Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 5 OCAK 1992
UZAKÎAKIN
"Baba"mn Toplumu
Demire, 12 Eylül fırtınasfnın ardından yeniden siyasete ve
neydanlara âönerken "Kurtar bizi baba" sloganıyla yeni un-
vanını kazanmış oldu. Demirel "babalığı" benimsemiş, hem
ce fena halde benimsemiş durumda, "Adımız babaya çıktı
ya, artık tizim işimiz pürüz çıkartmak değil çözmek..." De-
mirel, "baba'lıkla birlikte kendini ve diğer insanları nereye
koyduğunj çok iyi özetliyor Balzac da ünlü kahramanı Gori-
ot Baba'ya şöyle dedirtir: "Baba olduğumda kendimi Tanrı
gibi hisseiım" Goriot Baba'nınki biyolojik babalık olarak ki-
şisel tatmn, özgüven gibi duygular çerçevesinde ortaya çı-
kan bir Tanrılaşma...
Toplumun babasına düşense Demirel'in deyişiyle "pürüz
çıkartnak degil, çözmek", yani oğullarını dertlerinden kur-
tarmak, onlar adına düşünmek, haklarını belirlemek ve ge-
rekiiğı kacarını vermek... Pürüz çıkartmak ise oğulların işi,
babann hoşgörüsü oranında kuşkusuz...
Siyasette "baba" kavramı İkinci Dünya Savaşı'nın ertesinde
biHurlaştı.. Dogu'da "Halkların babası Stalin", Batı'da ise "Za-
ferin babası Churchill" iyice yukarılara, Goriot Baba'nın ya-
kınlanna cıktılar... Arkadan kendi siyasal imaj ve işlevini
"babalık" halesiyle süsleyen diğer babalar sökün etti: Fran-
sız ulusunun soylu babası de Gaulle, Yugoslavya'nın birleş-
tirici babası Trto derken saygın babaların yerini "karikatür
babaları" almaya başladı. Bu role sıvandıktan sonra en hızlı
biçimde en dıbe dü-
Dünyada babalar dönemi
kapandı; çünkü babalık
otoritesinin kaynağı olan
dogmalar, korkular ve kör
inançlar dönemi kapandı.
şüşü yaşayanlardan
biri, Yunanistan'daki
Albaylar Darbesi'nin
başı Papadopulos ol-
du...
Batı'nm en tepele-
rinde babalığa heves
eden son lider Rea-
gan ıdı, o da kendı ^ ™ ~ ~ >
^ ^ ~ ^ ~
toplumunun böyle bir gereksinımi olmadığını herhalde biraz
geç anladı..
Batımızda Tıto doğal ölümüyle başlarından ayrılınca Yu-
goslavya'yı oluşluran tüm uluslar 45 yıllık hesapları ortaya
döküverdiler... Fransızlar da soylu babaları de Gaulle'ü oy-
larıyla, 1969 çalkantısınm ardından köyüne göndermişlerdi.
De Gaulle ie birlikte "baba toplumu" dönemini kapatan Fran-
sızlar, Mitterrand'ın bütün çabasına karşın babalığını kabul-
lenemiyorlar...
Bizim ilk "baba"mız olmaya adaylığını koyan, Kenan Ev-
ren oldu. "Ata" olması mümkün değildi, ona ancak "baba"
olmak kalıyordu: Ulusu 12 Eylül öncesinin karanlıklarından
kurtarmış bir kişi olarak "babalığı" hak ettiğini neredeyse her
konuşmasında anlattı birkaç yıl boyunca. Süleyman Demi-
rel'in doğal baba adaylığı ile Kenan Evren'in zorla baba aday-
lığının altından gelen Turgut Özal da "baba imajını" üstlen-
meye yatkır olduğunu düşündürten girişimlerini eksik etmedi.
Özal da biranlamda kurtarıcı değil miydi, askeri yönetimden
bu ülkeyi kendısi kurtarmamış mıydı? Gerçek özgürlüğü ve
liberalizmi o getirmemiş miydi? Ama Özal'ın babalık otorite-
si kurmaya zamanı olmadı ve önemli özellikleriyle en güçlü
baba adayı olan Demirel "babalığı" kaptı ve simgeleşmiş şap-
kasıyla birlikte havada sallamaya başladı.
Özal-Demirel arasındaki çekişmede babalığı az farkla ka-
çırmış olan Özal, kuşkusuz çok geride kaldı. Demirel ise pü-
rüz çözen, gerekirse de pürüz yokmuş gibi davranabilen bir
baba olarak onu pürüz çıkaran büyük kalabalığın arasına en
azından görüntü olarak itmiş gibi davranıyor.
Dünyada babalar dönemi kapandı; çünkü babalık otorite-
sinin kaynağı olan dogmalar, korkular ve kör inançlar döne-
mi kapandı. Artık bir gün en tepede ülkeyi yöneten, ertesi
gün aşağıda bir görev almaktan yüksünmüyor; çünkü onlar
normal insan, hiçbiri "baba" değil; toplumları da onlann
"baba" olmasını istemiyor. Yetişkin halklar da yetişkin insanlar
gibi "baba"lar tarafından değil normal, ama yetenekli insanlar
tarafından yönetilmek istiyorlar.
Arkadaşımız
MUSTAFASUPHİ
ile
DEMETYANUK
evlendiler.
Mutluluklardilerız.
4Ocak1992 ÜSKÜDAP
1992'nın umut ve beklentilerımızın gerçekleşmesi tçin hep birlikte çaba
harcayacağımız bir yıl olmasını dılıyor, tum meslektaşlarımızın yenı
yılını kutluyoruz
TURKTABİPLERİBİRLİĞİ
MERKEZ KONSEYİ
DUYURU
ARAŞTIRMA/İNCELEME/ÇALIŞMALAR
DESTEKLENECEKTİR
TürkTabıplenBirlığısağlıkalanındaaraştırma, ıncelemeve
çalışmaların her bırıne 2-15 mılyon TL arasında destek sağlayacaktır
Tıbbı vesosyal konular yanı sıra sağlıkpersonelının sorunlarına ılışkın
çalışmalaraöncelıkverilecektır Desteğımızheralandakıaraştırıcılara
açıktır.
Başvuru formları Türk Tabıpleri Bırlığı Merkez Konseyı ya da Tabıp
Odalan'ndan sağlanabılır
TÜRKTABİPLERİBİRLİĞ!
MERKEZ KONSEYİ
MrtKMithatpaşaCad No 62/18
06420-Yenişehir/ANKARA
Tel 11831 56-1183963
Son Başvuru Tarihi 7 Şubat 1992
KÜBA DOSTLARI
TANIŞMA TOPLANTISI
"Cuba si Yançuis no"
"Küba'ya Evet, ABD emperyalizmine Hayır"
8 OCAK 1992 • ÇARŞAMBA • 19.00 - 23.00
TAKSİM BELEDİYE GAZİNOSU
Davetiyo : İHD (149 51 48) . ME2OPATAMYA K.M. (154 48 65)
TÜM ÖZGÜR-DER . AKADEMİ KİTABEvİ (148 43 96)
Nasd Bir Y ©K?
Büyük sistemler ile oynamanın kolay ve doğru olmadı|ını son çeyrek
asırda öğrenmiş bulunuyoruz. Şimdi, oynanmış böyle bir sistemi
yerine yerleştirmek sorunu ile karşı karşıyayız. Böyle bir görevin iki
koşulu, yansız damşma ve güçlü yürütmedir.
Prof. Dr. ZİYA BURSALIOĞLU Ankara Üni. Eğt. BU. Fak.
bdır. Kuşkusuz, uzun bir geçmişi olan bu ku-
rul, böyle görevleri gerçekleştirecek biçimde
örgütlense ve kadrolansaydı, YÖK gibi bir ku-
ruluşa zaten gerek duyulmazdı. Ancak, uzun
aralıklar ve kısa süreler içinde toplanan ve son
zamanlarda bilgisayardan çıkmış doçentlik jü-
rileri ile uğraşan bu kurulun da yeni bir göre-
ve teknik bakımdan hazırlanması gerekir.
Yönetimde seçim ve atama
YÖK'e ilişkin ikinci bir boyut, akademik
yöneticilerin makama gelme yollandır. Yöne-
timde seçim ve atama yollan, genellikle Ör-
gütlerin özelliklerine göre uyarlanır. Bu ko-
nuda YÖK tarafmdan yapılan açıklamalar ve
yayınlar, Bektaşinin namaz fıkrası benzerin-
dedir. Yani genellikle, gerçeğin ikinci yarısı-
nı yansıtmaktadır. örneğin üniversite senato-
su, fakülte kurulu, aday gösterme komiteleri
gibi organlar tarafından seçilen ve en üst bir
makam tarafından usulen onaylanan durum-
lar ve ülkelerde; akademik yöneticilerin atan-
dığı tarafsız (!) TV ekranlarımızdan hikâye
edilegelmiştir. Halbuki eğitim sistemleri ko-
nusunda, üniversitelerimizde dersler, araştır-
malar ve tezier yapılmaktadır.
Üniversiteîerimiz çapmda yapılan ve yurt
dışında güveniJir yayınlarda yer alan bir araş-
tırmada, 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu ör-
Her şeyden önce kavramlann anlam ve öne-
mini algılamak gerekir; çünkü kavramlar yö-
netim görevlerini, bunlar da örgüt yapılarını
getirir. Örgütlere ilişkin temel kavramlardan
ikisi politika ve yürütmedir ve her turlü yapı-
lanmada, bunları üstlenecek organlann beür-
lenmesi gerekir. Aksi halde, YÖK durumun-
da olduğu gibi bunların karışması olasıdır.
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile YÖK'e
bu görevlerin ikisi de verilmiştir. Böylece
YÖK, akademik yöneticilerin atanmasından,
öğrenci kıyafetlerinin düzenlenmesine; öğre-
tim programları ve bölümleri sayısmdan,
araştırma görevlisi kadrolanrun anabilim dal-
ları arasında aktarılmasına kadar çok çeşitli
görevler üstlenmiştir. YÖK genellikle, politi-
ka yerine yürütme görevlerini yeğlemiştir. ör-
neğin, uzun süre yükseköğretimde bir Mas-
ter Plan hazırlayamamıştır (1).
Bu yüzdendir ki Sayın Mesut Yılmaz hü-
kümeti, yükseköğretimde 2010 yılına kadar
geçerli bir "Master Plan" hazırlamayı prog-
ramına koymak zorunluluğunu duymuştur.
Ne var ki YÖK Kanunu'nun yeniden değer-
lendirileceğini vurgulamasına rağmen; bu de-
ğerlendirme sonuçlanna göre, ki kendilerince
zaten biliniyordu, en azından yeni bir yapı-
lanmaya gidileceğine değinilmemiştir. öğret-
men yetiştirme politikası, DPT'nin müdaha-
lesini gerektirecek kadar ortada kalmıştır (2).
Yürütme görevleri
YÖK, yürütme görevlerini yeğlemiştir, çün-
kü yürütme, politik güç toplamaya yarayan
bir eylemdir. Akademik yükseitme, atama,
nakil, kadrolama gibi yetkileri merkezileşti-
ren YÖK, kısa sürede büyük bir politik güç
biriktirmiştir. Çünkü merkezden yönetim eği-
liminin altında, yönetimin güç biriktirme
amacı ve hatta hırsı bulunur. Bu birikim sa-
yesinde, Milli Eğitim bakanlarına meydan
okuyan YÖK, politik çevreleri de şaşırtmış ve
ayıltmıştır. Ne var ki su köprüyü böleli çok
zaman geçmiştir.
Başlangıçta dekatloncu bir atlet gibi piste
çıkan YÖK, bu kondisyonu sağlayacak tek-
nik menajerler yerine politik olanlan seçtiğin-
den, kısa sürede yorulmuş ve ringdeki böyle
boksör gibi, yasasında öngörülen ilkelere kar-
şıt güçlere sanlmaya başlamıştır. Aynca, yük-
lendiği ayrıntılı yürütme görevleri nedeniyle,
yükseköğretim kurumlannda yapılan her tür-
İü hata YÖK'ten bilinmiş ve onun yıpranma-
sını hızlandırmıştır.
Bugunkü yasada bulunan ve tekrarlanaca-
ğı söylenen koordinasyon görevi de bu kav-
ramın yeterince anlaşılamamasından kaynak-
lanmaktadır. Çünkü koordinasyon (eşgüdüm)
eylemi, yürütme sürecinin bir aşamasıdır. Bu-
nunla görevlendirilecek yeni YÖK de gene ay-
rıntılı yürütme görevlerine heveslenecektir.
öyleyse, yeni YÖK'ün temel göxevi yürütme
değil, yükseköğretim alanında üst organlara
politika öğütleme (policy advising) olmalıdır.
Temel yürütme görevleri de yürütücülerden
oluşan Üniversitelerarası Kunıl'a bırakılma-
gütsel ve yönetimsel bakımlardan, 2547 sa-
yıiı Yükseköğretim Kanunu'ndan üstün bu-
lunmustur (3).
Diğer bir araştırmada, rektörler hariç, di-
ğer akademik yöneticiler, makama gelme yol-
larından, "öğretim üyelerince doğrudan
seçilmeyi" yeğlemiştir.
Başka bir araştırmada, YÖK'ün genel ku-
rul ve yürütme kurulu gibi ikiye ayrılması ge-
reksiz bulunmuştur.
Bu araştırmalar beğenilmiyorsa, en yüksek
bilim kurumlannı yöneten YÖK tarafından,
on yıllık uygulamanın bilimsel bir alan araş-
tırması niçin yapılmamıştır?
Demokratça yanşma
Taranmış kaynaklara göre ufak farklıhk-
lar gösterebilecek bu dağılımın ışığında, ülke-
miz açısından YÖK, aday gösterme komitesi
gibi kabul edilirse, rektör atamada ikinci, de-
kan atamada ise birinci grupta yer almakta-
dır. Çünkü rektörün gösterdiği üç aday ara-
sından, YÖK genellikle birinciyi atamakta; di-
ğer bir deyişle, rektör bir kişiyi dekan olarak
atamaktadır. Halbuki, rektörlerin ikinci grup-
takiler gibi atandığı bazı ülkelerde bile dekan-
lar fakülte kurullan tarafından seçilmektedir;
çünkü dekanın yönetilenlere olan mesafesi
rektörünkinden daha kısadır.
Atama-seçilme karşıJaştırmasındaki görüş-
lerimiz, atama ile gelen akademik meslektaş-
larımızın aleyhine bir yorumu amaçlamamak-
tadır. Ancak onlar kadar değerli meslektaş-
larımıza da demokratça bir yanşma olanağı
verilmesinin savunmasıdır. Bugunkü yasanın
yönetim modeli, akademik yöneticüiği sürdür-
müş, fakat akademik liderliği söndürmüştür.
Çünkü sosyal bilimlere göre lider gruptan ge-
ür, yani lideri insan grubu seçer. Parlamen-
ter yönetimde inanılan ve uygulanan bu ger-
çek, on yıldan beri, akademik yönetimden
esirgenmiştir. Çünkü bir önceki iktidarın, sa-
kmcalı da olsa, yasalan ve kararlarından ya-
rarlanmak, bir sonrakinin zayıflıklanndandır.
Bu nedenledir ki darbe olayları sonrası, veya
söylentileri öncesi; demokrasi ve özgürlük fer-
yatlannda bulunan politikacılanmız, bilim
kurumlan ve adamlanndan bunu ısrarla esir-
gemiştir.
Son olarak, anayasadaki yerine karşın
YÖK'ün yeniden yapılandırılmasının ne ka-
dar olanaklı bulunduğu sorunu gelmektedir.
Aralık 21, 1987 tarihinde çıkarılan 301 sayılı
kanun hükmündeki kararname, 2547 sayılı
Yükseköğretim Yasası'nın 6. maddesini de-
ğiştirmiş ve YÖK organlarım, Genel Kurul,
Başkan ve Yürütme Kurulu olarak üçe ayır-
mıştır. O dönemin muhalefet partilerinin dik-
katinden kaçan bu bölünme, karar sürecine
katılaniarın sayısını azaltmak bakımından
sistemi daha kapalı duruma getirmiştir. Çün-
kü demokratik yönetimin temel ilkesi, yürüt-
me gücünün değil, katılma derecesinin artı-
rılmasıdır.
Aynca, bu değişikliğe dayalı olarak yapı-
lan yönetmeliğin 8. maddesi ile dekan seçim-
leri yetkisi Yürütme Kurulu'na aktanlmıştır.
Anayasanın 130. maddesi, dekanlann YÖK
tarafından seçilme ve atanmasını öngördü-
ğünden, bazı hukukçularca aykın bulunan bu
uygulama, günümüze kadar devam etmiştir.
Demek ki kanun hükmünde kararname ile
YÖK'te yapısal ve görevsel değişiklikler ya-
pılabilmektedir.
Hükümet programı
PARİS'TEN SELÇUK DEMİREL
Sayın Başbakan Süleyman Demirel'in hü-
kümet programında bu konuda şu açıklama
yer almış bulunmaktadır:
"Hükümetimiz köklü bir üniversite refor-
mu gerçekleştirecektir. Üniversitelere bihm-
sel ve yönetsel özerklik tanınacak; YÖK sis-
temi kaldınlarak yükseköğretim kurumlan-
nın, kendi içlerinden seçtikleri organlar eliy-
le yönetilmesi sağlanacaktır. Böylece hüküme-
timiz özgür.özerk, mali olanakları en iyi aşa-
maya getirilmiş üniversiteyi Türkiye'ye kazan-
dıracaktır... Üniversitelerin kendi üst
kurullannca belirlenecek adaylar arasından
seçilecek yüksek öğretim ve eğitim kuruluşu
oluşturulacaktır.''
Bu hayırlı mesaja gölge düşürecek bir du-
rum da eğitim ve öğretim kavramlan hiyerar-
şisinin karıştırılmasıdır. Amatörce yapılmış
bu hataya düşmemek için Milli Eğitim Bakan-
hğı'nda çeşitli öğretim dairelerinin bulundu-
ğunu hatırlamak yeterlidir.
Sonuç olarak büyük sistemler ile oynama-
nın kolay ve doğru olmadığını son çeyrek asır-
da öğrenmiş bulunuyoruz. Şimdi, oynanmış
böyle bir sistemi yerine yerleştirmek sorunu
ile karşı karşıyayız. Böyle bir görevin iki ko-
şulu, yansız damşma ve güçlü yürütmedir. Bu-
günkü iktidarın oluşumu, birinciyi sağlamış
görünmektedir. tkincinin kanıtını da yeni
yükseköğretim yasasının kapsamı göstere-
cektir.
(1) DPT, Beşinci BYKP, 19S8 Yüı Prognunı, s.
344-346
(2) DPT Sosyal Planlama Dairesi'nin 8.2.1986 ve
648 sayılı yazısı.
(3) American Collegiate Service, Handbook of
Worid Education, Houston, Texas, 1991, s. 815.
Ruşen Keleş, Jurgen Novak, Ilhan Toraanbay, Tör-
kiye'de ve Almanya'da Sosyal Hizmetler, Selvi Yayın-
ları, 1991 s. 193-194.
SAĞLIĞIMIZA
ÖZEN GÖSTERİR
%100 saf bitkisel yağlardan
üretilen bitkisel bir margarindir.
Üretiminde hiçbir surette hayvansal
yağlar (kuyruk yağı, don yağı, domuz
yağı v.b.) kullanılmaz.
, sağlıklı ve dengeli beslenmemiz
için pastörize süt ve en yüksek
seviyede vitamin içerir.
değmeden ve hijyenik şartlarda,
Gıda Maddeleri Tüzüğü'ne uygun
olarak üretilir.
^Üretim süreci boyunca
tüm bakteriyolojik kontrolları
büyük bir özenle yapılır.
0 Sana, Dünya Sağlık Örgütü (WH0)
standartlarına uygun olarak
hazırlanmaktadır.
AHMET CEMAL
Yanlış "Şeylep" Üzerine
TRT ve özel televizyon arasında gittikçe kızışan rekabet,
yalnızca programlarla sınırlı kalmıyor. Türkce'nin her geçen
gün daha yanlış, daha kötü, daha bilinçsiz kullanılması, böy-
lece de altmış milyonluk bir izleyici kitlesine anadilin gittikçe
daha düşen bir düzeyde sergilenmesi de artk televizyonlan-
mızın temel rekabet konuları arasına girdi.
Televizyon kanallarımızdaki dil pespayeliği, yalnızca ya-
bancı dil bilme ya da bilmeme olayını çoktan geride bırakan
bir sorun hiteliğini kazandı. Bu bağlamda olayın adım adım
ilerlemiş olduğu da söylenebilir. Iş, önce yabancı dilden yan-
lış çevihlerle başladı. İtalya'da geçen bütün birfilm boyunca,
Italya'da Napoli diye bir kentin varlığının unutulup "Naples'e
gittim... Naples'ten geldim" denmesi dünyaca ünlü birtiyatro
yazannın adının sözcüğü sözcüğüne çevrilerek "Korkak No-
el" adlı bir oyuna dönüştürülmesi, Almancadan yapılan bir
belgesel film çevirisinde Almancadaki "haus" sözcüğünün
hem "ev" hem de "bına" anlamınageldiği bilinmeksizin -bu
bilgi, Almanca öğreten ders kitaplarının ilk sayfalarında var-
dır- filmdeki yaşlı kadının ağzından -Dışişleri Bakanlığı binası
yerine - "o günlerde evime giren çıkan belli değildi" diye bir
anlatıma yer verılmesi ve bunların benzeri daha nice gaflar,
şimdiki durumla karşılaştırıldığında artık "lüks" diye nitelen-
dirilebilecek örnekler.
Şimdi iş, gelip doğrudan Türkceye, yani Türkiye Cumhuri-
yeti sınırları içerisinde ağırlıklı konuşulan dile dayandı.
Bu bağlamda işlemekte olan dil cinayetleri, sözcüklerin
yanlış kullanılmasından başlayıp, bozuk cümle yapılanna ve
yanlış vurgulamalara
kadar uzanan geniş
bir yelpazede yer alı-
yor. Bu konuda verile-
bilecek örneklerin sa-
yısı ise ne yazık ki sı-
nırsız denebilecek ka-
dar kabarık. örne-
ğin "yaşam" ve "yaşantı" sözcüklerinin rasgele birbirinin
yerini tutması, arükyerleşik birdil konumu olupçıkt. "Paniğe
uğradım" ve "şok geçirdim" rîadelerinin yerini iseuzunca bir
zamandır "panik oldum" ya da "şok oldum" gibi gülünçlükler
aldı.
Bu alandaki en yeni örneklerden biri de "şey" sözcüğünün
televizyonlanmızdaki kullanımı. Daha ilkokul sıralannda öğ-
retildiği gibi "şey", dilimizde canlılar için kullanılmaz; hele
konu televizyon türünden bir kitle iletişim aracı olduğunda,
böyle bir yanlış kullanım hiç düşünülemez. Oysa şimdilerde
ekranlanmızda insanların birbirlerine "kötü şey", "utanmaz
şey",' güzel şey" vb demeleri de günlük kullanımdan oluver-
di.
Televizyon dışından gelen ve yaşamlarında -dikkat, "ya-
santılarında" değil- ne bir kitap sayfası açmış, ne de söyle-
mek istediğini nasıl söylemesi gerektiği konusunda kafa
yormuş kişilerin bu yanlışları yapmaları, bir ölçüde doğal
karşılanabilir ve bu durum, kitap denen olguyla okuma de-
nen eylemi gündeminden gittikçe uzaklaştran bir kültürün
doğal yansımaları diyedeğerlendirilebilir. Buna karşılık tele-
vizyon gibi görsel yoldan bilinç etkileyişi bunca güçlü bir ileti-
şim aracının bu bağlamdaki özensizliği, aynı doğrultuda
değerlendirilemez. Çünkü düşüncenin dışlaşma yolu ve biçi-
mi olan dil, bu niteliğiyle aynı ramanda bir bilinç oluşturma
aracıdır. Bu aracın düzeyi, doğal olarak oluşturulması amaç-
lanan bilincin düzeyini de etkileyecefttir.
Bu gerçekler açısından bakıldığında, resmisi ve özeliyle
bütün televizyon kurumlarımızın artık zaman yitirmeksizin
kendi iç yapılarında bir dil denetimini gerçekleştirmeleri, bir
zorunluluktur.
RRMHUIİIIUUIMIUIIIHI Kulll
şsyVutamnazşayViûnl
şsy" vt. dsnnteri ounHk
kuJtannndsA okıvBrdl.