Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 1 MART1992 PAZAR
14 GORUŞLER
DÜŞİŞLERİ
BÜLTENİ
NAZLIERAY
Fal ve YOK
S
evgili okurlanm, bu hafta sizler için sütunuma jki
değişik konuk davet ettim. Bunlardan biri YÖK
Başkanı Sayın thsan Doğramacı; diğeri ise Anka-
ralı fala Sayın Nusret Çakıroğlu. Bildiğıniz gibi
falcı Nusret Çakıroğlu, evine 900'le başlayan 100 hatlık te-
lefon bağlaiarak falcılık yapmak isteği Ankara Valiliğj ta-
rafından reddedilen bir vatandaş. Kendisine izin verilme-
mesinin eşitlik ilkesine aykın olduğunu belirten Çakıroğlu,
'Bana falalık yapmanın yasal olmadığı söylendi. Oysa
Istanbul'da aynı amaçla faaliyet gösteren şirket PTTnin
Ataköy'deki binasında bu işi aylardır yürütüyor' dedi.
İhsan Doğramaa lafa kanştr.
'Ya, öyle mi?'
Fala Çakıroğlu bastırdı:
'Evet, öyle. Telefonla falalık yapmak yasal değilse bu şir-
kete de izin verilmesin. PTT Genel Müdürlüğü hakkında
Ankara 5 No'lu Idare Mahkemesi'nde dava açtım. Davayı
açtığımı Başbakan Süleyman Demirere, Erdal İnönü'ye ve
Ulaştırma Bakanı Yaşar Topçu'ya faksla bildirdim' dedi.
'Yani PTT'yi ve adı geçen şirketi karşınıza aldınız, öyle
mi Nusret Bey?'
'Bey kardeşim' dedi
İhsan Doğramacı,
'Siz küıfına
uyduramamtşsınız işi.
Bakın bu çok önemüdir.
Buna yekten falcılık
demeyecektiniz.'
'Evet efendim, ada-
letsizliğe karşıyım ben.
Burada, sütununuzda
bunu Sayın Doğra-
maa'nın da duymasını
istedim. Protokolde en
yüksek düzeyde olan
kişi kendisi."
ihsan Bey, 'Tevec-
cühünüz efendim. Ne-
dir yani bu fal işi? Tele-
fonda. Bana biraz anlatır mısınız?"
'Hocam, bir cins Alo Fal-Alo Nusret. Anlıyor musunuz?'
'Anlamaz mıyım' dedi İhsan Doğramaa. 'Özel teşebbüs
bu. Desteklenmeli. Ben, bildiğiniz gibi özel teşebbüsü dai-
ma desteklerim."
'Bilmez olur muyum Hocam, çok iyi biliyorum.'
'Efendim' dedi İhsan Doğramaa, İngiltere'de böyle özel
teşebbüsler çok gelişmiştir. Mesela Ingiltere Kraliçesi'nin...'
Nusret Çakıroğlu atıldı:
'İşte bunun için çırpınıyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı
da bana karşı çıktı. Fal günahmış, hurafeymiş. Geleceği
kimse bilemezmiş...'
'Bey kardeşim' dedi İhsan Doğramacı, 'Siz kılıfına uydu-
ramamışsınız işi. Bakın bu çok Önemlidir. Buna yekten
falalık demeyecektiniz.'
'Biliyorum. Demeyecektim. Tecrübesizlik işte!'
'Bu, özerk bir üniversite sistemine uydurulabilirdi mesela.
tngiltere'de Kİurun, notlanma bakayım- evet, bakm, öteki
şirket bunu İngiliz formüliine uydurmuş.'
'Ne de olsa tecrübe konuşuyor. Size hayran oldum' dedi
Nusret Çakıroğlu.
İhsan Doğramaa, "Üzülmeyin bey kardeşim' dedi. 'Ben
Bilkent'e size 200 hatlık bir telefon bağlatınm. Öğrenciye
özel teşebbüsü anlatırsınız. Arada da istenirse fal fılan.'
Sonra İhsan Bey bizlere dedi ki:
"Hayatta her şeyin bir formülü vardır.
Her İcötü tecrübe insana kârdır.
Üzülmek zarardır."
Kulağımıza küpe olsun bu laflar sevgili okurlanm! Haf-
taya görüşmek üzere...
60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET
1932: Belediyelerde tasarnıf
Kastamonu meb'üsu
doktor Süat Bey Meclise
bir kanun projesi teklif
ctmişür. Bu proje belediye
kanununun 117'inci
maddesinintadili
hakkındadır. Süat Bey
belediyelerin verdikleri
maaş ve ücretlerle yetim
maaşaıtı lahsisat
yekûnunun umum
varidatın yüzdeyirmi
beşini tecavüz etmemesini
istemektedir. Proje fazla
tediyaı tahakkuk ettiğj
takdirde bunlann ita
âmirlerine tazmin
cttirilmesi hükmünü de
muhtevidir.
Projeye göre belediye kanununun 117'inci maddesinin
16'ına fıkrası mülgadır. Projede kanunun hazirandan
itibaren me vkii tatbika konulacağı. o zamana kadar
belediyelerin bütçelerini bu esaslar dahilinde hanrlamalan
lanm geldiği bildirilmektedir.
1962: "GelişenTürkiye" filmi
"Gelişen Türkiye" adı altında televizyon fılmi çevirmek üzere
9 kişilik bir Amerikan fılim heyeti şehrimizde çalışmalanna
başlamıştır. "Interter isimli beynelmilel bir televizyon şirketi
adına Joseph Krurngold tarafından çevrilmekte olan fılm.
Birleşik Amerika. İngiltere, Kanada. Avustralya'da 270
milyona yakın televizyon seyircisi tarafından seyredilecektir.
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN
Kodak
]/erifax
FOTOKOh MAKlKtSİ
AVUSTURtö'DANBİRT)ISAl/URUMaj*RESSAM..
tBQ6'OA BU6UM,LHILÛ AVUSTUZYAL/ &ESSAM OSKAR PCOKOSCHKA
(KOKOfKA OKUNUR) $/UÛİ ÇEKOSLOMO* SINISI İÇİNOE KALAM
FOCHLARN'DA 0O6OU. &B.ESOEN AKAO£MİSİ'NOE OKUMASINA AA£-
ŞM, AKADEkAİK KUgAUAB İ2LEUE0EN,XX. YÜZ-
rc BAŞUI&MOA endsiNİ SÖSTSSMEYE HDYU- '
IAN
l
>PrŞAVURUMCUUJK*(EXPRESYONISM)
ADU SANATaKMJlNA MniACAKTl- L.OÛNYA
SAVAŞIUİN YAKLAŞT1&I, İNSAMLA/ZM &ÜVEN
SİZLİK VE KARAMSAKUK İÇ/NOE OLOU/OA0 |
YtLLARM, YEMİ OgTAYA KÇMAN PSİKANAÜZ
Ö Ü İ İ KKSHtA
CANLI RENKLER KLtLLAUA&K VE YORULMA-
DAN PESEH ÇİZEBEK ÇDK SAYIDA YAPIV
MEYDANA 6ET7R£CEKrİR.
r, kema/i ÇitJiği
YOK ve Basın Yayın Yüksekokulları
Prof. Dr. NİYAZİ ÖKTEM İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu
K
öklü olmasa da yükseköğre-
nim eğitiminde bazı değişik-
liklerin yapılacağı anlaşıl-
maktadır. Anlaşılan hükü-
met köklü değişiklik yapacak güç ve ik-
tidara sahip değil. Her ne hal ise. Biz bu-
rada çok önemli bir yükseköğrenim ku-
rumu olan basın yayın yüksekokul-
larında yapı, işlev ve yapılması gereken
zorunlu değjşiklikler üzerinde durmak
istiyoruz.
Son yıllarda basın yayın yüksekokul-
lannda gözle görünür bir gelişme söz
konusudur, ancak kanımızca yeterli de-
ğildir. İletişim çağına gjrerken, her gün
yeni bir medya ortaya çıkarken sorunu
daha geniş bir boyutta ele almak gere-
kir.
Bu okullann her şeyden önce "yükse-
kokul" olarak kalması hatalann en bü-
yüğüdür. Bugün okul düzeyinde kaldığı
için adı geçen kurumlarda teknik çalış-
malar yapümakta, stüdyolar, reklam-
ve haber ajanslan kurulmakta, fakat de-
rinlemesine araştırma ve calışmalar, bi-
limsel yaklaşımlar bir kenara bırakıl-
maktadır. Avrupa ve ABD'de ise ileti-
şim kuramlan, kitle psikolojisi, iletişim
sosyolojisi. yeni haberleşme düzeniyle il-
gili her yıl yüzlerce, binlerce yayın ya-
pılmaktadır. Bizde ise gazete makalesi
dışında 2-3 yayınla yetinilmektedir. Fa-
külte olmayan kurumlarda ciddi bilim-
sel yayın yapılabilmesi çok güçtür.
Fakülte olmamalan nedeniyle bu ku-
rumlarda basın-yayın kökenli ögretim
üyelerinin sayısı da azdır. Genelde hu-
kuk, iktisat, siyasal bilgiler, işletme kö-
kenli prof. ve doçentler eğitim faaliyetini
sürdürmektedir.
Fakülte olmamalan nedeniyle araştır-
ma görevlileri klasik kürsü veya yeni de-
yişle anabilim dalı anlayışı içinde ça-
hşmamakta ve bu nedenle bilimsel açı-
dan yeterince uzmanlaşamamajctadır-
lar.
Fakülte olması, bu YÖK düzeni için-
da dahi olsa bir ölçüde özerkliğe kavuş-
ması demektir. Şu an rektörlüğe bağlı
birimler halinde çahşan bu okullann bir
fakülte gibi nispeten serbest hareket
etmesi ancak rektörlerin iyi niyetli vede-
mokrat yapısına bağlıdır.
Basın-yayın eğitimi veren
yüksek öğretim kurumlanna
yeni bir statü kazandırümab,
öğrenci sayısı azaltıbnalı ve
niteliklieleman
yetiştirümesine olanak
sağlayacak bir düzene
geçilmelidir.
Bu okullar tıpkı fakülteler gibi 4 yıllık
bir eğitim vermektedir. Son yıllarda üni-
versite giriş sınavında iletişim ilk tercih-
!er arasına girmiştir. % 1 içine girebilen-
ler ancak basın-yayın okullanna gelebil-
mektedirler.
Fakülte olmasını istemeyenler,
ABD'de de bunlann yüksekokul olarak
faaliyet gösterdiklerini ileri sürmekte-
dirler. Evet doğrudur. Ama ABD'de sa-
dece iletişim değil hukuk, iktisat, işlet-
me, edebiyat alanında eğitim veren tüm
üniversitelerde bu fakültelerin adı yük-
sek okul bile değil, sadece 'okul"dur.
Kaldı ki Amerika pragmatik anglo-sak-
son kültür yapısı içindeyken biz Tanzi-
mat'tan bu yana Kara Avrupası kültü-
rünü kabul ettik. Avrupa kültürü kök-
lü, derin, sağlam bilgiler peşindedir.
O halde daha önceki hükümetler za-
manında taslaklann hazırlandığı, sem-
pozyumlann yapıldığı, iletişim alanında
çahşan öğretim üyelerinin çoğunun sa-
vunduğu fakülteye dönüşüm anlayışı
neden hâlâ gündemde değildir.
Bu okullann bir başka önemli sorunu
da öğrenci sayısının fazlahğıdır. Tür-
kiye'de 5 basın yayın yüksekokulu ve bir
de Anadolu Üniversitesi'nin bünyesin-
de fakülte mevcuttur. Toplam her yıl
1000 dvannda öğrenci alınır ve 700 ci-
vannda mezun verilir. Bu rakamlar ül-
kemiz açısından gerçekçi değildir, çok
fazladır. Medya'nın yaygın ve güçlü ol-
duğu Fransa'da dahi bu tür okullann
her yıl verdiği mezun sayısı 300 civann-
dadır.
O halde YÖK, yanm yamalak olsa da
yeniden düzenlenirken basın-yayın eği-
timi veren yüksek öğretim kurumlanna
yeni bir statü kazandınlmalı, öğrenci sa-
yısı azaltılmalı ve nitelikli eleman yetişti-
rilmesine olanak sağlayacak bir düzene
geçilmelidir.
Unutmadan belirtelim ki, yasa koyu-
cu buna karar verirse sadece kamuo-
yunda adı YÖK kanunu diye geçen
2547 sayılı yasada değil, aynı zamanda
Yükseköğretim Kurumlan Teşkilatı
hakkında mevcut 2809 sayılı yasanın
üzerinde değişiklik yapılması gereke-
cektir. Bu sayının 10/9/; 14/ı; 17/e mad-
deleri kaldınlacak ve 11 /a ile 17 a'ya İle-
tişim Bilimleri Fakültesi ibaresi konula-
caktır. İş bu kadar basit, ama sonuç ve
boyutlan çok büyük...
SELÇUKDEMİREL
Kamu Bankacılığmda Ozelleştirme
Doç.Dr. ALİ İHSAN KARACAN İ.Ü. Siyasal BÜgiIer Fakültesi Öğretim Üyesi
C
umhuriyetin ilk yıllanndan bu
yana kamunun bankacıhkta
önemli bir ağırlığı bulunmak-
tadır. Bu ağırlığın nedenleri
arasında sosyal ve ekonomik amaçlar,
kalkınmanın gerçekleştirilmesi, özel
bazı sektörlerin geliştirilmesi gibi birçok
neden sıralayabiliriz.
Amacımız kamunun banka gjrişim-
dliğinin özel nedenlerini açıklamak de-
ğildir. Bu yazıdaki amacım, balen bazı
kamu bankalannda bulunan kamu pay-
lannın özelleştirilmesine, belki de daha
doğru bir ifadeyle, kamu bankalannın
sahiplik açısından yeniden şekillendiril-
mesine ilişkin belirlemeler yapmaktır.
Bankaalık kendine has özel yönetim
ve çahşma ilkeleri olan bir sektördür.
Bir bankanm sahibi kim olursa olsun,
bugün artık yalnızca ülkemiz için değil.
bütün dünyada geçerli olan evrenselleş-
miş yönetim ilkelerine uyulması gerek-
mektedir. Bu yönetim ilkeleri dışına
çıkılması halinde banka zarar eder ve
daha önemlisi. bankanm mali bünyesi
bozulur. Ancak hemen belirtmeliyim ki
bankalarda mali bünyenin bozulması ve
kritik noktaya ulaşılması çoğunlukla
hemen olmaz ve belirli bir zamanı alır.
Bunun nedeni de bankalann para tica-
reti yapması ve Özellikle bizim gibi enf-
lasyonist ülkelerde yeni mevduat girişle-
rinin yarattığı likidite rahatlamasıdır.
Bu durumda çözüm yollan hemen her
ülkede yaklaşık olarak birbirine benzer.
Bir yol, zarar eden bankayı genel ve özel
düzenlemeler çerçevesinde tasfiye et-
mek, bir diğer deyişle iflas etmesine izin
vermek, bunu yaparken de sigorta gibi
yöntemlerle mevduat sahiplerinin hak-
îannı korumaktır. Bir diğer yol da duru-
mu kötüleşen bir bankayı, durumu gö-
reli olarak iyi olan bir başka bankayla
birleştirmektir. Bugün Batı bankacıüğın-
daki, özeUikle de ABD'de "too big to
fail" görüşü yani "batmak için çok bü-
yük" felsefesi yaygınlaşmaya baş-
lamıştır. Bu yaklaşım büyük bankalann
daha zor batacağını ya da uzun süre
batmadan mali bünyesi bozuk bir şekil-
de yaşayabileceğini ve zaten kamu
otoritelerinin de büyük bankalann
batmasına seyirci kalmayacağını söyle-
mektedir. Ancak bu yaklaşıma rağmen
ABD'de durumu bozulan bankalara
ilişkin yaklaşım birincisidir; yani, tasfiye
ve iflaslan yoludur. Bu ülkede her yıl
yüzlerce banka iflas eder, ama bunlann
çoğunluğu, mali sektör için önemi ol-
mayan ufak kasaba bankalandır. Ja-
ponya'da ise bankalar hiç iflas etmez.
Çünkü bu ülkenin yaklaşımı, durumu
bozulan bir bankanm durumu iyi olan
bir bankaya devredilmesidir.
Kuşkusuz mali bünyesi bozulan bir
banka için yukandaki iki yolun dışında
çözümler vardır. Bunlardan birisi, ban-
kanın yönetim anlayışının değiştirilmesi
ile birikmiş zararlan giderecek ve en az
sermaye yeterliği katsayısını karşılaya-
cak reel sermaye girişini sağlamaktır. Bu
sermaye girişi ya eski ortaklar ya da yeni
bazı ortaklar tarafından sağlanabilir.
En uygun çözüm, kamu
bankalarını gözden geçirerek
birleştirme yoludur. Bu
birleştirmeden sonra kamu
bankacılığı yeniden
yapılandırüabilir.
Son günlerde bazı kamu bankalannın
(TÖBANK, Denizcilik Bankası, Emlak
Bankası. Sümerbank ve Etibank'ın ban-
kacılık kurumlan gibi) özelleştirilmesi
konusu gündeme gelmiş bulunmak-
tadır.
Basına yansıyan haberler, mali tab-
lolar ve bu bankalann yöneticilerinin
demeçleri değerlendirildiğinde bu ban-
kalann önemli bir kâr-zarar sorunu ile
karşı karşıya olduklan ve mali bünyele-
rinin sorunlu hale geldiği sonucuna
ulaşmak mümkündür. Bunun sonucu
olarak da bu bankalann önemli bir yeni
reel sennaye ihtiyacı içinde olduklan so-
nucuna ulaşabiliriz. Kuşkusuz bu ban-
kalann mali bünyelerinin sorunlu hale
gelmesinde yönetim tarzlan ve geçmiş-
teki politik müdahaleler de etkili olmuş-
tur. O halde bazı kamu bankalannın iki
temel sorunu vardır:
1) Kısmen politik müdahalelerin yol
açtığı bankaalık ilkelerine uymayan yö-
netim anlayışı.
2) Kötü mali sonuçlar, bozulan mali
bünye ve reel sermaye yetersizliği...
Bu nedenle söz konusu bankalann
tyileştirilebilmesi için devir ve birleşme
ile tasfiye dışında yöntem aranıyor ise
bu iki temel sorunun mutlaka ve mut-
laka birlikte çözümü gerekir.
Eski birikmiş mali problemleri çö-
zümleyecek yeni reel sermaye vermeden
yönetimi değiştirmenin ya da yönetim
anlayışını değiştirmeden yeni sermaye
koymanın bir anlamı olmayacaktır.
Yeni sermayenin kimin tarafından ko-
nulduğunun önemi yoktur. Ancak
uzunca bir süredir özel sektörün bu ban-
kalann özelleştirilmesine sıcak bak-
madığı ve ciddi bir alıanın ortaya
çıkmadığı bir gerçektir.
Son günlerde bu bankalann "perso-
nel emekli sandıklan"na devri gibi bir
çözüm ortaya atılmıştır.
Kanımca bu çözümün ciddiye alma-
cak bir boyutu yoktur. Banka personel
sandıklannın mali güçleri ve ellerindeki
yatınlabilir fonlan sınırlıdır ve bu ban-
kalann mali açıdan gereksinme duy-
duklan sermaye ihtiyaanı karşıla-
yamazlar.
Örneğin bir sandık yöneticisi 22 mil-
yarlan olduğunu ve bankanın günde 1
milyar zarar ettiğini ifade ederek ban-
kayı almaya talip olmaktadır. Halbuki
bu bankanın geçmişten gelen birikmiş
sorunlannı çözmek için gerekli olan
yeni sermaye ihtiyacı 1 trilyon dolayında-
dır.
Söz konusu kamu bankalanna ilişkin
bir diğer yönetim karan bu bankalan
diğer kamu bankalan ile birleştirmektir.
Bir diğer birleştirme çözümü ise Japon
örnegini izleyerek diğer özel bankalar ile
birleştirmektir.
Kanımca en uygun çözüm, kamu
bankalannı gözden geçirerek birleştir-
me yoludur. Örneğin Ziraat bankası-
Töbank; Emlak Bankası - Denizbank;
Halk Bankası - Sümerbank ve Etibank
bankaalık birimleri gibi... Bu birleştir-
meden sonra kamu bankacılığı yeniden
yapılandınlabilir. Yalnızca Ziraat Ban-
kası'nın özelleştirilmesi, özelliği nede-
niyle güçtür. Diğerleri için ise çözüm bu-
lunabilir. Örneğin Eximbank hisseleri,
sektördeki ağırlıklanna göre özel ban-
kalara satılabilir. Ancak kamu yönetimi
bu konudaki karannı hemen vermelidir.
Geçen zamanın iki sakıncası vardır: Bi-
rinci sakıncası, çözümün maliyeti her
geçen gün artmaktadır. İkincisi ise bü-
tün dünyadaki örneklerinde görüldüğü
gibi kötü yönetim ve kötüye kullanım
riskinin böylesi geçiş dönemlerinde art-
masıdır.
HAFTAYA
BAKIŞ
AHMET TANER KIŞLAL1
ÖnemliOlan
Kedinin Rengi mi?
H
aftada bir yazmanın azizliği. Hep güncel iç olay-
lar ağır bastı ve "Nasıl olsa güncelliği geçrnez"
diyerek ertelediğim çağm en önemli siyasal
olayını bir türlü köşeme getiremedim. Sosyalizm
ya da Türkçe karşılığıyla "toplumculuk" öldü mü, yaşıyor
mu?
Önce sosyalizmi doğru tanımlamalı ki ölüp ölmediğine
karar verelim. Yirmi yıl önce "Sosyalizm nedir" diye sor-
sanız, hemen tüm solculardan şu yanıtı alırdınız:
- Sosyalizm, üretim araçlannın mülkiyetinin devlette ol-
duğu bir sistemdir.
Amaç ile aracın bu kadar güzel kanştınldığı bir yuttur-
macayı, o zamanlar bazı solculara anlatmak olanaksızdı.
Aslmda üretim araçlannın özel mülkiyet konusu oimaktan
çıkanlması, sadece sosyalizme ulaşmak için öne sürülen bir
"yol"du.
Bu yol birçok toplumu geri kalmışlıktan kurtardı. Ama
sosyalizme götüremediği gibi, sosyalizmin "olmazsa ol-
maz" koşulu olan demokrasiyi de gerçekleştiremedi.
Üretime devletin egemen olduğu Sovyet işçisi, özel kesim
için çahşan bir İsveç işçisi kadar bile kaderi üzerinde söz sa-
hibi olamadı.
• * *
Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği'nde, 1986'dan bu yana
yaşanan başdöndürücü değişme neyi gösteriyor?
"Merkezi zorunlu planlama + devlet mülkiyeti + tek par-
ti diktatörlüğü" olarak özetleyebileceğimiz "komünizm"in
öldüğünü.
Bu model, ekonomik ve toplumsal açıdan geri kalmış bir
toplumun ürünüydü. Tıpkı 1920'lerin Türkiyesi'nde oldu-
ğu gibi; kıt kaynaklar, zorunlu bir planlamayı ve devletin
girişimciliğini kaçınılmaz kılıyordu. Yoksul, eğitim düzeyi
çok düşük yığınlara "bilinçli öncülef'den oluşacak bir tek
partinin yol göstermesi gerekiyordu.
Partinin "hücre"lere dayalı otoriter yapısı ise Çarlık Rus-
yası'nın baskılannın yarattığı doğal bir sonuçtu.
Zamanla ülkeler sanayileşti. Kaynaklar arttı. Gelişmeyi
zorlaştıran hantal bir bürokrasi doğdu. Rekabetsizlik, kali-
tesizliği ve hizmette yetersizliği getirdi.
Komünizm sayesinde yükselen eğitim düzeyi ise bir avuç
kişinin öncülüğünü ve ayncalığını anlamsız kıldı.
Marx, devrimi, altyapı değiştiği halde değişmemekte dire-
nen üstyapı kurumlannın, altyapıya uygun olarak yeniden
biçimlenmesi şeklinde anlamıştı. Oysa Sovyet Devrimi,
-tıpkı Kemalist Devrim gibi- bu modele uygun değjldi. Tam
tersine, geleceğin üstyapısı kurularak, ona uygun bir alt-
yapının oluşumunun hızlandınlması hedeflenmişti.
Eski komünist rejimler, asıl şimdi "Marksist anlamda"
bir devrim yaşıyorlar. Asıl şimdi değişen altyapıya uygun
yeni bir üstyapının ve bu arada yeni bİT siyasal sistemin ku-
rulmasına tanık cluyoruz.
***
k Nedir sosyalizmin amacı?
Toplumsal ayncalıklann bulunmadığı bir düzen!
Bu amaca belki hiçbir zaman tam anlamıyla ulaşılama-
yacaktır. Ama o amaca yaklaşıldığı ölçüde sosyalizm yo-
İunda ilerlendiği, toplumcu bir sistemin yürürlükte olduğu
söylenebilir.
Bir yanda toplumsal adalet, öte yanda emeğin ve toplum-
sal çıkarlann önceliği. İşte sosyalizmin iki temel ölçütü bu-
dur!
Toplumsal ayncalıklan azaltmanın yolu, gücün pay-
laştınlmasından, -ister özel, ister kamu- belirli ellerde birik-
meşinin önlenmesinden geçer.
Özel girişimciliğin, kamu girişimciliğinin, kooperatif giri-
şimciUğin birbirlerini tamamlamasından ve dengelemesin-
den geçer..
Asıl önemli olan sonuçtur; yoksa o sonuca ulaşmak için
kullandığınız araç değil.
Çinliler doğru söylemişler: "Kedinin siyah ya da beyaz
olması fark etmez; önemli olan fare yakalamasıdır...'
OKURLARDAN
Kaybedilen Bir Yaşam ve
Gazetelerin Duygu Sömürüsü
15Ocakl992tarihinde.
anabilim dalımızda
anesleziyoloji ve
reanimasyon ihtisası
yapmakta olan ve bir süredir
"depresyon" öntanısı ile
tedavi edilmekte olan bir
arkadaşımızı, bu hastalığın
ağır formlannda izlenen
kaçınılmaz son nedeni ile
kaybettik. Olaya; gerçekten
okunması ve bilgi sahibi
olunması gereken konularda
haber duyurma kaygısı ve
belki de yeteneği olmayan
bazı basın organlannda geniş
yer verildi. Üstelik. başta
ailesi olmak üzere onu
tanıyan ve seven herkesi çok
üzecek düzmece;.gerçekdışı
açıklamalarile. Örneğin bir
gazetede ihtisas sınavına •
girmek üzere olduğu ve
yeterince çahşamadığı için
baskı altında olduğu, bir
başka gazetede bu sınavı
kazanamadığı için üzgün
olduğu. birdiğerindeailevi
sorunlan olduğu. bir
başkasında ise yolunda
gilmeyen duygusal ilişkisi
olayın nedeni olarak
gösterilmekte idi. Daha da
üzücü olan, gerek ailesinin ve
gerekseçalışma
arkadaşlarının. acılannın
dorukta olduğu günlerde
inatla ve saygısızca rahatsız
edilerek bilgi vermek
zorunda bırakılmalanna
karşın bu gerçeği
yansıtmayan gerekçelerin
lüretilmiş olması idi. Bir
gazetede haberi süslemek için
kullanılan fotoğraf ise
hastanemizin nöbetçi asistan
doktor odasının kilitli kapısı
kınlarak ahnan (çalınan
herhaldc daha doğru sözcük)
bir grup fotoğrafından
kesilerek büyütülmüş
görüntüidi.
Olayı ve sonrasında
izlenenlcri bu şckilde
özctledikten sonra haberi
sözünü ettiğim şckilde
okurlannu vansıtan
gazetelerin yönetici, yayın
yönetmeni ve yaa işleri
müdürlerine sormak
istiyorum: Saygın bir üslup ile
dikkatli ve özenli bir
gazetenin bence ayn bir
öneme sahip olması gereken
birinci sayfasında yer
verilebilecek yeterince haber
mi bulunamıyor? özellikle
haksızlıklann, eşitsizliklerin,
yolsuzluklann ve bunlann
neden olduğu sosyal
çalkantılann herkesin bildiği
boyutlarda olduğu bir
ülkede. Yoksa tiraj arttırma
isteği, kaybedilen bir yaşamı
kullanılarak yapılacak
duygu sömürüsünü mazur
gösterecek boyutlarda mı?
Her iki sorunun da bilinen
cevaplan, artık gazetecilik
mesleğinin saygınlık ve
güvenilirlik sıfatlannı hak
etmediği birdönemi
yaşadığını göstermektedir.
Kişisel arzum;
gerçekleşeceğine güvenim
yok denecek kadar azda olsa
sade ve sıradan insanlann,
yaşamın karşılanna çıkardığı
ve çoğu arzu edilmeyen
olaylar nedeni ile haber
niteliği kazanan
deneyimlerinin. daha
gazetelerde yer almasıdır. Bu
üslubun en azından, bazı
ilkesizvedüzeysiz
yaşamlann gazetelerde yer
alan renkli ve zaman zaman
ığrençlik boyutlannı
zorlayan anlatım
üslubundan farklı olması
gerektiği kanısındayım.
Yaşadığımız sürece toplum
ve ahlak kurallanna
gösterdiğim' z saygı, bu
bekkmiy' iıak olarak
görr.^.r z için yeterli değil
mi?
rrof.Dr.F.YILMAZ
GOĞÜŞ
Marmara Vmı. Tıp Fal.
Anesleziyoloji
ve Reanimasyon A::r'-
:
j.<
Dalı Başkanı