Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 Cumhuriyet görüşler 6Şubatl992
BURAŞI
TÜRKİYE
HALÛK ŞAHİN
Birbirini kaybetmiş
kardeşlerin yıîlar sonra
gözyaşlan içinde
kavuşup bir araya
gelmeleri yalnızca
Kemalettin Tuğcu'nun
romanlannda olmuyor.
Rudrnhı Kvdeşterf
R
udi'yi bir Amerikan üniversitesinde tanıdım.
Avusturyahydı (Salzburg'un oralardan bir yer-
den), gençti, iddialıydı. Zaman zaman, Alman
ırkına mahsus olduğu söylenen derin depres-
yonlara kapıhr, zaman zaman da adeta kanatlanıp
uçardı.
Arkadaş olduk. Bana Kemalettin Tuğcu'nun Cermen-
lere uygulanmış bir romamnı anımsatan yaşam öyküsü-
nü anlattı: Alplerde ufak t»ir köyde doğmuştu. Babası
daha o dogmadan annesini bırakıp gitmiş, annesi de bir
başkasına kaçınca onu dedesi büyütmüştü. Hem de tam
bir Prusyalı general disipliniyle. Rudi dayaklann ve
yalnızhklann en katıksızını çocukluğunda tatmıştı.
Yıllar yıllara eklenmiş, büyümüş, önce liseyi, sonra
üniversiteyi bitirmişti Rudi. Derken kafası soy sopuna
takılmış, araştırmalan sonucunda, tanımadığı babasının
ikinci, üçüncü, dördüncü evlilikler yaptığını öğrenmişti.
Keşif müthişti: Tek çocuk olarak büyümüş olan ve ken-
disini yapayalnız gören Rudi'nin kardeşleri vardı! Hem
de bir sürü!
Rudi, araştırmalanna devam etmiş, kardeşlerinden bi-
rinin oturduğu kasabayı belirlemişti. Ve bir gün o kasa-
baya giderek kardeşinin (sanşın ve çok güzel bir kızmış
bu) eve girip çıkışını izlemişti. İkinci gün cesaretini topla-
yıp onunla konuşmuş, başka kardeşleri de olabileceği ha-
berini ondan almıştı...
Derken yolu Amerika'ya düşünce, Amerikan vatan-
daşlığına geçmek için başvurmuştu. Yeni Dünya'da ken-
disini mutsuz hissettiği zamanlar, bir kez konuştuğu kız
kardeşi (ve tanımadığı kardeşleri) hakkında romantik,
çocuksu hayaller kurar, günün birinde bir bayram havası
içinde bir araya gelişlerini düşlerdi.
* * *
Son günlerde Asya'da yaşayan Türk kardeşlerimiz
hakkında yazılanlan okudukça aklıma Rudi'nin öyküsü
geliyor. Türkiye ola-
rak Rudi'ye benzemi-
yor muyuz?
Cumhuriyet döne-
minde uzun yıllar hep
tek çocukolduğumuzu
sanarak yaşadık. öz-
gül ve yalnız olduğu-
muzdan dem vurduk.
Başka yerlerde kar-
deşlerimiz olduğunu
söyleyenleri bizi tanımamakla ya da dünyayı anlama-
makla suçladık. Onlardan şüphelendik.
Belki kardeşlerimiz olduğu iddia edilenleri vesayeti
altına aldığını söyleyen kabadayından korktuğumuz için
böyle yaptık. Belki geçmişi reddetmenin otomatik olarak
parlak bir geleceği garantileyeceğini sandığımızdan...
Belki başka nedenleri de vardı.
Derken, Sovyetler Birliği çatırdamaya başlayınca Ru-
di'nin gidip kız kardeşini uzaktan seyretmesi gibi biz de
ufak ufak yanaşmaya başladık. Çekingendik. Hatta "On-
lar tam bizim gibi değil, çünkü onlar şöyle" türünden
şeyler söylüyorduk.
Şimdi, Davos'taki liderler buluşmasının da simgelediği
gibi, Rudi'nin en çocuksu düşlerinin gerçekleştiği anlan
yaşıyoruz. Birbirini kaybetmiş kardeşlerin yıllar sonra
gözyaşlan içinde kavuşup bir araya gelmeleri yalnızca
Kemalettin Tuğcu'nun romanlannda olmuyor demek ki!
Bir farkla: Romanlarda böyle bir sahne ile roman sona
eriyor. Oysa yaşam o sahneden sonra da devam ediyor.
Şu günlerde o devam sayfasına geçmek üzereyiz. Kötü
günler geçırmiş, yoksul düşmüş kardeşlerimiz bizden çok
şeyler bekliyorlar. Bülent Ecevit'in de belirttiği gibi bizi
idealize ediyorlar, göklere çıkanyorlar. Son 200 yıldır
hep başkalannı ömek alan bir ulusu kendilerine örnek
alıyorlar. Ve örnek olmanın dayanılmaz ağırlığı çöküyor
sırtımıza.
Bakalım altından nasıl kalkacağız.
60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET
1932: Beş sene sonra
Spor merahbianna afijde- Nafıa Vekâleti tarafından
a".LATASARAY • FENERBAHCE
v e r i l e n
H
8
"
1
" t**
1
*™
933
senesi kanunusanısının
birinci günüTerkos Şirketi
tesisatının İstanbul
Belediyesine devredileceği
malûmdur. Belediye, Terkos
Şirketine vazıyet ettikten
sonra Halkalı ve Kırkçeşme
sulannı da birleştirecek ve bu
sulan muntazam bir kanaldan şehre îsal edecektir.
Belediye, şimdiden hazırlıklara başlamıştır. Bu sular, .
çeşmelere meccanen verilecek, evlerden küçük bir ücret
alınacaktır. Bu tesisat beş senede ikmal olunacak, bu
müddetın hitamından sonra İstanbul, su derdinden
kurtulmuş olacaktır.
Diğer taraftan Çamlıca sulannın bir araya toplanarak
demir borularla Üsküdar'a kadar indirilmesi hususunda
Belediyenin faaliyeti henüz müsbet netice vermemiştir.
TARİHTE BVGİJNMÜMTAZARIKAN
COLUMBiA
KAŞIF STANLBY'tN KONFERANSL
18J8 'DE 8U6ÜN, ÜMUİ AFRİKA KÂÇİFİ JOffN R0W-
UMDSTANLEY, LONDRA'pA ÖNEMÜ gİR fCÛNFE-
RANS VEROİ. ASIL MESLEĞİ GAZETECİÜK. OLAN
STAHU-Y, NEW VORK M£RAU>TKlBUNE GAZETE-
SİNCE, AFRİKA'PA KAYgOLAN K4Ç/F Df LMNG-
STÖNE'U ARAMAKLA GDREYLENDİRİLMİÇTİ. BU-
NU 8AŞARAN STANLEY, DAHA SONRA B/RÇOK
VEBİ ÛEKEŞFETMİÇTİ. KRAÜYETCOĞRAFYA KU-
RUMU 'NUU DÛZENLBOİĞİ KDNFERANSTA, KEŞ/F-
LBRİYLE İUSİLİ AÇIKLAMALAR YAPAN SJANLEY'İ,
ÎNGİLİZ VE FRANSIZ I/EÜAHT PfSENSLE/Zİ İLE',
O SIRADA AVRUPA 'DA SÜ/ZGÜUDE 8ULUNAN
ESKi OSMANU SADRAZAMl MİTHAT
DA DİNLEMİÇTİ.
C / V Mif-kaf- faşa, ön sırada oturan fes/i
YÖK ve Koordinasyonun Maliyeti
Prof. Dr. HAMİT FİŞEK Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Y
ÖK yöneticilerinin olumlu
bir tarafı, sık sık Batı'dan ör-
nek vermeleri, Batı kaynaklı
kavramlar kullaranalan di-
yebilirim. Ancak nasıl oluyorsa, Batı'-
dan aldıklan öraekler ve kavramlar
genellikle çarpıtılmış bir şekılde
karşımıza çıkıyor. Bu durumun önem-
li bir örneğini YÖK yöneticilerinin,
özellikle son yıllarda, YÖK'ün sadece
bir "koordinasyon ve denetim" kuru-
mu olduğunu ve Batı ülkelerinde bulu-
nan koordinasyon ve denetim kurum-
lanndan farklı olmadığını iddia etme-
lerinde görüyorum ve bu örneğin altı-
nda çok ciddi bir sorun yattıgını dü-
şündüğüm için konuyu biraz irde-
lemek istiyorum.
YÖK'ün koordinasyon ve denetim
anlayışını ve Batı örneklerine benze-
mediğini, çok kısa bir yoldan ortaya
çıkartmak mümkün. Bu amaçla glo-
bal bütçe rakamlanna bakabiliriz:
Maliye ve Gümrük Bakanhğı'nın ya-
yımladığı Bütçe Gerekçesi'ne göre
1991 yılında YÖK'ün ödeneği 143 mil-
yar küsur lira imiş. Bu meblağın çok
büyük olduğu açık, ama tek başına
yonımlamak güç olabilir, onun için
bir iki parça bügi ekleyelim: YÖK'ün
bu kendi ödeneği yükseköğretime ay-
nlan toplam ödeneğin yüzde üçünden
biraz fazla. Üniversitelerin bütçeleriy-
le de karşılaştırıldığında görüyoruz ki
YÖK'ün ödeneği 28 üniversitenin 14'-
ünden daha fazla. Bu ödeneği "sadece
koordinasyon ve denetim" işlevleri ile
bağdaştırmak mümkün müdür?
1990 yıhna bakarsak daha da abar-
tılmış bir resim görüyoruz: YÖK'ün
1990 ödeneği 126 milyar lira imiş, bu
rakamı 1991 fiyatlannda uyarlarsak
201 milyar lira ediyor ve toplam yük-
seköğretim ödeneklerinin %5'inden
fazlasını oluşturuyor.
Üniversitelerin ödenekleri ile karşı-
laştınrsak ortaya çıkan tablo şöyle:
YÖK'ün ödeneği 24 üniversitenin
ödeneklerinden daha fazla (yalnızca
devasa dört üniversite, Ankara, Ege,
Hacettepe ve İstanbul üniversiteleri
YÖK'ten fazla ödenek almış) ve en az
ödeneği olan dört üniversitenin (Gazi-
antep, înönü, Mimar Sinan ve 100.
Yıl) ödeneklerinin toplamından da
daha fazla.
Bu noktaya geldikten sonra YÖK'-
ün 1983'tekı ilk bütçesinden bu yana
ödeneklerindeki değişmelere bakmak-
ta yarar var: Rakamlara baktığımızda
görüyoruz ki YÖK'ün ilk bütçesi sabit
fiyatlarla 1991 bütçesinin yansı dü-
zeyinde imiş. Bunu izleyen iki yılda ise
yaklaşık ytlda % 30 oranında azalmış
ve 1991 ödeneğinin dörtte biri düzeyi-
ne inmiş. Bu düşüş anlaşılır nitelikte,
kuruluş aşamasında bina edinme, tef-
riş, araç-gereç alımı gibi harcamalann
yüksek oîması ve zamanla bu tür har-
camalann azalması doğal. Ödenek iki
yıl sonunda vanlan seviyede üç yıl ka-
dar az çok sabit kalıyor.
tleride üniversitelere
transfer amacı ile YÖK
bütçesine konulacak fonlar
varsa bunların doğrudan
üniversite bütçelerine
aktarılması doğru
olacaktır.
Bu dönemde YÖK ödeneği toplam
yükseköğretim ödeneklerinin yüzde
bir buçuğu kadar; koordinasyon ve
denetim için çok yüksek bir maliyet
ama hiç olmazsa akıl almaz değil. 1988
yıhnda ise birden, ödeneğin üç misline
fırladıgını görüyoruz; aynı şekilde
1990 yıhnda ödenek bir kez daha kat-
lanıyor ve bugünkü düzeylere vanyor.
Üniversitelerimizin koordinasyon ve
denetimi için gereken fonlardaki bu
arüşlar nasıl açıklanabilir acaba?
Bizim üniversite geleneklerimizde
hesap vermek var, en azından YÖK
öncesi dönemde üniversiteler Meclıs
Komisyonlan'nda bütçelerini savun-
mak zorunda idiler.
Üniversitelerin de kamu fonlannı
kullanan her kuruluş gibi kamuya he-
sap vermeleri doğaldır ve ben üniversi-
te içinde veya dışında bunun tersini id-
dia edecek kimse tanınuyorum. Ancak
YÖK yöneticileri hesap vermeyi yeni
bir kavram olarak sunmakta ve
YÖK'ü hesap verebilirliğin gereği ola-
rak göstermeye çalışmaktadırlar. Hal-
buki YÖK hesap verebilirliğin gereği
değil, hesap vermenin ortadan kalk-
masının aracı olmuştur.
Hesap vermek yönetimden sorum-
luluğu öngörür, sorumlu olmayanın
hesap vermesi söz konusu olamaz. Bi-
zim üniversitelerimizde tüm yönetim
sorumluluğu rektörde toplanmıştır,
rektördei) başka kimsenin üniversite
için hesap vermesi söz konusu değil-
dir. Rektörler ise YÖK'ün gösterdigi
adaylar arasından atanır ve YÖK'e
verecekleri hesap tamamen YÖK'ün
iç işi niteliğindedir. Batılı anlamında
kamuya hesap vermek ile ilişkisi yok-
tur.
Bu sistemde kamuoyuna hesap ver-
mesi söz konusu olabilecek tek merci
YÖK'ün kendisidir. YÖK hesap vere-
bilirlik konusunda ciddi ise herhalde
kendi bütçesinin hesabını vermekle işe
başlasa iyi olur. Dokuz yıllık süre içe-
risinde koordinasyon ve denetim için
1991 fiyatlan ile 800 milyara varan
kamu fonlan nasıl harcanmıştır? Sa-
nınm kamuoyunun bunu öğrenmeye
hakkı vardır ve öğrenemez ise bu fon-
lann israf olduğu kanısı yaygınlaşa-
caktır.
Sorunun yanlış anlaşılması korkusu
ile ekleyeyim, YÖK'ün harcamalann-
da en ufak bir yolsuzluk veya usulsüz-
lük olacağı akhmdan bile geçmez. He-
sap verme bu bağlamda esasla ilgilidir,
usulle değil.
1992 bütçesinin görüşüldüğü gün-
lerdeyiz... Eğer YÖK bütçesine, ileride
üniversitelere transfer amacı ile koyu-
lan fonlar var ise bu fonlann doğru-
dan üniversite bütçelerine aktanlması
ve YÖK bütçesinin koordinasyon ve
denetim görevlerine uygun bir düzeye
indirilmesi doğru olacaktır.
FERRUHDOĞAN
JKİDE
BABA Di/£ BAĞIRlP
&-
Enflasyondan Korunmamn Şartı
M. TINAZ TİTİZ DYP Milletvekili
M
illetçe zenginleşmemiz, her
kesimin,dilediğiher imkâna
kavuşabileceği bir gelir dü-
zeyine sahip olması, en bü-
yük arzumdur.
Aşağıdaki bütün ifadelerimin bu an-
layış içinde değerlendirilmesini iste-
rim.
Enflasyon, uzun süredir milletçe ta-
şıdığımız bir yüktür. Bu yükün taşın-
masında bazı kesimlerin diğerlerinden
daha dezavantajlı durumda olduğu
muhakkaktır.
EıfbsytM karfi kıyalUM gid
Enflasyonun etkilerinden görülen
zarar, o etkiye karşı koyabilme gücüy-
le ters orantılıdır.
Bir kesimin enflasyona karşı koyabil-
me gücü, o kesimin ürettiği mal ve hiz-
metleri fiyatlandırmasındaki serbestli-
ğidir. -
Bu bakımdan, ücreti bir başkasınca
belirlenen ve pazarlık gücü ya olma-
yan ya da çok sınırlı olan kesimler en
güç durumda olanlardır.
Fınncı, ekmeğininfiyatına,otomo-
bil üreticisi araba fiyatına ya da evsa-
hibi kiraya istediği ölçüde zam yapa-
bilmekte ve böylece kendisini enflas-
yona karşı korumaktadır. Bir başka
deyişle onlar için enflasyon (yok)tur.
Bu şanslı kesimden bir sbnrakine ge-
lelim. Pazarlık gücü sınırsız denilebile-
cek bu kesimin (ki aslında sınır, reka-
bet tarafından oluşturulur ve Allah'a
şükür öyle bir durum (!) yoktur) he-
men ardından, pazarlık gücü daha sı-
nırlı bir kesim gelir.
Memurlar, sendikalı işçiler ve tanm
kesimi... Nihayet pazarlık gücü hiç ol-
mayan en dezavantajlı kesımler gelir.
Sendikasız işçiler (özellikle çocuk işçi-
ler), dul ve yetimler, özürlüler, marji-
nal işler yapanlar, küçük esnaf ve
zanaatkâr, serbest çalışan ve ürettiği
mal ve hizmetten her an vazgeçebile-
cek olanlar, yani sanatçılar (devletin
sanatçılan değil) vb. kesimler.
tlk iki kesim enflasyondan korun-
duğuna göre, bu yükü kaldıracaklar
sadece bu son sayılanlardır. Öyle ki di-
ğer kesimler enflasyondan ne kadar
çok korunurlarsa bu kesimler enflas-
yon yükünü o kadar şiddetle hissede-
ceklerdir. Aynen 10 kişınin müştere-
ken bir ağırlığı taşıması gibi, içlerin-
den ne kadar çok kişi ağırlığı taşımak-
tan vazgeçerse, diğerleri o ölçüde on-
lann da paylanm üstlenmektedirler.
Pekiyi böyle bir enflasyondan korun-
ma sistemi adil midir?
Çağdaş standartlarda
yaşamak isteyenlerin,
çağdaş standartlarda mal
ve hizmet üretmesi
gerekir.
Enflasyonun zaten kendisi adil de-
ğildir. Bir de üzerine bu yükün üstle-
nilmesinde bir adaletsizlik eklenince,
üçüncü kesim için ortaya katlanıla-
maz bir yük çıkmaktadır. O halde bu
sorun, toplumun küçük bir kesimini
enflasyondan koruyarak çözülemez.
Daha dogrusu o küçük kesimler için
çözülürse daha büyük kesimler için
sorun ağırlaşır. Ülkemizdeki durum
budur.
Istihdamın %50'sini oluşturan
küçükesnaf, sanatkâr, özürlü, işsizgibi
kesimler, devletin enflasyondan özel
olarak koruduğu kesimlerin yükünü
de taşımaktadırlar. Bu noktada politi-
kacılara düşen bir görev vardır. Oy
alabilmek için enflasyona oranı üze-
rinde zam vaat etmek yerine, enflasyo-
oun kaynak sebeplerini ve bunlara
karşı geliştirdiği önlemleri ortaya ko-
yup, bu önlemler çevresinde bir uzlaş-
ma ortamı yaratabilmek.
"Özel korum" alMakltr
Enflasyonun sebeplerinden bir tane-
si de belirli kesimlerin özel olarak ko-
runup enflasyon mücadelesinin dışına
itilmesidir.
Unutulmamalıdır ki ağn ve sızılar
tedavilere olan ihtiyacı haber verip
zorlayan unsurlardır ve bu açıdan son
derece faydahdırlar. Yapay olarak ve
de sürekli biçimde ağn kesici kullanıl-
ması hem ahşkanhğa yol açar ve hem
de birden bire ölümlere yol açabilir.
İkinci sebep, Batılılann "bedava ye-
mek yok" deyiminin gerçek anlamının
henüz kavranmamış oluşudur.
Herkesin, çağdaş standartlarda ya-
şamak hakkı şartlı olarak mevcuttur.
Bu hak şartsız degildir. Şart da çağdaş
standartlarda yaşamak isteyenlerin
çağdaş standartlarda mal ve hizmet
üretmesidir.
Sabahtan akşama kadar odasındaki
saksı çiçekleriyle meşgul olup, terfi
edebilmek için partilerin il ve ilçelerin-
den çıkmayanlann, elinden çok dili iş-
leyip bir şey üretmeyenlerin ve de bun-
lann ticareti ile uğraşan siyaset bezir-
ganlarının, ne enflasyondan korun-
maya, ne de çağdaş standartlarda ya-
şamaya haklan vardır.
Aslında bu insanlann, üretimsizlik-
lerinin karşılığım (ama tam karşılığı-
nı) almalan o insanlar için de geri ka-
lan üretken insanlar için de daha
hayırlıdır.
Sorunlarımıza, onu bunu memnun
etmek için değil, onlan çözmek için
yaklaşmahyız.
POLİTİKA
VEÖTESİ
MEHMED KEMAL
EsM Gazeteder.
A
sun Us, CHP'nin tek parti olarak ülkeyi yönet-
tiği dönemde önemli gazetecilerden biriydi.
Onu, hem Atatürk hem de Ismet Paşa tutardı.
Yıllarca 'Gazeteciler Cemiyeti' başkanlığı da
etmıştir. Basın Birliği bu deraeğin kalıntısıdır. İki gazete
birden çıkanrdı, birinin adı Vakit, ötekinin Haber'dir.
Asım Us, takvim yaprağı üstüne küçük notlar tutar-
mış. 1966 yıhnda 'Hatıra Notlan' diye bunlan yayımla-
mışlar. Okurken görüyorum, bu notlar bir dönemi çok
açık yansıtıyor. Rasgele parçalar veriyorum:
Maarif Müsteşan llhan Sungu anlattı. Muzaffer Şerif
(Başoğlu), Gökalp'i eleştirmiş. Ziya Gökalp, "Gözlerimi
kapanm, vazifemi yapanm" demiş. Muzaffer Şerif, "Ni-
Çİn gözlerimi kapayım, gözlerimi açanm, vazifemi daha
iyi yapanm" demiş. Işte bu sözü için Muzaffer Şerif i tu-
tuklamışlar. Cumhurbaşkam Ismet lnönü bu sözü duy-
muş, "Bu zulümdür" demiş. Muzaffer Şerifi bırakmış-
lar.
Bugün Nihat Atsız - Sabahattin Ali duruşması yükse-
köğrenim öğrencilerinin gösterilerine sebep oldu. Sınav
tatilinde olan öğrenciler sabahleyin Ankara Mahke-
mesi'nin önünde toplanmışlar. Birçoğu duruşma salonu-
na girememişler. Sokakta Sabahattin Ali'nin kitaplannı
yakmışlar. Sonra başbakanhğa gelerek Nihal Atsız'ın
mahkûm edilmemesini istemişler. Bir söylentiye göre Ha-
san Ali Yücel aleyhinde de bulunmuşlar.
Nihal Atsız, Türk- ^—^————.——^
Asun Us, takvim
yaprağı üstüne küçük
notlar tutarmış. 1966
yıhnda 'Hatıra Notlan'
diyebunlan
yayımlamışlar.
çülük-ırkçılık nazan-
yesi sokmaya çalışan-
lann başındadır. Rıza
Nur'un hayaünda
kendisi ile işbirligi et-
miş. Rıza Nur, ölü-
münde de bütün ki-
taplannı ve bir söylen-
tiye göre mallannı da
kendisine bırakmış. Nihal Atsız ile Sabahattin Ali aynı
okulda okumuşlar. Fakat daha okulda iken aralannda
anlaşmazlık varmış. Sabahattin Ali, Almanya'da öğreni-
mini tamamlamış. Geçen Büyük Savaş'tan sonra Alman-
ya'da Bolşeviklerin eylemlerine kanşmış. Memlekete gel-
dikten sonra örgüt kurmaya çalışmış. Konya'da tutuk-
lanıp bilinen şürlerinden ötürü mahkûm olmuş. Fakat
daha sonra Atatürk'e başvurdurularak bağışlanmış.
Devlet Konservatuvan'na öğretmen olmuş. Hikâyeleri
çok okunuyor. Bu hikâyelerinde Bolşeviklik seziliyor. İlk
bakışta Sabahattin Ali ile Nihal Atsız sol ve sağ eğilimleri
simgeliyor.
Son duruma göre Sabahattin Ali, Falih Rıfkı ve Milli
Eğitim Bakanı.Hasan Ali Yücel ve arkadaşlan tarafındar
korunuyor. Sabahattin Ali, Atsız'ın dergisinde kendine
karşı çıkan yazılara bir şey yapmak niyetinde degildir.
Fakat Hasan Ali dava açmasını öğütlüyor.
Bu olayı Neşet ömer'in kendi ağzından dinledim.
Atatürk, Ismet Inönü'yü başbakanhktan ayırmış, Celal
Bayar'ı başbakan yapmıştı. O sırada Çankaya Köşkü^n
de olan doktor Neşet ömer ellerini pencereye dayamış,
düşünüyor, Atatürk de salonda dolaşıyormuş. Neşet
ömer, CelalBayar başbakanlığı nasıl yapar diye düşünü-
yormuş. Atatürk Neşet ömer'in arkasına yaklaşarak ve
eliyle omzuna vurarak:
"Merak etme! Yapar yapar!" demiş.
Ismet înönü: Memleketten üs vermek savaşı kabul et-
mek degildir. Önce savaşa girmenin gerekli olup olmadı-
ğına bakanrn. Savaşa kadar verdikten sonra ortaklanma
yapacağım yardıma üs vermekle başlanm.
Asım Us'un iki kardeşi daha vardı: Hasan Rasim Us,
Hakkı Tank Us. Çıkardığı gazeteden birinin adı Vakit,
birinini adı Haber'di. Işletmenin adı 'Vakit Yurdu'ydu.
Son yıllara değin yokuşun başında Vakit Yurdu yazısı
okunurdu.
OKURLARDAN
"Nt"ü Ekler
Hürriyet'teki köşesinde Bay
Mümtaz Soysal, "Işık"
başhklı yazısında "Türkçe
sözcüklerin sonundaki
'nt'li ekler, bu dilin ruhu
içinde, genellikle kötü,
yetersiz, yanmyamalak,
itici şeyleri anlatır:
Süprüntü, tiksinti, bulantı
gibi. Herhalde bundan
olacak, 'yaşantı' ve
'beklenti' cinsinden yeni
yaratılmış sözcükler istenen
etkiyi tam yaratmaz; sanki
tam, doyasıya değil de
'şöyle bir yapmak' ve
ufak tefek bir şeyler
beklemek diye algılarsınız"
yargısını veriyor. Böyle bir
genelleme benimsenemez.
Ne var ki çok değerli bilim
adamının kaleminden
çıkmış olduğu için olumsuz
etkisi büyük olur. Aynı
görüştekı ünlü yazar
BurhanFelek( 1889-1982),
yazar Bayan Nezihe Araz'ı,
''O gündür bugündür 'tı' eki
Türkçenin güzellik
sırlannın bekçilerinden biri
olarak her an kalemimin
yanındadır" dedirtecek
ölçüde etkilemiştir.
Oysa gerçek hiç de böyle
degildir. Yer dar olduğu için
dilbilgisi betiklerinden
açıklamalara
girmeyeceğim. "Nt"li
sözcüklerin genellikle
olumsuz anlam
bildirmediğine değgin
öraekler vermekle
yetineceğim. Ahntı, aynntı,
bağlantı, buruntu, binkinti,
çıkıntı, çözüntü, çalkantı,
döküntü (hekimlik
dilindeki), esinti, fısıltı,
ilinti, kısıntı, girinti, orantı,
ödenti, silkinti, söylenti,
toplantı vb.
Yaşamm, ömür, hayat;
yaşantının da yaşam biçimi,
deneyimi anlamına geldiği
sözcüklerimize yerleşmiştir.
Yeni türetilmiş bir sözcüğü
olumsuz anlamlı bir
sözcüğe benzeterek ondan
soğumayalım dileği ile.
RÜŞTÜ ERGUN
IşınbUimci (Radyolog)
Buca Kültür Merkezi1
nedir?
Kültur merkezinin açıhşı iki
yıla vanyor. Sayın Başkan
Ertan Erdek'ten Tann razı
olsun. Bizleri böyle bir
esere kavuşturduğu için
kendisine müteşelckiriz.
Eski antik kiliseyi restore
ederek bu işi başardı.
Sevindiğimiz yerindiğimize
değmedi. Çünkü o
görkemli merkezde bugüne
dek dört sanat olayı
yaşanabildi. Gönlümüz
haftada bir gösteri izlemek
istiyor.
Bucamız ikiyüz elli bine
varan nüfusu ile bunu
istiyor. Sayın başkanımız
yeni çalışmalar yapmalıdır.
Örneğin Devlet Tiyatrosu
ile işbirligi yaparak
ûniversiteli yetenekli
gençlerimizle gruplar
oluşturarak güzel gösteriler
düzenlenebilir.
Yüce Atatürk, "Sanatsız
kalan bir milletin hayat
damarlanndan biri
kopmuştur" diyerek
sanatın önemini
belirtmiştir. Sanat olaylan
Bucamızı canlandıracaktır.
SEROL ÖMERLER
Buca