05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 NİSAN 1992 CUMA 14 GORUŞLER r! BELKI MURAT BELGE PKK'nın ayaklanma çağrısını ve halkın tepkisini bir tür referandum gibi yorumlayabiliriz. Kürt halkının çoğunluğu bu "referandum"da birlikten yana tavır aldı. CMdi Bir Dönüm Noktası N evruz'da ne oldu? Bu olayin şimdiden tari- hin bir parçası haline geldiğini dûşünerek, tarih yazımının tekniğine uygun bazı genellemelerle özetJemeye çaJışayım. PKK hareketi özellikle son dört-beş yılda belirli bir başan düzeyine yükselmişti. Ancak bunun büyük kısmı, kendi kazandığı bir şey değil, anlamsız baskı politikalannın ona kazandırdığı bir ba- şanydı. PKK gibi, "popüler" bir hareket olmayı engelle- yecek her türlü özelliğe sahip bir örgüt, bu basİcı sayesin- de taban edinmişti ve böylece, politik prestiji, örgütün politik ve askeri gücünün ilerisine geçmişti. Bu koşullar- da, "askeri" alanda tıkanan PKK, yöre halkıyla devletin silahlı gücünü karşı karşıya getirme karan verdi ve genel ayaklanma çağnsında bulundu. Bunun sonuçlan, olaya ulusiararası müdahaleyi getirebilir ve bu da PKK'yı çe- şitli düzeylerde rahatlatırdı. Öcalan, çeşitli dergilere ver- diği mülakatlarda görece ılımh sözler söylerken, örgütü- ne gönderdiği talimat ve bildirilerde genel ayaklanmayı mutlak bir zorunluk olarak vurguladı. Bu bakımdan, "Nevruz'da ne oldu"nun ilk ve en önemli cevabı, "'genel ayaklanma" kavramıyla bağdaşır boyutlarda bir olay olmamasıdır. Olmamasının başlıca nedeni de halkın bunu istememesiydi. Bunun yanı sıra, olay çıkan yerlerde, güvenlik güçleri gene iyi sınav ver- mediler ve niçin öldüğü açıklanmayacak insanlar öldü. Bununla birlikte, istenen ulusiararası müdahaienin ger- çekleşmesi için gerekli kan gölü oluşmadı. Bu özellikleriyle Nevruz olayı, Türkiye'de Kürt-Türk birlikteliğinin bir dönüm noktası olabilir, vakit geçirme- den bazı somut adımlar atılması koşuluyla. Bu adımlar, söz düzeyinde kabul edilen Kürt varlığının, bu ülkede sa- hip olması gereken haklann kâğıda, yani yasalara, oradan da hayatın içine aktanlması adımlardır. Hükümet, Türk- Kûrt aynmı yapüma- ^ ^ — ^ — ^ — ^ — dan geliştirilmesi gereken bir genel de- mokrasiden söz edi- yor. Bu, genel olarak doğrudur. Reform- lann dayanması ge- reken temel birim, et- nik özelliklerinden soyutlanmış olarak "yurttaş"tır. Amahâlâ yaşadığımız tarih çerçevesinde, bu ülkede var olan mil- ~~™^^^^^~"™ yonlarca Kürt yurttaşımız için yalnızca "yurttaşlık"la ilgili reformlar yeterli olamaz. En başta dilin geliştirilmesi için gerekli reformlar yeterli olamaz. En başta dilin geliştirilmesi için gerekli reformlar vardır: TV kanalında Kürtçe yayın yapılması, kurulacak bir Kürdoloji bölümünde Kürt dil ve edebiyatına bilimsel bir disiplin içinde yaklaşılması gibi. Bu konuda daha fazla vakit kaybedilmemelidir, çünkü zaten gereğinden fazJa vakit kaybetmiş durumdayız. Kaybolan vaktin en ciddi sonuçlanndan biri, Kürt yurt- taşlanmızın girdiği güven bunalımıdır. Biz bu ülkede ya- şayan Türkler, geliştireceğimiz demokratik rejimde Kürtlerle ortak olarak birlikte var olmak istiyorsak, bu- nun temeli ancak karşılıklı güven olabilir. Reformlann savsaklanması, geciktirilmesi, bu güvenin bir daha oluşa- maması gibi vahim bir sonuç da doğurabilir. PKK'nın ayaklanma çağnsını ve halkın tepkisini bir tür referandum gibi yorumlayabiliriz. Kürt halkının ço- ğunluğu bu "referandum"da birlikten yana tavır aldı. Bunun mutlu, özgür bir birlik olmasını istiyorsak, o hal- de hemen, öyle bir birliğin gerektirdiği insanca yasalan yapmalı. insanca uygulamalan başlatmalıyız. 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET 1932: Muallimler Birliğine yeni varidat Birçikolâta fabrikası Muallimler Birliğine müracaatle sıhhî ve fennî murakabası birliğe ait olmak üzere, istenilen fırma alunda mekteplileriçin çikolata imal etmek istediğini bildirmiştir. Fabrika ile birlik arasında bu hususta biranlaşma yapılmıştır. Bu anlaşmaya göre Muallimler Birliği murakaba hakkına istinaden çikolatalan tahlil ettirip, tahlil necitesini efkâri umumiyeye ilân edecektir. Müessese buna mukabil varidatından yüzde bir miktannı birliğine teberru edecektir. Teberru edilecek bu paralar hasta muallimlerle ailelerinin tedavilerine tahsis ve sarfolunacaktır. Mayısın ilk cumasında lise ve orta mektep talebelerinin iştirakile Taksim stadyomunda idman şenlikleri yapılacaktır. Şenliklerde birinci derecede muvafTakiyet gösteren mektebin talebelerine bir kupa verilecektir. İdman şenliğine iştirak edecek erkek talebe lâcivert pantalon ve mekteplerinin fırmasını taşıyan beyaz fanilalar. kız talebede lâcivert eteklik giyeceklerdir. TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ-ARIKAN ANNY ŞOF6R at * • ıt ı»W H|« *enl SULTANI AŞK MECİDİYE TORPİLLENİrOM 191S'T£ j LAG4 f 4 4 E ' ' M . s/etuc/ oü DE YEG ALM/fTf. ga Dü&JM MİO/LLİ rO , BİR . YAVUZ VE TO&P/t Anadolu Universitesi'nden Izlenimler AHMET CEMAL 2 6 ve 27 mart günlerini, Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Al- man DiH Eğjtimi Anabilim Dah Başkanı Sayın Yard. Doç. Dr. Mustafa Çakır'ın nazik çağnsıyla bir konferans vermek üzere Eskişehir'de ge- çirdim. Bu kısa süre içerisinde üniversite kampusunda tanık olduklanm, kendini bir hedefe bütünüyle adamanın, bunu yaparken de her aksaklığın nedenini ola- nak eksildiğinde aramak gibi bir tutumu baştan geri çevirmenin zaferi diye özeüe- nebüir. Bundan birkaç ay önce -yalnızca duy- duklanmın yarattğı meraktan ötürü- üniversitenin Rektörü Sayın Prof. Dr. Yıbnaz Büyükerşen'e İstanbul'dan tele- fon edip onca olumlu işi Anadolu Üni- versitesi'nin parasal olanaklan daha ge- niş olduğu için mi başarabikliklerini sor- muştum. Rektör, yanıünda tersine para- sal olanaklannın belki bazı üniversitele- rin gerisinde oldugunu, ama iş yapmanın olanaklardan çok, bu olanaklan değer- lendirme biçimine bağb bulunduğunu belirtmişti. Şimdi, yapılmışlara ve yapıl- makta olanlara kendi tanıklığımın ardın- dan, bu yanıt benim için çok daha somut nitelik taşıyor. Anadolu Üniversitesi'nin Yunus Emre Kampusu, bol ağaçlı bir parktan farksız bahçesi ve yapılanyla, insanlann "aak suratlı" görevler yerine getirmek için top- larup sonra bir an önce çıkıp gitme peşine düştükleri bir yer değil, fakat yaşayarak, insanca bir çevre içerisinde eğitsel ve bi- fimsel üretimin gerçekleştirileceği bir bü- tün olarak öngörülmüş. Çoğunluğu oluşturan yeni yapıların mimari tasarıla- rı, "resmi" yapıların alışılagelmiş iti- ciliğinden bütünüyle uzak, göreni sıcak üslubuyla kendine çekebilecek bir üslup- la gerçekkştirilmiş. İşlevselliğin yanı sıra böyle bir üslubun da vurgulanması, do- ğal olarak "o mekanda" bir şeyler üret- me istekkrinin sürekli kamçıİaemasını sağlamış. Bu arada kampus içerisinde bulunan, üniversiteye gelen konuklann ağırlandığı Otel Anadolu, beş yıldızb otel- lerinkini hiç aratmayan konforu, bu ülke genelinde ender rasüanır temizliği ve son olarak da bütün personeünin hizmet açı- sından sergüediği ü'tizlikle, üniversiteye egemen olan genel atmosferin simgele- rinden biri sayüabilir. Anadohı Üniversitesi, kanımca geleceğin güzel Tioidyesi'nin de en sağlam güvencelerinden biıi Girişimcilik, üniversiterun -öğretim üyeleriyle ve öğrencileriyle- bütün insan unsurunun başhca niteliğini oluşturuyor. Ömeğin öğrendlerden gelebilecek bir şeyler yapmaya yönelik bir önerinin yö- neticilerce ve öğretim üyelerince umur- sanmamaa diye bir durum söz konusu değil. Sayın Yrd. Doç. Dr. Mustafa Çakır, bu durumu şöyle özetkdi: "Öğren- alerimizden gelecek böyle bir öneri biz- lerce dikkate alınmaz ve bu durum rektö- rümüzün kulağına giderse, o zaman sayın rektörümüzün kaşlan çaûhr!" Bir rastlanü sonucubu bağlamda güzel bir olaya kendim tanıklık etme fırsatıru buldum. Eğitim Fakültesi Dekan Vekili Sayın Prof. Dr. Aihnel Konrotîa konuş- tuğumuz sırada odaya gjren bir kız öğ- rend, arkadaşlanyla birlikte tiyatro yap- mak istediklerini, çalışüncılannın da hazır oldugunu söyledikten sonra dekan vekilinden bu konuda destek istedi. Prof. Dr. Ahmet Konrot. "Geleneksel" yönetici tutumunu takımp "bu işi düşü- neceğini" ya da "görüşeceğini" söyle- mek yerine hemen belli bir oyıın seçip seçmediklerini ve oyunlannı ne zamana kadar yetiştirebileceklerini sordu. Oğrencinin üçüncü sınıfta okluğunu öğrenince: "Neden bugüne kadar bekle- dıniz" diye sormayı da ihmal etmedi ve kendilerine uygun bir yer göstereceğini bildirdi! "Çevirinin Kuramsal Boyutlan" başhklı konferansım, 27 mart cuma günü, saat 14.00'te başlayacaktı. Günlerden cuma, üsteiik öğleden sonra ve havanın da en- der rastlanır güzellikte olmaana karşın Rektörlük Konferans Salonu'nun, Eği- tim Fakültesi Yabancı Dilkr Eğitimi Bö- lümü'nün bütün dallanndan geten öğ- rencilerle ve öğretim üyeleriyle tamanıen dolması, konferans sonrasında öğretim üyelerince ve öğrencilerce bana yönelti- len aynntılı sorular, Anadolu Üniversite- si'nde varlığı sürekli aJgılanan bilgilenme tutkusunun canh kanıüanydı. Son gece, otel salonunda geç bir saatte televizyon izledikten sonra odama çıkmak üzere kalktığımda bir görevlinin ardımdan hemen tablalan boşalnp seh- palan düzelttiğini gördüm. "Bu saatte de denetleyen olur mu" diye sorduğumda, şöyle karşılık verdi: "Hayn-, ama rektö- rümüz, bizim burayı düzenli bıraknğımı- za inanır." lnanan,inancını yaymasınıbilen bir rek- törte onun çevresinde -öğretim üyesi ve öğrencisiyle- kümelenmiş güzel insan- lann ortak eserleri olan Anadolu Üniver- sitesi, kanımca geleceğin güzel Türkiye- si'nin de en sağlam güvencelerinden biri. SEMİH BALCIOĞLU Doğramacı'dan Doğan Hayal Kırıklığı Prof.Dr. R. ÖMÜR AKYÜZ Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bl. Başkanı S ayın Doğramacı, adınıa ilk kez 1965 yılı bahannda duymuştum. İsmet İnönü'nün koalisyon hükümeti düştü- ğünde - her nedense - adınız yeni başbakan adayı olarak şayi olmuştu. O sırada Mamak'ta yedeİcsubay öğ- rencisiydim ve arkadaşlarımın arasın- da eğer yanılmıyorsam yeğe:ıiniz de vardı. Çok sevinmiştik bu şaiaya, zira hükümetin düşmesiyle hafta sonu izinlerimiz çok kısaltılmıştı. Bu arada Hacettepe Üniversitesi'- nin kuruluş ve gelişmesindeki başan- lannızı öğrendim; yıllar sonra da bir gün havaalanında Prof. İnönü beni si- zinle tanıştırdı. Yalçın Sanalan'a Pa- ris'ten ilaç getiriyordunuz. Derken Boğaziçi Üniversitesi'nin ilk fahri doktora adayı olarak gördük sizi. Tö- rende yaptığınız konuşmada "Üniver- site içi demokrasi"yi en aşın şekilde - beni rahatsız edecek kadar - savun- muştunuz. 2547 sayılı kanun çıktığında sizin YÖK Başkanı olacağınıza inanamı- yordum; hele böyle bir yasanın hazırla- yıcısı olduğunuza hiç. Farhi doktora tö- renindeki sözleriniz kulaklarımda çınlı- yordu: " hademeler bile yönetimde söz sahibi olmalıdır." (1) Çok yanılmışım... Kişisel ve kurumsal icraatınız YÖK'ün 10 yılı içinde çok eleştirildi. Ama verdiğiniz cevaplar hep kaçamak veya saptıncı nitelik taşımakta. Ne yazık ki kamuoyu önüne "canlı' olarak çıktığmızda karşınıza çıkan ya da çı- kanlanlar yüzeysel veya aşın tepkisel konuştuklanndan, sizin demagojik tutumunuzla pek başedemediler. Sıkıştınldığınız zaman ise "Benim yet- kim yok: belki bu konuyu iyi bilmiyo- rum" gibi sözlerle sıynlmayı becermiş göründünüz. Sizi eleştirenlere karşı tutmunuz da sonunda ithama kadar vardı. 9 Şubat 1992 tarihli Cumhuri- yet gazetesirtde yayımlanan söyleşi- nizde YÖK'ü eleştirenleri açıktan açı- ğa "tembellikle' suçladınız. Ayıptır. 12 Şubat 1992 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Prof. Attila Aşkar im- zasıyla yayınlanmış olan yazıyı iyi okuyun. Yıllar önce, YÖK'e ilişkin, benzeri eleştirileri Milliyet gazetesinde de yayınlanmış olan Prof. Aşkar, Tür- kiye'nin en başanlı bilimadamlannın başında gelen birkaç kişi arasındadır. Önce bunu bağımsız olarak saptayın lütfen. Sonra da sorun kendinize, it- hamlannız ona da yönelik olabilir mi? Aynı doğrultuda düşünen fakat bun- Ian yazılı eleştiriye dönüştürmeyi bile çalışmalan için zaman kaybı sayan çok meslektaşım bulunmaktadır. Bunlann seslerini her an duymamanız yadsımanıza sebep olmasın. Ama şuna da aynca_ dikkatinizi çekerim: Bugüne dek YÖK'ü ve sizi eleştiren, uyaran. kınayan çok ses ve yazı çıktı; ama, 'tembel' veya 'çalışkan'. hiç kim- se sizi öven bir yazı yazmadı. (2) Bir başka övünç vesileniz de yurtdışına lisans sonrası öğrenimi gör- mek için göndermiş olduğunuz 1200'ü aşkın "araştırma görevlisi." Yılda en az, çoğu yaşama masrafı olarak 400 milyon dolarlık döviz, artı yurtiçi maaş ödemeleri olarak 20 milyar TL'- ye mal olan bu 1200 gencin kaç tanesi yurtdışında okumağa değer bir konu- da, okumağa değer bir kurumda ve layıkıyla seçilmiş olarak okutuluyor- lar? Bu paranın vansı her yıl dört-beş seçme üniversitemize verilse hem bir yandan bu öğrencilerin büyük bir kısmı öğrenimlerini burada görür hem de bu üniversitelerimizin araştırmaya yönelik altyapılan birkaç yıl içinde 'çağı yakalayabilirler." Dönelim 'tembelliğimize.' Biz kesin- likle denetimden kaçmıyoruz. Ancak, istediğimiz, denetimin liyakatle yapıldığına ilişkin bizde güven uyandıracak mekanizmalann kurul- ması; her ne suretle göreve getirilmiş olurlarsa olsunlar üniversite için yöne- ticilerin, üniversiteye adını veren (3), ve kurumun varlığını sürdürmede en önemli unsur olan 'öğretim üyelerine' (4) karşı sorumluluklan bulunmasıdır. Bizlerden hesap sorulması ne kadar doğruysa yöneticilerin de üniversite- nin 'seçilmiş' kurullanna hesap ver- meleri o kadar doğrudur. Hesaplar hep yukanya doğru verildiğinde, bir noktada akış aksarsa - ki halen öyledir - sistem ve kurum yozlaşır. Sayın Doğramacı, siz gerçekten çok başanlı bir organizatörsünüz. İki tane nitelikli üniversite kurmayı ba- şardınız. Belki yapacağmız daha pek çok olumlu şey olabilir ama niye biraz da bize "mavi boncuk" vermiyorsunuz? Örneğin. bizlere yasayla haftada 10 saat ders yükü koyarken Bilkent Üni- versitesi'nde - çok doğru olarak - bir yanyılda 6-7, diğerinde 3-4 saatten fazlası neredeyse yasaklanmakta. Ya- hut 15 milyarlık evinizi niye, diyelim, "İlk göz ağnnız" olan Hacettepe Üni- versitesi'ne bağışlamadınız? Gözümüz yok; ama gölge de etme- yin. Her iki kurumun "mütevelli heye- ti" (YÖK de öyle sayılır) başkanı ola- rak görev yapmanız bir 'etik' sorunu- dur. Ne olursa olsun kurumlar arasın- da -iyi öğrenci veya iyi öğretim üyesi çekmekten başlayan - çıkar çatışma- lan vardır ve bu doğaldır. Siz bunun ya dışında ya da bir tarafında olun. Bunu. politikaalar gözardı ediyorsa bile sizin etmeniz hiç afiedilmez. En iyi yönetici iz'an sahibi olanıdır. Lütfen demagoji denemelerinizi artık terk edin ve bizi bize bırakın. Aramızda 'tembel' görülebilecek bazı yetenekli arkadaşlanmızın du- rumlannı da, yukanda yazdıklanmın sebep olduğu ciddi moral bozukluğu ışığında değerlendirin. C) Bu yazı Ahmet Taner Kışlah'nın yazısı (Cum- huriyet, 16 Şubat 1992) ve 'Söz Meclisten içeri" programı (TV1, 20 Şubat 1992) yayınlanmadan önce yazılmıştır. TV programıyla ilgili bir tek şey ekleyeceğim örneğin, "Yatay Geçiş Yönetme- liği'nı de mi YÖK yapmıyor? (1) Bu konuşmanın kaydı birkaç yıl öncesine kadar Boğaziçi Unıversitesı'nde vardı. Umarım. son yıllardaki başka kayıtlar gibi kaybolmamıştır. (2) Bir tane harıç. Altı kat maaş aldığını sandı- ğım ve kaderını bizlerle paylaşmak zorunda ol- mayan - belki de kendi ulkesınde kaderı yoktur - F Krause adlı bir yabancı profesor yazmıştı (Cumhuriyet, 12 Aralık 1991). (3) Üniversite' adı, Ortaçağ Latincesi'nde, "Birlik, şırket, kurum" anlamına gelen "Üniversı- tas'ın, sonraları "Yaratıcı çalışmalarını araların- da tartışıp, ısteyenlere oğretmek ıçın bir araya gelen bılge kışılerın oluşturdukları kurumlar'ın adı olarak süregelmıştır. (4) Bu, ne yazık kı bızım en az öğretim kadar önemli olan özgun araştırma ışlevımi'i kamuo- yuna ve devlete yansıtamayan yanıltıcı bir addtr. O kadar kı biz bile unutabılıyoruz |Vİ|ANKARA ANKA... MÜŞERREF HEKtMOĞLU Hep B ayram öncesi bir yazı kolay değil. Yüreğimizde acı olaylann birikimi, gözlerimizde çiğda, grizu- da ve depremde ve de Nevruz bayramında ölen- lerin, evi ocağı yıkılanlann, ailesinden bir ya da birkaç can yitirenlerin sızısı, ufkumuzda savaş bulutlan, başımız eğik, yüreğimiz ezik bir bayram sözün kısası. Ama insan tüm acılara karşın direnmek zorunda değil mi? Başı eğik, yüreği ezik yaşayamaz. Umudunu soldura- maz, gücünü yitiremez. Geriye değil ileriye bakarak, dünkü üzüntüleri sevince dönüştürmek için savaşmak gerekiyor. İnsan olmanın başlıca koşulu bu değil mi? Ya- şama sevincini soldurmadan yolculuğu sürdürmek. Olüm, gözyaşı, düşkınklığı, yitik ülküler, ama yaşam sü- recek. Yanlışlann faturasını ödeyerek doğrulara ^önele- ceksin, her şeye yeniden başlayacaksin. Yeni düşler kura- caksın, solan umudu yeşerteceksin, hüznü sevince dönüş- türeceksin! Küçük mutluluklann itici gücüyle dünyayı, insanlan sevgiyle kucaklayacaksın yeniden. Karanlık bir gecede gökyüzünde bakarken yıldızlar par- lar birden. Bir yıldız, bir yıldız daha derken bir yıldız yağ- muru başlar nerdeyse! Gözleriniz kamaşır, o yıldızlarla uçar karanlıktan aydınlığa ulaşınz. Belki de iyimser kişiliğim nedeniyle gökyüzüne bakarken mutlaka birkaç yıldız yakalanm ben. Yakalamadan rahat edemem. Umutsuzluğa gömülmeyi içime sindiremem. Çünkü, çok acı, olumsuz koşullara karşın mutlu olaylar da yaşıyoruz değil mi? Hürriyet gazetesinin Erzincan depremi nedeniyle açtığı "Yaralan Saralım" kampanyasını izliyor musunuz? Kısa sürede milyarlara ulaştı. Halkımızın yar- dımseverliğini kanıtbyor bu milyarlar. Kara günlerde yan yana gelmenin, el ele vermenin, birlikteliğin güzelliğini.. Yan yana gelince sırtındaki yükün hafıflediğini hisseder in- san, paylaşmanın mutluluğunu hisseder. Yorgunluğu ge- çer, yaralan sanlır, sevmenin, sevilmenin sıcaklığım, insan olmanın yüceliğini hisseder. Kara kış bahara dönüşür o za- man. Geride çok üzücü olaylar da olsa bayrama doğru yüreği- nizde nisan güneşinin aydınhğını hissetmiyor musunuz sev- gili okurlanm? Cumhuriyet'in sayfalannda sarmaş dolaş oluyoruz her gün. Nereye gitsem bir aile söyleşisi başlıyor. Genç kızlar, delikanlılar, yolumu kesiyor sorulanna yanıt istiyor, sorun- lara çözüm anyorlar. Çok içten seslenişleri var. Güzel bir olay değil mi bu, itici gücü yadsınabilir mi? Darboğazlan genişletmek, duvarlan aşmak gücünü dayanışmadan başka ne verir insanlara. Dayanışma olmayınca yaşanan düşkı- nklığını, dağmıklığı belirten örnekler alabildiğine çevremiz- de, tüm kuruluşlarda. Kaptanlar da gemiyi terkediyor kimi zaman. Bursa'da bir okurumuz var, ondan bir kaç kez söz ettim bu köşede. bir piyango biletçisi, sokak sokak geziyor, bilet satıyor. Kazandığı parayla gül gibi geçinmiyor ama gül- pembesi dünyası var. Adem Gerçek güzel bir gerçek, çevre- mizde. Çocuklanna müzik dersi aldınyor, kızının Suna Kan'a benzemesine özeniyor. Geçen akşam telefon etti, gözlerim yaşardı. Gazetemiz için önerdiği özveride koca- man yüreğini hissettim. Dar olanaklanna karşın zenginligi- nj. Sıcak soluğuyla ısınıverdim. Bu telefonlar bir kaç kez geliyor ülkenin her yanından. Masamdaki mektuplardan biri de Yıldız Kenter'den. Ti- yatrocu dostum 25 martta yazdığım yazjyla içinin ısındığını söylüyor. Sağol canım, diyor. Garsonun minik öykülerini anlatarak Cumhuriyet'e sa- rHp çıkışın ne güzel. Bizim de gözlerimiz yaşardı. Kafana, kalemine sağlık.. Böyle şey gördünüz mü? Özellikle yayımlıyorum bu kısa '• mektubu. Beni aşan bir olay bu, okurla yazann güzel ku- caklaşması. Bu mektuplar, telefonlar, tiyatroda, konserde, sa\cılar gibi karşıma dikilenler, sorulanna yanıt alınca göz- leri parlayanlar, okur-gazete diyaloğunu sevgiyle oluştu- ranlar o diyalog doğrultusunda genişleyen ufuklar bayram öncesi çok sevindirdi beni. Birgazetenin toplumdaki yerini, oluşturduğu birikimi. sevginin, güvenin bilincini yansıüyor- !ar. Kırk yılı aşan meslek yaşamımın en güzel ve umutlu bir olayı bu. Sizi bu güzel olayın sevinciyle selamhyor, hep birlikte da- ha güzel bayramlar yaşamayı diliyorum. ACIKAYBIMIZ İBRAHÎM TORUN Tnk.Kd.Üçvş. (1981-93) ve MEHMETÖZDEMİR'İ Tnk. Çvş. 30Man 1992 günü tcrörodaklannınhaincesaldınsısonucu şehit \crdik. Silaharkadaşlanmıza Tann'dan rahmet, kederli ailelerineveT.S.K.'yabaşsağlığıdileriz. 66'NCI ZH. TLG. 2. MKNZ. P. TB. PERSONELİ İLAN Dosya No: 14793/94 (91) Başmüdürlüğümüzün 10182 sayılı 3.10.1991 günlü yazılanyla bil- dirılen Sap-Yün Yünlü İşi. San. Tic. A.Ş. adına tanzimli 13647/29.5.1985 gün ve sayüı teşvik belgesinin iptali edilmesi nede- niyle söz konusu teşvik belgesi kapsamında gümrüğümüzden işlem gören 41400 sayüı 16.7.1985 günlü giriş beyannamesi muhteviyatı eş- yaiardan tahakkuk ettirilen 73.192.305 TL. (Kanuni faizi mahfuzdur.) gümriik vergi ve resimlerin ödenmesi hususu adı geçen fınnanın bili- nen adreslerinde bulunamadığından tebliğ edüememiştir. Tebligata esas olacak başkaca bir adres bilinemedığinden 7201 sa- yüı Tebligat Kanunu'nun 28. ve 29. maddelerine göre ILANEN tebli- ğine karar verildi. Tahakkuk tebligatı yerine kaim olmak üzere tebliğ olunur. CEZAYtR YAMAN ERENKÖY GtRİŞ GÜMRÜK MÜDÜRÜ Basm: 24748 İLAN GEREDE KADASTRO MAHKEMESİ'NDEN Dosya no: 1983 110 Davaa Gerede Mal Müdürlüğü vekili Av. Hatice Doğuluer tarafından davalılar Hikmet Peker. Pakize Peker ve arkadaşlan aleyhine mahkeme- mize açılan Kadastru davasının yapılan açık yargıîaması sonunda 7 2,1992 tarihli celsesinde venlen ara karan gereğince davalı Ata Peker. mirasçılanndan Nezahat Gürver ve Nebahat Coşkun'un zabıtaca yapılan adres tahkikı neticesinde adreslen tespit edıkrnıedıgınden adlanna dava dilekı,esi tebliğ olunamamıştır. Aşağıda açık kimliklen yazılı ijahislann Bolu ili Gerede iiçesı Güneyde- mırciler köyü "Aşılık" mev kiinde kaın 1045 parse! sayılı taşınmazda muris Ata Peker mirasçısı sıfatı ile hisselen mevcut olmakla aşağıda açık kimlıh- len şazjiı şahıslara davetiye yerine kaim olmak üzere gazete yolu ile ılanen taraf teşkilıne karar verılmiş olmakla aşağıda kimliklen yazılı şahıslann duruşmanın atılı bulunduğu 15 5 1992 günü saat 09.00"da Gerede Ka- dastro Mahkemesi'nde hazır bulunmalan aksi halde bu ılanın yayım tari- hınden itibaren (15) gün içersinde adlanna tebligat yapılmış sayılacağj ilanen tebliğ olunur. Açık kimliklen: I-Nezahat Gür\er Eta ve Semahatten olma 01.05.1961 D.lu Bolu ili Gerede ilçesi Demırciler Mah. 172 26 H. nüfusuna kayıtlı. 2-Nebahat Coşkun-Eta ve Semahatten olma 20 10 1956 D.lu Gerede ilçesi Demircıler Mah. 21 3 H. nüfusuna kayıtlı. Basın. 46643
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle