Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 10 OCAK 1992
MIRAT BELGE
Amatör Demokrat
Eizim kuşak Süleyman Demirel'le yaşlandı. Genç in-
sanlar olarak altmışlann başiarında siyasetle ilgilenme-
ye başladığımızdan kısa bir süre sonra, Demirel Adalet
Parisi'nin genel başkanlığına seçildi. İnönü hükümetinin
devnlmesıni izleyen hükümete katıldı. 1965 seçimlerinde
AP tek başına iktidara geldi ve Demirel başbakan oldu.
Sonra iki darbe dahayaşadık. Demirel hep darbelerie gitti,
seçmlerle dondü. Kolay iş değil bir siyaset kariyerini böyle
kurmak, ama Demirel bunu başardı.
Son derece ilginç ve anlamlı olduğu halde, bu yazıda
amacım bu kariyeri kurcalamak değil. Demirel'in son "ge-
nelçe"si üstüne birkaç şey söylemek istiyorum. Gelgele-
lim, o genelgeyi okurken, o kariyeri hatırlamamak ve "De-
mirel'le yaşlanmışlardan" biri olarak, "Hey gidi günler" de-
memek elde değil.
İlk üç cümle şöyle: "Devlet yönetimi şeffaf bir yönetim
olacaktır / Topluma karşı açıklık ve dürüstlük esastır/Va-
tanaaş doğruları öğrenecektir." Aslında bunlar dünyanın
her yerinde hükümetlerin kâğıt üstünde benimsedikleri
ilkelerdir; bundan yirmi yıl öncede, Demirel'in kendisine
söylense, "Evet, böyle oimalıdır" derdi. Derdi de, öyle o\-
mazdı. Olmamasının birtakım nedenlerini Demirel istese
de denetleyemezdi, bir kısmını da denetlemezdi. Aklı ba-
şında siyasetçı bu gibi ilkeleri kâğıt üstünden somut ha-
yata indirmeye çalışmazdı, normal olarak, bizde de, de-
mokratik gelişmişlik ölçüleri değişen başka ülkelerde de.
Ama şimdi Demirel'in gösteriş olsun diye böyle genel-
geler yazdığını, yazdırdığını düşünmüyorum. Yeni hükü-
metle birlikte, Demirel'in konuşmasında, içtenlikli birtını
çalınıyor kulağıma.
Şimdi burada bir tuhaflık var. Genelgenin önermeleri-
riı okumaya devam ediyorum. Bir kısmında klasik devlet-
çi söyleme tosluyorum. Birçoğunda, iyi niyet temennile-
rinin ötesinde \az\a somut bir içerik bulamıyorum. Bazı-
larında, adamakıllı iyi niyetler, çok kaba saba yöntemlere
bağlandığı için, öne-
Bizleri ihtiyariattıktan
sonra kendini yenileyen
bu nev-zuhur Demirel'in
ortaya koyduğu amaçları
destekiiyorum kendi
hesabıroa. Fakat bu yeni
Demirel o eski güveni
vermiyor. Bir acemilik var
halinde, dilinde.
rilen uygulamaların
sonuçlanndan ciddi
endişeye kapılıyo-
rum.
Çok kısa özetler-
sem, genelge so-
nuçta devlet memur-
larından taleplerde
bulunuyor. Her dü-
zeyden devlet me-
murlarının, aşağıdan
yukarıya oluşacak
hareketlilığı, halktan
gelen yaratıcılığı — — — — — — — — — ^ —
desteklemeleri isteniyor. Bu, 12 Eylül ve devr-i Özal'dan
gelerek bugüne ulaşmış bir bürokrasiyle nasıl mümkün
olur?
Bu arada çok önemli bir şey çıkıyor karşımıza: İl ve il-
çe meclisleri. Zorunlu hale gelmiş yönetsel desantralizas-
yon açısından, yerel inisiyatifin gelişmesi bakımından ger-
çekten çok önemli. Ama bu meclislerin nasıl oluşacağı
anlatıldığında, iyimserlikten fazla karamsarlık basıyor in-
sana, çünkü bir yandan devlet vesayeti hâlâ orada, bir
yandan da korporatizme gidebilecek bir yapılaşma öne-
riliyor, meclisin seçilenleriyle ılgili kısmı en zayıf tarafı vb.
Genelge, böyle kısa bir yazıda analitik biçimde değer-
lendirilir gibi bir metin değil. Bu değerlendirmeyi bir baş-
ka yazıya bırakarak genel bir izlenimimi iletmeye çalışa-
yım.
Yazıya ister istemez kariyerini hatırlatarak başladığım
Demirel eskiden nitelikli bir Türk politikacısıydı. Bence iyi
işler de yaptı, kötü işler de. Ama iyi ya da kötü, Demirel
ustaydı, yaptığını bilirdi, bastığı yeri bilirdi. Hasım oldu-
ğunuzda, yaptığı için kötü olduğunu düşündüğünüzde de,
o işi başarıyla yapacağına güvenirdiniz.
Bizleri ihtiyariattıktan sonra kendini yenileyen bu nev-
zuhur Demirel'in ortaya koyduğu amaçları destekiiyorum
kendi hesabıma. Fakat bu yeni Demirel o eski güveni ver-
miyor. Bir acemilik var halinde, dilinde.
Gördüğüm paradoks bu işte! Niyet iyi, görünürde öyle,
lakin bu işler nasıl olacak? Bu noktada, politikanın kurdu
ve profesyoneli, kendine güvenen ve o güvenini size de
bulaştıran "Sayın" Demirel yok, ağzından doğru ilkeler
saçan, bir yandan da el yordamıyla aranıp duran bir in-
san var ortada. Çünkü bana öyle geliyor ki, bu insan da,
çeşitli nedenlerle, iyi bildiği kulvarı bıraktı, o kadar iyi bil-
mediği bir kulvarda koşmayı kabullendi.
Devlet adamının profesyoneli oluyor da, demokratın yal-
nız amatörü oluyor galiba bizde. Bu da çok kötü bir şey
değil, "amatör"ün etimolojik kökeni düşünülürse.
ANMA
JALE EYLÜL
Seninle her şey güzeldi.
Gecekuşu - Eylül - Ataman
AİLELERİ
1924-10-1-1989
TKP'nin en eski üyelerinden
CAZEVf AKT1MUR
aramızdan ayrılmıştır.
Tum sevenlerine, dostlanna başsağlığı dileriz.
Cenazesi, 10 Ocak 1992 Cuma günü öğle namazından
sonra tzmir-Alsancak Hocazade Camii'nden
kaldırılacaktır.
TÜRKİYE BİRLEŞİK KOMÜNİST PARTİSt
MERKEZ YÜRÜTME KURULU
1)1 M \ •*
KJTAP KİT0P
"Yirmi beş bin tutsak kitap'ıngün
ıjığına çıkması lopluma umut verdı:
Özgurluk kuşun kanadında
• Tarılı boyunca dünyada
yasaklanmii kıtaplar
• Turkıye'de kılap yasaklama
gcrekçeleri
10 Ocak 1992 Cuma eiimi
DÜNYA GAZETESI
KITAP ekınde
DÜNYA SÜPER VEB OFSET A.Ş.
Narlıbahçe Sok. No: 15 Cağaloğlu
Tcl-512 01 90(20hat)
YerindenYönetîm ve
Demokrasi
Yeni anayasa üzerinde tartışırken, hukuk devletinin kurulması için yeni bir
siyasal-idari yapı da gündeme getirilmelidir.
Doç. Dr. İBRAHİM Ö.KABOĞLU M. Ü. Hukuk Fakülîesi
Anayasa Hk. Anabilim Dalı Başkanı
29 Aralık 1991 gecesi TVl'de 6 siyasi parti
önderinin katıümıyla gerçekleşen açıkoturumda
özellikle güvenlik, iktisadi bunalım ve demok-
ratikleşme sorunlan vurgulandı. Kamu düze-
ninin sağlanmasında, "hukukun üstiinlüğü" ve
"hukuk devleti"nin sıkça dile getınlmesi, "ka-
nun hâkimiyeti" veya "kanun devleti" zihnıye-
tini aşmakta olduğumuz bıçiminde yorumla-
nabilir. Hukuk Devleti öğeleri olarak "katı-
Itm-demokrasi-insan hakları" ilişkisinin
doiaylı biçimde vurgulanmış olması da önem-
li. Bununla birlikte, belirtilen üçlü ilişkınin
uygulanma ve gerçekleşme alanı olarak yerin-
den yönetim (adem-i merkeziyet, decentralisa-
tion) üzerinde hıç durulmadı. Oysa ülkemizde
katılım, demokrasi ve özgürlükler, ancak "ye-
relleşme" ile geçerli kılınabilir.
Yerinden yönetimde Avrupa
Yerinden yönetim birimi olarak. "köy, bele-
diye ve il özel idareleri"nın varlığına karşın
Türkiye. merkezi tek yapılı devlet özelliğıni
koruyor. Muhtar, köy-jandarma-mülki ıdare
amiri üçgenınde bir 'görevli', il özel yönetimi
ise valinin vesayeti altında bir 'danışma kuru-
lu' görünümünde. Yerinden yönetim amaç ve
yapısına en yakın tek birim belediye. T.C..
"demokrasi-insan haklan ve katılım" bağla-
mında hukuk devletini ancak, artık tarihi bir
kategori olan merkezi tek yapıdan adem-i
merkeziyet tek yapılı devlete geçişle yeniden
kurabılır.
Tek yapılı devlet biçimine sahip Fransa. İs-
panya ve İtalya modelleri Türkiye için esin
kaynağı olabilir. Fransa'da iki ve veya daha
çok ıl gruplarınin oluşturduğu bölgeler, halk
tarafı ndan genel oyJa seçilen "Bölge Konsey"-
lerince yönetilmektedir. Komünlerin, illerin
ve bölgelerin hak ve özgürlüklerine ilişkin
2.3.1982 tarihli yasaya göre bölgenin iktisadi.
toplumsal kültürel ve bilimsel gelişmesi ile
alan düzenlemesi konulannda görev ve yetkili
olan Bölge Konseyi. bölgenin kimliğini muha-
faza işlevine sahip özerk bir kuruluştur. Yurt-
taşlann yerel yaşama katılım ana hedefini de
taşıyan bölge yönetimi üzerinde idari ve mali
vesayet denetimi bulunmamaktadır. 1978 ts-
panyol Anayasası, ülkeyı 17 bölgeye ayırarak
yönetımlerini seçimle belirlenen "parlamento-
lar"a vermiştir. Ulusal ölçekte yerine getirilen
kamu hızmetleri dışındaki kamu görevleri
özerk bölge yönetimlerine devredilmiş bulu-
nuyor. Siyasal-yönetsel yapısının temel öğesi-
ni bölgelerin oluşturduğu İtalya, daha çok
adem-i merkeziyetçi. 1947 Anayasasfna göre
"özerk bölgeler", kendine özgüerk veişlevlere
sahip. 5 özel statülü bölge yanında 1968'de
kurulan 14 bölgenin hepsine İcimi yasama yet-
kileri de verilmiş. Özel statülü olanlar. "mün-
hasır" yasama yetkisini de kullanır. Bölge
idare hizmetlerinin örgütlenmesiyle kolluk.
ulaşım ve şehircilik konulannda bütün bölge-
ler tamamîayıcı yasama erkine sahip...
Karar mekanizmalarının yaygınlaş-
ması
Türkiye'de karar ve yönetim organlan halk
tarafından seçilen "Bölge Yönetimi"ne geçil-
mesinin olurnlu yönlerini üçlü ilişki bağlamın-
da kaba çizgileriyle belirtmeye çalışalım:
Demokrasi açısından, başkent dışındaki si-
yasal-yönetsel nitelikte kurul veya parlamen-
tolar, demokratik yapıyı genişletır. Siyasal
karar mekanizmalannın yaygınlaşması, idari
yapının büyük ölçüde demokratikleşmesi ve
saydamlaşması sağlanır. Yetki ve sorumlu-
luklardaki paylaşım, bölge ölçeğinde kurul ve
organların daha hızlı lcararlanyla sonuca
ulaşmalanna olanak tanır. Paylaşım. güvenlik
konularından bölge planlarına değin uzanabi-
lir. Halkta kendine yakın olan yönetime sa-
hiplenme bilinci gelişır. Çoğulculuk, açıklık ve
hoşgorü öğeleri, sınırlı demokrasinin olum-
suzluklannı törpüler. Bölge ölçeğinde yetişen
kadrolarla merkezi devlette daha düzeyli bir
siyasal yönetimin kurulması özendirilebilir.
60 milyon nüfuslu ülkemizde 450 kişiden olu-
şan tek bir parlamentoya girebilmek için veri-
len 'yaşamsal' mücadele, rasyonelleştirilip
demokratikleştirilebilir...
Katılım yoluyla kurulabilen yerel demokra-
sinin kendısi de katılımı hızlandınr, yaygınlaş-
tırır. Halka danışma, yönetimi etkileme ve
kararlara katılma yollannın açılması, merkezi
yönetime katılımın güçlük ve sınırlannın yerel
ölçekte aşılmasını sağlar. Bu çerçevede gönül-
lü örgütlere de işlevler verilerek hem örgütsel
yaşam geliştirilebilir hem de örgütsel katılım
özendirılir. Kurumsal katılım bakımından ör-
neğin üniversıte öğretim üyelerinin bölge yö-
netimine girmeleri çeşitli yararlar sağlayabılir.
Adem-i merkeziyet, yurttaş katıhmını kökleş-
tirir ve işlevselleştirir...
Bölge yönetimlerine katılma
İnsan hakları açısından, bir kez "yönetilen-
lerin haklan" (idarenin saydamhğı, kararlann
gerekçeli olması. bilgilenme hakkı...) ancak
halka yakın olan bölge yönetiminde gerçeklik
kazanabilir. "Katılma haklan" da yerel ölçek-
te işlevsel kılınabilir: Gelişme ve çevre haklan,
kentsel kamu düzeni çerçevesinde konut hak-
kı, kültürel değerlerin korunması... Örneğin
gelişme hakkının toplu boyutu. -etnik dahil-
yerel farklılıklann muhafazasını güvence altı-
na alabilir. Örgütlere de işlev kazandınlaca-
ğından, toplu yaşamın anlamlı kılınmasıyla
toplu özgürlükler ilerletiJebilir. Daha genel
olarak hak ve özgürlüklerin gerçeklik kazan-
ması umudu, öznelerinde onlara sahiplenme
duygusunu pekiştirebilir.
Kendi yöresini sahiplenme duygusu
Bölgesel yönetimin toplumsal, iktisadi ve
kültürel katkılanna da örnek olarak değinile-
bilir. Üç büyük kent dışında aynı zamanda
siyasal-yönetsel nitelikli büyük sınai ve ticaret
merkezlerinin kurulması, yetişmiş eleman ve
sermaye "kaçışı"nı, genel göçü yavaşlatabilir.
Kişilerde yöre ve bölgelerine sahiplenme duy-
gusunu öne çıkarabilir. Bölgesel planlann yü-
rürlüğe konmasıyla canlı toplumsal, kültürel
ve bilimsel yaşam merkezli bölgeler çekici kılı-
nabilir. Böylece, ülke genelinde göreceli bir
denge sağlanabilir...
Kısacası. 92 yılında yeni anayasa üzerinde
tartışırken, hak ve özgürlüklere öznelerinin
sahip çıkmasını olanaklı kılacak mekanizma-
ların geliştirilmesi, demokrasinin katıhmcı kı-
lınarak toplumsallaşması, yani hukuk devleti-
nin kurulması için yeni bir "siyasal-idari yapı"
da gündeme getirilmelidir.
PARİS'TEN SELÇUK DEMİREL KURŞATBUMIN
SaghkNe Durumda?
Sağlığa en az para harcayan ülke konumundayız. Sağlık
hizmetlerine toplam olarak Batı Avrupa ülkelerinden dörtte bir
nispetinde harcama yapıyoruz.
Dr. ŞÜKRÜ GÜNER İstanbul Tabip Odası Eski Genel
Sekreteri
İşçi sigortalannın kurulduğu 1945'ler-
den başlayarak Genel Sağlık Sigortası
ülkemizde gündemden düşmemiştir. Son
yıllarda da adeta sağlığımızı kurtancı bir
formül olarak ifade edilmeye başlanıl-
mıştır. Hatta iddialarda o kadar ileriye
gidilmiştir ki Genel Sağlık Sigoıtası
(GSS), sağlık hizmetlerinin sosyalleştiril-
mesinin bir alternatifi olarak gösterilmiş-
tir.
Genel Sağlık Sigortası, sağlık hizmetle-
rinde bir fınansman sorunudur. Finans-
man sağlık sorunlarımızın sadece bir
kısmıdır. Sosyalizasyon ise sağlık hizmet-
lerinin veriliş biçimini belirleyen bir ör-
gütlenme biçimidir. Dikkat edilecek
olursa, GSS ve Sosyalizasyon ayn ayrı
kayramlardır.
Ülke sağlık sorunlannın bu denli de-
rinleştiği bir dönemde soruna artık ciddi-
yetle eğilmenin zamanı gelmiştir, geç-
mektedir de... Sorunun çözümü soruna
bir bütün olarak bakmakla başlar. Değil-
se, sorunu bir ucundan tutup "Gelsin
GSS, çözülsün sorunlar", denirse. eski-
den olduğu gibi boşa küreh çekilecektir.
Son zamanlarda Sağlık Bakanı Sayın
Yıldırım Aktuna konuşmalannda ulusal
sağlık politikamızın çizileceğini, ulusal
sağlık enstitüsü'nün kurulacağını. kalıcı
bir sağlık politikası belirleneceğini ifade
ederek son derece önemli konuları gün-
deme almıştır. Ülkemizde bugijne kadar
uygulanan sağlık politikası elbette var-
dır. Ama sonuçları da ortadadır. Ne sağ-
lık hizmeti alanlar memnundur ne de
verenler. Ülke sağlık sorunu ise içler açı-
sı. Bebek ölüm hızı binde 80'in üzerinde.
En çok görülen hastalıklar arasında kıza-
mık. en çok öldüren hastalıklar arasında
diyare (ishal). en çok sakat bırakan has-
talıklar arasında çocuk felci. Bu sonuçlar
sağlık sorunlarımızın ne denli büyük ol-
duğunu göstermektedir.
Evet. ulusal sağiık politikamızı çizme-
miz gerek. Ama bu kavramı yıllarca söy-
leyip de konuşmaktan başka bir şey
yapmayan uzmanlarla değil. Veya sorun-
lara tek yönde bakan. önerilere kapalı
bürokratlarla değil. Tıp fakültesiyle,
meslek kuruluşlarıyla. derneklerle. sen-
dikalarla. bu alanda sö>leyecekleri olan
tüm kesimlerle birlikte oluşturulmalıdır.
İşte o zaman politıka ulusaldır ve kalıcı
olur.
Tıp eğitimi üzerine
Şüphesiz, ulusal sağlık politikasının çi-
zilmesinde ilk ele alınacak husus ülke-
mizdeki nıevcut tıp eğitimidır. Mevcut
tıp eğitimimizin büvük sorunlan olduğu
tartışılmaz bir gerçektir. Bu nedenle geç-
tiğimiz dönem Türkiye Büyük Millet
Meclisi"nde konu ele alınmış ve bir araş-
tırma komisyonu kurulmuştur. Araştır-
ma Komisyonu'nun hazırlamış olduğu
rapor tıp eğitimimiz açısından tüyler ür-
perticidir. Tıp fakültelerinden mezun
1500 pratisyen hekim arasında yapılan
araştırmada (bu sayı bir yılda mezunla-
rın üçte biridir), yüzde 40'ının otopsi, yüz-
de 39'unun acil cerrahi solunum yolu açma
işlemini, yüzde 19'u gebeliği önİemek için
spiral takmasını, yüzde 12'si mide yıkan-
masını, yüzde 11 "i yanık tedavisini hiç izle-
mediklerini bildirmişlerdir. Buna karşın
uyguiama eksikliği inanılmaz sonuçlar
vermektedir. 1500 yeni pratisyen heki-
min yüzde 92\si cerrahi yoldan acil olarak
solunum yolu açma işlemini, yüzde 61'i
akciğere iğne ile girmeyi, yüzde 56'sı gebe-
liği önlemek için spiral takmasını, yüzde
55'i kırığı alçı ile tespit etmeyi, yüzde 53'ü
cerrahi olarak damar yolunu açma işlemi-
ni hiç yapmadıklarını bildirmişlerdir. İşte
tıp eğitimimizin durumu...
Aile hekimliği
Sağlık hizmetlerinde ilk basamak sağ-
lık hizmetlerinin, aile hekimliği kurumu
ile verilmek üzere çalışmalar izlemekte-
yiz. Aile hekimliği kurumu örgütlenerek
aile hekimi kendisine bağlı nüfusa peri-
yodik muayene, aşılann tatbiki, ilk yar-
dım ve acil tedavi, laboratuvar hizmetle-
ri, sağlık kayıtları yapacak, gerek görül-
düğünde hastayı ikinci basamak sağlık
hizmetine sevk edecektir. Bazı Batı Avru-
pa ülkelerinde uygulanan aile hekimliği
bizim ülkemizde kurulabilir mi? Tıp eği-
timi ile aile hekimliğinin görevlerini yeri-
ne getırebilecek bilgı ve becenye sahip
hekim yetiştirebiliyor muyuz? Mevcut ai-
le hekimleri sayıları çok yetersiz oldu-
ğundan. aile hekimliği görevini pratisyen
hekimler yürütecektir. Niçin aile hekim-
liği ihtisası artınlmaz? Aile hekimliği ih-
tisas eğitimi yeterli midir? Bunlar, üzerin-
de durulması gereken sorunlardır.
Çağdaş sağlık hizmeti bireye bağl] hiz-
met değil bir ekip hizmetidir. İlk basa-
mak sağlık hizmetlerinin, başında bir
uzmanın bulunduğu bir ekip tarafından
verilmesi daha doğru değil midir? Mev-
cut sağlık ocaklannı, kamu ve özel teşhis
tedavi merkezlerini böyle bir işlevle yeni-
den düzenlemek olanaksız mıdır? Aile
hekimliğine alternatif önerilerdir. Belki
daha doğrulan içinde taşımaktadır.
Sosyalizasyon ve yasalar
Sağlıkla ilgili yasalanmız yeniden göz-
den geçirilmelidir. Sağlık alanında mev-
cut iki temel yasa yanm asırlıktır. Sağlık
Hizmetlerinin Sosyalleştiriünesi Yasası
ise 30 yaşını aşmıştır. Buna karşın alanı-
mızda yeni bir yasa düzenlenmemiş, dü-
zenlenenler ise ya iptal edilmiş ya da
uygulanamaz durumdadır. Sağlık Hiz-
metleri Temel Kanunu gibi.
Uvgulamalara bakacak olursak hepsi
saman alevi gibi; parlamış ve sönmesi bir
olmuş. Geriye dönüp bir bakacak olur-
sak aşı kampanyalan. üçlü reçeie. sağlık
taramaları, sünnet projesi. anne ve çocuk
yaşatma programı, gezici sağlık hizmet-
leri. telefonla sağlık danışma merkezleri,
seyyar sağlık sahil üniteleri...
Sağlık hizmetlerinde yerleşmiş ve sü-
rekli hizmet esas oimalıdır. Geçici kam-
panyalar ve yönelimler tüketimden baş-
ka bir sonuca yaramaz. Bu nedenle sağlık
hizmetlerimizle ilgili yasalanmız yeniden
düzenlenmelidir. Çağdaş bir örgütlenme
bıçimi olan Sağlık Hizmetlerinin Sosyal-
leştirilmesi Yasası da yeniden değerlendı-
rilmelidir. Geçen 30 yıl içinde toplumu-
muzda büyük değişimler olmuştur.
Yasanın pratikte eksiklikleri yaşanmış-
tır. Bunlar dikkate ahnarak yasa yeniden
değerlendirilmeiidir. Sosyalleştirilmede
en uç birimlerde ihmal edilen örgütlenme
eksiklikleri tamamlanmalı. büyük yerle-
şim yerlerinde, kentlerde yeni bir örgüt-
lenme anlayışı getirilmelidir.
Sağlık hizmetlerinin finansmanı
Sağlık hizmetlerinin en önemli sorun-
lanndan biri de fınansman açığıdır. Bu-
güne kadar bu açık kapatılamadığından
her hükümet değiştiğinde arayışlara giri-
şilmiştir.
Sağlık hizmetlerinin finansmanı ya ge-
nel bütçeden ya da prim toplama suretiy-
le karşılanacaktır. Bir üçiincü yol ise sağ-
lık hizmetlerine genel bütçeden aynlan pa-
yın artınlarak, hizmeti alanlardan da eko-
nomik durumlanna göre katkılannın alm-
ması.
Sağlık hizmetlerinin tamamen genel
bütçeden finansmanı gerçekleşmesi hemen
hemen olanaksız görülmektedir. Ayrıca
sağlık hizmetlerinde tüketimi artırıçj bir
konum yaratacaktır.
Kişileri sigortalayarak prim toplama sis-
temi ise gerçekçi değildir. Bugün kaydı ve
adresi belli 3 milyon kişiden SSK, prim
toplamakta güçlük çekmektedir. 10 mil-
yon Bağ-Kur'lunun ancak dörtte biri sağ-
lık primi ödemeyi kabul etmiştir, bunu
da düzenli ödememektedir. Şimdi baka-
lım hiçbir sosyal güvencesi olmayan 25
milyonluk kesime. Tanmla uğraşanlar,
köylüler, küçük iş sahipleri. işsizler, ta-
mamen dağınık yerleşimli. çoğunun da
ödeme gücü yok. Nasıl toplanacak?..
Sağlığa önem veriyorsak mutlaka ge-
nel bütçeden payı artırmak zorundayız.
Sağlığa en az para harcayan ülke konu-
mundayız. Sağlık hizmetlerine toplam
olarak Batı Avrupa ülkelerinden dörtte
bir nispetinde harcama yapıyoruz.
Genel bütçeden aynlan payı yükseltir-
ken. sağlık hizmetinde tasarrufu da gün-
deme getirmeliyiz. Bu tedbirlerle sağlığa
yapılan yatınm artınlmalı, sağlık hizmet-
lerinin kalitesi yükseltilmeli ve uzun kuy-
ruklardan kurtararak cazip duruma geti-
rilmelidir. Verilen bu önem karşısında
hizmeti alan halkın da katkısını istemeye
hak kazanılacaktır.
Sağlık hizmetlerinde merkezi koordi-
nasyon, hizmetlerde tasarrufu sağlayıcı
ilk adım olacaktır. Bugün gerek kamu
gerekse özel sağlık hizmetlerinde plansız
ve programsız yatırımlar yapılmaktadır.
Bir yandan yeni sağlık kurumlan kuru-
lurken aynı alanda çalışan hastaneler
kapanmakta ve kapanmakla yüz yüze
kalmaktadır. Devlet hastanesi yanına hiç
ihtiyaç yokken bir de SSK hastanesi açıl-
makta ve bir hastanenin yapacağı iş, hiç
gereği yokken, iki hastaneye paylaştınl-
maktadır. Bugün sağlık alanında pek çok
yatırım atıl kapasite durumundadır.
Genel bütçeden ahnan pay artınhp ge-
rekli tasarruf sağlandığında sağlık hiz-
metlerinde önemli ilerlemeler sağlana-
caktır.
Ulusal sağlık politikası belırlemeçalış-
malarının yapıldığı bugünlerde doğru
politikalar ve atılan doğru adımları gö-
ren halk, aldığı hizmete, isteyerek katkı-
da bulunacaktır. Çağdaş ve sosyal yakla-
şımda budur.
IVMetBuKadar Konsensüs'e
Dayanabipmi?Türkiye'de özellikle birkaç yıldır hızla gelişen garip bir
alışkanlık yer/eşti: Toplumsal, politik olguları daha iyi an-
lamak yolunda ortaya atılan kimi "akıntıya karşı" kavram-
lar, kısa bir süre sonra üzerinde hemen herkesin hemfikir
olduğu bir nitelik kazanıyor.
Birkaç örnek verecek olursak: "Katılım"\n, "saydamlık"
ın, "sivil toplum"un, "uzlaşım"ın başına bu talihsizlik gel-
di. Yenilerine de gelecek. Bu olguyu -iyimser kalmak isti-
yorsanız- sevindirici karşılamak mümkün. Bundan iyi ne
olabilir? Şimdiye kadar ayrı bildiğimiz insanlar meger bir-
leşmek için kimi kavramları bekliyorlarmış! Meğer şimdi-
ye kadar söylenenler geçici, rüya, hatta yalanmış. Herke-
sin katılıma katılmasından normal ne olabilir, sivillerin
çoğunluğu oluşturduğu bu toplumda sivil toplumun güç-
lenmesi nasıl herkesin ortak ideali olmaz? Saydamlığı
(şeffaflık demiyofum, çünkü her ne kadar koalisyon proto-
kolü bu sözcüğü seçmişse de ben bu sözcükte "tarihsel"
birerotikçağrışım buluyorum) içi dışı aynı olan bu insanla-
rın hangisi istemez? Uzlaşmayıp da ne yapacağız?
Oysa -kötümserseniz- bütün bu uzlaşmanın aslında yine
bir yanlışlıktaı. kaynaklandığı yönünde kuşkuya kapılma-
manız imkânsızdır. Kuşkulanmak her zaman yararlıdır.
Bütün bunları, seksenli yılların ortasında yayımlanan,
Luc Ferry 'nin Sanaf Felsefesi başlıklı üç ciltlik çalışması-
nın son cildini okurken tekrar düşünüyorum. Luc Ferry ki-
tabındaki bir bölümde "Consensus ou Dissensus?" (Uz-
laşma mı, Uzlaşmama mı?) altbaşlığını kullanmış. Ferry
kitabının bu bölümüne SOFRES tarafından "Fransızların
birliği ve farklılığı'nı değerlendirmek için gerçekleştirdiği
bir anketten söz ederek başlıyor. Değişik partilerin sem-
patizanları çeşitli haklar konusunda ne düşünüyorlar?
Ancak ben söz ko- - ^ - ^ — . ^ — ^ — i ^ _ _ ^ _ _ —
_ ^
Siyasi kûttupû.geleneBi
bizimkinden çok daha
gelişmiş blr üfkenin sağ ve
soldan iki dnemll klşlsi bfitân
uziaşımlara rağnen
uziaşamazken, bfz bu içi böyle
kolayca nasıl hallettih?
nusu anketin sonuç-
larını aktarmak yeri-
ne, yine Ferry 'nin
analiz ettiği bir "yüz
yüze" karşılaşmadan
söz edeceğim. Bu
karşılaşmayı Nouvel
Observateur dergisi
düzenlemiş ve politik
eğilimleri yönünden
merkezde olan Simo-
ne Ve// ile sosyalist eski başbakan Michel Rocard'\ buluş-
turmuş. Tartışılan soru, bizim için de çok önemli: "Arala-
rında bir ittifak zemini mümkün mü"? Sonucu hemen söy-
leyelim: Mümkün değil. Simone Veil, "Tamamen değişik,
hatta birbirinin zıttı toplum anlayışlarına gönderide bulu-
nanlar arasında hiçbir uzlaşım mümkün değildir" derken,
Rocard daha az radikal fakat net: "Bize yöneltilen bu soru-
nun bugün anlamı yoktur."
Oysa Veil ve Rocard'ın her ikisi de -bir liberal ve bir sos-
yalist olarak- epeyce konuda uzlaşmış görünüyorlar. Veil,
neoliberalizmi eleştirerek "devletin en aza indirgenmiş
bir müdahalesini" kabul ediyor; Rocard, devletin "ürete-
meyeceği ve üretmeyi bilmediği" bir sosyalizm anlayışına
karşı çıkarak, üretim ve diğer alanlarda olabildiğince oto-
nomiyi, bireylerin ve grupların temel haklannı savunuyor.
Her ikisi de demokratik çoğulculuğun övgüsünde tereddüt
etmiyorlar. Fakat yine de ittifak mümkün değil!
Şimdi soruyorum ben: Siyasi kültürü, geleneği bizimkin-
den çok daha gelişmiş bir ülkenin sağ ve soldan iki önemli
kişisi bütün uziaşımlara rağmen uzlasamazken, biz bu işi
böyle kolayca nasıl hallettik? Onların imkânsız gördüğünü
biz nasıl mümkün kıldık?
"Ezan, bayrak, vatan" üçlüsü üzerine kurulu bir politik
söylemden insan haklannı sürekli vurgulayan bir sağa
gelmek (bu değişimde. Hüsamettin Cindoruk'un rolünün
büyük olduğunu ben de düşünüyorum) tabii ki sevindirici.
Kürt milletvekillerini ihraçtan, "yemin töreninin can sıktı-
ğı" bir sosyal demokrasiye gelmek tabii ki sevindirici de-
ğil! Ancak söylemek istediğim bunlar değil. Söylemek
isteğim, âlemin beceremediğini bizim nasıl gerçekleştir-
diğimiz üzerine daha fazla düşünmek zorunda olduğu-
muz.
Bu konsensüs acaba varlığını, problemlerden söz etme-
mek gibi bir seçime, bir tercihe mi borçlu?
Konsensüs (eğersahtesi değilse), problemleri, farklılık-
ları görmeye çalışmamızı engellememeli.
4. SAYI BAYİLERDE
• 1992KavgaveZaferYıljDİ!
• Demokratik Açılım h)û$mâms!\ ve
Kürt Ulusunun Payına Döşerîier
• İşçi Kıyımlarına Karşt Mücadele Bayrağını Yükselt!
• Zamlar Geri AlınsınU,,
• Saray Örme/ Y u r t i ^ l ç o DifenişJeri
• Stalin SavunulmadaafeHnönist
• Sivil Faşist, Dinci-GeflBS^
• 1991 W f
Emperyalist "Yeni Dünp K&efPiSPfillarırun Döküldüğü Bir Y/l
DEVRIMCI