26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 8 OCAK 1992 MURAT BELGE Yeni Irkçılık Yüzyıl ya da bin yıl dönümünde, yaşadığımız çağdan öıümûzdeki çağa taşıyacağımız çeşitli önemli sorunlar var. Bunlardan biri, 'Uçüncü Dünya' ya da 'Kuzey / Gü- ney Ayrımı1 gibı adlarla andığımız, gelişmiş ve gelişme- m ş ülkeler ayrımı. 'G elişme', burada, yalnızca ekonomik br ölçüt değil, kültürel boyut daha önemli. Bu sorunu önümüzdeki döneme taşırken, sorunun bir de özel kamburu olduğunu fark ediyoruz. Son on yılın en ilginç ve en vahım olaylarından biri, Salman Rüşdü ola- yı, bu özel kamburu oluşturuyor. 3etiskin Batı, yoksul dünya ile arasındaki mesafeyi bü- yüttükçe, yoksul dünyadan yolunu bulmayı becerenler kendilerini bir Batı ülkesine atıyor, yerleşiyor. Böylece, özel- likle Avrupa'da, Avrupalı-olmayan' büyük bir nüfus orta- yaçıktı. Bu insanlar yaşadıkları yerde eksantrik bir özel- likten olmaktan çıkıp Avrupa'da var olan hayatın kalıcı bir öğesi haline geldikçe, çeşitli tepkilere yol açıyorlar. Tep- kilerin bir kısmı. öteden beri bildiğimiz, Batı için klasik- leşmiş ırkçılık biçimini alıyor; yeni 'dekoratif öğelerle ça- ğa uyan Dazlaklar hareketi vb. Doğal olarak, bunun tersi de var: Yabancıları benimseyenler, onların Avrupa üike- lerinde var olması hakkını savunanlar vb. Son otuz kırk yıl içinde, bu ikinci kesimde önemli bir değişim gerçekleşmişti; yabancıları, ancak özümleyerek benimseme sahte ilericiliğine karşı, gerçek demokratlar, bu ınsanların kendi kültürleriyle, değerleri ve inançlarıy- la yaşamaya hakları olduğunu söylediler. Zaman içinde çok sayıda iyi niyet- — — — — ^ — ^ — - — — — — ii insam ikna etme Dazlaklar, Naziler vb... Klasik ırkçı akımlar güçlenebilir, etkili olabilir.önemii i ya- konjonktürier oluşmadıkça yımiadı Kitap iikin belirleyici olacaklan Ingıfteredeyaşayan . . . . . . . Pakistaniı ve Hintii kanısınoa degııım. Müslümanlann ge- — ~ — ~ ~ " ~ ~ — ~ ~ " ~ ~ ~ ~ " " " leneksel çevrelerinde kıyameti kopardı. Sonra Pakistan 1 da Benazir Butto'ya karşı bir silah ofarak kullanmaya çalı şanlar oldu. Bu aşamada Humeyni devreye girdi ve ma- lum fetvayı verdi. Fetva, Batı sağını hiç tedirgin etmedi; tam tersine sağ, mutlu oldu. Çünkü onlar zaten öteden beri bu yabancıla- rın ilkel yaratıklar olduklannı söylüyorlardı ve fetva onları doğrulamış oldu; dogmatizm, fanatizm, düşünüye, insan hayatına saygısızlık vb. Bütün bu konularda kendisi çok masum olan (!) Batı sağı bu temaları rahatça işleyebilirdi artık. "Dolayısıyla biz bu adamların aramızda yaşaması- nı istemiyoruz" diyerek de sonuçlandırırdı tartışmayı. Ama, "Bu adamlar burada yaşasın" demekle yetinme- yen, "Biz bu insanları kendi kültürleriyle kabul etmeliyiz" diyen Batı solu, kötü bir açmaza düştü. Al sana, kabul edecek bir kültür! Düşünce özgürlüğüne mi saygı duya- caksın, aykırı düşünen birini öldürmeyi cennete götüre- cek sevap ilan edene mi? İkisine birden saygı duymak mümkün mü? Sanırım Humeyni'nin istediği de tastamam buydu. Tek- yaniı kararlılığında Batı sağından bir farkı yoktu. Kültür- ler arası yakınlaşma değil, kutuplaşma istiyordu, birinin öbürünü yok ettiği, topyekûn zafer istiyordu. Dazlaklar, Naziler vb... Klasik ırkçı akımlar güçlenebi- lir, etkili olabilir. Ama olağanüstü konjonktürier oluşma- dıkça belirleyici olacaklan kanısında değilim. Önümüzdeki dönemde, bir tür kültürel şovenizmin çok daha belirleyici olacağını sanıyorum: "Batı kültürü üstündür, geri kalanı üstüne konuşmaya değmez" tavrı. Bunu benimseyenler, gerçekten ırkçı olmayabilir, hatta bazıları kürk hayvanla- rını korudukları gibi azgelişmişleri de koruyabilirler. "Ye- ter ki bizden uzak olsunlar" diyeceklerdir, 'asalım keselim' diyenlerin tersine. Rushdie olayı tam da bu eğilimde olanların, "Ne yapar larsa yapsınlar, ama biz kaderimizi onlardan ayıralım" di- yeceklerin ya da diyebileceklerin tavırlarını katılaştırma- larına hizmet edecek bir olay. Böylece, insanların kendi- lerini 'eşit dünyalılar' olarak görmelerini, en azından ge- ciktirecek, çok tatsız bir olay. ACI KAYBEMZ TKP'nin hayatta kalan en eski yoneticisi CÂZM AKTİMÜR (Giritli Câzım) öldü. Tüm yoldaşlarına başsağlıfı dileriz. Cenazesi 10.1.1992 (Cuma) günü öğle namazını müteakip Alsancak Hocazade Camii'nden son yolculuğuna uğurlanacaktır. Dostları adına Sadun Aren-Ahmet Bilge-Metin Çulhaoğlu- Güner Eliçin-Savaş Al VEFAT Baromuzun 14579 sicil sayısmda kayıth AVUKAT AHMETGÜLER vefat etmiştir. Aziz meslektaşımızın cenazesi Çarşamba günü (bugün) Moda Camii'nde kılınacak öğle namazını müteakip ebedi istirahatgahına defnedilecektir. Merhuma Tanrı'dan rahmet, kederli ailesine ve meslektaşlanmıza başsağlığı dileriz. İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI TEŞEKKÜR MERT'in Kardeşi ANIL-KAAN'ın Doğumunda yakın ilgilerini esirgemeyen Dr. Yiiksel SÖNMEZ, Ebe Nurciye ŞEN, Hemşire tlknur ÖZER ve ESNAF HASTANESİ tüm personeline teşekkür ederiz. 2 Ocak 1992 GÜNER-İBR 4HİM KUL NEVŞEHİR 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NDEN Davacı Maliye Hazinesi'yle, davalılar Mehmet Çakmak, Ümmü- han Çakmak, Rabia Çakmak, Emine Çakmak, Ali Çakmak, Mus- tafa Çakmak, Şevket Çakmak, Ayşe Çakmak, Fatma Çakmak aralarındaki serhin iptali davasına ait Nevşehir 2. Asliye Hukuk Mah- kemesi'nin 14.11.1991 tarih, 1991/280 esas, 1991/385 karar sayıh dava konusu Nevşehir Merkez Göreme kasabası Karşıbucak mevkiinde paf- ta 14, parsel 7703 sayıh taşınmazın tapulama tutanağında beyanlar hanesinde bulunan bir adet güvercinlik Mustafa oğlu Mehmet Çak- mak'a aittir şehrinin iptaline, 204.000 TL vekaiet ücreti, 63.000 TL harç ve 448.900 TL yargılama giderinin davaJılardan ahnarak dava- cıya verilmesine kanun yolu açık olmak uzere verilen kararı davalı- lara ve adresi tespit edilemeyen Şevket kızı Ayşe Çakmak ve Şevket KIZJ Fatma Çakmak'a ilanın yayın tarihinden itibaren onbeşgun içe- risinde temyiz yoluna gıdilmediği taktirde kesinleşeceği ilanen tebliğ olunur. 16.12.1991 Sogyal Demokrajsive Ptyas» Liberal düşüncenin etkisinde sosyal demokrasiye yaklaşıldığında, sorun piyasa ekonomisini değiştirip yerine başka bir kurum koymak değil, onu reforma tabi tutmak, 'insan'laştırmaktır. Doç. Dr. ERCAN EREN Uludağ Üniversitesi Sosyal demokrasi Marksist ve liberal dü- şünceden etkilenmiştir. Etkilenme, siyasi ve ekonomik görüş ve uygulamalara yansımıştır. Etkilenme üikeden ülkeye bazı farklılıklar gösterir. Örneğin Alman ve İspanyol sosyal demokrat partileri Marksist geleneğin partile- ridir. Aynı durum İngiliz İşçi Partisi için tam geçerli değildir. Türkiye'de ise durum bütü- nüyle farklıdır. Türkiye'de sosyal demokrasi- nin •"dünü" yoktur. Süreç içinde Kemalizm ve sosyal demokrasi birbirine kanşmıştır. Bugün ise Türkiye'de sosyal demokrasi "dün"süzlü- ğün sıkintısını yaşamaktadır. Sosyal demokrat partilerin kitle partilerine dönüşme süreci içinde, özellikle 1950 sonra- sında. Marksist düşüncenin sosyal demokrasi üzerine etkisi çok azalmıştır. 1950 sonrasında liberalizmin etkisi daha belirgindir. Marksist düşünce yerine liberal düşüncenin ekonomik açıdan daha etkileyici duruma gelmesinde Keynes ve İskandinav (İsveç) sosyal demokra- si geleneğinde önemli bir yeri olan Stockholm Okulu'nun katkısı büyüktür. Keynes ve Stockholm Okulu çizgisi Marksist gelenekten çok farklıdır. Keynes ve liberalizm Keynes'ten başlayalım. Keynes liberal bir iktisatçıdır. Yaşamı boyunca liberalizme bağh kalmıştır. Hayek gibi liberal iktisatçılarla mektuplaşmalannda görüldüğü üzere onlar- dan çok farklı düşünmez. Ama liberalizmden anladığı biraz değişiktir. Piyasanın düzenlen- mesi için ekonomiye müdahaleyi, bireysel hak ve özgürlüklere sınırlama olarak görmez. Keynes açısından müdahale bireysel hak ve özgürlüklere sınırlama getirmekten çok, bire- ye yol gösterme, bireyi ikna etme anlamında- dır. Bir diğer deyişle Keynes'te müdahale, piyasa ekonomisi içinde, liberalizmde anlamı- nı bulur. Keynes'in geleneksel liberalizmden farkı bireyden bireye gitmek yerine bireyden topluma ulaşmak amacıdır. Ama asıl olan yi- ne bireydir. Bu, özellikle Keynes'in psikolojik analizleri; olasılığın, belirsizliğin ölçülmesin- deki şüphelerinde hemendikkati çekmektedir. Sosyal demokraside liberal düşüncenin et- kisi açısından bir diğer çizgi Stockholm Okulu'dur. (1) K.Wicksell'in etkisinde B. Ohlin (1937) tarafından kurulmuştur. Wick- sell; 'Neo Klasik'in (Liberal İktisat) kurucula- nndan L.Walras ve Avusturya Okulu'ndan etkilenmiştir. Neo klasik iktisat içinde özellik- le para kuramına (ödünç verilebilir fonlar ku- ramı) katkısıyla tanınır. VVicksell aynı zaman- da sosyalist-sosyal demokrat iktisatçıdır. Görüşlerinden dolayı ancak elli yaşından son- ra profesör olabilmiştir. VVicksell'in özellikle bölüşüme (gelir dağılımına) ilişkin görüşleri piyasa ekonomisi içinde müdahaleyi içerir. VVicksell'den B.Ohlin, G.Myrdai, E.Lindahl vd. kadar giden çizgide Stockholm Okulu ikti- satçıları süreç içinde Keynesçi iktisadın etki- siyle etkinliğini yitirse de, Keynes'ten bağım- sız olarak Keynes'e benzer görüşler geliştir- mişlerdu-, Onlarda bireyler ve (toplam yerine) derneşik analiz temeldir ve piyasa ekonomisi- nin reformlan ile ilgilidirler. Stockholm Oku- lu geleneğinde (ekonomik) bireysel hak özgürlüklerin garanti edilmesi asıldır. ve PABİS'TEN SELÇUK DEMİREL Ormansız:OrmanFalriıttesi Bilezikçi Çiftliği, Orman Fakültesi'nin bilimsel işlevi (fonksiyonu) için kamulaştınlırken diğer yandan, sözde "bakamıyoruz" gerekçesiyle Bilkent Üniversitesi'ne satışı çok çelişkili bir mantık Anayasa ne diyor? değil mi? AYDIN ÇETİNKAYA Orman Mühendisi versitesi Yönetim Kurulu üyeleri ile Bil- kent Üniversitesi sahibi ve YÖK Başkanı Sayın Doğramacı, bu satışın yasal, sos- yal, bilimsel ve politik mantığını nasıl açıklayacaklar? Ülkemizdeki yaklaşık 20.2 milyon hektan kaplayan ormanlann bakımı, iş- letilmesi, planlanması, işlevlerinin ika- mesi ve yeni ağaçlandırma alanlannın tesisi için orman (akültelerınden (İÜ Or- man Fak. ve KTÜ Orman Fak.) mezun olan orman mühendisleri görev yapmak- tadır. Ormanlann sürekliliğinin sağlan- ması ve yeni ağaçlandırma alanlannın tesisi için de görev yapacak orman mü- hendislennın de nitelikli bir eğitim alma- sı gerekmektedir. Bilezikçi Çiftliği'nin satışı Orman, doğaya açıktır. Doğal olaylar- dan etkilenerek kendisine özgü birekolo- ji yaratır. Bu nedenle. orman mühendis- lerinin laboratuvarı, ormandır. Onnan fakülteleri, laboratuvarlan (araştırma ormanları) sayesinde, doğayı, ormanı ve ekolojisini tanır, öğrenir. Bu konuda KTÜ Orman Fakültesi, çok şanssız bir konumdadır. Öğrencileri ve öğretim üye- leri, araştırma yapmak ve uygulamalan için saatlerce yol kat etmek zorundadır. Oysa İÜ Orman Fakültesi'nin bir araş- tırma ormanı var idi. "Bilezikçi Çiftliği" olarak adlandınlan İÜ Orman Fakültesi Araştırma Ormanı, 5.7.1991 tarihinde, 529 ada, 1 parseli, "bakamıyoruz" geıek- çesi ve İÜ Yönetim Kurulu karanyla 750.000.000 TL karşılığında, sosyal tesis inşası amaayla Bilkent Üniversitesi'ne satılmıştır. Bilezikçi Çiftliği, Sarıyer Bahçeköy'de toplam 12 bin dönümlük alanı kapsa- maktadır. 1977 ve 1986 yıllarında gerçek- feştirijen iki ayn kamulaştırmayla İstan- bul Üniversitesi'ne devredilmiştir. İÜ, 1977 tarihli kamulaştırmanın ihmalkâr- lık sonucu tapu kaydını yaptırmamış, Sayın Bedrettin Dalan döneminde hazır- lanan 1 5000 ölçekli planlarla da bölge, konut alanı olarak yapılaşmaya açılmış- tır. Alarko fırması da bu planlara daya- narak çiftliğin 4000 dönümlük bölümü- nü Türkiye'de yaşayan yabancılara vifla, çocuklan için de okul. kültür ve sanat merkezi- ile- golf sahasını içeren bir pro- Jejie degerlendjrmek üzeresatın almıştır. IÜ ise 1977 yılındaki kamulaştırmayı ge- rekçe göstererek tapuya şerh konulması- nı, alanın kendilerine bırakılmasını iste- mişti. Üniversite ile Alarko arasında dava konusu olan tartışma, Danıştay 6. Daire Mahkemesi'nin verdiği kararla, Bilezikçi Çiftliği'nin Orman Fakültesi'- nce eğitim ve araştırma alanı olarak kul- lanılmasına olanak sağlayacak biçimde sona ermişti. Satışın kahramanları Bilezikçi Çiftliği, yukanda sözü edilen çaba ile Orman Fakültesi'nin bilimsel iş- levi (fonksiyonu) için kamulaştırılırken diğer yandan, sözde "bakamıyoruz"' ge- rekçesiyle Bilezikçi Çiftliği'nin 529 ada. 1 parselinin Bilkent Üniversitesi'ne satışı çok çelişkili bir mantık değil mi? Satışın kahramanları, Istanbul Üni- Anayasamızın 169. maddesine göre "ormanlann korunroası, yetiştirilnıesi, sa- haların genişletilmesi, yönetihnesi ve işJe- tilmesi görevlerini" "devlet üstlenmiş; mülk edinılmesi. kamu yaran dışında in- tifa hakkına konu edilmesi ve sınırlannın daraltılması yasaklanarak orman varlığı güvence altına almmıştır. Bunu sağla- mak üzere Orman Yasası'na da çeşitli ceza ve yaptınmlar konulmuştur. İÜ Orman Fakültesi'nin eğitim ve araştırma ormanı olan Bilezikçi Çiftliği. Orman Yasası'nın "Hükmi Şahsiyeti Ha- iz Amme Müesseselerine ait ormaniar" bölümünün konusudur. Orman Yasası"- nın 47. maddesınde "Amme müesseseleri- ne ait ormaniar parçalanarak şahıslara vc> a mûesseselere toprağı ile birlikte devir ve temlik edilemez" hükmü vardır. Görüldüğü gibi, gerek anayasada ge- rekse Orman Yasası'nda satışın hiçbir yasal dayanağı ve meşruluğu görülme- mektedir. Bilezikçi Çiftliği, asıl olarak bilimsel iş- levini görürken hammadde dışında, di- ğer toplumsai faydalan da yerine getir- mektedir. İstanbul gibi yeşile, doğaya, temiz havaya, temiz suya hasret bir yer- de, kent ormanı olarak İstanbullulann rekreasyon aktivitesine hizmet vermek- tedir. Sosyal tesis inşası için Bilkent'e sa- tılan Bilezikçi Çiftliği, betonlaşan İstan- bul'a yeni beton yığınlannın katıhmı olacaktır. Ormaniar, bireyin değil. toplumun malıdır. Bunun için hiçbir sosyal, bilim- sel, yasal mantığı olmayan bu satış iptal edilmelidir. BİR REKLAM AJANSİ İCİN «MEDYA YONETMENİ Yetıştınlmek uzere bıryıl ajans deneyımlı. • MUHASEBE SORUMLUSU Bilgisayar kullanabilen, bir yıl ajans deneyimli. Tel: 166 74 69- 172 22 45 'Multıpl Skleroz (MS) hastaları ve yakınları 18 Ocak 1992 Cumartesi saat 9.30'da İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ODİTORYUM'da toplanıyoruz.' M.S. DERNEĞ1 YÖNETİM KURULU ÜYESİ MUSTAFA AKYAZI İLAN OSMANİYE ASLİYE HUKUK HÂKİMLİĞİ'NDEN Dosya No: 1991/495 Davacı Müstafa Çelik veküi Av. Ahmet Şabanoğlu tarafından da- valı Mehmet Uğurlu vs. aleyhine açılan menfi tespıt ve istirdat da\a- sının yapılan yargılaması sırasında davalı Mehmet Uğurlu adına çıkartılan davetiyenin tebliğ yapılmadığı, mahkemece yapılan araş- tırmada ise adresi tespit edilemediğinden dava dilekçesinin ilanen teb- liğine karar verildiğinden adı geçen davalının yargılamanın atılı bulunduğu 11-2-1992 gunu bizzat veya kendisini bir vekille temsiJ eı- tirmesi hazır bulunmadığınız veya vekille temsil ettirmedığiniz tak- tirde duruşmanın HUMK'nun 509-510 maddesi gereğince yokluğunuzda yapılıp karar verileceği hususu dava dilekçesi yerine kain olmak uzere ilanen tebliğ olunur. Basın: 45036 SİİRT ASLİYE HUKUK HÂKİMLİĞİ'NDEN Esas No: 1985/93 Davacılar, Abdulkerim Atala vs. tarafından davalılar Hazine vs. aleyhine açılmış bulunan tapu iptali davası neticesinde, Mahkeme- mizin 5.4.1989 tarih ve 1985/93 esas, 1989/84 sayıh kararla Kadast- ro Mahkemesi görevli olduğundan mahkememizin gorevsızhğine karar verilmekle, işbu karar adresi meçhu) davalı Şirin Atala'ya ilanen tebliğ olunur. Basın: 45049 İLAN ARSİN ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NDEN Esas No: 1991/184 15.11.1991 Davacılar vekilı av. Samı Taşkın tarafından davalılar aleyhine açılan Tapu iptali ve tescil davasuun yapılan açık yargılaması sırasında verilen ara kararı geregince, Davacılar vekili larafından davalılar aleyhine açılan davanın dava dilekçesi davalılardan Nadiye Toroman, Metin Toroman, Ajsel Toroman, Çetınkaya To- roman, Zafer Toroman, Canser Toroman, Hasan Ismailoğlu, Mustafa Ismai- loğlu, Esma Ibrahım kızı, Aslan Alı oglu, Hashatun Huseyin kızı, Şaziye Ismaıl kızı, Ası>e Ismail kızı Guluzar Hasan kızı, Tahır Hasanoğlu, Cevahır, Ahmet eşı-Fatma, Temel eşı- Emıne, Temel kızına yapılan lum araştırmalara rağmen tebliğ edilemedığı, anlaşıldığından davalılann duruşma gunu olan 26.12.1991 tarihinde bizzat duruşmaya gelmelerı vej'a kendilerini vekille temsil etnrmele- ri, gelmedikleri veya kendılerinı vekille temsil ettırmedıkleri takdirde duruşma- larm giyaplarında yapılacağı ve dava dılekçesının 7201 sayıh teblıgat yasasının 29'uncu maddesi gereğince davalılarâ lebliğat yerine kaın olmak uzerı İLANEN tebliğ olunur. 15 11.1991 BURDUR 2. ASLİYE HUKUK (TİCARET) MAHKEMESİ'NDEN Esas No: 1991/258 Karar No: 1991/458 Davacı Burdur Merkez Burç Mah. Paşa Cad. No: 36'da ikâmet eden Abdurrahman Sağlam tarafından alacaklılarına teklif olunan konkordatonun tasdiki davasının sonunda: Davacı borçlunun talebinin kabulıi ile davacı tarafından tum borç- ların "ol00 ödenmesi, ödemenin konkordatonun tasdik ve tasdikin kesinleşmesini takip eden iki sene odemesiz ve bu ilk seneyı takip eden ilk gun tum borcun 1/5, geri kalan borcun 3 yıl içinde 3 eşit taksitte \e h*r sene bir taksit olmak uzere borcun tamamının ödenmesi şek- linde olan davacı borçlunun konkordato teklifinin tasdikine. Karar verilmiş, karar 13.12.1991 tarihinde kesinleşmis olup ügililere ilan olu- MALAZGİRT ASLİYE HUKUK HÂKİMLİĞİ'NDEN 1988/113 Es. 1990/100 K. Davacı Malazgirt Saltukgazi Mahallesi'nden M.Şerif Erdem tara- fından davalı Bekir Yavuz aleyhine mahkememize açılan kayıt iptali ve tescil davasının yapılan duruşması sonunda; davacı tarafından ispat edilemeyen davanın reddine, yapmış olduğu masrafların kendi uze- rinde bırakılmasına, 5000.— TL red harcının davacıdan ahnarak Ha- zine'ye gelir yazılmasına dair mahkememızce verilen 5.11.1990 tarih ve 1990/100 karar tum aramalara rağmen davalıya tebliğ edilemedi- ğinden, bu karar ozeti ve kararın davacı tarafından 27.11.1990 tari- hinde temyiz edildiği hususu Diyarbakır-Çınar Şekerören köyunden davalı Bekir Yavuz'a ilanen tebliğ olunur 17.12.1991 Basın: 45035 T.C. BURDUR 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NDEN 1986/273 DSİ vekili tarafından Şenol Gunal aleyhine açılan tescil davasın- da: Davalı Şenol Günal'ın adresi meçhul olduğundan duruşma guniı olan 30.1.1992 gunu saat 9.00'da Burdur 2. Asliye Hukuk Mahke- mesi'nde hazır bulunması veya kendisini vekille temsil ettirmesi, ak- sı halde HUMK'nun 509. maddesi gereğince yokluğunda karar verileceği dava dilekçesi ve duruşma gunu tebliği yerine kaim olmak üzere ilan olunur. Basın: 45028 Bir diğer isim liberal iktisat geleneğinin en önemli kalesi sayılan Avusturya Okulu'ndan L.von VVieser'dır. Avusturya Okulu'nda E. von Böhm-Bawerk le birlikte C.Menger sonra- sı ikinci nesii oluştururlar. Sosyal ekonominin kuruculanndan olan Wieser, piyasa ekonomi- sine müdahalelerin kuramsal gerekçelerini ge- liştirmiştir. Ekonomik hak ve özgûrlükler Liberal düşünce geleneğinin sosyal demok- rasi üzerine etkilerine son vermeden kısaca bir noktayı belirtmek istiyoruz: Başta A.Smith, J.S.MU1 (liberal-sosyalisttir), A.Marshaü ol- mak üzere Liberal iktisadın bellibaşlı temsilci- lerinin hemen hepsi toplumsai adalet düşünce- sinden hareketle piyasa ekonomisi üzerinde bazı düzenlemelere sempati ile bakmışlardır. Sosyal demokrat düşünceyi liberal düşünce- nin etkisi çerçevesinde değerlendirdiğimizde, piyasa ekonomisini temel aldığı sonucunu çı- kartabiliriz. Sorun, piyasa ekoncmisiyle bü- tünleşen (bireysel) ekonomik hak ve özgûr- lükler korunarak piyasa ekonomisinin nasıl toplum çoğunluğu lehine işlemesinin sağlana- cağıdır. Amaç, piyasa ekonomisinin temeli olan iktisadi etkinlik gözardı edilmeden, göre- li fıyatlar olanaklı olduğu ölçüdepiyasa kural- lan çerçevesinde belirlenerek toplumsai adale- tin gerçekleştirilmesidir. Liberal düşüncenin etkisinde sosyal demok- rasiye yaklaşıldığında. sorun piyasa ekonomi- sini değiştirip yerine başka bir k'urum koymak değil. onu reforma tabi tutmak, 'insan'laştır- maktır. Değiştirmek düşüncesinin yerini re- formun alması B.Magee'nın (2) vurguladığı gibi karşıhğını K.Popper'de, perakendeci mü- hendislikte bulur. Yani toplumu toptan değiş- tirmek yerine hemen herkesin birleştiği, fikir birliğine vardığı acil sorunlan çözmeye yönel- mek gereklidir. Kanımızca sosyal demokrat düşüncenin temelieri bu çerçevede ele alınırsa. sosyal demokratlann amaçladığı (a) bireysel hak ve özgürlüklerin garanti altına alınması; (b) bireysel hak ve özgürlüklere sınırlamalar getirmeksizin toplum yaranna reformlar ya- pılması süreci anlamını bulur. (1) C.H Sıven, -rhe End of the Stockholm Scholl", Scandınavıan Journal of Economıcs, 87 (4), 1985, s 557-593 (2) B.Magee. Karl Popper'ın Bilim Felsefesı ve Siya- set Kuramı, Çev. M.Tunçay. Remzi Kitabevı. 1982 ORUÇ ARUOBA YOK Ayıbı "Yapma (yazma); ayıptır" diyordum kendi kendime epey bir süredir. Insaniarın güçsüzlüklerini ve yetersizlik- lerini yüzlerine vurmak da değil, yalnızca; bunu yaparken, kişinin, kendisinin güçlü ve yeterli olduğunu dolaylı olarak varsayması, asıl ayıp olan. Kimse 'mutlak' anlamda güçlü ve yeterli değildir; her kişinin güçsüz ve yetersiz yanları vardır. Bu yüzden ayıptır kişinin başkaları üzerine ahlak- sal yargılamada bulunması. Ama işte, çok hızlı demokrat ve çok hızlı insan hakları yanlısı yeni hükümetimiz kurulalı beri, YÖK ve Doğramacı konusunda üniversite çevrelerinden gittikçe hızlanarak yükselen sesler, imza toplayıp protesto etmeler; boykot tehditleri ve bu gazetede çıkan boy boy lanetlemeler, bo- yunaelimikaşındırıpduruyordu, "Ayıpdaolsa,yaz"diye. 'Son damla', Sayın Doğan Kuban'm "YÖK Tartışması" baslıklı yazısı (Cumhuriyet, 1 Ocak 1992) oldu. Şöylediyor- duSayın Kuban: "Üniversitelerdebuduruma(YÖKyönetl- mine) direnen insanlar çıktı. Ünivarsiteden ayrıldılar. Yoklukları hem üniversite için hem de kendi bilimsel ya- şam/an için zararlı oldu. Onlara saygı duymak gerek." Bu "saygı'yı üzerime alıp bu ayıbı yapmaya (yazmaya) karar verdim. Bu yazı YÖK üzerine yayımladığım kaçıncı yazı, hatırla- mıyorum; ama ilki, 12 Eylül döneminin tek 'muhalif sesi ARAYIŞ'ta, YÖK henüz tasarı halindeyken çıkmıştı. Başlı- ğı, "ÜniversiteninÖlümü"idi. IhsanDoğramacı, VVashing- ton aktarmalı Paris uçağıyla, kaymış beli ve koltuğunun altında tasarıyla avdet etmiş; televizyondaki 'Rektörler Show'unu düzenlemişti. Bense, o zamanlar, Ihsan Doğramacı'nın kurucusu ve "onursal rektörü" olduğu üniversitenin, hızkardeşi Emel Doğramacı'nm dekanı olduğu fakültesinın, Felsefe Bö- lümü'nde. doktor asis- — — — — — ^ ^ — — — tand.m Emel Dogra- "yj|( yğriHSje gMlğl f İ I SSS& İÜİHS; „«"!•««•'»"'•!»»« ve Edebiyatı profeso- bugun bıla burada bulunan rüydü. (Daha önceleri ktflİBP, Ol*tiya koymak ise İSn -m md ^Tih^' isteyebilecekleri herhangl nu oldugum) kalbur- fci-Hfi-a,,--„,--- hiimı üstü bir lisede tercü- ™r MfIHIC6 Varsa, DIMU me öğretmenliği yap- yaZSinlâP, bU dÜŞÖnCeİ8Pİ DİP m.ştı) Daha önce (ya a M y a geflPflllm, bİP kİtip nı sonra), 1750 Sayıh S yasa altında, Fakülte Genel Kurulu tarafın- dan oybirliğiyle seçil- diği dekanlığa, daha sonra YÖK altında, ağabeyinin atadı- ğı rektör tarafından atanarak yeniden geldiğinde, kendisi- ni bu başarısından dolayı 'tebrik'e (yanılmıyorsam) yalnız- ca ben, eşim; bugün, biri bakan biri de bir gazetenin yöneticısı olan iki başka fakülte üyesi gitmemişti. (Odam Dekanlığın da bulunduğu katta olduğundan, bunu bilecek durumdaydım.) Bu arada asistanlık 'müessese'si YÖK ile 'mülga' hale geldiğinden, öteki bu cinsten 'mahlûkat' ile birlikte, ben de İikrim' sorulmadan ve 'mutabakat'tm alınmadan, başka bir "statü "ye aktarıldım. Nasıl kurulacağı böylelikle açık halegelen bu yönetim karşısında, başka çıkar yol göreme- yerek, kendimi üniversiteden attırmaya karar verdim. YÖK'e ve yönetmeliklerine aykırı çeşitli davranışlarım üzerine açrlan (ve çok nazikce yürütülen) çeşitli soruştur- maların ancak epey uzun süreceğe benzeyen "bir aylık maaşsız uzaklaştırma" cezalarına varabildiğini görünce, işi sonuna kadar götüremeyeceğimi anlayıp, 1 Nisan 1983 günü istifa ettim. Daha sonra istifa dilekçem Fakülte Yöne- tim Kurulu tarafından Rektörlüğe; Rektörlük Hukuk Danış- manlığı tarafından da Cumhuriyet Savcılığı'na, "Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına hakaret" ihbarıyla iletildi; hak- kımda dava açıldı. Bereket versin mahkeme sivildi ve tek celsede beraat ettim; ama bu sayede konan ve beraatım- dan sonra kaldırılmayan yasaklama sayesinde, birkaç yıl sonra davetli bildiri sahibi olduğum bir konferansa, pasa- port verilmediği için katılamadım; bildirim in absentia okundu... Bu noktada, Sayın Kuban'ın sözünü ettiği 'saygı've za- rar'a yeterince örnek verdiğimi düşünerek (yazımın başın- da sözünü ettiğim ikinci 'ayıp'ı da bol bol işlemiş olarak), bu konuyu kapatıp, öteki (önceki) 'ayıp' konuyu açıyorum: Bir gün üniversiteye geri dönersem -ve ancak kendi il- kelerime uygun bir üniversiteye dönebileceğimden- katı- lacağım ilk Genel Kurul, Senato, Yönetim Kurulu (vb. -ne olacaksabu 'Plenum') toplantısında, ilkkezsözaldığımda, bir önerge vermeyi düşünüyorum. O da şu olacak: "YÖK yürürlüğe girdiği gün üniversite üyesi olan ve bu- gün hâlâ burada bulunan kişiler, bu süre içinde üniversite- lerin durumu ve kendi konumları ve tutumlan üzerine, ortaya koymak isteyebilecekleriherhangibir düşünce var- sa, bunu yazsınlar, bu düşünceleri bir araya getirelim, bir kitap içinde birleştirelim, yayımlayalım." Bu kitabın adı da, "YÖK Ayıbı" olsun. ORLÇ ARUOBA, Felsefedoktoru.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle