Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 20 MAYIS1992 ÇARŞAMBA
12 DIZI-YAZI
NailVahdet Çakırhan, mahkemeyle 17 yaşında, Nâzım Hikmefle 19 yaşında tanıştı
Nailusulcacık severNaznn'ı
Hr Ömüpden KesMer
NAİL VAHDET ÇAKIRHAN:
AĞAHANÖDÜLLÜESKİTÜFEK
Hazırlayan: ALPAY KABACALI
Yıl 1927. Onuncu sınıf öğrencisi Nail, çikardığı Kervan adlı dergide
Faruk Nafız'in, 'Satıverin kahpelerin bir pula geçmişlerini' şiirine
benzeyen bir şiir yazınca ortalık kanşır. Bu şiir yüzünden mahkemeye
düşer. Savcı, cezasının tecil edilmesini ister. Tecilin ne olduğunu
bilmeyen Nail, dinleyicilerin sözüne uyarak hâkime, 'Tecil
istemiyorum' der. Hâkimin, 'Karar verilecek ayağa kalkın' demesi
üzerine yerinden kalkan Nail, ayaktadır, ama boyu kısa olduğu için
'Ayaktayım' diye seslenir. Herkes güler. Sonuçta da beraat eder.
—ı—
Edebiyat çevreleri, 1930'da Nâzım
Hikmet'le birlikte yayımladıklan 1 +
1 = Bir adlı şiir kitabında ve 1930'lar-
da, '40'larda dergilerde çıkan şiirlerin-
de kullandığı adla latuyor onu: Nail
V. Sol çevreîerde, daha doğrusu "eski
tüfekler" arasında Nail Vahdeti diye
biliniyor. Tam adı, Nail Vahdet Ça-
kırhan.
1910'da Muğla'ya bağlı Ula'da do-
ğar. Çocukluğu orada gecer.
"O zaman 3 bin, 3 bin 500 nüfuslu
küçük bir nahiyeydi Ula" diye anlatı-
yor. "Çok da güzeldi. Dar yollan,
yüksek duvarh büyük bahçeler içinde
beyaz badanalı evleriyle... Bu evleri,
bu sokaklan hiç unutmadım. Pek de
değişmedi Ula. Yollan Demokrat
Parti iktidannın son yıllannda yapıldı.
Daha önce neredeyse dünyadan so-
yutlanmış, içine kapanık yaşıyordu."
Nail Vahdet, yüzyılhk kavaklarla
dolu Ula çarşısını da unutamıyor:
"Esnaf, bu ulu ağaçlann altında otu-
rur. Her yan gölgeli... Sohbet eder,
şakalaşır, gülerler eğlenirler. Kendine
özgübirâlem..."
Giyim-kuşam da bir başka türlü:
"Erkekler işlemeli cepken gjyerlerdi.
Bir de. dizkapaklannın üstüne kadar
çıkan. kaput bezinden yapılma, büzü-
lüp bağlanmış 'topdon'lar. Dize kadar
da işlemeli dizlikler. Belde, küçüklü
büyüklü kamalar sokulmuş Trablus
kuşağı..."
'Çiçek bulmuş'
Bir dönem geliyor, genç ve orta yaşh
erkekler sokaklarda gözükmez olu-
yor. Demek ki Birinci Dünya Savaşı'-
nınbaşlan, 1914-15'ler...
"Sokaklarda kadınlar gözükmeye
başladı. Derken, tarlalara da yaşhlar,
kadınlar gider oldu. Babamı da askere
aldılar. Kafkas cephesine gönderilmiş.
Günün birinde ondan bir mektup gel-
di. Evde "çiçek bulmuş' dediler. Ben
sevindim çiçek bulduğu için..."
Tarlalarda kadınlar, yaşhlar çahşı-
yorlar artık. Daha çok da patates
dikiyorlar. Dikiyorlar. sonra çıkanp
kurutuyorlar. Çünkü açlık kapıda...
"Dedemi hatırlıyorum. Gençliğinde
cepken işleyen bir terziymiş. Ben bildi-
ğim zaman tüccardı. Kısa boylu,
sakalı göbeğinin üstüne kadar uzayan
bir ihtiyar... Koca ovanın ortasına
oturmuş, elinde sopasıyla patates çı-
karan uzun sakallı küçücük bir adam
Datça 1979. Nafl Vahdeti Çakırhan bir ustasınm ötömünden sonra. (Fotoğraf: ŞAHAP BALCIOĞLU)
fotoğrafı olarak hep gözlerimin önün-
de..."
Birinci Dünya Savaşı yıllanndan ilk
izlenimleri bunlar. Sonraki yıllar belle-
ğinde daha da canlı:
"O ovaya giderdik biz çocuklar. Or-
ta yaşın üstündeki insanlann asker
talimi yapışını seyrederdik. Başlannda
Arap Yüzbaşı. Ellerinde silah yok.
Bizde çocuklar değneğe ip takar, silah
gibi omuzlanna asarak askerlik oyunu
oynarlar. Onlar da bizim gibi değnek
takarlardı. Yüzbaşı da "yat, kalk. sağa
dön, sola dön' diye talim yaptınrdı.
Sonra süvari talimleri... Yine biz ço-
cukların oyunlartndaki gibi... O
koskocaman adamlar değnekten ata
binerlerdi..."
Ve savaşın sonu... Sokaklarda peri-
şan insanlar. Sakallan uzamış, kimisi-
nin kolu kopmuş, kimisi topal... "Bir
gün bizim eve bir adam çıkageldi tor-
basıyla. Önce kimse tanıyamadı ken-
disıni. Babammış. Çiçeğe yakalanmış,
tanınmayacak hale gelmiş..."
Okul?
Sonradan Kuvayı Milliye başkanı
olan amcası, evde kendi çocuklanna
ve Nail Vahdet'e ders gösterir. Sınavla
alü yıllık ilkokulun üçüncü sınıfına alı-
nır: "Bir de Kur'an okullan vardı.
Kadınlar öğretmenlik yapardı. Erkek-
lerin hepsi savaşa gitmışti. O kadar ki,
dokuz yaşlanmdan sonra kadınlara
ben imamlık yaptım ramazanlarda."
1921 "de Muğla Ortaokulu'na yazı-
lır. "İdadi" denilen ortaokullar dört
sınıfür o dönemde. Muğla'daki han-
lardan birinde iki arkadaşıyla kalır.
Hafta sonlannda atla ya da ikibuçuk
saat yaya yürüyerek Ula'ya gjdip gelir.
En yakın lise Konya'dadır. 1925'te
Konya Lisesi'neyazdınlır. Liselerdört
yıldır:
"Edebiyat öğretmenleri bakımın-
dan çok şanslıydık. îlk hocamız
Ahmet Hamdi'ydi (Tanpınar). O ayn-
hnca Sadettin Nüzhet (Ergun) geldi.
Onuncu sınıfta bir dergi çıkardım. Adı
Kervan'dı."
Kervan'da, Faruk Nafız'in "Satıve-
rin kahpelerin bir pula geçmişlerini"
şiirine benzer olarak yazılmış bir şiiri
yayımlanır. Yıl, 1927. Bu şiir yüzün-
den kadınlara hakaret ettiği gerekçe-
siyle mahkemeye verilir:
"Savcının karısı şikâyetçi olmuş,
başka kadınlar da ona katılmışlar...
Duruşmaya girdik... Kadınlar arkada
oturuyor. Kimisi başörtülü. önde bir
sürü erkek. Sakallısı var, sakalsızı var,
genci yaşlısı var... Sonra öğrendim, ar-
kada oturanlar, savcının kansı başta
olmak üzere, Konya eşrafının ailele-
riymiş.
"Duruşmada hâkim, 'Evlâdım, bu
şiiri neden yazdın?" diye sordu. 'O
mısra benim değil ki' dedim. 'Faruk
Nafız'in. Okul kitaplannda da var.'
Savcıya 'Ne diyorsun?' diye sordu. O
da 'Mahkûmiyetine. cezasının tecili-
ne...' dedi. Tecilin ne olduğunu bilmi-
yorum. Dinleyiciler arasından 'Tecil
isteme!' diye bağıranlar oldu. Ben de
Tecil istemiyorum' dedim. Gülerek
içeri çekildiler. On dakika sonra geldi-
ler. Hâkim, "Karar verilecek, ayağa
kalkın,' dedi. Ben ayaktayım, ama bo-
yum kısa... 'Ayaktayım,' dedim.
Dinleyiciler, avukatlar güldüler. Mah-
kemenin karan açıklandı, 'Beraat
ettin' dediler."
Lisenin son sınıfında, bir arkadaşıy-
la birlikte Halka Doğru adlı dergiyi
yayımlar Nail Vahdet. Orada "Alev
Yağmuru" başlıklı şiiri cıkar:
"Babam, büyükbabam Ula'da orta
derecede toprak sahibiydiler. Bir de
büyük toprak sahipleri, derebeyler
vardı: Hasan Çavuşlar. Bizim dere-
beylerine müthiş tepkimiz vardı. 'Alev
Yağmuru' bunlara karşı yazılmıştı:
'Gidin, gidin, adalelerinizin son kud-
retiyle gidin/...(anımsamıyor) olan
müstebidin/Kafasına yumruklannızla
son darbeyi indirin/Yeter artık yeter,
zulmetten nûra gidin!' Böyle bir şey ..
'Müstebit' (diktatör) kelimesiyle Ata-
türk'ün kastedildiğine inanmışlar.
Oysa bizim devrimiz Atatürk devri,
biz onun çağında yetiştik..."
Son sınıfta, olgunluk (bakalorya) sı-
navlanna gireceği sıra gözaltına alınır.
Vali, "Liseyi bitirmesine engel olma-
yalım" der. Sınavlara polis gözetimin-
de getiriHr
"Sonunda gözaltı, sorgu bitti. 'Ben
nasıl Atatürk'e bir şey diyebilirim?' de-
dim. 'Biz Atatürk nesliyiz. Şiir, mem-
leketteki derebeylik kalınülanna karşı
yazılmıştır. Müstebit dediğim onlar-
dır. Atatürk de zaten isubdada karşı-
dır.' Savcı benim yanımda Ankara'ya
telefon etti, bu söylediklerimi aynen
aktardı. Takipsizliİc karan verildi."
O yıl liseyi bitirip İstanbul'a gider.
Aynı şiir, ertesi yıl Istanbul'da dava
konusu olur:
"Halka Doğru dergisini çeşitli yerle-
re gönderirdik. O sıralar Sovyetler
Birliği'nden yeni gelmiş olan Nâzım
Hikmet'e de gönderdim. Nâzım, ya-
nılmıyorsam, Resimli Ay'da çalışıyor-
du. Yine o sırada Hukuk Fakültesi'-
nin son sınıfında iki arkadaşın
çikardığı Hareket adlı bir dergi vardı.
Nâzım bizim dergiyi onlara veriyor,
'Alev Yağmuru' şiiri olduğu gibi Ha-
reket'te yayımlanıyor. Yıl, 1929. Şiir-
den dolayı yeniden dava açıhyor.
Nâzım'ın bu işle ilgisi yoktu. Mahke-
meye çıktık, 'Konya'da şu tarihte
takipsizlik karan verildi' dedim. Buna
rağmen alü ay ceza verdiler. Temyiz
ettik, karar bozuldu. Sonunda beraat
ettik. Nâzım Hikmet'le tanışmam o
Hareket dergısinde oldu. 1929'un ey-
lülüyadaekimi..."
SÜRECEK
Üçüncü Kuşak: Yitireceğimız Kuşak
Ben Turnede Iken
TARIKDURSUNK.
—2—
Çocuklar, öyle mi? Hazırlığım yok.
Hay Allah! Bana çocuklara da okuma
yapacağımı söylememişlerdi.
Bir öğretmen karşıladı. Ankara Ga-
zi Eğitim'den. Almancacı. Amfı gibi
bir yerde çocuklar toplanmışlar. Bek-
liyorlardı. Çocuk dediysem. sözün
gelişi. Kızlar, genç kız. Erkekler, bıyık-
lı. Arada bahçe önüne çıkıp cigara
yakıyor, tiryakı havalannda içip dö-
nüyorlardı.
Oğretmen beni övücü sözlerle tanıt-
tı. Beni bilmediği çok belliydi. Elinde
okuduğu kâğıttaki yazılanlar, Nuh
Nebiden kalma Behçet Necatigil bilgj-
leriydi çünkü.
Çocuklar susup beklediler. Açum,
"Eski Babam" hikâyesini. Onu mu
okumalıydım? Algılayabilirler miydi?
Hayır kalktım; içinde biraz mizah kat-
kılı "M.Âkil Beyin Gökyüzü Serü-
veni"ni okudum onlara.
Böyle durumlarda yazar kısmının
antenleri gerilidir. Sizi algıladıklannı
ya da reddettiklerini hemen sezersiniz,
görmeden duyarsınız bunu.
Bitirdim ve yüzlerine baküm.
"Bir şey anladınız mı çocuklar?"
Sustular. Yeniden sordum. Karşı
karşıya idik.
"Çok hızh okudunuz" dedi biri.
Tane tane okumuştum oysa.
Kıt kanaatkonuşulandil
Kafama dank etti. Orada ve daha
sonra. Çocuklar, üçüncü kuşaktı.
1950'lerde gelen 'atalan'nın torunlan.
Okulu, ilkokulu ve sonrasını Alman
okullarında. Almanca okuyorlardı.
Türkçelen kıtü. Kıt ve kısır. Ancak ev-
de ve hâlâ Almanya'ya uyum sağlaya-
mamış, kendilerince kapalı toplum
yaşamını sürdüren anne-baba ve onla-l
nn anne-babalanyla Türkçeyi konu-
şuyorlardı. Yarım yamalak o da.
Üç-beş yüz kelime içinde. Benimle ko-
nuştuklan ya da konuşmaya çalışük-
lanTürkcedebirhoştu.Cümledüzeni
Almancaydı. Almanca kelimelerle dü-
şünüyor, sora onu Türkçeye çeviriyor-
lardı. Ikide bir de 'hani, şey, Türkçede
nasıl diyorsunuz, bilmiyonım'lan da
eksik etmeyerek.
Konuştum. Dereden tepeden, hava-
dan sudan. En ilkel kelımeleri yan
yana getirdim, yetişkin çocuk değil de
yeni okula başlamış çocuklar yerine
koydum onlan. O zaman anlaştım. O
zaman anlaştık. Ama içimi bir hüzün
sardı. Birden.
O hüznü bütün Almanya turnem
boyunca hep içimde taşıdım durdum.
Herne'de de aynı şey
Herne'de de başıma geldi. Küçük
kent. Ülsun. Türkler bu sanayi kentin-
de yoğun. Yol boyunca gördüm, cami
dolu. Başörtülü küçücük çocuklar
dum. Altında Almancası vardı, onu
okusun istedim. Şakıdı. İnanmazsınız.
Çocuklar da anladılar. Bana karşı ba-
kışlan değişti. Tutumlan da.
Düş kınklığı "Eski Babam"ı oku-
duğumda geldi. Anlamadılar. Alma-
dılar. "Şey", dediler. "Birçok kelimeyi
biz bilmiyoruz. Duymadık. Okuma-
dık."
Oysa. an duru bir hikâyeydi. Edebi-
yatşız.
Üçüncü kuşak: llgisizliğin, unutul-
muşluğun, önemsenmemenin kuşağı:
Gurbet elde vitip gitmiş genç insanı-
mız... Vay, vay, vay!
Tam ikindi saatlerinde Düsseldorf a
vardık. Duisburg'dan trenle 11 daki-
Kur'an kurslanna gidiyorlardı. Ak-
şam geç saatlerde dönerken daha
yetişkinlerine rastladık. Ramazandı ve
'mukabele'den geliyorlardı.
Tüm duvarlan ördekbaşı yeşile bo-
yalı, minaresiz bir cami duvarına
yazmışlar: "Hâkimiyet kayıtsız şartsız
Allah'ındır".
Herneli Türk çocuklan iki sınıftı.
Onbirinci, onikinci ve onüçüncü sınıf-
lardan bir; bir de dokuz ve onuncu
sınıflardan iki. Geldiler, karşıma dizil-
diler.
"Informo" hazırlamışlar. Beni anla-
tıyor. Şurada doğdu, şunu şunu yazdı,
şu işleri yaptı falan. Bıyıklı, ön sırada-
ki bir delikanlıya adını sordum.
Turgay'mış. Rica ettim. Kalku, Türk-
çesini okumaya başladı. Tanrım,
korkunçtu. Kelimeleri okuması yan-
hşü. Her şeyi ile. İkinci satırda durdur-
ka. Arabayla 20. Tramvay bıle gidi-
yormuş. 40 dakikada mı ne.
Sözen'in dikkatine
Koca kent. Aydınhk. Temiz. (Hadi,
politika yapalım; bizim Sözen'in de
yanımda olmasını ne kadar isterdim.
Çok yagmurlar yağdı ben Almanya'-
dayken. Selli pullu. Çamurun zerresi
yoktu. Inat oİsun diye bir kent pazan
kolladım. Kalabalık. Her türden es-
naf. Tezgâhlarını açmışlardı. Sonra
vakti geldi, dağıldı. Pazar bitti. Dağ gi-
bi çöp yığıldı kaldı geride. Ama tam
tamına yanm saat içinde her şey bitti.
Bitirildı. Ortalık, bal dök yala oldu.
Yâ, sevgili Sözen. işte böyle böyle!)
"Okuma Akşamf'm. bu kez Düs-
seldorf Türkiye Başkonsolosluğu'nca
düzenlenmişti. Amma iş! Söyledikle-
rinde, inanamadım. Niçin? 'Öyle'
dediler. Yalnız Düsseldorf değil, size,
Karlsruhe ve Köln Başkonsoloslukla-
n da 'sahip' çıkülar. Breh!
Itiraf ederim, yurtdışı çıkışlanmda
mümkün olduğunca elçilik ya da baş-
konsolosluklanmıza işimi düşürme-
meye dikkat etmişimdir. Devleti hep
sorgulayan. hep engellemeci olarak ta-
nıdığımızdan mıdır bu? Bilemeyece-
ğim.
Çok şaşırdım. Düsseldorf Başkon-
solosumuz (her kimse) "Okuma
Akşamı"ma yeüşemedi. Türkiye'dey-
miş. Konsolosunu göndermiş, özür
diledi. Kızardım ve terledirn.
Kültüralışverişlerindeki yabanalık-
lan sonradan ortaya çıktı. Güzel bir
salondu. ama çağnlılar dokuz kişiydi.
Ressamı, tiyatrocusu, diş doktoru,
anestezisti, dericisi, rehberi ve üç de
konsolosluk görevlisi ile.
Geç mi kalmışlar çağn göndermede,
tarih mi değiştirmişler, yoksa o çevre
topu topu bu kadarlık mıydı? Olabilir.
Bereket, bizim Ahmet Oktay'ın karde-
şi Eray Börtecene, "Kalkm, bize gide-
lim, hem yer içer hem söyleşiriz" dedi
de Dışişleri'nin ayıbını örtbas etti.
Şeffaflaşma
Ama aynı şeyler ne Karlsnıhe'de ne
de Köln'de başıma gelmedi. Doğrusu
her iki başkonsolosluğumuz da bütün
içtenlikleriyle yazarlanna sahip çıktı-
lar. "Şeffaflaşma"yı onlarda gördüm.
Duyuru, vakitliydi. Çağnhlar, her ke-
simdendi: Işçisiyle. öğretmeniyle,
yazar-çizer adaylanyla, kadını kızıyla.
Her iki başkonsolos da aydınlık in-
sanlardı. Gerçi, o günlerde birtakım
olaylar nedeniyle (Mainz Başkonso-
losluğumuz baskınlanmış, çalışmaz,
çalıştınlmaz bir duruma getirilmişti)
rahatsızdılar, ama yaşamarun bir par-
çası kabul etmişlerdi bunu da.
Her ikisi de bir noktanın üzerinde ti-
tizlikle duruyorlardı: Almanya'daki
ınsanımız anavatandan kopuyordu.
Benliklerinden oluyorlardı. Türkçeyi
unutuyorlardı. Devletin ilgisızliği ne-
deniyle yanlışa doğru yönlendirilmeye
başlamışlardı. İlk gelen birina kuşak,
giderek erimişti. Emekli olmuş, Tür-
kiye'de od-ocak edinmiş, çoğu geri
dönmüştü bile. Onlar, gerçekte en sağ-
lıklı kuşaktı. Sağlıklı kuşaktı, çünkü
bozulmamışjar. kendi kendilerini ko-
nımuşlardı. ikinci kuşak, yozlaşmaya,
yabancılaşmaya (üstelik hem kendi
toplumuna hem içinde bulunduğu
topluma) en uygun kuşaktı. "Atalan'
ile gelmişler, onlann etkilerinin yanısı-
ra, yeni geldikleri ülkenın her türlü
etkisine de açık olmuşlardı. İlginç ve
üzerinde dunılması gereken asıl ku-
şak, sonuncu; yani üçüncü kuşaktı.
Üçüncü kuşak!
Dil elden gidiyor
Okuyanlannın bütün bütüne Al-
manlaştıklan, okumayanlanmn ise
kurtana diye dine dört elle sanldığı,
kimilerinin ırkçılığı asıl çıkış yolu bel-
lediği o üçüncü kuşak!
Dil elden gitmişti. Doğru. Kültür?
Hangi kültür? 'Atalar'ından ne kültüı
almışlardı ki? Hangi kültürün sahiple-
riydiler ki onlar? Neyi algılamışlar,
neyi özümsemişlerdi ki?
Çünkü, devlet, gurbetteki vatanda-
şına hep genel bütçesindeki işçi dövizi
girdisi olarak bakmıştı. Varsayımlan
'bu yıl şu kadar işçi dövizi gelecek' üze-
rineydi.
Bu hesaplar daha bir süre doğru so-
nuçlar verecektir. Ama, dikkat ediniz;
ikinci kuşak çocuklan, yani üçüncü
kuşak. anavatandan kopuk yetişmek-
tedir. Kanbağlan da eksilmektedir. İki
bininci yıllara varmadan bu işçi dövizi
girdileri düşecektir. O kuşak ne deme-
lere ve kime, hangi kanbağlı insanına
mark yollayacaktır ki? İkinci kuşakla
üçüncü kuşağın tümü artık tatilleri
için Türkiye'yi düşünmüyorlar. On-
dokuz yaşındaki Ayçe, Nikaragua'yı
daha ilginç, daha çekici buluyor. Dün-
ya küçük. ttajya'yı görmüş. Sovyetler
Birliği'ni de. Ispanya, Iskandinav ül-
keleri sıralarını çoktan savmışlar.
Daha o onbeş yaşındayken.
Uygarlık iîiklerine işlemiş. Uygar
dünyada yaşamayı seviyorlar. Alış-
mışlar. Düzensizliğimiz her şeyde ve
her alanda onlan şaşırtıyor. Kabulle-
nemiyorlar. Ayçe, "Sabun ne kadar
pahalı Türkiye'de" dedi. "Sular niçin"
akmıyor, anlayamıyorum."
Sabun vesu...
İnadım tuttu, dönerken yirmi kahp
sabun aldım, üstelik su parasına.
StRECEK
POLİTİKAVEOTESI
MEHMED KEMAL
Bir Krepen Pasajı Vardı...
Krepen Pasajı nın çarşı kapısından girince sola düşen
meyhanenin sahibi Rüstem, biraz sonra gelip yanıma iliş-
ti.
"Biliyor musunuz?" dedi. "Buraları yıkıyorlar."
"Neden?"
"Mülk sahibi davayı kazandı, bize çıkın diyor."
"Hani tarihi yapiydı burası?"
"Değilmiş, öyle karar vermişler."
Krepen Pasajı'nı yıllar öncesi bilenlerdenim. Vaktiyle
Asmalı Mescit'te, Beyoğlu Balıkpazan'nda bazı içkili yer-
ler vardı. Devam edenlerin kesesine göre, ucuz olan bu
yerler, bir dönemin bohem sanatçılarının ugrağıydı. Onlar
gidiyor diye buraya çokça gelenler olurdu. Onlan çekin,
geleni de olmazdı, gideni de. "Lambo neresi, Cumhuriyet
neresi, Mustafa'nın Şaraphanesi ne yana düşer, Laternalı
Köşe hangisidir" diye soranlar vardır. Çoğu bugün yok.
Şöyle bir düşünüyorum da buralara kimler gelmezdi? Sait
Faik, Cahit Irgat, Orhan Veli, Suavi Koçer, Haşmet Akal,
Ferruh Başağa, Fikret Adil, Turhan Seyfioğlu, Salih To-
zan... Buraların çoğu yıkılmış, çoğu da kapanmıştır.
Gözlerimin önünden şöyle bir geçenler var. Park Otel'in
balkonu, Lebon, Markiz, Nisuaz, Moskova, Petrograt, Sir-
keci'de istanbul Lokantası, Pandelli, Nil, Viyana, Fişer...
Daha neresi? Gece kulüpleri vardı: Kulüp 12, Tosun'un
Yeri, Fuaye, Kulis.
Demek Krepen Pasajı da tarihe karışıyor!.. Buranın ge-
diklisi Mösyö Rober'e soruyorum:
"Mösyö Rober, bunlar birer kilise vakfı değil mi, nasıl yı-
karlar?"
"içlerinde kilise vakfı olanlarda var, olmayanlarda... El-
bet bir punduna getirilenler de bulunur."
Krepen Pasajı'nda sıra sıra masalar dizilidir. Bir orta
masa var ki oraya kim gelirse ilişir. Meyhanenin bol kadın-
lı masası orasıdır. Pasajdaki ünlü meyhaneler Bayram'ın
Neşe'si ile içerideki Imroz'dur. Rüstem'in yeri garson Me-
miş'in yeridir. Memiş bir neşeli omlet" yapar ki tadı da-
maklardan çıkmaz.
Çiçek Pasajı bir gece Degüstasyon'la birlikte çökünce,
oradaki içkili yerler kendilerine bir yer aradılar. Çoğu Kre-
pen Pasajı'na taşındı. Içkiciler bir süre burada barındı.
Günün birinde Krepen Pasajı da yıkıldı. Imdada Çiçek Pa-
sajı'nın onarılması yetişti. Ancak Çiçek Pasajı eskisi gibi
olmadı. Dalan, belediye başkanı olunca pasajdakileri ör-
gütledi, burasını turistik bir yere çevirdi.
Çiçek Pasajı gene var ama yerli değil, yabancı (yani tu-
ristik). Sanatçı keseleri de turistiğe pek dayanmıyor. Çi-
çekçiler kapandı, pasaj silme meyhane oldu.
Gidilen yerler güzel olduğu gibi gidilmeyen yerler de
güzel... Kişinin ayağının alışması. dostlarını bulması da o
yerleri güzelleştirir. Bana, bazen sorarlar:
"Nereye çıkıyorsun?"
"Çıktığım belli bir yer yok."
"Bir yere çıksan da eskiden olduğu gibi biz de gelsek,
belli bir yerde toplansak..."
"Oiur" derim, ama gene belli bir yere çıkamam. Kentin
trafiği beni öldürüyor. Akatlar'dan Babıâli'ye otobüsle de
olsa, taksi ile de olşa, özel araba ile de olsa bir-bir buçuk
saatte ancak ulaşabiliyorum. Akşamı da sabahı gibi. Cad-
delerin biraz tenhalaştığı saatleri seçeceğim de yoğun
trafikten kurtulacağım. Geç kaldı mı, insanın hapı yuttuğu-
rtun resmidir. Eskiden böyle miydi? Sokaklar gibi insanın
ruhu da sıkılıyor.
Şimdi konuştuğumuzda, "Eskiden bir Krepen Pasajı
vardı" diyeoyalanıyoruz. Oyalanmasak elden ne gelir ki!..
imroz da, Kadir'in Yeri de arka sokağa taşındı. Krepen Pa-
sajı da öteki yerler gibi bir hayal oldu...
BULMACA
SOLDAN SAGA:
1/ Deride yer yer
beyazlaşma ile be-
lirgin deri hastahğı.
II Yunan mitoloji-
sinde aşk tanrısı...
Yakın arkadaş. 3/
Mikroskop cami...
Bir bağlaç... Bakı-
nn simgesi. 4/ Faz-
la bön, avanak...
"Yiyin efendiler yi-
yin, bu —ı iştiha
sizin" (Tevfik Fik-
ret). 5/ Kırk dört
okkalık eski bir
ağırhk birimi. 6/
Çahşanlann giriş çıkışlannı işaret-
leyen kimse ya da aygıt. 7/ Işaret...
Bir çemberin 36O"ta birine eşit olan
açı birimi. 8/ Çöl bölgelerinde ba-
zı çukurlann tabanını kaplayan
tuzlu ve killi toprak... Küçük ağıl.
9/ Üzerine yazı yazılan tabaklan-
mış ceylan derisi... Menteşe.
YUKARIDAN AŞAĞrYA: 1/ Bi-
siklete verilen bir başka ad. 2/ As-
ya'da bir ülke... Çıkar yol, çare. 3/
Çene altından ve yanaklann üzerinden geçilerek baş örtttsü-
ne kancalanan, genellikle gümüşten yapılmış takı... Akım şid-
deti birimi kiloamperin simgesi. 4/ Duman lekesi... Sıcak ve
kurak bölgelerde yetişen, sanmtırak küçük tohumlanndan kud-
ret helvasına benzer bir madde elde edilen bitki. 5/ Torba bi-
çiminde bir balık ağı. 6/ Düşünce... Evde ya da odada saygı-
değer kişilerin oturduğu baş köşe. 7/ Çin ve Japonya'da oy-
nanan bir çeşit satranc... Arap yazısmda kısa ünlü yerine kul-
lanılan işaret. 8/ En tanınmış sinema ödülü... Fasikül. 9/ Gizli
yer, köşe bucak... Alevi-Bektaşi ozanlannm tarikatlanyla il-
gili şürlerine verdikleri ad.
MAZGİRT 2. NO.LU KADASTRO
MAHKEMESt
Parsel No: 434
Dosya No: 1958/845 Es.
1961/255 Ka.
Mahkemenüzin 29.6.1961 tarih ve 1958/845 Es. 1961/255 Ka. sayı-
h karan ve Mazgirt ilçesi, Muhundu köyü hudutlannda kain 434 noJu
parselin davacüann itirazlannın reddine, Fmdık llarslan, Reşit Cihan-
gir, Mehmet Cihangir, Gazel Cihangir adlanna tesciline karar veril-
miş olduğu, davaa Keko Cihangir'in adresi meçhul olduğundan ken-
disine karar tebliğ edilemediğinden, işbu ilan gazete ilanından 30 gün
sonra davacı Keko Cihangir'e tebliğ yerine kaim olmak uzeri Uanen
teblig olunur.
ELAZIĞ-ALTINOVA ÇİMENTO ŞANAYİİ
T.A.Ş. GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
AFŞİN-ELBtSTAN'DAN + %2S TOLERANSLI
5000 TON KÖMÜR KÜLÜ NAKLETTİRİLECEKTİR
1- Fabrikamız ihtiyacı için Afşin-Elbistan Linyitleri Işletmesi'nden
satın alacağınuz + %25 toleranslı 5000 ton kömür külünün yükle-
me, nakliye ve fabrikanuz stok sahasına tahliye işlerini yaptırmak üzere;
kapalı zarfla teklif alınmak suretiyle ihale yapılacaktır.
2- ihale 2.6.1992 günü saat 14.30'da fabrikamızda yapüacaktır. Iş-
tirakçilerin şartnameye göre hazırlayacaklan tekliflerini belirtilen gün
ve saate kadar Fabrikamız Haberleşme Şefliği'ne tevdi etmeleri lazım-
dır. Postadaki vaki gecikmeler, telefon ve telgrafla yapılacak teklifler
dikkate aiınmayacaktır.
3- Bu işin şannamesi Fabrikamız Ticaret Müdürlüğü'nden temin
edilebilir.
4- Bu işe ait geçici teminat 15.000.000r TL. olup, kati teminat tek-
lif tutarının "VtlO'udur.
5- Şirketimiz bir iktisadi devlet teşekkülü olan Türkiye Çimento
ve Toprak Sanayii T.A.ŞÎnin bağlı ortaklığı olup. 2886 sayılı kanuna
tabi olmadığuıdan ihaleyi yapıp yapmamakta veya dilediğine yapmakta
serbesttir. tlgililere duyurulur.