- tim Bakanı'nca 2 ve Genelkurmay'ca atanan 1, bakanlar kurulunca 7, toplam 25). yürütme kurulu (genel kurulca seçi- len 6 kişi, başkan, başkanın seçtiği baş- kar yardıması ve genel kurulun seçtiği digsr başkan yardımcısından oluşur) vardır. Tarkh görünen organlar, tümüyle atanmış kişilerin kendi aralannda 'se- çirderi' ile oluşur. Tümüyle atanmış kişi- lern oluşturduğu bu kurumda tüm yet- kikr başkanda ve yürütme kurulunda- dıı- Uygulamada ise yetki bir tek kişinin eliıdedir. Aksini söylemek ise ciddiye ahnmayacak kadar açıktır. Üniversitelerarası Kurul ise atanmış rektörler, Genelkurmay temsilcisi ve her üniversite senatosundan birer profesör- den oluşur. Işbaşına nasıl geliyorlar? Rektörler YÖK tarafından önerilerek cumhurbaşkanınca atanır. Atanmış rek- tör yardımalannı kendisi atar. Dekanla- n rektör önerir ve YÖK atar. Atanmış dekanlar kendi yardımcılannı atarlar. Bölüm başkanlan ise dekan veya birim rektörlüğe bağlı ise rektör tarafından atanır. Senato ve fakülte kurullannda seçil- miş öğreüm üyeleri bulunmakla birlikte bu kurullann görevleri sınırlıdır, seçilen- ler azmlıktadır ve yılda iki defa toplan- malan öngörülmüştür. Bu sistem, başkanından anabilim dalı başkanına kadar atama zinciriyle oluş- turulan bir sistemdir. Atamalann başı YÖK'tür ve bir emir komuta zinciri gö- rünümündedir. Sisteme uyumlu olacağını kanıtlayan- lann atandığı ise bir gerçektir. Sistemde yetki sahibi aianmamış kimse yoktur. Seçilenlerin ancak sınırlî bir rolü, ancak birimleri az yeni kuruluşlarda görülebi- ür. YÖK Yasası ile getirilen sistemin bu- gün dünyada bir benzerini bulmak ola- naksızdır. Bizım araştırmalanmızda Patagonya'dan Alaska'ya, Izlanda'dan SSCB'ye, Norveç'ten Malta'ya, Fas'tan Mısır'a, Hindistan'dan Pasifık ada ülke- lerine kadar hiçbir ülkede tüm üniversite ve yüksekokuûan kapsayan, en küçük birime kadar atama sistemi geliştiren, hükümet ve parlamento dışı bir düzen bulunmamakladır. Yalnız Stalin dönemi SSCB'de ve Mao dönemi Çin'de komünist partilerin bunu bir yasayla değil de, dolaylı olarak gerçekleştirdiği belirtilmişür. Alman meslektaşlanmız, 1945 öncesi dönem için sorulanmızı sıkıntıyla karşılamış ve yanıt alınamamıştır. Özellikle demokratik ülkelerin hiçbi- rinin anayasasında rektörlerin ve dekan- lann nasıl atanacağına dair örnek bulu- namamıştır. Türkiye ve Osmanlı anaya- salan da, 12 Eylül öncesi böyle aynntıla- ra yer vermemiştir. Bu sisteme tek örnek 1900 tarihinde 2. Abdülhamid"in çıkar- dığı irade-i şahane vardır. Bundan da destek bulacak veya bunu örnek göstere- cek, savunacak kimse bulunabileceğini sanmıyoruz. YÖK'ün başarılan YÖK'ün hedefleri. YÖK Başkan- hğı'nca gönderilen tarihsiz (1991 so- nunda gönderilnıiştir) 'Yüksek Öğre- timde Gelişmeler (Özet)' adh on sayfa- lık kitapçıkta şöyle sıralanmaktadır. • Daha çok öğrenci almak, kurumla- nn sayısını arttırmak, yurt sathına yaymak. • Yüksek nitelikte öğretim elemanı yetiştirmek. • Eğium kalitesini yükseltmek ve araştırmalan (bilimsel olsa gerek) sayı ve nitelik yönünden geliştirmek. Bunlara diğer kitapçıklarda olan iki konuyu da eklersek... • Üniversitelerin sayısını artürmak. • Öğretim üyelerinin sayılannı arttır- mak. önceden belirttiğimiz gjbi amacımız bir yasanın uygulamalannı övmek ve- ya yermek olmadığı gibi hiçbir kişi veya kişileri de hedef almak değildir. Arnaamız tümüyle YÖK verilerine (verilen sayılar her zaman birbirini tutmamaktadır) ve MEB verilerine dayanarak bilimsel bir objeküfukle değişimleri ve sonuçlan 1973-1991 TÜRKİYE'DE ÜNİVERSİTE VE YÜKSEKÖĞRETİM 1870-1991 ITUNCER GÜVENÇ arasında değerlendirmektir. Şimdi sırayla bu konularda elde edi- len sonuçlan, sadece sonuçlan görelim ve daha sonra YÖK öncesi gelişmeler- le karşılaştırarak değerlendirelim. Öğrenci sayısı artışı Genelde yükseköğretim, 19-22 yaş arasını kapsar ve okullaşma oranîan bu yaş grubu içindekı öğrenci sayısı ile belirlenir. Burada üniversite ve yükse- kokul öğrencileri 1981'de 232 bin 626'dan, 1986'da 350 bin 351'e ve 1991'de ise 434 bin 748'e ulaşmıştır. TURKİYE 1991 37.51% Açık Öf. Ö^./OJ.Üy 62.49%. Örgün Öf. Bu arada, Yaykur-Açıköğretim gi- bi, okul dışı eğitimin oranlan ise art- mıştır. Açıköğretim öğrencilerinin sayılan ise I98l'de 4 bin 742'den 1991'de 260 bin 962'ye ulaşmıştır. Böylece okul dışı öğrenci oraru 1981'- deyüzde 1.99'dan 1991'de yüzde 37.51 oranına (yaklaşık 20 kaü) yükselerek öğretimin yûzde 37.51 gibi bir oranı okul dışında televizyon ve mektupla öğretim şekline dönüşmüştür. Yüksekokul ve okul dışı öğreümde tüm öğrenci sayılan böylece 1981'de 232 bin 627'den. 1991'de 697 bin 710'a yükselmiştir. YÖK sistemi, bu konu- da bir dünya rekoru kırmıştır. Yükseköğretimde okul/okul dışı öğrenci oranlan Japonya'da yüzde 0.4, Iran'da yüzde 1.7, İspanya'da yüzde 5.5, G.Kore'de ise yüzde 14, Pa- kistan'da yüzde 54 ve Türkiye'de yüz- de 37.51'dir. Eğer amaç bu idiyse başan çok büyüktür. Ama amaç. Ja- ponya eğitim seviyesine ulaşmak mı, yoksa açıköğretim konusunda Pakis- tan'm rekorunu kırmak mıdır? Yakın bir gelecekıe bu gidişle bu konuda dünya birinciliğine aday olduğumuz görülmektedir. POLTTIKA VE OTESI MEHMED KEMAL Bir Akdeniz Anlaşması... Bir Akdeniz Anlaşması bundan yıllarca önce nasıl Ata- türk'le İnönü'nün arasını açmışsa, bir Karadeniz anlaşma- sı da Özal'la Demirel'in arasını açtı. Akdeniz'de Italyan gemilerinin bazı limanlara uğraması yüzünden bir anlas- mazlık çıkıyor. Buna Nyon Anlaşması dendiği gibi Akdeniz Anlaşması da denebilir. Biz bir Akdeniz devleti olarak bu görüşlere katılıyoruz. Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras Cenevre.görüşmele- rine katılıyor. Yalnız görüşmelerdebiryerden değil iki yer- den talimat' alıyor: Biri istanbul'dan Atatürk'ten, öteki Ankara'dan Başbakan Ismet inönü'den. Tevfik Rüştü ilkin şaşırıyor, bir yanda devlet başkanı, öte yanda hükümetin başı vardır. Sonunda, anlaşmayı Florya'dan aldığı 'tali- mat'a göre imzalıyor. Bunun üzerine Başbakan inönü Dı- şişleri Bakant Tevtik Rüştü'yü zor durumda bırakıyor, anlaşmayı hükümet imzalamıyor. inönü'nün Florya'ya gitmesi gerekirken gitmiyor, tele- ionla görüşmeleri yönetiyor. Başbakan çok kızgındır. Ara- ya Saffet Arıkan giriyor: "Paşam, acaba gitseniz de yüz yüze görüşseniz olmaz mı" diyor. Sinirler çok gergindir, Atatürk'ün de İnönü'nün de .. An- laşmayı imzalamak üzere Meclis olağanüstü toplantıya çağrılıyor. Atatürk Ankara'ya dönüyor. İnönü, Etimesgut istasyonunda Atatürk'ü karşılıyor. Gazi Çiftliği'nde bira fabrikası yapımı var, yapım durmuş. Atatürk, "Birafabrikası işi ne otdu" diyor. "Hiçbir şeyolmadı." Her şey gergin. Atatürk, çiftlikte kalıyor, geziyor, oyalanıyor. inönü akşa- müstüne doğru Bakanlar Kurulu'nu toplantıya çağırıyor. Toplantıya herkes geliyor, bir Içişleri Bakanı Şükrü Kaya gelmiyor. Daha doğrusu geç geliyor. Toplantının dağılma- sı üzerine de şöyle diyor: "Beyler, biraz sonra yukandan (Çankaya'dan) hükümet olarak bir davet alacağız, oraya gideceğiz. Sizlere haber vermek isterim." Gerçekten de biraz sonra, "Atatürk çağırıyor" diyorlar. Bütün kabine kalkıp yukarıya (Çankaya'ya) çıkıyor. Sofra kurulmuştur. Her şey hazırdır. Sofrada Nyon soru- nu, bira fabrikası, askıdaki öteki sorunlar görüşülüyor. İki tarafın da sinirleri gergindir. Her şey bir tartışma konusu olarak görüşülüyor. İnönü şöyle anlatır: "... Daha önce Atatürk'le Hükümet Başkanı olarak beni müteessir eden bir olay olmuştu. Atatürk bakanlara sert muamele yapacak.. Atatürk'ten özellikle rica ettiğim, ba- kanlardan hangisini istemiyorsa söylersiniz. Bunu ricaet- tim. Hükümet olarak, Başbakan olarak benim için çok üzüntü verici oluyor." O gece, toplantıda bir şeyler kırılır gibi oluyor, bir şeyler kopuyor. Şöyle anlatır: "Ertesi gün Atatürk, Istanbul'a gidiyordu. Ben de gide- cektim. Programı bozmadık. Beraber trene girdik. Beni yalnız yanına aldı. Şimdiye kadar beraber çalıştığımız za- manlarda pek çok kavga etmişizdir. Ama bu kadar serti olmamıştı. Çalışroaya biraz ara verelim." "Müteşekkir olurum. Bana izin verin, yerime kim geli- yor?" "Celal Bayar'ı düşünüyorum." "Isabetli olur." Akşam trende ortaklaşa bu kararı veriyorlar. istanbul'da birkaç gün kalıyor. İnönü Ankara'ya dönüyor. Devletin res- mi Haber Ajansı (AA) İnönü'nün ayrıldığını bildirir. Kavga tatlıya bağlanır. . Bu da bir Akdeniz Anlaşması öyküsüdür. BULMACA SOLDAN SAĞA: 1/Sinir sistemi has- tahklarıyla uğraşan tıp dalı. 2/ Faiz... Madenci ocağı. 3/ Zaman, çağ... Keçi kılından hayvan çu- lu, yem torbası gibi şeyler dokuyan kim- se. 4/ tnsanı isten- meyen seçeneklerden birini izlemeye zorla- yan sorun... Boru- dan kol almakta kullanılan bağlantı parçası. 5/ Yol yapı- mında kullanılan bir makine. 6/ Su... Lütesyum elemen- tinin simgesi... Iüşkin, değgin. 7/ Ge- nellikle hamurunda yumurta bulu- nan, özel biçim verilmiş çubuk. 8/ Düşüncesizce her işe atılan... Bağış- lama. 9/ "Vurgun" anlamında argo sözcük... Başlangıçta yer alan. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/Tümden çıplak olarak açık hava- da yaşamayı savunan öğreti... Bir çal- gj. 2/ Başıboş gezen hayvan sürüsü... Gümüşün simgesi. 3/ Kum falı... Sergen. 4/ Kemiklerin yuvar- lak ucu... Vladimir Nabokov'ım füme de aktanlan ve büyük yan- kılar uyandıran ünlü romam. 5/ Yunan mitolojisinde, bakanla- rı taşa çeviren ve saçları yılan şeklinde olan kadın. 6/ Afrika- da yetişen ve parlak kerestesi mobilyaalıkta kullanılan bir ağaç... Kayak. 7/ Lifleri ip ve çuval yapımında kullanılan bir bitki... İtalyan Radyo-Televizyon Kurumu'nun simgesi. 8/ Gelir... Gözü kapalı inanılan düşünce; dogma. 9/ Bankacılıkta elde bulunan para. CATAMARAN HOTEL Her tatil güzel bir anı olarak kalmalı... 7 gece, 8 gün 1 .OOO.OOO.-TL Günlük 160.000.-TL *Deniz kıvısında *Yüznıe ha\u/lu * Klimulı Denizi ve doğasıyla Bodrıım Catamaran Hotel Bi/.imle tanışın. ke\itli bir tatil \apın. BODRUM : Tel : ISTANBUL : Tel ( 6144 ) 7404 - Faks ( 6144 ) 7324 ( 1 ) 542 26 71 - ( 1 ) 572 02 74 6461 7 6 numaralı askeri kimlik kanıtnı kaybettim. Hukumsüzdur. SltLGÜS SAYLAM Gemi Adamı Cüzdanımı kaybettim. Hukumsüzdur. AHMET DA VUTOĞLU
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle