15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 MART1992 PAZAR 14 GORUŞLER DÜŞİŞLERİ BÜLTENİ NAZLIERAY Fal ve YOK S evgili okurlanm, bu hafta sizler için sütunuma jki değişik konuk davet ettim. Bunlardan biri YÖK Başkanı Sayın thsan Doğramacı; diğeri ise Anka- ralı fala Sayın Nusret Çakıroğlu. Bildiğıniz gibi falcı Nusret Çakıroğlu, evine 900'le başlayan 100 hatlık te- lefon bağlaiarak falcılık yapmak isteği Ankara Valiliğj ta- rafından reddedilen bir vatandaş. Kendisine izin verilme- mesinin eşitlik ilkesine aykın olduğunu belirten Çakıroğlu, 'Bana falalık yapmanın yasal olmadığı söylendi. Oysa Istanbul'da aynı amaçla faaliyet gösteren şirket PTTnin Ataköy'deki binasında bu işi aylardır yürütüyor' dedi. İhsan Doğramaa lafa kanştr. 'Ya, öyle mi?' Fala Çakıroğlu bastırdı: 'Evet, öyle. Telefonla falalık yapmak yasal değilse bu şir- kete de izin verilmesin. PTT Genel Müdürlüğü hakkında Ankara 5 No'lu Idare Mahkemesi'nde dava açtım. Davayı açtığımı Başbakan Süleyman Demirere, Erdal İnönü'ye ve Ulaştırma Bakanı Yaşar Topçu'ya faksla bildirdim' dedi. 'Yani PTT'yi ve adı geçen şirketi karşınıza aldınız, öyle mi Nusret Bey?' 'Bey kardeşim' dedi İhsan Doğramacı, 'Siz küıfına uyduramamtşsınız işi. Bakın bu çok önemüdir. Buna yekten falcılık demeyecektiniz.' 'Evet efendim, ada- letsizliğe karşıyım ben. Burada, sütununuzda bunu Sayın Doğra- maa'nın da duymasını istedim. Protokolde en yüksek düzeyde olan kişi kendisi." ihsan Bey, 'Tevec- cühünüz efendim. Ne- dir yani bu fal işi? Tele- fonda. Bana biraz anlatır mısınız?" 'Hocam, bir cins Alo Fal-Alo Nusret. Anlıyor musunuz?' 'Anlamaz mıyım' dedi İhsan Doğramaa. 'Özel teşebbüs bu. Desteklenmeli. Ben, bildiğiniz gibi özel teşebbüsü dai- ma desteklerim." 'Bilmez olur muyum Hocam, çok iyi biliyorum.' 'Efendim' dedi İhsan Doğramaa, İngiltere'de böyle özel teşebbüsler çok gelişmiştir. Mesela Ingiltere Kraliçesi'nin...' Nusret Çakıroğlu atıldı: 'İşte bunun için çırpınıyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı da bana karşı çıktı. Fal günahmış, hurafeymiş. Geleceği kimse bilemezmiş...' 'Bey kardeşim' dedi İhsan Doğramacı, 'Siz kılıfına uydu- ramamışsınız işi. Bakın bu çok Önemlidir. Buna yekten falalık demeyecektiniz.' 'Biliyorum. Demeyecektim. Tecrübesizlik işte!' 'Bu, özerk bir üniversite sistemine uydurulabilirdi mesela. tngiltere'de Kİurun, notlanma bakayım- evet, bakm, öteki şirket bunu İngiliz formüliine uydurmuş.' 'Ne de olsa tecrübe konuşuyor. Size hayran oldum' dedi Nusret Çakıroğlu. İhsan Doğramaa, "Üzülmeyin bey kardeşim' dedi. 'Ben Bilkent'e size 200 hatlık bir telefon bağlatınm. Öğrenciye özel teşebbüsü anlatırsınız. Arada da istenirse fal fılan.' Sonra İhsan Bey bizlere dedi ki: "Hayatta her şeyin bir formülü vardır. Her İcötü tecrübe insana kârdır. Üzülmek zarardır." Kulağımıza küpe olsun bu laflar sevgili okurlanm! Haf- taya görüşmek üzere... 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET 1932: Belediyelerde tasarnıf Kastamonu meb'üsu doktor Süat Bey Meclise bir kanun projesi teklif ctmişür. Bu proje belediye kanununun 117'inci maddesinintadili hakkındadır. Süat Bey belediyelerin verdikleri maaş ve ücretlerle yetim maaşaıtı lahsisat yekûnunun umum varidatın yüzdeyirmi beşini tecavüz etmemesini istemektedir. Proje fazla tediyaı tahakkuk ettiğj takdirde bunlann ita âmirlerine tazmin cttirilmesi hükmünü de muhtevidir. Projeye göre belediye kanununun 117'inci maddesinin 16'ına fıkrası mülgadır. Projede kanunun hazirandan itibaren me vkii tatbika konulacağı. o zamana kadar belediyelerin bütçelerini bu esaslar dahilinde hanrlamalan lanm geldiği bildirilmektedir. 1962: "GelişenTürkiye" filmi "Gelişen Türkiye" adı altında televizyon fılmi çevirmek üzere 9 kişilik bir Amerikan fılim heyeti şehrimizde çalışmalanna başlamıştır. "Interter isimli beynelmilel bir televizyon şirketi adına Joseph Krurngold tarafından çevrilmekte olan fılm. Birleşik Amerika. İngiltere, Kanada. Avustralya'da 270 milyona yakın televizyon seyircisi tarafından seyredilecektir. TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN Kodak ]/erifax FOTOKOh MAKlKtSİ AVUSTURtö'DANBİRT)ISAl/URUMaj*RESSAM.. tBQ6'OA BU6UM,LHILÛ AVUSTUZYAL/ &ESSAM OSKAR PCOKOSCHKA (KOKOfKA OKUNUR) $/UÛİ ÇEKOSLOMO* SINISI İÇİNOE KALAM FOCHLARN'DA 0O6OU. &B.ESOEN AKAO£MİSİ'NOE OKUMASINA AA£- ŞM, AKADEkAİK KUgAUAB İ2LEUE0EN,XX. YÜZ- rc BAŞUI&MOA endsiNİ SÖSTSSMEYE HDYU- ' IAN l >PrŞAVURUMCUUJK*(EXPRESYONISM) ADU SANATaKMJlNA MniACAKTl- L.OÛNYA SAVAŞIUİN YAKLAŞT1&I, İNSAMLA/ZM &ÜVEN SİZLİK VE KARAMSAKUK İÇ/NOE OLOU/OA0 | YtLLARM, YEMİ OgTAYA KÇMAN PSİKANAÜZ Ö Ü İ İ KKSHtA CANLI RENKLER KLtLLAUA&K VE YORULMA- DAN PESEH ÇİZEBEK ÇDK SAYIDA YAPIV MEYDANA 6ET7R£CEKrİR. r, kema/i ÇitJiği YOK ve Basın Yayın Yüksekokulları Prof. Dr. NİYAZİ ÖKTEM İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu K öklü olmasa da yükseköğre- nim eğitiminde bazı değişik- liklerin yapılacağı anlaşıl- maktadır. Anlaşılan hükü- met köklü değişiklik yapacak güç ve ik- tidara sahip değil. Her ne hal ise. Biz bu- rada çok önemli bir yükseköğrenim ku- rumu olan basın yayın yüksekokul- larında yapı, işlev ve yapılması gereken zorunlu değjşiklikler üzerinde durmak istiyoruz. Son yıllarda basın yayın yüksekokul- lannda gözle görünür bir gelişme söz konusudur, ancak kanımızca yeterli de- ğildir. İletişim çağına gjrerken, her gün yeni bir medya ortaya çıkarken sorunu daha geniş bir boyutta ele almak gere- kir. Bu okullann her şeyden önce "yükse- kokul" olarak kalması hatalann en bü- yüğüdür. Bugün okul düzeyinde kaldığı için adı geçen kurumlarda teknik çalış- malar yapümakta, stüdyolar, reklam- ve haber ajanslan kurulmakta, fakat de- rinlemesine araştırma ve calışmalar, bi- limsel yaklaşımlar bir kenara bırakıl- maktadır. Avrupa ve ABD'de ise ileti- şim kuramlan, kitle psikolojisi, iletişim sosyolojisi. yeni haberleşme düzeniyle il- gili her yıl yüzlerce, binlerce yayın ya- pılmaktadır. Bizde ise gazete makalesi dışında 2-3 yayınla yetinilmektedir. Fa- külte olmayan kurumlarda ciddi bilim- sel yayın yapılabilmesi çok güçtür. Fakülte olmamalan nedeniyle bu ku- rumlarda basın-yayın kökenli ögretim üyelerinin sayısı da azdır. Genelde hu- kuk, iktisat, siyasal bilgiler, işletme kö- kenli prof. ve doçentler eğitim faaliyetini sürdürmektedir. Fakülte olmamalan nedeniyle araştır- ma görevlileri klasik kürsü veya yeni de- yişle anabilim dalı anlayışı içinde ça- hşmamakta ve bu nedenle bilimsel açı- dan yeterince uzmanlaşamamajctadır- lar. Fakülte olması, bu YÖK düzeni için- da dahi olsa bir ölçüde özerkliğe kavuş- ması demektir. Şu an rektörlüğe bağlı birimler halinde çahşan bu okullann bir fakülte gibi nispeten serbest hareket etmesi ancak rektörlerin iyi niyetli vede- mokrat yapısına bağlıdır. Basın-yayın eğitimi veren yüksek öğretim kurumlanna yeni bir statü kazandırümab, öğrenci sayısı azaltıbnalı ve niteliklieleman yetiştirümesine olanak sağlayacak bir düzene geçilmelidir. Bu okullar tıpkı fakülteler gibi 4 yıllık bir eğitim vermektedir. Son yıllarda üni- versite giriş sınavında iletişim ilk tercih- !er arasına girmiştir. % 1 içine girebilen- ler ancak basın-yayın okullanna gelebil- mektedirler. Fakülte olmasını istemeyenler, ABD'de de bunlann yüksekokul olarak faaliyet gösterdiklerini ileri sürmekte- dirler. Evet doğrudur. Ama ABD'de sa- dece iletişim değil hukuk, iktisat, işlet- me, edebiyat alanında eğitim veren tüm üniversitelerde bu fakültelerin adı yük- sek okul bile değil, sadece 'okul"dur. Kaldı ki Amerika pragmatik anglo-sak- son kültür yapısı içindeyken biz Tanzi- mat'tan bu yana Kara Avrupası kültü- rünü kabul ettik. Avrupa kültürü kök- lü, derin, sağlam bilgiler peşindedir. O halde daha önceki hükümetler za- manında taslaklann hazırlandığı, sem- pozyumlann yapıldığı, iletişim alanında çahşan öğretim üyelerinin çoğunun sa- vunduğu fakülteye dönüşüm anlayışı neden hâlâ gündemde değildir. Bu okullann bir başka önemli sorunu da öğrenci sayısının fazlahğıdır. Tür- kiye'de 5 basın yayın yüksekokulu ve bir de Anadolu Üniversitesi'nin bünyesin- de fakülte mevcuttur. Toplam her yıl 1000 dvannda öğrenci alınır ve 700 ci- vannda mezun verilir. Bu rakamlar ül- kemiz açısından gerçekçi değildir, çok fazladır. Medya'nın yaygın ve güçlü ol- duğu Fransa'da dahi bu tür okullann her yıl verdiği mezun sayısı 300 civann- dadır. O halde YÖK, yanm yamalak olsa da yeniden düzenlenirken basın-yayın eği- timi veren yüksek öğretim kurumlanna yeni bir statü kazandınlmalı, öğrenci sa- yısı azaltılmalı ve nitelikli eleman yetişti- rilmesine olanak sağlayacak bir düzene geçilmelidir. Unutmadan belirtelim ki, yasa koyu- cu buna karar verirse sadece kamuo- yunda adı YÖK kanunu diye geçen 2547 sayılı yasada değil, aynı zamanda Yükseköğretim Kurumlan Teşkilatı hakkında mevcut 2809 sayılı yasanın üzerinde değişiklik yapılması gereke- cektir. Bu sayının 10/9/; 14/ı; 17/e mad- deleri kaldınlacak ve 11 /a ile 17 a'ya İle- tişim Bilimleri Fakültesi ibaresi konula- caktır. İş bu kadar basit, ama sonuç ve boyutlan çok büyük... SELÇUKDEMİREL Kamu Bankacılığmda Ozelleştirme Doç.Dr. ALİ İHSAN KARACAN İ.Ü. Siyasal BÜgiIer Fakültesi Öğretim Üyesi C umhuriyetin ilk yıllanndan bu yana kamunun bankacıhkta önemli bir ağırlığı bulunmak- tadır. Bu ağırlığın nedenleri arasında sosyal ve ekonomik amaçlar, kalkınmanın gerçekleştirilmesi, özel bazı sektörlerin geliştirilmesi gibi birçok neden sıralayabiliriz. Amacımız kamunun banka gjrişim- dliğinin özel nedenlerini açıklamak de- ğildir. Bu yazıdaki amacım, balen bazı kamu bankalannda bulunan kamu pay- lannın özelleştirilmesine, belki de daha doğru bir ifadeyle, kamu bankalannın sahiplik açısından yeniden şekillendiril- mesine ilişkin belirlemeler yapmaktır. Bankaalık kendine has özel yönetim ve çahşma ilkeleri olan bir sektördür. Bir bankanm sahibi kim olursa olsun, bugün artık yalnızca ülkemiz için değil. bütün dünyada geçerli olan evrenselleş- miş yönetim ilkelerine uyulması gerek- mektedir. Bu yönetim ilkeleri dışına çıkılması halinde banka zarar eder ve daha önemlisi. bankanm mali bünyesi bozulur. Ancak hemen belirtmeliyim ki bankalarda mali bünyenin bozulması ve kritik noktaya ulaşılması çoğunlukla hemen olmaz ve belirli bir zamanı alır. Bunun nedeni de bankalann para tica- reti yapması ve Özellikle bizim gibi enf- lasyonist ülkelerde yeni mevduat girişle- rinin yarattığı likidite rahatlamasıdır. Bu durumda çözüm yollan hemen her ülkede yaklaşık olarak birbirine benzer. Bir yol, zarar eden bankayı genel ve özel düzenlemeler çerçevesinde tasfiye et- mek, bir diğer deyişle iflas etmesine izin vermek, bunu yaparken de sigorta gibi yöntemlerle mevduat sahiplerinin hak- îannı korumaktır. Bir diğer yol da duru- mu kötüleşen bir bankayı, durumu gö- reli olarak iyi olan bir başka bankayla birleştirmektir. Bugün Batı bankacıüğın- daki, özeUikle de ABD'de "too big to fail" görüşü yani "batmak için çok bü- yük" felsefesi yaygınlaşmaya baş- lamıştır. Bu yaklaşım büyük bankalann daha zor batacağını ya da uzun süre batmadan mali bünyesi bozuk bir şekil- de yaşayabileceğini ve zaten kamu otoritelerinin de büyük bankalann batmasına seyirci kalmayacağını söyle- mektedir. Ancak bu yaklaşıma rağmen ABD'de durumu bozulan bankalara ilişkin yaklaşım birincisidir; yani, tasfiye ve iflaslan yoludur. Bu ülkede her yıl yüzlerce banka iflas eder, ama bunlann çoğunluğu, mali sektör için önemi ol- mayan ufak kasaba bankalandır. Ja- ponya'da ise bankalar hiç iflas etmez. Çünkü bu ülkenin yaklaşımı, durumu bozulan bir bankanm durumu iyi olan bir bankaya devredilmesidir. Kuşkusuz mali bünyesi bozulan bir banka için yukandaki iki yolun dışında çözümler vardır. Bunlardan birisi, ban- kanın yönetim anlayışının değiştirilmesi ile birikmiş zararlan giderecek ve en az sermaye yeterliği katsayısını karşılaya- cak reel sermaye girişini sağlamaktır. Bu sermaye girişi ya eski ortaklar ya da yeni bazı ortaklar tarafından sağlanabilir. En uygun çözüm, kamu bankalarını gözden geçirerek birleştirme yoludur. Bu birleştirmeden sonra kamu bankacılığı yeniden yapılandırüabilir. Son günlerde bazı kamu bankalannın (TÖBANK, Denizcilik Bankası, Emlak Bankası. Sümerbank ve Etibank'ın ban- kacılık kurumlan gibi) özelleştirilmesi konusu gündeme gelmiş bulunmak- tadır. Basına yansıyan haberler, mali tab- lolar ve bu bankalann yöneticilerinin demeçleri değerlendirildiğinde bu ban- kalann önemli bir kâr-zarar sorunu ile karşı karşıya olduklan ve mali bünyele- rinin sorunlu hale geldiği sonucuna ulaşmak mümkündür. Bunun sonucu olarak da bu bankalann önemli bir yeni reel sennaye ihtiyacı içinde olduklan so- nucuna ulaşabiliriz. Kuşkusuz bu ban- kalann mali bünyelerinin sorunlu hale gelmesinde yönetim tarzlan ve geçmiş- teki politik müdahaleler de etkili olmuş- tur. O halde bazı kamu bankalannın iki temel sorunu vardır: 1) Kısmen politik müdahalelerin yol açtığı bankaalık ilkelerine uymayan yö- netim anlayışı. 2) Kötü mali sonuçlar, bozulan mali bünye ve reel sermaye yetersizliği... Bu nedenle söz konusu bankalann tyileştirilebilmesi için devir ve birleşme ile tasfiye dışında yöntem aranıyor ise bu iki temel sorunun mutlaka ve mut- laka birlikte çözümü gerekir. Eski birikmiş mali problemleri çö- zümleyecek yeni reel sermaye vermeden yönetimi değiştirmenin ya da yönetim anlayışını değiştirmeden yeni sermaye koymanın bir anlamı olmayacaktır. Yeni sermayenin kimin tarafından ko- nulduğunun önemi yoktur. Ancak uzunca bir süredir özel sektörün bu ban- kalann özelleştirilmesine sıcak bak- madığı ve ciddi bir alıanın ortaya çıkmadığı bir gerçektir. Son günlerde bu bankalann "perso- nel emekli sandıklan"na devri gibi bir çözüm ortaya atılmıştır. Kanımca bu çözümün ciddiye alma- cak bir boyutu yoktur. Banka personel sandıklannın mali güçleri ve ellerindeki yatınlabilir fonlan sınırlıdır ve bu ban- kalann mali açıdan gereksinme duy- duklan sermaye ihtiyaanı karşıla- yamazlar. Örneğin bir sandık yöneticisi 22 mil- yarlan olduğunu ve bankanın günde 1 milyar zarar ettiğini ifade ederek ban- kayı almaya talip olmaktadır. Halbuki bu bankanın geçmişten gelen birikmiş sorunlannı çözmek için gerekli olan yeni sermaye ihtiyacı 1 trilyon dolayında- dır. Söz konusu kamu bankalanna ilişkin bir diğer yönetim karan bu bankalan diğer kamu bankalan ile birleştirmektir. Bir diğer birleştirme çözümü ise Japon örnegini izleyerek diğer özel bankalar ile birleştirmektir. Kanımca en uygun çözüm, kamu bankalannı gözden geçirerek birleştir- me yoludur. Örneğin Ziraat bankası- Töbank; Emlak Bankası - Denizbank; Halk Bankası - Sümerbank ve Etibank bankaalık birimleri gibi... Bu birleştir- meden sonra kamu bankacılığı yeniden yapılandınlabilir. Yalnızca Ziraat Ban- kası'nın özelleştirilmesi, özelliği nede- niyle güçtür. Diğerleri için ise çözüm bu- lunabilir. Örneğin Eximbank hisseleri, sektördeki ağırlıklanna göre özel ban- kalara satılabilir. Ancak kamu yönetimi bu konudaki karannı hemen vermelidir. Geçen zamanın iki sakıncası vardır: Bi- rinci sakıncası, çözümün maliyeti her geçen gün artmaktadır. İkincisi ise bü- tün dünyadaki örneklerinde görüldüğü gibi kötü yönetim ve kötüye kullanım riskinin böylesi geçiş dönemlerinde art- masıdır. HAFTAYA BAKIŞ AHMET TANER KIŞLAL1 ÖnemliOlan Kedinin Rengi mi? H aftada bir yazmanın azizliği. Hep güncel iç olay- lar ağır bastı ve "Nasıl olsa güncelliği geçrnez" diyerek ertelediğim çağm en önemli siyasal olayını bir türlü köşeme getiremedim. Sosyalizm ya da Türkçe karşılığıyla "toplumculuk" öldü mü, yaşıyor mu? Önce sosyalizmi doğru tanımlamalı ki ölüp ölmediğine karar verelim. Yirmi yıl önce "Sosyalizm nedir" diye sor- sanız, hemen tüm solculardan şu yanıtı alırdınız: - Sosyalizm, üretim araçlannın mülkiyetinin devlette ol- duğu bir sistemdir. Amaç ile aracın bu kadar güzel kanştınldığı bir yuttur- macayı, o zamanlar bazı solculara anlatmak olanaksızdı. Aslmda üretim araçlannın özel mülkiyet konusu oimaktan çıkanlması, sadece sosyalizme ulaşmak için öne sürülen bir "yol"du. Bu yol birçok toplumu geri kalmışlıktan kurtardı. Ama sosyalizme götüremediği gibi, sosyalizmin "olmazsa ol- maz" koşulu olan demokrasiyi de gerçekleştiremedi. Üretime devletin egemen olduğu Sovyet işçisi, özel kesim için çahşan bir İsveç işçisi kadar bile kaderi üzerinde söz sa- hibi olamadı. • * * Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği'nde, 1986'dan bu yana yaşanan başdöndürücü değişme neyi gösteriyor? "Merkezi zorunlu planlama + devlet mülkiyeti + tek par- ti diktatörlüğü" olarak özetleyebileceğimiz "komünizm"in öldüğünü. Bu model, ekonomik ve toplumsal açıdan geri kalmış bir toplumun ürünüydü. Tıpkı 1920'lerin Türkiyesi'nde oldu- ğu gibi; kıt kaynaklar, zorunlu bir planlamayı ve devletin girişimciliğini kaçınılmaz kılıyordu. Yoksul, eğitim düzeyi çok düşük yığınlara "bilinçli öncülef'den oluşacak bir tek partinin yol göstermesi gerekiyordu. Partinin "hücre"lere dayalı otoriter yapısı ise Çarlık Rus- yası'nın baskılannın yarattığı doğal bir sonuçtu. Zamanla ülkeler sanayileşti. Kaynaklar arttı. Gelişmeyi zorlaştıran hantal bir bürokrasi doğdu. Rekabetsizlik, kali- tesizliği ve hizmette yetersizliği getirdi. Komünizm sayesinde yükselen eğitim düzeyi ise bir avuç kişinin öncülüğünü ve ayncalığını anlamsız kıldı. Marx, devrimi, altyapı değiştiği halde değişmemekte dire- nen üstyapı kurumlannın, altyapıya uygun olarak yeniden biçimlenmesi şeklinde anlamıştı. Oysa Sovyet Devrimi, -tıpkı Kemalist Devrim gibi- bu modele uygun değjldi. Tam tersine, geleceğin üstyapısı kurularak, ona uygun bir alt- yapının oluşumunun hızlandınlması hedeflenmişti. Eski komünist rejimler, asıl şimdi "Marksist anlamda" bir devrim yaşıyorlar. Asıl şimdi değişen altyapıya uygun yeni bir üstyapının ve bu arada yeni bİT siyasal sistemin ku- rulmasına tanık cluyoruz. *** k Nedir sosyalizmin amacı? Toplumsal ayncalıklann bulunmadığı bir düzen! Bu amaca belki hiçbir zaman tam anlamıyla ulaşılama- yacaktır. Ama o amaca yaklaşıldığı ölçüde sosyalizm yo- İunda ilerlendiği, toplumcu bir sistemin yürürlükte olduğu söylenebilir. Bir yanda toplumsal adalet, öte yanda emeğin ve toplum- sal çıkarlann önceliği. İşte sosyalizmin iki temel ölçütü bu- dur! Toplumsal ayncalıklan azaltmanın yolu, gücün pay- laştınlmasından, -ister özel, ister kamu- belirli ellerde birik- meşinin önlenmesinden geçer. Özel girişimciliğin, kamu girişimciliğinin, kooperatif giri- şimciUğin birbirlerini tamamlamasından ve dengelemesin- den geçer.. Asıl önemli olan sonuçtur; yoksa o sonuca ulaşmak için kullandığınız araç değil. Çinliler doğru söylemişler: "Kedinin siyah ya da beyaz olması fark etmez; önemli olan fare yakalamasıdır...' OKURLARDAN Kaybedilen Bir Yaşam ve Gazetelerin Duygu Sömürüsü 15Ocakl992tarihinde. anabilim dalımızda anesleziyoloji ve reanimasyon ihtisası yapmakta olan ve bir süredir "depresyon" öntanısı ile tedavi edilmekte olan bir arkadaşımızı, bu hastalığın ağır formlannda izlenen kaçınılmaz son nedeni ile kaybettik. Olaya; gerçekten okunması ve bilgi sahibi olunması gereken konularda haber duyurma kaygısı ve belki de yeteneği olmayan bazı basın organlannda geniş yer verildi. Üstelik. başta ailesi olmak üzere onu tanıyan ve seven herkesi çok üzecek düzmece;.gerçekdışı açıklamalarile. Örneğin bir gazetede ihtisas sınavına • girmek üzere olduğu ve yeterince çahşamadığı için baskı altında olduğu, bir başka gazetede bu sınavı kazanamadığı için üzgün olduğu. birdiğerindeailevi sorunlan olduğu. bir başkasında ise yolunda gilmeyen duygusal ilişkisi olayın nedeni olarak gösterilmekte idi. Daha da üzücü olan, gerek ailesinin ve gerekseçalışma arkadaşlarının. acılannın dorukta olduğu günlerde inatla ve saygısızca rahatsız edilerek bilgi vermek zorunda bırakılmalanna karşın bu gerçeği yansıtmayan gerekçelerin lüretilmiş olması idi. Bir gazetede haberi süslemek için kullanılan fotoğraf ise hastanemizin nöbetçi asistan doktor odasının kilitli kapısı kınlarak ahnan (çalınan herhaldc daha doğru sözcük) bir grup fotoğrafından kesilerek büyütülmüş görüntüidi. Olayı ve sonrasında izlenenlcri bu şckilde özctledikten sonra haberi sözünü ettiğim şckilde okurlannu vansıtan gazetelerin yönetici, yayın yönetmeni ve yaa işleri müdürlerine sormak istiyorum: Saygın bir üslup ile dikkatli ve özenli bir gazetenin bence ayn bir öneme sahip olması gereken birinci sayfasında yer verilebilecek yeterince haber mi bulunamıyor? özellikle haksızlıklann, eşitsizliklerin, yolsuzluklann ve bunlann neden olduğu sosyal çalkantılann herkesin bildiği boyutlarda olduğu bir ülkede. Yoksa tiraj arttırma isteği, kaybedilen bir yaşamı kullanılarak yapılacak duygu sömürüsünü mazur gösterecek boyutlarda mı? Her iki sorunun da bilinen cevaplan, artık gazetecilik mesleğinin saygınlık ve güvenilirlik sıfatlannı hak etmediği birdönemi yaşadığını göstermektedir. Kişisel arzum; gerçekleşeceğine güvenim yok denecek kadar azda olsa sade ve sıradan insanlann, yaşamın karşılanna çıkardığı ve çoğu arzu edilmeyen olaylar nedeni ile haber niteliği kazanan deneyimlerinin. daha gazetelerde yer almasıdır. Bu üslubun en azından, bazı ilkesizvedüzeysiz yaşamlann gazetelerde yer alan renkli ve zaman zaman ığrençlik boyutlannı zorlayan anlatım üslubundan farklı olması gerektiği kanısındayım. Yaşadığımız sürece toplum ve ahlak kurallanna gösterdiğim' z saygı, bu bekkmiy' iıak olarak görr.^.r z için yeterli değil mi? rrof.Dr.F.YILMAZ GOĞÜŞ Marmara Vmı. Tıp Fal. Anesleziyoloji ve Reanimasyon A::r'- : j.< Dalı Başkanı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle