Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 6MART1992CUMA
14 GORUŞLER
A BELKI
MURAT BELGE
Olan Kötü Şeyler,
Olmayan İyi Şeyler
Türkiye'nin yapması
gereken Osmaıdı ve
Cumhuriyet mirasını
olgun bir tavırla
kullanarak, bütün bu
kargaşalık içinde bir
istikrar örneği, modeli
olmayı başarmak.
-^ y st üste, kötü şeyler oluyor, burada ve yakın çevre-
I I mizde. En kötûsü de insanın hak vermek, yandaş
I I olmak istediklerinin, istenmeyecek işler yapması.
^»-/ örneğin, 'HEP'i PKK ile özdeşlemek yanlıştır"
deyip dunıyoruz. Ama HEP'in İstanbul'daki mitingini
PKK mitingine dönüştürenler çıkıyor hemen. Mitingin adı,
"Halklann Kardeşliği." Bu iyi; ama birileri "Vur gerilla,
vur!" diye bağırarak katkıda bulunuyor haklann kardeşli-
ğıne.
Derken üniversitede Ülkücüler Ermeniler'in Karabağ'a
saldırmasını lanetlemek üzere toplanıyor, Azeriler'in öldü-
rülmesini protesto ediyor. Azeriler'in daha önce öldürdüğü
Ermeniler'i hatırlamaksızjn. Derken "solcu" öğrenciler on-
lara saldınyor. Niçin? Muhtemelen karşı tarafın böyle nü-
mayişle filan "varlık göstermesi"nden hoşlanmadığı için.
Çevremizde olup bitenJer genellikle bizdeki tatsızlığı aşı-
yor. Bu konuya az sonra gireceğim, yalnız, şu bağlamda,
çevremizde olup bitenlere milliyetçiliğin tek yanlı bakışıyla
bakmanın sakıncalan üstünde durmak istiyorum. Bir za-
manlar, Türkiye'deki koskoca Kürt sorununa insanca bir
çözüm getirme yolun- — — ^ - ^ — ^ — ~
da tek bir adım atma-
dan, Bulgaristan ve
Yunanistan'daki .
Türkler konusunda
bağınp çağırarak dün-
ya kamuoyunda tuhaf
bir konuma düşüyor-
duk. Bu çelişki, söz ko-
nusu iki ülkedeki ger-
çekten kötü uygula-
maya da haklılık ka-
zandınyor.
Şimdi, Ermeni konusunda benzer bir tek-yanhlık tehlike-
si büyümeye başladı. Ermeni saldınsınjn hak verilir, savu-
nulur bir yanı yok. Ama Kafkaslar'da kimse kimseden çok
farklı değil sonuçta. Burada çıkabilecek sorunlarda, "Soy-
daşımızdır, öyleyse hakhdır", diye tavır alınamaz.
Ama bu konunun gündeme gelmesiyle, basında birçok
"sütun sahibi"nin ağız birliği halinde İshak Alaton'a yük-
lenmesi gibi olaylar hiç hayra alamet değil. Yazann yazarhk
becerisiyle iyi kötü örttüğü anti-semitizm, sağalığın bu şaş-
maz ve evrensel malzemesi, sokağa yansıyan konuşmalarda
sevimsiz bir biçimde sıntıyor.
Çevremizde sorun milliyetçilik. Balkanlar, Kaflcas ve Or-
tadoğu belli ki daha uzun süre sarsılacaklar, çok acılı gün-
lerden geçecekler, dizginlenemeyen, akılcılaşamayan gecik-
miş ve tepkisel milliyetçiliğin dalgalanyla. Bunlar olup bi-
terken Türkiye'nin yapması gereken çevreye uyması, gidişe
katılması değil. Tam tersi. Tarihin verdiği serinkanlılıkla,
Osmanlı ve Cumhuriyet mirasını olgun bir tavırla kullana-
rak, bütün bu kargaşalık içinde bir istikrar örneği, modeli
olmayı başarmak.
Bunu yapabilirsek ve yapabildiğimiz ölçüde, güler yüzlü,
rahat, hoşgöriilü bir toplum oluruz. Kendimiz daha mutlu
olacağımız gibi çevremize de gerçekten yaranmız dokunur.
"Milliyetçi" olmanın bir de bu uygar yolunu denesek artık.
"Kahrolsun"lan, "ezeriz"leri, "vururuz"lan bir yana bı-
raksak ve demokrasimizle, insan haklanna saygımızla, öz-
gürlük sevgimizle varlığımızı dünyaya kanıtlasak.
60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET
1932: Ayasofya'da temizlik
Ayasofya camisindekı
mozaiklerin temizlenmesi için
mütahasıslar tarafından
kullanılacak çelikten mamul
iskele hazırlanmıştır. Bu iskelenin
pjânlannı Standart Oyl
k'umpanyası sermühcndisi
M.V.D Tompkinsçizmiştir ve
iskele M.J.LCampbelli'nin tahtı
idaresinde Jones inşaat şirketi
tarfından imal edilmiştir. Müze
müdürü Aziz B. ve Bizantin
Enstitüsü Müdürü M.
NVhittemore iskelenin
kurulmasına nezaret etmişler,
Amerika sefiri de camideki
tesisatı ziyaret etmiştir.
1962: Asker valiler
görevden alımyor
Içişleri Bakanlığınca onaltı vaIçişleri Bakanlığınca onaltı valiyi içinealan bir listeyannki
Bakanlar Kuruluna getirilecek ve bu Valilerin değiştirilmesi
teklif olunacaktır. Bilindiği gibi hâlen İçişleri Bakanlığı
kadrolannda onaltı asker vaii bulunmaktadır. Seçimleri
mütakip memleket idaresinin askeri şahıslardan sivillere
geçmesini takiben idare mekanizmasında da bunun sonucu
olarak sivil idare amirlerinin tayinleri yapmıştı. Bu arada ilk
olarak Emniyet Müdürlüklerine tayinler yapmış, bilâharedc
kaymakamlarsivilleştirilmişti. İçişleri Bakanlığı yann
Bakanlar Kuruluna getirecegi liste ile 16 emekli subay valinin
yerlerine sivil valiler teklif etmektedir.
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN
Concvd'dmki
"KÜÇÜK KAOML4R"
4686 '/>£ 8U&JN, ÜHL Ü
LOUISA MAY ALCOTT S6
ÖĞR£MİMİU( 7HMAMEN, SĞİTİMCİ BABASt VE
ONUN, &UE&SOA/, rHOKEAU 6fSt OOSTLA&-
8O&ÇCM OLAM ALCOTT, GENÇ
SO/VUCOA/OA, ÜMLÜ
f'LGf TOPLAMtŞrr. DAHA SOM&4 £>A
»KÜÇÜIC EgKEKt£&"t YAZMtÇrf. fUCİ
G A& SdyMAS* 6/LE, r
LAK/A/t âZOMU e&A/O/Ğf /Ç/A/ ÇOA: OKVAf-
MUÇTU.
TûMtiye Atom Enerpsi Kınmu ve Geleceği
Prot Dr. OSMAN KEMAL KADİROĞLU Hacettepe Ünv. Nükleer Enerji Müh. Bl. Bşk.
B
asında çıkan bir haberde, Dev-
let Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Sayın Prof. Dr. Er-
dal Inönü'nün ilk icraatının
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Baş-
kanı'nı ataması olduğu yazıyordu. Ger-
çekten bu atamanın ilk icraat mı olduğu
bilinmez; ama çok yerinde ve doğru bir
atama olduğuna şüphe yoktur. Dr. İnö-
nü'yü bu iyi düşünülmüş ve yerinde ata-
ma karan nedeni ile kutlanm. TAEK
Başkanı Sayın Prof. Dr. Yalçın Sa-
nalan'a da bu çok zor işinde başanlar
dilerim.
Türkiye nükleer enerjiye 1956 yılla-
nnda ilgi duymaya başlamış ve o za-
manki adı ile Atom Enerjisi Komis-
yonu'nu birçok Batıb ve gelişmiş ülke-
den önce kurmuş ve Uluslararası Atom
Enerjisi Ajansı'na (IAEA) üye olmuş-
tur.
Altmışlı yıllarda dünyada birçok ülke
nükleer enerjiye henüz yeni ilgi duy-
maktaydı. O devirlerde atom enerjisi
komisyonlan, nükleer enerjinin banşçı
ve çoğunlukla da askeri amaçlar için
kullanımı sağlamak üzere kurulmak-
taydı.
Bu örgütlerin araştırma merkezlerin-
de temel bilimler ve mühendislik arastır-
malan yapılır ve nükleer teknoloji için
gerekli bilgi birikimi ve deneyim sağ-
lanırdı. Bu modele uygun olarak yalnız
banşçıl amaçlara hizmet etmek gayesi
ile ülkemizde de nükleer araştırma mer-
kezleri kurulmuştur.
Atom enerjisi komisyonlannın birgö-
revi de nükleer tesislerin denetlenmesi-
dir. Diğer bir deyişle, çalışan nükleer re-
aktörlerin çevreye radyoaktif salınımlar
yapmamasını saglamaktır.
Gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ül-
ke bu teknolojinin nimetlerini kısa za-
manda anlamış ve hızla nükleer tekno-
lojilerini geliştirmişlerdir. Biz ise ne
yazık ki bu konuda çok geri kalmış du-
rumdayız. Belki bilim adamlanmız ve
mühendislerimiz nükleer teknolojinin
önemini politikaalara ve karar meka-
nizmasının başındakilerine iyi anlata-
madılar. Belki de gerçekten dış baskılar
nedeni ile bu teknolojiyi transfer edeme-
dik.
Sonuçta, Türkiye nükleer teknolojiyi
transfer etmekte çok geç kaldı. Yirmi,
yirmi beş yıl önce bu teknolojinin trans-
ferinde görülen hoşgörünün ve kolaylı-
ğın artık geçerli oîmadığı bir çağda,
nükleer teknolojiyi satın almak zorunda
kahyoruz. ''
Zamanımızda, nükleer teknoloji ile il-
gilenen kurumlann artık eski atom
enerjisi kurumlanna benzemedikleri gö-
rülmektedir. Nükleer teknolojiyi teşvik
eden vedenetleyen kurumlar artık farklı
yapıdadırlar. Nükleer teknolojinin ge-
üşmesi için çahşan bir kurumun bir nuk-
leer reaktörü lisanslaması artık kabul
edilemez bir olgudur.
Nükleer teknolojiyi geliştirmek, nük-
leer tesisleri yapmak ve işletmek özel te-
şebbüse veya enerji bakanlıklanna bağlı
kurumlarca yapılmaktadır.
Nükleer teknolojinin en kısa
zamanda ülkemize transfer
edilebilmesi için bu
teknolojiye yakın kurum ve
kişilerin elbirliği ile çaüşması
ve TAEK'e yardımcı obnası
gerekmektedir.
Yapılan ve çalışan nükleer tesislere li-
sans vermek, denetlemek ise tamamen
devletin bağımsız kurumlannca üstle-
nilmiştir, çaşmızın gereklerini dikkate
ahrsak Türkiye Atom Enerjisi Kuru-
mu'nun da buna benzer bir yapıya ka-
vuşması gerektiği ortaya çıkar. Nükleer
teknoloji çağımızda artık standart bir
termik santral teknolojisi gibi algjlan-
maktadır. Bir mühendisbk alanıdır. Es-
kisi gibi temel bilimlerden çok fazla ya-
rarlanarak ve araştırmalar yaptırarak
gelişmesine gerek yoktur. Artık abşıla-
gelmiş bir mühendislik hizmeti olarak
görülmektedir. Bu düşünce nükleer tek-
nolojinin teşviki ve denetlenmesi için de
geçerlidir.
Atom Enerjisi Komisyonu ve TAEK
kuruluşundan bu yana içerisinde tanm,
hayvancılık ve temel bilimler ile ilgili bi-
rimleri banndınr. Bu birimlerin hiçbiri
çağımızda nükleer teknolojinin ülkemi-
ze transferinde gerekli değildir. Temel
bilimler, tanm ve hayvancilık ile ilgili
araştırmalar ve geliştirmelerin yeri TÜ-
BÎTAK, Tanm Bakanlığı veya üniversi-
telerimizdir.
TAEK'e 1956 yıhndan bu yana 18 ge-
nel sekreter ve başkan atanmıştır. Bun-
lardan bazılan deneyimli ve bilgi tek-
nokratlardı. Bazılan (se politik neden-
lerle atanmış konunun uzmanı olmayan
kişilerdi. Genel sekreter ve başkanlar
arasında emekli albaylar, veteriner,
mülkiyeli, inşaat ve elektrik mühendis-
leri, fizikçi ve kimyaalar ve akademis-
yenler vardı. Bu kişilerin makamı işgal
etme süreleri iki ay ile beş yıl arasında
değişmiştir. Bu kişiler arasında nükleer
teknoloji ile ilgili eğıtim görmüş olan
yalnız üç kişi vanr.
Yeniden yapılanmasından 1987 tari-
hine kadar TAEK nükleer santral ihale-
si için yapılan çalışmalar ve daha sonra
da Çernobil felaketi nedeniyle sürekli
kamuoyunun gündeminde kalmıştır.
TAEK bu yıllarda ülkemiz için son de-
rece başanh çalışmalar sergilemiştir.
Çernobil kazası her ülke gibi bizi de ha-
zıriıksız yakalamış, fakat TAEK çah-
şanlannın özverisi ve gayreti ile etkileri
en aza indirilmiştir. Ne yazık ki aynı ku-
rum daha sonra belki de istenilerek ve
planlanarak bir durgunluk devresine
ıtilmiştir. TAEK, nükleer teknoloji ko-
nusunda bilgili elemanlannın birçoğu-
nu kaybetmiş veya politik nedenlerle kı-
zağa çekmiş, yerine nükleer teknoloji-
den anlamayan, akademik derece enf-
lasyonundan nasibini almış kişiler ile
kadrolannı doldurmuştur.
Sonuçta TAEK, mühendislik hizmeti
vermesi beklenilen bir kurum iken, per-
sonelinin üçte ikisini idari personelin
oluşturduğu, nükleer teknolojide eğitil-
miş insan sayısı parmakla sayılacak ka-
dar az olan, çalışmayan, atıl bir devlet
kurumu olarak ortaya çıkmıştır.
TAEK Başkanı Dr. Sanalan işte böy-
le sorunlu, o derecede de önemli ve kısa
zamanda doğrulup görev yapması gere-
ken bir kurumun yükünü omuzlamakla
görevlendirilmiştir. Dr. Sanalan'ın nük-
leer teknoloji konusundaki eğitimi, idari
terbiye, görgü ve deneyimi bu zor işin
üstünden gelecek kapasitededir. Nükle-
er teknolojinin en kısa zamanda ülkemi-
ze transfer edilebilmesi için bu'teknoloji-
ye yakın kurum ve kişilerin elbirliği ile
çahşması ve TAEK'e yardımcı olması
gerekmektedir. Üç kez nükleer treni ka-
çıran Türkiye için zaman çok hızla ak-
maktadır.
SEMİHBALCIOĞLU
Ermenistan Karşısında Gaflete Son
A.COŞKUNKIRCA Emekli Büyükelçi, DYP İstanbulMilletveküi
Coşkun Kırca 'nm3 mart salıgünüsay-
famızda yer alan "Ermenistan Karşısı-
nda Gaflete Sonyazısını, teknik bir sorun
nedeniyle, kimi bölümlerini atlayarak
yayvnlamıştık. Karabağ olaylarının bü-
tün sıcakhğıyla gündemdeki yerini koru-
duğu şu günlerde, değişik çevrelerde
yankı uyandıran söz konusu yazının tam
metnini yayunhyoruz.
K
ıbns'ta 1974 Ağustosu'ndan
beri silahlar niçin susmuştur?
Çünkü, Kıbns Rum yönetimi
ve Yunanistan, KKTC'ye
karşı herhangi bir silahlı hareketin
Türkiye'nin aynı yoldan müdahalesini
davet edeceğini çok iyi bilmektedir. Yu-
nanistan çeyrek yüzyıldan beri Ege'deki
karasulannı 12 deniz miline niçin çıka-
ramıyor? Çünkü, Türkiye'nin, böyle bir
tek taraflı karan tanımayarak savaş ge-
mi ve uçaklannı, Yunan karasulanna
bu şekilde eklenecek alan içine göndere-
ceğini ve onlan ateşle karşılarsa iki dev-
let arasında savaş çıkmasına sebep ola-
cağını çok iyi bilmektedir.
CayAna tlnayı bilmek!
Bir devletin banşçı tahammülünün
nerede biteceğinin çok iyi bilinmesi, o
devletle çıkar çatışmasını tırmandırmak
isteyebilecek olanlan caydırabilmenin
en etkili yoludur. Kıbns ve Ege'de bu
yaklaşımı büyük başanyla uygula-
masım ve böylece yıllardır bu bölgelerde
banşı korumasını bilen Türkiye, üzüle-
rek söyleyelim ki inanılmaz bir saflıkla,
aynı siyaseti Ermenistan karşısında uy-
gulamamıştır.
Ermenistan, aşağı yukan bir yıldan
beri bağımsızlık yolundaydı. Bu ülke,
Sovyetler Birbği'nm resmen dağılmasıy-
la bağımsızlığını elde etmiştir. Erivan
yöneticileri, bağımsızbklan daha resmi-
leşmeden, Türkiye'ye karşı politika-
lannı şöyle tanımlıyorlardı: Ermenis-
tan, Türkiye'yle dosduk, iyi komşuluk
ve her alanda işbirliğinden yanadır. İki
devlet arasındaki ilişkiler, önce bu yak-
laşımla yürütülmelidir. Ancak bu pob'ti-
ka, Ermenistan'ın Türkiye'yle temel si-
yasi davalannı terk ettiği anlamına gel-
mez ve Erivan, zamanı gebnce bu dava-
lan ortaya atacaktır. Nitekim, Erivan
Parlamentosu, bağımsızbktan önce
aldığı ve bugün de geçerli bir karannda,
Türkiye'ye karşı soykınm iddialannı
tekrarlamış; bununla kalmamış, bu id-
dialarla ibntib olarak Türkiye'nin doğu
bölgesi üzerinde toprak isteminde bu-
lunmuştur. Ermeni görevblerin bu yön-
de sayısız demeci vardır.
Ermenistan'ın bu pobtikasıyla güttü-
ğü amacı kavrayamamak için devletle-
rarası ibşkilerin gerçekleri hakkında hiç-
bir ciddi fıkir sahibi obnamak laamdır.
Ermenistan, denize çıkışı olmayan bir
ülkedir. Yalnız Azerbaycan'a karşı de-
ğil, Gürcistan'a karşı da toprak istekJeri
olduğundan bu devletle de ilişkileri çok
bozuktur. Bu durumda, milletlerarası
ticarete açılabilmesi, en kolay Türkiye
üzerinden olabilir. Ennenistan'ın güçle-
nebilmek için tek çaresi, Türkiye'yi,
özelbkle ticaret alanında işbirbği yap-
maya ve smır kapılannı milleüerarası ti-
carete açmaya sevk edebilmektir. Erme-
nistan'ın bu hedefine ulaşabilmesi için
tekimkânı vardır: Erivan hükümeti,"kü-
çücük" Ermenistan'dan "koskoca"
Türkiye'ye fıiliyatta hiç zarar geleme-
yeceği ve eğer diğer alanlarda işbirbğini
başlatmanın sonuçta toprak talepleri-
nin ve soykınm iddialanrun ateşini kay-
betmesini sağlayacağı izlenim ve ümidi-
ni Türk yöneticilerinde yaratabilirse,
Türkiye'yi böylece uyutmak suretiyle
zaman kazanıp yeterince güçlendikten
sonra, hiçbir vakit vazgeçmek niyetini
beslemediği temel milli davalannı Tür-
kiye'ye karşı yürütebileceğini hesap-
lamıştır.
Amerika'nın. Türkiye'nin bu sözde
Ermeni iyi niyetine olumlu karşıbk ver-
mesini isteyeceği kuşkusuzdu ve Erme-
nistan, Türkiye'nin, Amerika'yla ilişki-
lerini bozmamak için böyle bir Ameri-
kan telkiniyle pekâlâ bu yola girebileceğini
düşünmüştür. Resmi Cumhurbaşkanı
Turgut Özal'ın, o sıralarda Amerika'ya
Kjbns konusunda bile Türkiye'nin kırk
yılbk milb' hedeflerine açıkça aybn
ödünler vermeye girişmiş obnası da Er-
meni ve Amerikan beklentilerine yeterli
zemini vermiştir.
Gaftet politikamız
Nitekim, şaşkınlığa düşmeden gör-
dük ki resmi Cumhurbaşkanı Turgut
Özal ve etrafındaki bir belli zümre, bu
yoldan Amerika'yı hoşnut kılmayı bir
diplomatik hedef olarak görebilecek ka-
dar milli duygulardan ve gerçekçi dış
politika ilkelerinden uzaklaşabilmişler-
dir. Bu pobtika başlatıbrken, bizımle
dostluk aramak önce Ermenistan'a
düştüğü halde, bu ülkeye bir Türk bü-
yükelçisi gönderibniş ve Bay Özal'ın et-
rafı, "küçûcük" Ermenistan'dan ."kosko-
ca" Türkiye'ye tehdit gelemeyeceği gö-
rüşünü inanılmaz bir gafletle savun-
maya girişmiştir.
Ama, bu defa şaşkınbkla gördük ki
günümüzün hükümeti, Ermenistan'ı
hiçbir şart koşmadan tek taraflı bir
mektupla devlet olarak hukuken tanıyı-
vermiştir. Belirli bir devleti tanıma işle-
minin milletlerarası hukuk doktrininde
hayli tartışmab olduğu ve bir devletin
(yani Ermenistan'ın) mesela Avrupa
Güvenlik ve tşbirliği Konferansı gibi
bir milletlerarası kuruluşa üye olarak
girmesiyle, onu tanımamış olan bir di-
ğer devlet karşısındaki statüsünün, ta-
nınmış olsaydı sahip olacağı statüden
-karşıbkb genel hukuki hak ve yüküm-
ler açısından- pek farklı olmayabileceği
ileri sürülebilirse de bu konunun önemli
yönünün hukuki değil, siyasi olduğu bi-
Devatm 19. Sayfada
ANKARA
AJNKA...
MUŞEBBEF HEKİMOĞLU
Çarpık Çıplaklar
K
öşede bir Fikret Mualla,cakılıp kaldımkarşısın-
nda. Bu, o kadın mı acaba? Sevgili Dino'dan din-
ledim yıllarca önce. Paris'te bir buluşma, Fikref
Mualla çıplak bir kadın deseniyle Dino'nun göz-
lerini parlatıyor. Sevgiyle soruyor arkadaşına: Kim bu gü-
zel kadın, bir sevgili mi?
Fikret Mualla bir an düşünüyor. Onu yirmi yıl önce bir
kez Almanya'da gördüm, diyor. Orhan Peker de ayçiçekleri
arasında güneş gibi parlayan köy kızını Marmaris'e gider-
ken yolda bir an gördüğunü anlattı bana. Bir anlık görüş,
ama eşsiz güzellikler üretiyor.
Urart Galerisi'nde baştan sona çıplak tablolar duvarlar-
da. Kapalı dünyamıza tepki gibi soyunan kadınlar ve er-
kekler. Seyrederken sorular takıbyor kafama. Soyunmuş-
lar, ama çıplaklar mı acaba? özgürlüklerine ulaşmışlar mı?
Alt salonda Orhan Taylan'ın üç deseni, değişik teknikie
çizgiler tekrarlanıyor. Taylan'ın çok sevdiğim çiçeklerini
anımsadım seyrederken. Ana oğul aynı duvarda bu sergide.
Seniye Fenmen'in iki yağlıboyası var. Gökkuşağı türü bir
kadın, soyunarak yeşerir, çiçeklenirgibi. Yanda Arzu Başa-
ran'ın erkekleri, sıcak çizgilerle uzanıyor.
Çok ilginç düşüncelere daldım çıplaklar sergisinde. Örne-
ğin Mustafa Yıldınm'ın tablosunda çıplakbğı değil, çıp-
Jaklıkla vanlan düzeyi düşünüyor insan, erkek ya da
kadın, çıplak bir kişi başı, göklere ulaşır gibi... Nurcan Giz'-
in İsviçre'den bu sergi için ozel getirdiği tablolarda da bir
yalnızbğı hissettim ben. Tablolar çarpık duruyor duvarda.
Çok kişi gibi ben de düzeltmeye koyuldum ama yanılgı!
ÖzellikJe çarpık duruyorlar. Çünkü o çıplaklığın çarpıkbğı
var. Güzel vücutlann bir parçası kopuk. Kopuk bir baş, bir
el, bir bacakla tümünü, dengesini yitiren bir vücut çerçeve-
lere sığmıyor, duvarlan çarpıtıyor belki de...
Bana sanatçının bir uyansı, saptaması gibi geldi o çıplak-
lar. Bir diyalog kopukluğunu, iletişim boşluğunu vurgular
gibi. Belki de çılgınbğın bilincini vurgulamak istiyor. Bir
vücut tüm parçalanyla güçlü ve güzel; kol koparsa, başla
gövde dengesi yoksa yaşamım yitiriyor o vücut. O çarpık
çıplakbğa hayli hüzünle baktım doğrusu. Çok ters çağn-
şıtrriarla.Bir güzelliği bozmamak, bütünü parçalamamak
çok önemli dünyamızda. Yoksa güçlü bir soluk yavaşlıyor.
Nurcan Giz'in çıplak kadınlan da upuzun bacaklanna, diri
diri memelerine karşın sağlığmı, dengesini yiürmiş ve
çarpılmışlar.
Kimi sanatçılar hayal gücümüzü de aşan calışmalara
yönelik bu sergide. Yan bolümde insan vücuduna dönüşen
bir lavabo sanatçının kara mizah türü birçabşması belki de!
Jale Erzen, Neşe Erdok, İrfan önürmen, Ender Güzey, Şe-
nol Yorozlu, Hanefı Yeter, Can Göknil, Sümbül Eren'in
yapıtlan arasında yabanalar da var. Biri başkentlilerin çok
iyi tanıdığı Nancy Lunsfort. Çoktan ABD'ye döndü, ama
Urart sergilerine katılmaktan, başkentlileri selamlamaktan
geri kabnıyor. Desenlerinin ötesinde onun saydam kişibğini
de seyrettim yan duvarda.
Aynı akşam Başbakanbk Konutu'nda Sayın Demirel ve
eşinin bir yemeği var. Değişik basın kuruluşlanndan, her
kuşaktan üç yüz konuk. Başbakan, eşi Nazmiye Demirel ve
Devlet Bakanı Başbakan Yardımcısı Erdal Inönü, iç salo-
nun kapısında karşılıyor konuklannı.
İç içe salonlarda dalgalanan kalababkta anılarda dalga-
lanıyor gözümde. Sa>ın Demirel ve eşiyle çok olay yaşadık
bu salonlarda. Yıllar sonra neler hissediyorlar acaba? Geç-
miş yıllarda Dışişleri Konutu'ydu burası, şimdi Başba-
kanbk Konutu; ama Demireller Güniz Sokağı'ndan
aynlmıyor, yalnız protokol yemekleri için kullanıyorlar bu
konutu.
Yıllar önce bu salonlarda buluştuğumuz gazetecilerden
çok az kişi var konuklar arasmda. Gençler çoğunlukta. Cü-
neyt Arcayürek'i, İstanbul'dan Ara Güler'i görüyorum ka-
lababkta. Ara'nın sakallan da ağanyor artık. Gazetecibğe
başladığım yıllarda röportajlar yapardık onunla. "Mutlu
Çiftler" diye bir dizi. Bir konuşmadan sonra sokağa çıkınca
Ara Güler sordu birden: Müşerref bu kan koca gerçekten
mutlu mu?
O soru, Başbakanbk Konutu'nun kalababğında da
çınladı kulağımda. Mesleğimizin yıldızlanna, kuyruklu
yıldızlanna baktım, genel yayın müdürleri, köşe yazarian,
TV'de nnnanan kişiler, astronomik boyutlara varan ücret-
ler, transferler, yuvadan uçanlar, uçamayanJar, yıllarca bir
çatı altında yan yana, omuz omuza çaiıştıktan sonra birbiri-
ne yabancılaşanlar. Nurcan Giz'in çıplak yücutlanndaki
gibi kopuk kollar, bacaklar. Sonra mesleğimize yeni başla-
yan kuşak, salonlar arasında koşarak haber üretmeye çab-
şanlar, telefona sanbp haberini uçuran genç kızlar ve deb-
kanlılar mutlu mu acaba?
Bir meslek dalında mutluluk önemli bir olay. Ama mes-
leğimiz bu olayı güzel yaşıyabiliyor mu acaba?
Soruyu yanıtlamak hayli güç. Renkler, tirajlar, bilgisa-
yarlar, piyangolar, reklamlar, transferler, ama basın dalın-
da işsiz kalanlann sayısı da artıyor giderek! Dahası
inandınabğını yitiriyor mesleğimiz. Değişen değer yargılan
bizi deetkibyor, çarpık çizgilerden, kopukluktan, çebşkiden
kaçınmak kolay olmuyor. Öngörülemeyen gebşmeler
onanlmaz yaralara yol açıyor kimi zaman. Oysa mesleği-
mizde öngörü çok önemli.
Genç bir kız telefonda haber yazdınyor yan salonda. Bir
haber yakalamanın, meslek deyimiyle "atlatmanın" sevin-
ciyle titriyor sesi. Mesleğin basında henüz. Ona bakarken
geçmişimi düşünüyorum. Düşüncemi söyleyince gözkri
parbyor. O da bana, kırk iki yıbma özendiğini söylüyor.
Düşüncemde çiçekler açıyor.
Mesleğine sevgiyle, saygıyla başlayan genç kuşaklara gü-
zel bir gelecek dibyorum. Güç koşuUara direnerek darbo-
ğazlan aşacaklar elbet. Yüreklerini, direnme gücünü yitir-
memelerini dibyorum.
Bizim yokuş, yitik yürekle aşıbruyor. Mesleğiıniz de affet-
miyor yürek yitirmeyi...
OKURLARDAN
Sınavlı avııkatlık çözüm mü?
Geçen hükümet döneminde,
yasa tasansı durumuyla
TBMM'ye sevk edilmek
üzereyken genel seçimler
nedeniyle gündemden
kalkan "avukathk yasa
tasansının" yeniden
gündeme getirildigini
basından öğrenmiş
bulunmaktayız. Geçen
yılki tasanda 31. madde;
"Stajdan sonra iki yıl içinde
smav hakkı" öngörmektedir.
Devamla; "3 kez sınavı
başaramayan bir daha
sınava gjremez" hükmü
bulunmaktadır. Bu,
gerçekten haksızlıktır. 3 kez
başanh olamayan hukukçu
ne yapacaktır? İTÜ, ODTÜ
mezunu kişiler mühendistir.
Eczaalık fakültesi mezunu
eczane açar, diş tabibi
böyledir. Tıp mezunu
profesör, doktor olur.
Öğreünenler için konulan
yeterliük sınavını bu
hükümet kaldırmışken,
avukathk için daha önceki
yıllarda konulmuşken
30.1.1979-2178/8 madde ile
mülga olan bir yeterlilik
sınavını tekrar gündeme
getirmenin anlamı nedir?
Maruzaümızşudur:
1 - Smav olmamalıdır. Kim
yetenekh'yse kendini gösterir.
2- Baskı gruplan ille de kaale
alınacaksa:
a) Eski mezunlann hakkı
saklı tutulmahdır.
b) Staja başlamış
bulunarîar ı haklan
müktf •*• uıutarak sınavdan
ayn k
uîı .malıdır.
Geçen hükümetin Adalet
B«'<anlığı'nın bu konudaki
y lilışhğına düşüknemesini
-.muyorum.
A.CEVDETALPrE? A
Hukukçu
İstanbul