03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 KASIM 1992 PAZARTESİ OLAYLAR VE GORUŞLER OrganveDoku NakliYasasıüzerine PENCERE Doç. Dr. DURSUN KIRBAŞ Bakırköy Ruh ve Sinîr Hast. Hastanesi ilim alanındaki hızlı ge- lişmeler. kısa bir süre önce gelirilen kural ve yasalan yenıden gözden geçirmemizı gereku'r- mektedır. İnsan sağlığı ile uğraşan üp bılimlerindeki gelişme- lere ayak uydurabilmek için, tıp ah- lakını düzenleyen etik kurallann. tıp- insan ilişkisiyle ılgili hukukun sık şık gözden geçinlmesinde yarar var. Ör- neğin dinsel ve deontolojik etkilerle yasak olan kürtaj toplumsal dayatma- lar sonucu belirli sınırlamalarla olsa da yasal güvence altına alındı. Organ vc doku nakillerinin gündeme geldiği son on yıUarda ise yenı etik sorunlara yanıtlar aramanuz gerekmektedir. Zira biyomedikal teknoloji dev adım- larla ılerlemektedir. Daha 15 yıl önce insan kafasının ve omurgasınm içindeki dokular, ancak otopsi ile gö- rülebilmekteyken bu gün manyetik re- zonans görüntüleme yöntemleri ile ba- zen otopsiden bile daha iyi anlaşılabil- mektedir. İşte bu noktada biyomedi- kal teknoloji ve tıp biliminin ulaştığı başka bilgi birikimleriyle birlikte de- ğerlendırildiğinde ne 3.1.1960 tarihli 'Tıbbi Deonıoloji Nizamnamesi" ne 29.5.1979 tarihli "Organ ve doku alın- ması, saklanması, aşılanması ve nakli hakkında kanun" ne de 11.4.1928 ta- rihli "Tababet ve şuabatı sanatlannın tarz-ı icrasına dair kanun"' ile bugün- kü sorunlara çözüm bulabiliriz. Ölümün tanımı: Hepimizin bildıği gibi ölümün tıbbi boyutu kadar. hu- kuki ve dini boyutu da önemlidir. Çünkü organ nakli söz konusu olun- ca. hareket noktası ölümün tanımıdır ve bu tanımda görüşbirliği oluştur- mak gerekir. Diyanet Işleri Baş- kanlığı, Din Işleri Yüksek Kurulu'nun organ naklini görüştüğü 3.3.1990 tarih ve 13 sayıh oturumunda aldığı karar gereğince, '"organ veya dokusu alınan kişinin. bu işlemin yapıldığı sırada öl- müş olması" gerekmektedir. Bugün bütün dünyada beyin ölümü teşekkül etmiş kişiler. organ nakilleri konusun- da veriçi (donör) olarak kabul gör- mektedir. öyleyse hem hukuki hem dini hem de tıbbi açıdan beyin ölümü açıkhğa kavuştunılrnabdır. 1992 eylü- lünde organ nakli konusunda Şişli Et- fal Hastanesi'nde Sağlık BakanJığı'nın isteği üzenne yapılan İstanbul çapın- daki genişletilmiş toplantıda bir mes- lektaşımız şöyle bir soru sordu: "Beyin ölümü oluşmuş, fakat kalbi henüz çalışan bir hastayı nasıl tanımlaya- cağız? Hastanın yakınlanna "hastanız öldü' mü diyeceğiz, yoksa 'hastanızın beyni öldü' mü diyeceğiz?" Bakanlık yetkilisi bu soruya pek açıklık getire- medi. Getiremezdi de. Çünkü konu hem etik hem hukuk hem adli tıp açı- sından yeterince açık değil. Adli tıp ölümü, "o kişiye canlıhk ni- teliğini kazandıran birtakım fonksi- yonlann ortadan kalkması ile meyda- na gelmiş bir olay" olarak değerlendi- riyor. Bu fonksiyonlan da fızyolojik ve biyolojik diye ikiye ayırdıktan son- ra fızyolojik fonksiyon olarak do- laşım, solunum ve sinir sistemleri be- lirtilmektedir. Bu üç faahyetin durma- sının ölüm için yeterli olduğu kabul edilmekte ve buna "somatik ölüm". bir başka deyişle '"vücut ölümü" tanımı getirilmektedir. Yine adli tıp sorunu bir başka biçimde sorgulaya- rak "suni aletler takılmış ve fızyolojik fonksiyonlan bu aletlerle temin edil- miş kimseler ölmemiş midir" sorusu- nu sorarak bu üç büyük fızyolojik fonksiyondan birisi görevini yapmı- yorsa adli tıp yönünden o kişi ölmemiş olarak değerlendirilmektedir (Bu bil- giler için bkz. "Adh Tıp" Prof. Dr. Şemsi Gök). Bütün bu tartışmalar ışığında adli tıp ölümü, "'bir kişiye canhlık niteliğini kazandıran dolaşım, solunum ve sinir sistemi fonksiyonlannın kendi başlan- na çalışmalannın durması ve ancak birtakım suni vasıtalarla bu fonksi- yonlar tekrar faaliyete getirildiğinde spontane çahşmaya iktidar olmaması hali" olarak tanımlamaktadır. Yani beyin ölümü teşekkül etmiş bile olsa kalbi çalışan bir insan adli tıp yönün- den ölmemiştir. Klasik hukuk açısın- dan da bu kişi ölmemiştir. Tıbbi açı- dan ölmüş müdür? Bir anlamda buna evet diyebiliriz. Santral sinir sistemi (yani beyin) ölümü oluşmuş bir ın- sanın yeniden geriye dönmesi müm- kün değildır. Sağlık Bakanlığı'nın ha- arladığı "organ alım izni formu"nda- ki '"Tıbben vefat" tanımının hangi anlama geldiği açıkhğa kavuşmalıdır. Brian Clark, "biyolojik olarak yaşa- manın insana layık bir yaşam ol- madığı" tezini savunur. Klasik hukuk ve adli tıp açısından "kişilik haklan- na" sahip bir bireyin felsefe açısından yaşayıp yaşamaması dünya üp çevre- lerinde uzun süredir tartışılmaktadır. Daha genel bir deyimle ötanazi sorun- sah içerisinde ele alınan bu tartış- malarda. organ nakli açısından beyin ölümü oluşmuş bir kişinin yapay solu- num ve dolaşım aygıtlan ile yaşatılıp yaşatılmaması, sorunun özünü oluş- turmaktadır ki bu da "pasif ötanazi" olarak tanımlanmaktadır. Kanımca organ nakli yasası yeni- den düzenlenirken "pasif ötanazi" kavramlanna da açıkbk getirilmesi ge- rekir. Beyin ölümü ile ilgili bir başka nokta da beyin ölümü kriterlerinin tes- pitidir. Henüz beyin ölümü ve vücut ölümü tanımlan hukuki ve adli tıp açı- sından yeterli oranda açıklığa kavuş- madan organ nakli konusunda adım aülamayacağını bildiğimiz için burada beyin ölümü ile ilgili birkaç cümle ile genel ilkelere değineceğiz. Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün hazırladığı be- yin ölümü kriterleri, dünya üp litera- türündeki son bilgileri içermektedir. Yalnız organ nakli için aday tespiti yapılan hastaneler bu tür cihazlarla donaülmalıdır. Ekipler beyin ölümü ile ilgib kriterlere titizlikle uyması ko- nusunda eğitilmeli ve uyanlmahdır. Bu kısa makale çerçevesinde beyin ölümü kriterlerinin tek tek tartışması- na girmeyi doğru bulmuyorum. Özetlersek, "Organ ve doku nakli" yasası yeniden düzenlenirken yukan- da değinmeye çalışüğım noktalann ir- delenmesi gerekiyor. Bu konunun tıbbi boyutu kolay çözümlenir. Bence asıl sorun etik ve hukuksal yöndedir. Hekimin ilk görevini hayata saygı gös- termek ve ondan sonra zarar verme- mek olarak tanımlayan "tıbbi deonto- loji nizamnamesi", bu konuda yeterin- ce açık değildir. Konunun tıp, hukuk. adli tıp ve din çevrelerinde günümüz koşullan içeri- sinde yeniden tartışılmasında yarar var. Tersi durumda 1993 yılı başlann- da yeniden düzenlenmesi düşünülen "organ ve doku nakli" yasası baştan güdük doğar. ARADABIR YAŞAR SEYMAN Sendikal Dünyamızda...Sendıka! dünyada kadın işçı seçım kazanıp genel kurul- lara geldiğinde ilk ış olarak ona dıvan yazmanlığı verilir. Bunu da dıvan görünümü için değıl de kadın haklarına saygı için yaptıklarını söyler erkek sedikacılar. O işlevi ve- ren erkek yönetıciler olduğu ıçın kadın delege, yazman ola- bılır, notlar tutabılir. Uzun süre mücadele ıçınde ise bu kez de dıvan başkan yardımcısı olur; divan başkanı olan erkek yönetıciye yardımcı olur. Nedense divan başkanı olarak düşünülmez. Bu durum tüm sıyasal partilerde, sendikalar- da, sivil toplum örgütlerinde hep böyledır. Usuna, dünya görüşüne güvenip de kimse kadın dele- geyi divan başkanı olarak öneremez. Erkek egemen toplu- mun görüşü budur da ondan. Erkek delege divan başkanlı- ğı yaparken hıç mı hata yapmaz? Hiç mi dili sürçmez? Hıç mi unutmaz? Yıllardır tüm sendika genel kurullarında izle- diğim deneyimli divan başkanı sendika liderleri ne bağış- lanmaz hatalar yapmışlardır. Olay, insanın hata yapması- dır. Kadını divan başkanı olarak işlevlendirin, o da hata ya- parak hata yapmamayı öğrensın; güzel, düzeyli yöneten bir divan başkanı olsun. iiginç bir gözlem: Yılların deneyimli, bırikimli; düşünce- leriyle yönlendıren bırçok Hderı, kadın haklarından söz et- meyı utanılacak bir şey sayar ve bundan söz etmez. Etme yürekliliğini gösterenı ızleyin, kadın hakları der demez ko- nuşmasının rengi adeta yok olur; heyecanlanır. Çok usta bir konuşmacıysa, anamız, bacımız, eşimiz der. Ya da kadının analık yönünü öne çıkararak duygularına seslenir. Duygusallığın olayları değiştireceğinı, erkeğın duygusal ol- madığını söyler. Hiç mücadele arkadaşımız diyene rast- lamadım. Bunlar aslında erkeğın kadın konusunda kendinı aşamamasının somut göstergesidir. O nedenle kadıniar sendikalarda, sıyasal partilerde, tüm sivil örgütlerde ya se- çımle lider olurlar ya da üçüncü, dördüncü konumdaki iş- levlerde kalırlar. Kısacası ikınci kişi olamazlar. Bir başka acı gerçek de şu: Herhangi bir örgütte bir ata- ma ya da önerme söz konusu olduğunda, erkekler kadın- ları önerme yürekliliğini gösteremıyorlar. Hele gençse bunu yapmak daha da zor. Bir ülke hele kalkınmakta olan bir ülke ise o ülkede gençlik, güzellik ve akıl eksı değil, artı puanlar olmalı. Erkek erkeğe karşı nasıl içten, yüreklı, önü- nü açıcı isenız kadın arkadaşınız için de bunu yapın. Yüce- lirsinız. Bir toplumsal mücadelede kadın rakıbıniz olduğun- da onun kadınlığını nasıl unutuyorsanız; onu, layık olduğu işleve önerirken de yanınızda götürürken de ona seslenir- ken de aynı tavırlarınızı esirgemeyin, korkmayın. Orgütü- nüz büyüyecek, siz de saygın, demokrat biri olarak toplum- sal uğraştaki yerinizı alacaksınız. Onları sadece kalemle not tutan, yardımcılık yapabilen konumlarda görmeyin, işlevlendirin; hata yaparak ya da yapmadan yönetmesınin estetik, ussal güzellığini yaşayın. Kadınlarla, yaşamın her alanında olmak, yaşamı anlamlı kılar. Üretkenliğinız boyut kazanır. özgür, mutlu bireyler, özgür toplumlar yaratırlar. Kendınıze uygun gördüğünüz işlevleri kadınlara da uygun görün. Ve kendınizi yaşayarak, inanarak, ıçtenlikle aşın. Kadın-erkek kendisıne güvenildi- ğinde, sorumluluk verildiğinde aynı ölçüde başarılı olurlar. Yarınlara. doğru adımlarla yürüyelim. Ne yazık ki, sendikal dünyamızda kadının işi hâlâ çok zor. TARTTŞMA Tepeden inme demokrasi ılındiğigıbı demokrasi, tepeden inme yöntcmlerleyada reçetelerle sağlanabilecek bir _, jiçimi değildir. Kimsenin yönetseîkültürünü > ukandan aşağıya yöntemlerle değiştiremezsiniz. Yukandan aşağıya sunulan yöntemlerle, bu kültürün gelişmesi için uygun biralan sağlanabilirolsa olsa. Kültürün ıletilmesi araanın ilki aile. ikincisi okuldur. Zaman zaman ilkokullann önünden geçerken. küçük öğrencilerin sıra olmuş halde and içtiklerini görüyorum. Niçin sıra oluyorlar? Niçin and içiyorlar? Totaliler devletlerde devletin bir fonksiyonu da halkı endoktrineetmektir. Bu doğrultuda bütün toplum örgutlendirilir. Ancak bütün bu örşütlerin kurucusu ve vönetıcisıdevlettir. Buörgütler devletin sadece ve sadece birer makinesıdir. Otoriter devletlerde ise insanlar.'Böyle gelmiş böylegider!' 'Büyüklerimız bizden daha iyi bilir!" türündedüşüncelere sahip olmalıdırlar.Örgütlenmelerine ya izin verilmez, ya da hoş görülmez. Küçücük çoçuklan sıraya diziyoruz. Sıraya girmeyen de zorla hizava so'kuluvor. 'Asker mıllet' olduğumuz mu kanıtlanmak işteniyor nedir? Sonra hep birlikte, George Orvvel'inünlü 1984'ündekı kahramanın "Büyük Ağabey önünde yaptığı gîbi and içıriyoriar. Böylelikleçocuklan Atatürkçü yap'tıklannı sanıyorlar. Bu yöntemle kaç kişi Atatürkçü olmuştur bilmıyorum. Ama bir düşüncenin bu yolla ıletilmesi pek de sağlıklı görünmüyor. Bu yöntemledüşünceıletilmezolsa olsa ezberlctilir. Yapılan da budur zaten. Zaman zaman bu 'and'daki kimı sözcüklerindeğiştirilmesi de ilgi çekici. Adeta bir kutsal kitaptaki sözcüklerin değişürilmesigıbi. Küçücük çocuklar sıra oluyor, hep birlikte bağırarak and içiyor ve böylece içeri girebiliyor. Bu yan askeri sıstemden geçılerek nasıl demokratık kültüreerişilebilir? Çünkü bu iki olgu sadece birer göbtergedir. Yan askeri yapılanma okullann ta ıçındedir. Demokratıkleşme kültürünün labana yayılması için pek çok reform yapılması gerektiğıne inanışoruz. Ferhan Yorulmaz İstanbul Belgeselde yeni olan ne vardı? Telınemıkrofc abulann yıkılmasından söz etmek. son yıllardageçerlibir modaoldu. Her kürsüyeçıkan, her Tîrofonu geçiren. her kdlem tutan bir tabuyu yıktığından övünereic, böbürlenerek sözediyor. Gün geçmıyorki bir tabunun yıkıldığından sözedilmesin. Bu 'tabu yıkma ameliyesi'ne uzaktanvakından' katılmayanlar acımasızca eleştiriliyor. suçlanıyor ve alınlanna birer yafta vapıştınlıyor. Ancak bunlar yapılırken öyle tabular yaratılıyor, öyleputlardikiliyor ki ılende bunlan yıkmaya kimsenin eücü yetmeyecek. Sözü 2 Kasım l'992 ta'rihinde bir özel TV kanalında yayınlanan 'Atatürk ve Latife Hanım' programına getırmek ıstıyorum. Sunucu. bTr konuya el atmanın bir tabuyu daha yıkmak demek olduğunu gürültülü bir biçimde ve oldukça yüksek perdeden dile getırdı. Dahası Atatürk'ün özel yaşamına karşı olanlara da ağır birsaldında bulunmayı savsaklamadı. Bu konuyla ilgili belgeseli izledik. Peki bu belgeselde yeni olan. bilinmeyen ne vardı? Hangj tabu yıkılıyordu? Atatürk'ün evliliği bir tabu muydu? Kaldı ki DU evlilik konusunda o kadar çok şey yazıldı ve çizildi ki burada 'tabu' sözünün neden kullanıldığını insan anlamakta gerçekten güçlük çekıvor. Sunucuyagöre bucvlilikle ilgili olarak Atatürk hiç konuşmamış. Latife Hanım sırlannı mezara götürmüş. Peki siz tabulan yıkmaya se\ dalı olanlar. buevliliğıngızli kapaklı vönlerini nereden öğrendınız? Yoksa Gazi'nin odasınabiralıamı yerleştirdiniz? Prof.Dr. Zeki Arıkan EgeÜniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yeni Dönya Düzeni'nde BM TelHikesi... Birleşmiş Milletler (BM) Örgütü, tek kutuplu dün- yada bir süper gücün oyuncağı mı olacaktır? Yoksa çoğulcu ortamın forumu ışlevini mi görecektir? • Prof.Türkkaya Ataöv, bu soruyu "Lockerbie Olayı" adli kitabında dile getiriyor. Lockerbie Olayı nedir? Uluslararası bir sorun niteliğiyle ortaya çıkan olayı kısaca anımsamakta yarar var. 21 Aralık 1988'de bir Pan American uçağı. İskoçya'nın Lockerbie kasaba- sı üzerinde uçarken patlayıp parçalandı, 259 yolcusu öldü; uçak yere çakıldığında, 11 kişinin daha canını yitirmesine neden oldu. Amenka ve Ingiltere. -gizli servisleriyle birlikte- olayı incelemeye başladılar. Suçlu kimdi'? Cinayette ölenin kimliği Batı'da önemlidir; canını yitiren Amerikalı ya da ingiliz ise olaya değişik açı- dan bakılır; Üçüncü Dunyalı ise çok önem verilmez. Vaşington ve Londra için "Lockerbie" özel bir ağırlık taşıyordu; araştırma ve kovuşturmalar sürdürüldü; 1991 e kadar kuşkular Suriye ve Iran'a yönelikti; 1991 yılının sonlarına doğru Libya'ya döndü ve iki Libya yurttaşı cinayetin sorumlusu sayıldılar. Niçin"? Lockerbie Olayı" adli incelemesinde Profesör Türkkaya Ataöv, bu "niçin"\n yanıtını bulmaya çalışı- yor. Sonuçta ortaya çıkan boyutlar ilginçtir; 1991'de Körfez savaşı patlamıştır. Savaştan önceki bunalım sürecinde, Vaşington. Iran ve Suriye'yi Irak'a karşı yanına çekmek istiyordu; bu işi büyük çapta başardı- ğı söylenebilir. Libya'nın başında patlaması geren kabak, süper gücün Ortadoğu siyasetindeki kendine özgü mantığa bağlıydı. Doğru dürüst ya da inandırıcı bir kanıt olmamasına karşın Libyalı iki kişi Lockerbie olayının sanıkları sayıldılar. 27 Kasım 1991 de Amerikan ve ingiliz hükümetleri ortak bir açıklama yaparak cinayetle suçlu iki Libya- lının yargılanmak üzere kendilerine teslimini istedi- ler. Olay büyüdü. Doğaldır ki Libya yurttaşlarını teslim etmeye ya- naşmadı, devletler hukukunu öne sürdü, egemenlik haklarını çiğnetmeyeceğini söyledi ve Uluslararası Adalet Divanı'na başvurdu. Amerika da BM Güvenlik Konseyi'ndeki ağırlığını kullandı ve çogu zaman ol- duğu gibi istediği yönde kararlar çıkarttı. Ortada ne fol vardı ne yumurta!.. Ancak tek kutuplu dünyanın gerçeği vardı. Neydi o gerçek? "Yeni Dünya Düzeni!.." Tek süper güç Amerika, Körfez bunalımı sırasında Güvenlik Konseyi'ndeki üyeleri nasıl yönlendirmek istemişti? Zaire'ye para verildi. Etiyopya ve Kolom- biya askeri yardım aldı, otuz yıldır Vaşington ile iliş- kileri kesik olan Küba'yla bir masaya oturuldu. Dünya Bankası Çin'e kredi açtı, Tienanmen Mey- danı'ndaki olaydan sonra dünyadan soyutlanan Pe- kin'e kapılar açılıyordu. Irak'a karşı yaptırım oyla- masında Çin çekimser kaldı, Küba ile Yemen karara karşı hayır' oyu kullandılar, Amerika hemen Ye- men'eyardımı kesti. Prof. Türkkaya Ataöv soruyor. "Eğer Yeni Dünya Düzeni buysa, o zaman Birleş- miş Milletler ve onun Güvenlik Konseyi, tek kutuplu bir dünyanın oluşmasında hızla bir araç durumuna düşmektedirler. Daha önceki dönemin Doğu ile Batt arasındaki iki kutupluluğu, yerini Kuzey ile Güney arasındaki büyük boşluğa terk etmektedir." Soruyu yinelemekte yarar var: Birleşmiş Milletler'in geleceği ve Güvenlik Kon- seyi'nin kıymet-i harbiyesi ne olacak? Eğer bu kocaman örgüt, tek kutuplu dünyada Ame- rika'nın oyuncağına dönüşecekse, hiçbir ağırlığı kal- mayacak. BM Genel Sekreteri Butros Gali'nin New Yorktaki Kıbrıs görüşmelerinde sırıtan tutumunu da yakından izledik... Sözde bağımsız ve yansız sayılan bir örgüt, bir güçlünün emrine girerse tehlike büyüktür... Şimdi o tehlikenin karşısındayız!.. TEMSİLİ VE KÂTDJMCI DEMOKRASİNİN KÖKENİ Doç. Dr. Sami Selçuk 10.000 Iira (KDV içinde) Çağdaş Yaymları Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-îstanbul Ödemdi gönderilmez. 1986 YILI VE 85/10911 SAYILI BAKANUVR KURULU KARARINA GORE SIGAPA SAG^IĞA ZARARLIDIR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle