Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
3 NİSAN1992 CUMA CUMHURIYET SAYFA
KULTUR 13
PSD'nin nisan
ctkinlikleri
• Kiiltür Servisi- Plastik Sanatlar
DerneğYnın (PSD) şubatayında
*~Sanatçı Haklan Etkinliklen" panel
tartışmalanyla başlayan dizisinde, bu ay
'"Bilgi OJarak Sanat/Olgu Olarak
Sanatçı: Yenı Ontoloji" konusuele
alınacak. Demek bu ay 1992 yılında
s-anat alanlannda yoğun olarak tarüşılan
telif hakkı ve sanatçı haklannın
k uramsal ve yasal boyutlannın yanında,
k onunun tarihsel ve felsefi yönlerini de
incelemeyeyönelı>pr. PSD'nin bu ayki
konferanslannda Önay Sözer "Sanat
Yapma Hakkına Doğru", Hasan Ünal
NJalbantoğlu "Sanat Üretımı ve Çağdaş
Niesnenin Kurgulanışı", Denız Şengel
" Romantizm ve Hukuk: Telif Hakkı
Yasası ve Sanat Kuramı" konulu
konuşmalannı Cemal Reşit Rey Konser
Salonu'nda gerçekleştirecekler.
Şizofrengi dergisi
• Kültür Servisi-Antipsikıyatrist
psikolog ve psikiyatrlann kendi
olanaklanyla çıkardıklan ika ayhk
ŞLzofrengı dergisinın ikınci sayısında
delilik sorunu tartışılıyor. DergideOnat
Kutlar'la "Psikiyatri ve Sinema" konulu
söyleşi, Lacan veantipsikiyatri üzerine
biryazı. Küçük İskender'ın bıröyküsü,
Phıl Brown"un "Sömürgeleştirilenlerin
Psikolojısı" konulu yaası, Deliler'den
şiirler. Muskaterapı ve Cornellius
Castoriadis"in "60'lann Hareketleri"
konulu yaalan yeralıyor.
TheMarmara'da
canlı müzik
• Kültür Servisi-Pazartesi dışında her
akşamüsıü Merhaba Bar'da, aynca her
akşam Tepe Bar'da carüı müzik uygula-
masını sürdüren
The Marmara'nın nısan ayı konuğu,
Amerikalı piyanist-şarkıcı Lisa Mc
Cenna olacaİc. Georgia doğumlu Mc
Cenna California ve New York'da
fotomodel, dansçı veoyuncu olarak
başladığı sanat yaşamında sonralan folk
müziği ile ilgilendi.Chicago'ya
yerleştikten sonra caza ağırhk veren
sanatçı bugüne dek İskandınavya,
Almanya, Avusturya ve İsviçre'de
çauştı.Lisa Mc Cenna'nın İstanbul'daki
çahşması 30 Nisan'da sona erecek.
Ebru sergisi
J Kültür Servisi-İki yıl önce yitirdığimiz
ebru sanatçısı Mustafa Düzgünman'ın
çalışmalannı kapsayan "Mustafa
Düzgünman'ın Çiçekleri" konulu sergi
10 Nisan'da Horhor Sanat Galerisi'nde
açılacak.Galerinin Türk sanatlannı
tanıtmayı amaçlayan dizisi içindeyer
alan sergi 10 Mayıs'a dek izlenebilecek.
Muğla Şehîp Tiyatrosu
• Kültür Servisi-Üçyıldıretkın-
gösteren M uğla Belediyesi Şehır
Tiyatrosu. Belediye Meclisi'nin
oybırlığıyle aldığı kararla resmiyet
kazandı.Tiyatronun resmileşmesinin
ardından yeni oluşturulacak Belediye
Kültür Müdürlüğü için ilgili
bakanlıktan kadro istenirken,
tıyatronun dört elemaru geçicı olarak
işbaşı yaptı.Halen Athol Fugard'ın
"'Ada" ve Anton Çehov'un "Ayı" adlı
oyunlannı sergileyen Muğla Belediyesi
Şehir Tiyatrosu, Skarmeta'mn "Ateşli
Sabır" adlı yapıtını da yenı oyun olarak
haarlıyor.
SİNEMA
Yönetmen Oliver Stone, mevsimin en önemli fümlerinden biri olan JFK'de bıçağı yaranın içine sokuyor
Amerikan imparatorluğunun arka bahçesi
ATILLA
DORSAY
JFK - Kapanmayan Dosya (JFK)
Yönetmen: Oliver StonejSenaryo:
Oliver Stone, Zchary Sklar
Görüntü: Robert Richardson
Müzik: John IVilliams/Oyuncu-
lar: Kevin Costner, Kevin Bacon,
Sissy Spacek, Tommy Lee Jones,
Laurie Metcalf, Gary Oldman,
Michael Rooker, Jay O, Sanders,
Joe Pesci, Jack LemmonjBir War-
ner Brosfılmi /180 dakika.
Oliver Stone. bir kez daha bıçağı yaranın
içine sokuyor ve bir kez daha içinde ya-
şadığı toplumun, görkemli Amerikan im-
paratorluğunun kirli yüzüne, "arka bah-
çe"sine, karanhk dehlizlerine götürüyor
bızi...
Burası. belki de kapitalist bir toplumun
gercekten de kaçınılmaz kıldığı inanılmaz
karanhk ve yozlaşmışlıktaki iüşkiler ağının
saklı olduğu karanlık odalardır. Burada.
Amerikan imparatorluğunun resmi ve özel
çeşıtli kurumlannın o kolay kolay kavra-
namaz çıkar bağlan saklıdır: Başkan, hü-
kümet, CIA, FBI, Pentagon vb. resmi kişi
ve kurumlarla silah sanayicileri ve tüccar-
lannın. uyuşturucu kacakçılannın, maf-
yanın ve başka kişıkurumlann arasındakı
ilişkiler öylesine kanşık ve karanlıktır ki!..
Bunlar sonuç olarak imparatorluk içinde
istedikleri gibi at oynatabilirler, inanılmaz
ışler yapabilir. çanlanna ve çıkarlanna ot
tıkayanlan ıseaamasızca harcayabilirler...
''Kurtlarla Dans" ve "Robin Hood" gibi fılmlerle yıldızı parlayan Kevin Costner, "JFK"da dürüst bir savcıyı canlandınyor.
Bu, dünyanın en güçlü kişisi, yanı ABD
Cumhurbaşkaru olsa bıieî...
20. yüzyıhn çözülemeyen büyük cinayet-
lerinden biri olan John Fitzgerald Ken-
nedy'nin katlı, tek başına oluşan aykın ve
aynksı bir cinayet değildir. Bu cinayeti,
1960'Iann ABD'sınde toplumu tüm ku-
rumlanyla birlikte radikal olarak değiştir-
mek. ırkçılığı ve zencilere karşı aynmcılığı
kaldırmak. Sovyetler'le anlamsız rekabete
son vermek, Küba'yı ışgal etmekten veya
Vietnam'da dünya jandarmalığına soyun-
maktan vazgeçip gerçek anlamda banşçı
bir siyaset gütmek, hükümetlerle mafyanın
ilişkisine son vermek, nutuklardaki gibi
Yılmaz Güneyilk kez küçük ekranda izleyici karşısına çıktı
Umutsuzlar: Güney'in'silah romantizmf"Umutsuzlar"la bir Yılmaz
Güney filmi, çok uzun yıllar sonra
ilk kez geniş kitlelerin önüne geldi.
Show TV'ye bravo!.. TRT'nin
yıllardır yapamadığı ve herhalde
daha bir süre yapamayacağını
yaptı. Böylece bir maskaralık
sona erdi.
12 Eylül rejimînin en büyük günahlann-
dan biri olan filmleri yasaklamak, giderek
yakmak tavn yıllar sonra bırakjldı ve bu
tavırdan en çok zarar görmüş, seyircisin-
den. halkından uzaklaştınlmış bir sanatçı
olan Yılmaz Güney, bir filmiyle de olsa
yine geniş yığınlara ulaşü.
"Umutsuzlar"ı kuşkusuz heyecan içinde
izledim. Kaç yıl olmuştu bu filmi göreli?
Güney'jn kendi hesabına değil, Akün Film
(Irfan Ünal) hesabına çevirdiği. dolayısıyla
içine bir "mesaj", politik bir tavır koyma-
dan. sadece Yeşilçam kalıplan çevresinde
dolanarak kotardığı bir filmdi "Umutsuz-
lar."
Güney, birçok filminde olduğu gibi.
Türk toplumunun iki uç noktası olarak
düşündüğü çevrelerden gelen ikı kahra-
manı bir araya getirerek tasarlamıştı filmi.
Ne var ki kahramanlann ikisi de, yabancı
filmden esinJenmiş oldukça şablon tiplerdı.
Tipik bir mafya babası olan ve kendisine
yapılan şikâyetlen, aynen "Baba" filminde-
ki yöntemlerle karara bağlayan Fırat da,
bir "balerin" olan ve dershaneyle gece ku-
lübü arası bir yerde "modern bale" yapan
zengin kızı Çiğdem de, ayaklan peİc yere
basmayan ve inandıncı olmayan tiplerdi.
Fırat ve Çiğdem. fılmin birçok sahnesin-
de, özellikle de başlarda. Güney'in oldukça
ilginç kılmayı bildiği uzun bakışmalarla
örülü sessizlik sahnelerinde bir araya geli-
yorlar, bu arada "diyalog eksiİcliği"ni
Yalçın Tura'nın bestelediği melodik bir"ke-
1971yapımı "Umutsuzlar"filmindeGüney ile Filiz Akın iki sevgiliyi canlandınyor
man sesi" kapatıyordu. Fırat ve Çiğdem
konuşmaya başladıklannda ise Yılmaz
Güney'in oldukça aceleye getirdıği. bir bö-
lümünü olasılıkla sette çiziktırdıği diyalog-
larla konuşuyorlardr Oldukça ağdalı, klişe
laflarla örülü, fotoroman düzeyini sık sık
anımsa'.an konuşmalar... Çevredekı gangs-
ter veya aıle bireyı tiplcri ise pek bir özgün-
lük ve rölyef içermeyen, Yeşilçam filmle-
rinden toplanmışa benzeyen tiplerdi.
Tüm bu gözlemler elbette olumlu değil.
Daha çok olumsuz. Pekı, ama "Umutsuz-
lar"ın o kendine özgü çekicihğı nereden
geliyordu? Kuşkusuz biraz Yılmaz Gü-
ney'in hem oyuncu hem yönetmen olarak
özelliklerinden. Biraz da, aradan geçen za-
manın filme yüklediği anlamdan... Yılmaz
Güney, inandmcı olarak çizilmemiş rolü-
nü, bir bakışıyla, yaşamın içinden kopmuş
davraruşlanyîa. hüzünJü tavnyla, ezik gü-
lümsemesiyle birden gerçek, yaşar ve
inanılır kılmayı başanyordu.
Türk sinemasının en "Avrupai kız"ı
olan Filiz Akın'ı da çok iyi yönetmiş ve
onun, "seven sosyete luzı" tiplemesini ka-
bul edilebılır kılmıştı. Aynı bıçimde, film-
deki sessizlikleri, gerilim aniannı, duygu-
sallığı da vurgulamayı ve "filmik zaman"ı
perdede yenıden kurmayı başanyordu Gü-
ney...
Ancak yıllann ötesinden fılmin asıl
özelliğı, bize zamanın yüklediği anlam gibi
geldi. Filmin başkışısi Fırat, silahından bir
türlü vazgeçmeyen, yoksulluk içinde geçen
çocukluğundan silafu sayesinde saygmlığa
erişmiş, sılahıyla kimliğini, kişiliğıni sağ-
lamış bir tipti. Ondaki "silah tutkusu" ge-
reksiz bir keyif, bir lüks değil, yaşaması için
bir gereksinmeydi. Sevdiği kadına silahsız
olamayacağıru, hayatta kalmak için silaha
gereksinmesi olduğunu ve silahı ve sevgili-
siyle birlikte "üçlü bir yaşam" istediğini
söylerken haklı ve içtentı.
Ama Çiğdem silah istemiyordu. Silahın
getirdiğı tüm tehlikeleri ve risklen taşımak
niyetinde değildi. O, Fırat'ı yalnız silahuı-
dan annmış olarak istiyordu.
Silahın eninde-sonunda onun başını yi-
yeceğini biüyordu. Bu "silah romanüzmi",
silah üzerine bu tarüşmalar, birtabancanın
bir ınsanın yaşamında oynayabileceği rol,
filmde belki biraz abartıh gözüküyordu.
Ama hayat sonradan bunlan doğrulamadı
mı? Güney'in başı, silahı yüzünden onul-
maz dertlere girmedı mi? Silahı yüzünden
özgürlüğünden, çalışma olanaklanndan.
dolaylı olarak da ülkesinden, vatanından
ve de yaşamından olmadı mı? Zamanın
doğruladığı bu duyarhük ve bu yaklaşım,
"Umutsuzlar"ın etkı gücünü oluşturan
belki de temel öğe değil mi?
Pier Paolo Pasolini'nin salondan kaçıran "Salo"suna son bir bakış
îstediğiniz, şiddet, kıyım ve açık- saçıklık mı?'
11. İstanbul Film Festivali bitti.
Ancak birçok filmin anısı uzun
zaman beÜeklerden silinmeye-
cek. Bunların başım da Pasolini
filmleri ve özellikle "Salo ya da
Sodom'un 120 Günü" çekiyor.
Kimilerinin sonuna dek izleye-
mediği ve yansmda salondan
sanki kaçtığı bu film üzerindekı -
saca durmak istiyorum.
Pasolini'nin gercekten de "seyri zor" ve
"iğrenç" görüntüler içeren bu filmi, genel-
de hiçbir biçimde sinemadan beklediğimiz,
"hoş vakit gecirtme", oyalama islevlerine,
sanaün estetik kaygılanna ve başka şeylere
yakışmıyor. Karşımızda belki çok uzun yıl-
lariçin Roland Barthes'ın deyişiyle "Kabul
edilebilir, hazmedilebilir ve tüketilebilir ol-
mayan bir nesne" var. Ama niçin böyle bir
"nesne" gerçekleştirmiş Pasolini? Sırf kış-
kırtıcı olmak, yalnız "burjuva toplumu"-
na meydan okumak, insanJarı iğrendirip
kızdımiak yoluyla derin umutsuzluğunu
haykırmak için mi?
Biraz hepsi... Ama başka şeyler de var.
Pasolini bu fılmle insan bedenini her alan-
da deneyler ("haz deneyleri" kadar bilim-
sel araştırmalar da) için bir nesne haline ge-
tiren ve kolayca kınp döken bir anlayışı
sergilıyor öncelikle. Nıizılenn yıllar boyu
"azınhklar" üzerinde yapuğı ve korkunç
kalıntılan toplama kamplarında bulunan
deneyleri düşünün... O kamplarda olup bi-
tenlerin yanında "Salo"nun gösterdikleri-
nin ne anlamı kalır ki?
Pier Paolo Pasolini'nin "seyrizor" ve "iğrenc"filmi"Salo ya da Sodom'un 120 Günü"nden bir sahne...
Ama "Salo" yalnızca faşizme ve onun
insan yaşamını, insan bedenini de kişiliğı
kadar hıçe sayan tavnna karşı bir film de-
ğil Pasolini. bu filmde sanki günümüzede
göndermelerde bulunuyor. Sanki daha
] 975 yılından günümüzde görsel medyala-
nn alacağı biçimı öngörebilmiş. Günümü-
zün görsel medyalan, özellikle de gitgide
artan TV kanalian, bızlere neler sunuyor?
Her gün dozu ve oranı daha çok artan şid-
det, vur kır, vahşet görüntülen değil mi?
Erotizm, Pasolini'nin ülkesı İtalya'da. o
tutucu, Katolik İtalya'da 1980'lerde yaşa-
nan "görsel devrim" sonucu pıtrak gibi
fışkıran sayısızTV kanalının toplumu "tav-
lamak" ıçın kullandığı baş silahlardan bin
olmadı mı? İnsanlar TV kanalian
aracılığıyla evlerinin içine dek yayılan açık
saçık görüntülere karşı gitgide daha hoş-
görülü olmadılar mı? Gitgide daha faz-
lasını ister hale gelmedıler mi?
Ve çağdaş kültürümüz neyle besleniyor?
Gitgide daha çok şiddet, dehşet ve ero-
tizm/pornografi istiyor değil miyiz? Oscar
ödüllerinin tümünü götüren "Kuzulann
Sessizliği" bir "yamyam katiF'in öyküsünü
anlatmıyor mu? Ve Katolik İtalya'dan
^onra şimdi de "Müslüman Türkiye" tele-
\izyonlan, gitgide "kırmızı nokta"larla
ı^aretlenmiş açık saçıküğa teslim olmuyor
mu? Evet, şiddete ve pornografiye yönelen
bir kültürün egemenliğinde yaşıyoruz.
Çağın önlenemez gidişi bu. İşte Pasolini bu
gidişi yıllar öncesinden görmüş bir pey-
gamber sanki... "İstediğıniz şiddet, kıyım
ve açık saçıklık mı? İşte size tüm bunlardan
bol bol sunuyorum" dıyor sanki "Salo" ile.
Dıkkat ediniz: "Salo", şiddeti ve pomoya
varan bir açık saçıklığı "eleştiri" bahanesi
altında kullanan. sömüren filmlerden de-
ğil. Tersine, gösterdiklerini en soğukkanh
biçimde, mesafeli biçimde sunan bir film.
Bu "mesafe" kavramı da son bölümdeki
"işkence" sahnelerinin bir dürbünden gö-
rüîerek verilmesiyle iyice belirginleşiyor.
"Siz, çağdaş burjuvalar... Madem ki bun-
lan istiyorsunuz. Alın sıze" diyor Pasoli-
ni!..
Ve ortaya iğrendirse de, kışkırtsa da üze-
rinde düşünülmesi gereken önemli bir film
bırakıyor. Eğer "pislik yemeyi" gösteren
bir sahneyı, insanoğlunun 20. yüzyılın son-
larndahâlâbırakamri.f sa\?. jlard ın.kit-
ILJCİ k.^ımlardan. vazgeçerpcuıgı .şkence
baskıdtn, önleyemediği açlıktan, çocuk
ölümlerinden, geri kalmışlıktan ve başka
şeylerden daha"ığrenç", daha meydan
okuyucu bulanlar varsa, onlara sözümüz
yok. Ancak çağdaş dünyadaki iğrençliğin,
Pasolini'nin kışkırtıcı ve uyana biçimde
gösterebıldığinden çok daha fazla olduğu-
nu düşünenlerdeniz biz...
gercekten özgür, demokratik, insancıl bir
sistem kurmak isteyenlerle tüm bunlara
karşı olanlann arasındaki "büyük hesap-
laşma"nın bir halkası olarak görmek ge-
rek. Bir delinın, bir çılgının tek başına
kalkıştığı bir iş olarak değil...
Nitekim 1960'lar Amerikası'nı bir poli-
tik cinayetler Amerikası haline getiren tüm
o kolay unutulamaz öldürme eylemleri,
Martin Luther King, John Kennedy, Ro-
bert Kennedy veya başkalannın ölümleri
(ki bir sava göre bunlann arasında Marilyn
Monroe'nun ölümü de vardır), Kennedy
cinayeü'ni izleyen olayın birçok lanığının
anlaşılmaz ve "rastlanüsal" ölümleri, vb.
bu savı doğrular. Bu "seri cinayetler", bu
dizi öldürmeler, karmakanşık çıkar ilişki-
lennin bir devlet yönetiminin içine sızdığı,
demokrasiyi teslim aldığı bır sistemin "acı
günleri"dir. ABD'nindersalması, bir daha
olmasına olanak vermemesi ve tarihin de-
rinliklerine gömmeden önce iyice irdeleme-
si, tanımlaması ve açıklaması gereken...
İşte Olıver Stone bunu yapıyor. Nice
devlet örgütünün, görevlisinin, anlı-şanlı
başkanlann, yargı kurumlannın ve araştır- '
ma kurullannın yapamadığı bu işe
sıvanrruş, hayatını adanuş hemen hemen
tek kişi olan bir zamanlann New Orleans
Savası Jim Garrison'un kitabmı sinema-
laşürarak, böylece tozlanmış raflardan alıp
Amerikan ve dünya kamuoyunun önüne,
gündemine getirerek, işte bunu yapıyor.
Bu, gerçek anlamda vatanseverliktir, ger-
çek anlamda çağdaşlıkür. ABD'ye olduğu
kadar, gerçek tarihe, demokrasiye ve öz-
gürlüğe de büyük bir hizmettir.
Bu kadan bıle insaru heyecanlandırma-
ya ve "JFK"yı önemli ve ilginç bir çağdaş
sinema örneğı yapmaya yeterdi. Ama Oli-
ver Stone bununla da kalmıyor. Kennedy
cinayeti üzerine neredeyse 30 yıl sonra ge-
tirdiği bu yaklasımı, sinema sanatı açısın-
dan da ilginç ve önemli bir filme dönüş-
türmeyi başanyor Film, aldığı kurgu Os-
car'ını hakeden başdöndürücü denecek
kadar başanlı bir kurguyla oluşmuş. Bu
kurgu, bizlere Kevin Costner'in can-
landırdığı Sava Garnson'ın cinayet son-
rasında başlayıp bırkaç yıl boyunca süren
araştırmalanyla birlikte Kennedy cinayeti- J
nin belgesel filmlerini ve çeşıtli kışılerin \
tanıklıklanyla birlikte bu tanıkhklann ade-
ta bellekten gecercesine verilmiş yıldınm-
görüntülennı içeriyor.
Oliver Stone, gerek senaryo gerekse sine-
ma aşamasında, elindeki yoğun malzemeyi
çok iyi değerlendirmiş. İlk bakışta sinema-
sal yan içermeyen bu malzemeyi, hem özü-
nü koruyarak ayıklamış hem de son derece
sürükleyici, akıa bir filme dönüştürmüş.
Bu toplumsal ve siyasal sinema örneği, ne-
redeyse bir gerilim filmi (örneğin "Kuzu-
lann Sessizliği") kadar çekicilik ve sürükle-
yicilik içeriyor bence. Üstelık buradaki
"yamyamlar" gerçek. "JFK" mevsimin en
önemli filmlerinden biri kuşkusuz. Ama
Hollywood'un bu filme Oscar vermemesi-
ne hiç şaşmayın. Hollywood'un Amerikan
sistemini gerçek biçiminde eleştiri merceği
altma yatıran, irdeleyen ve sorgulayan
fılmlere ciddi bir ödül verdiği, bugüne dek
hiç görülmedi ki!..
lcsti\ aldcıı son notlar
• 11. İstanbul Festivali, bu yıl geçen yıl-
lardan daha çok ilgi ve seyirci çekti. Ay-
nntılı dökümü yapılmakta olan festivalin
bu yıl 120.000 kadar bilet sattığı, bunun
üçte biri kadar "serbest ginş"le seyirci
sayısının 160.000'e ulaşüğı tahmin edili-
yor.
• Festivalin en çok ilgi gören filmJeri Pa-
solini toplu gösterisinin filmleri oldu. Akın
Lale'de yer alan yanşma filmleri arasında
en çok seyirci toplayan ise Chen Kaige'nin
"Telin Ucundaki Yaşam"ı oldu. Bu fılmin
Altın Lale kazanması ise seyircinin önsezi-
sinın bu yıl başanlı olduğu biçiminde yo-
rumlandı. Şenlik komitesi de bu yıl ilk kez
Altın Lale'yi alan filmin kapanış filmi ol-
masını kararlaştırdı ve son dakikada, ka-
panış için gelen "protokol"e bu film sunul-
du.
•Oldukça görkemli biçimde geçen ka-
panış gecesi, Kültür Bakanı Fikri Sağlar
tarafından sonuna dek izlendi. Sağlar, bu
geceyi "çok başanb" bulduğunu belirtti.
Anlaşılan festivalle kültür bakanlan ara-
sındaki "soğukluk" Sağlar'la birlikte sona
erdi ve bundan böyle bakanlık, bu önemli
uluslararası etkinliğe hak ettiği yardımı
sürdürecek.
• Festivalin en büyük skandallanndan
biri, yerli film jürisine hem de başkan ola-
rak atanan Müjde Ar'ın son güne dek orta-
ya çıkmaması
oldu. Jüri görevi-
nı başta kabul et-
tiğini söyleyen
Ar, festival vakti
ortadan yok
oldu, hiçbir ha-
ber de alına-
madı. Böylece
jüri, görevini 4
kişi olarak ta-
mamlamak zo-
runda kaldı. Festival yönetiminin bundan
böyle ünlü "star'"ımıza hiç de sıcak bak-
mayacağını söylemek, kehanet sayılma-
malı.
• Kapanış gecesinin en dokunaklı anla-
nndan biri, Onur Ödülü alan emektar gö-
rüntü yönetmenı Gani Turanlı'ya ödülünü
birçok filmde birlikte çalıştığı yönetmen
Lütfı Ö. Akad'ın vermesiydi. Bu tür tören-
lere katılmayı sevmeyen Akad, bunun için
kalkıp gelmişti. Ama işin hüzün verici yanı,
bu iki büyük ustanın kaynaşmasının da
Turanlf nın ödülünün de ertesi gün hiçbir
gazetede yer almaması oldu. Basmımız ve
!e toplumumuz, güncel ödüller arasında
cmeğc dönük olanlan her zamanki gibi-
önemsememişti.
• Yeşilçam. hep olduğu gibi festivale pek
ilgi göstermedi. Filmlen izleyen Yeşilçam
ünlüleri, parmakla sayılacak kadar azdı.
Kokteyllere katılanlar ise sinema salonun-
dakılerden biraz daha çoktu