23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/10 PAZAR YAZILARI 22 EYLÜL 1991 ZüiiKten Satılık vücutlarS. DOĞAN ABALIOĞLU ZÜRİH — "Beyu fKhmun köfesi olarak isteginin ber tur- İBSünii yerinc getiriyoruz." Üçuncu Dunya kadınlarımn yıl ve yıl artarak Batıya satıtma- sı konusunu ele alan Dominik Cumhuriyeti avukatlanndan bayan Carmen Imbert Paulus Akademisi'ndeki konuştnasına bu tümceyle başladı. Olay tsviçre'de de gündemde. Özellikle Uzakdoğulu bayanlar gece kuluplerinin vazgeçilmez elemanları konumundalar. Hatta diyebiliriz ki Yurttaşlar Yasası'nı ömek aldığınuz bu ül- ke çaresizlik içinde kıvranıp bir süre önce parlamentodan yeni bir kanun geçirmek zorunda kalmıştı. Eskiden Isviçreli bir erkekle evlenen her yabancı otomatik- man vatandaşlığa geçebiliyor- du. Tersi yani Isviçreli cinsi la- tifle dünyaevine giren baylar 3 yıl bekledikten sonra bu sıfatı kazanabiliyordu. Şımdı her iki tür için de ayru koşullar geçer- li. Haniyse Anadolu erkeğinin doğnıltusunda bir yaşam oluş- muştu. Yani önune konan al- bümde beğendiği dişiyi seçen Isviçreli; yaş, boy, kilo, saç uzunlugu niteliklerini de sapta- yıp siparişi veriyordu ve belli bir süre sonra malı Avrupa'nın gö- begine postalanıyordu. Sonra- sı kolaydı, anlaşmada vardı. Adamcagu aldığuu (bızden tek ayrılığj imam değil) medeni ni- kâhına sokuyor ve sırtüstü ya- tıyordu. Böylece Frau bilmem ne.. Sokakta mı, barda mı, ge- ce kulubünde mi neyse çalışı- yor, paralan sahibine getiriyor- du, ta ki gözu açüıncaya, kula- ğı doldunıluncaya kadar. Gelen bir sure sonra haklannın bilin- cine vardı mı boşanma günde- me geliyor ve Isviçreli bay ra- hat yaşamım sürdurecek işleme yeniden başlıyordu. Beklemeyle bunun belli bir oranda önlene- bileceği hesaplandı. Çarşıya uy- du mu, halen açıklanmadı. CaTmen Imbert'in verüerine bakınca kişi şaşmyor. Evlenme smırı nedeniyle 17-18 yaşında bu dışsatım mallannın vatanı Dominik Cumhuriyeti'nde 7 milyon insan yaşıyormuş. Salt Amerika Birleşik Devletleri'nde 1 milyonun üzerinde Dominikli bulunuyormuş ve yuzde 17 ora- nmda her ailenin bir bireyi ul- ke dışındaymış. Uzakdoğu'da bu sayılar daha korkunç boyut- lara ulaşıyor. Dışarı çıkma ola- nağı bulamayanlar için ise ge- liştirilmiş sistemin adı seks tu- rizmi. Ve oralarda daha çocuk- luktan kurtulmamış, gelişme- miş vücutlar piyasaya sürulu- yor. 'Türkiye'nin düzeni'ni ince- lerken; köylenmizde, gecekon- dulanmızda yaşayanlan görme- den aralannda asık atan bayan- larımıza eğilsek, kıyılanmızı çapraşık yapılarla dulduran yazlıklanmız ile yollarımızı arapsaçına döndüren arabalan- mız sorununa da ışık tutmuş oluruz kanısmdayım. Parishen Kasap Andre^ 'maitre d'hoteP olduAndre, kara yağız, dev bir Fransızdı. Vichy kentinde kasaplık yapıyordu. "Sen satırını da al gel. Dur şu elçiliğin kapısında" dedi bizimkiler. Andre, sabahtan akşama frakla dolaşan, elçiliğe gelenlere yol yordam gösteren bir "maitre d'hotel'di artık. MİNE SAULNIER PARİS—Çocuklannuza zekâ. dilemeyin. Akıllı başı onurla ta- şımak, gunumuzde ağır bir yük. Duygulu olmalarını da isteme- yin onlardan. Onurlu başların eğildiğini görmek, taşımlmaz yüklerden de acı. En büyuk intikam zaman. Küçükleri büyüten, büyükleri küçülten zaman. Tıpkı kasap Andre'nin basına geldiği gibi. 1940 yılıran eylul ayında Pa- ris'teki Türk Büyukelçiliği, Or- ta Fransa'daki Vichy kentine ta- şındı. ÇünkU işgal altındaki Fransa'nın Almanlarla işbirliği yapan mareşali Petain ve huku- meti, uydu devleti buradan yö- netiyorlardı. İşgal kuvvetleri öy- le buyurmuşlardı. Turkiye'nin "makus" talihi mi demeli? Vichy'deki buyukel- çilik binası Gestapo karargâhıy- la bitişikti. Kalın, kunt ve ruh- suz Alman kamyonlan, kasaiar dolusu Yahudi ve direnişçıyi ge- ce gundüz bu karargâha taşıyor, kimi işkencede öldüriilûyor, ki- mi konsantrasyon kamplanna gonderüiyordu çaresizlerin. Yakalananlann hepsi biliyor- du, Gestapo karargâhından umut kalmadığını. Bazen elli altnuş, yuz kişi boşaltıldığı olu- yordu o kamyonlardan. tşte o zamanlar "ein" ve "zwei" Al- manların büiun "drei"lığına rağmen Gestapo kapısındaki boşalma karambolünde; insan- lar can havliyle Türk Büyükel- çiliği'nin demir kapılanna hü- cum ediyorlardı. Türk delegasyonunun başında böyükelçi olarak Atatürk'ün yaİcın arkadaşı, eski demiryol- cu Şevki Berker vardı. Savaş ko- şulları içerisinde elinden geleni yapıyor, elçiliğe sığınan pek çok Yahudiye Turk pasaportu çıkar- tıp kaçmalannj bile sağhyordu bizimkiler. Fakat kapıda her gün yaşa- nan karambole bir çare bulmak gerekiyordu. Kapıdaki "nizamı" sağlamak üzere güç- lü kuvvetli bir adam aramaya başlandı. Ve Andre bulundu. Andre, kara yağız, dev gibi bir Fransızdı. Vichy kentinde kasaplık yapıyordu, boyuna po- suna uygun bir de satırı vardı. "Tamam" dedi bizimkiler. "Sen satınnı da al gel. Dur şu elçiliğin kapısında. Ya Almana höt dersin > a multeciyi salmaz- sın içeri, ama bizi şu olcüsıiz ka- rambolden koru." Almanların yenilgisi ve Peta- in hükümeünin düşüşünden sonra Vichy'deki Türkiye Büyu- kelçiliği 1944 yılında yeniden Paris'e taşındı. Kasap Andre de birlikte tabii. Ama aradan gecen zaman Andre'nin varlığında inanılmaz değişiklikler yapmış- tı. Örneğın Andre'nin eskiden kasap olduğu, asla kanıtlana- mazdı. Andre sabahtan akşama frakla dolaşan, elçiliğe gelenle- re yol yordam gösteren bir " m - itre d'hoter'di artık. îşin en garibi, o dev gibi Fransız; sıcak suda yıkanmış pamuklu gibi çekmişti zamanla. Çeşitli hastalıklar geçirmiş ve o görkemli gövdesi çökmüş, bü- zühnüş, ufacık kalmıştı sonun- da.feleğin çemberinden gecen Andre'nin o günkü şaşkınlığını da anlatmaya değer: 1962 yılında Turkiye'nin Pa- ris'teki büyükelçisi Bülent Uşaklıgil'di. O zamanlar elçili- ğe yeni atanan görevliler büyü- kelçiye itimatnamelerini sunar- ken "jacquette a taille" denilen resmi giysilerini giyerlerdi. New York'tan Soyvetgenerallere demokrasi dersi ŞEBNEM ATtYAS NEW YORK — Sovyetler 1 - de başansız darbe girişiminden bir süre sonra ABD'nin en önemli eğıtim kurumlarından olan Harvard Üniversitesi'nde 28 üst düzeyde Sovyet askeri görevli sıralara yerleşmiş de- mokrasi dersi göniyor. Harvard sıraları daha önce böyle bir olayla karşüaşmamış. Eşi ende- ri olmayacak, belki bir daha hiç tekrar etmeyecek tarihi anlar- dan biri. \erulgi değişik bir vec- hesiyle kendinigösteriyor.Gru- bun başını çeken Korgeneral Anany V. PoUteyn gelecekte Sovyet askerinin çok küçük profesyonel bir kuvvet olacağa- nı anlatıyor. Sovyet askeri uzmanlanna ve- rilen kurs programı yüklü, Ame- rikan yasal sistemi, ABD'nin Av- rupa'nın güvenliğinde oynayaca- ğı rol, silahsızlanma stratejileri baştaolmak üzereçeşitli dersleri içeren program, darbeden önce planlanmış, darbeylebirlikteyeni bir anlam kazanmış durumda. Sovyet askeri uzmanlan Sov- yet cumhuriyetleri bağımsı/ kalmayı yeğledikleri sürece ken- di silahh kuvvetlerine sahip ola- bileceklerini belirtiyorlar. Sovyet ordusu mensupları öğle yemeğini Amenkan Genel- kurmay Başkanı Colin Powell ile birlikte yiyorlar. Povvell ba- sına kapah yapılan yemekte Sovyet askerlerine hitaben yap- tıgı konuşmayı "Demokrasi as- kerier için kola> bir gore\ de- gildir. Bizler tiımuyle seçmen- ler vt onlann seçtikleri lemsil- dlerin hizmetindejiz" sözleriy- le bitiriyor. Darbe sırasında Rusya Cum- huriyeti Başkanı Boris Yeltsin ile birlikte direnen Yarbay Vla- dimir Seleznev de Harvard'a ge- len ekip arasında. 42 yaşında- ki Yarbay Seleznev daha önce Sibirya'da Sovyet Askeri Aka- demisi'nde sosyal bilimler pro- fesörlüğü yapmış. Seleznev duygularını şoyle ifade ediyor: "Sovyetler Birtiği fakir bir ül- kedir, ozgur oldugu surece zen- ginleşebüir, şu anda 14 >«şında olan oglumun ozgur bir ulke- de bttyifflesiBi istiyonım." Beijing'den 'Büyük adam' olmak MÜMTAZ ARIKAN BEÜİNG (PEKİN) — "Büyttk adam denen bir kişi Çin Seddi'ne çıkmamışsa gerçek büyuk degildir." Bir Çin atasö- zü böyle diyor. Tarîhte bu işin ne denli zor olduğu, atalanmızı engellemek için yapıhşından beUi. Son zamanlarda ise Beijing'den (Pe- kin) bir günlük otobüs tunı ile varılan Çin Seddi'ne, bilet alınarak çıkılıyor. Turizm icat oldu, büyuk adamlık aya- ğa duştü diyebilirim, ama demiyorum. Aslında bugunlerde Çin Seddi'ne git- mek hiç de kolay bir iş değil. Eğer Çin'e özel davetli olarak veya seyahat şirketi aracılığıyla gitmediyseniz, benim gibi uğ- raşırsıruz. Beıjing'in 80 kilometre kuze- yınde ziyaret edilebilen unlü duvara ula- şabilmek ve ustünde yarım saat yürüye- bilmek büyük çaba gerektiriyor. Bunun en önemli nedeni, birçok konuda cldu- ğu gibi Çinlikrin henüz turizmin "T"si- ni öğrenme aşamasında bulunmalan! uğrayıp yolunmak da cabası! Eh, bütün bunlara göğüs gerip Çin Seddi'ne çıkınca, büyük adam olmayı hak edebilirsiniz! Çin'in bu akıllara durgunluk veren dev yapıtı, 6 bin kilometre uzunlukta. Uzaydan fark edilebilen tek insan yapı- sı inşaat olan Çin Seddi, birçok yerde farklı yükseklik ve genişlikte. örneğin, Beijing yakınlaıındaki Badaling'de öl- çüler şöyle: Ortalama yüksekliği 7-8 metre. Ustteki yürüyüş yeri 4.5 metre. 10 insan veya S at yan yana durabilir. lnşaatında yüz binlerce insanın çalış- tığı bu dev yapıt için şoyle bir kıyasla- ma yapılıyor: Eğer istenseydi bu emek- le 30 Mısır piramidi inşa edilebUirdi! Badaling'de gördüğüm Çin Seddi'nin biletli giriş kapısı ve çevresi tam bir pa- nayır yeri havasında. Derme çatma he- diyelik eşya dükkânları, karışık trafık, yamn yumru park yapma yerleri ve gü- rültülü kalabalığıyla âlem bir kasaba. Orada gördugüm en iyi şeylerden biri Çin Seddi ise ikincisi de yeni inşa edil- miş "Great WaB Circle Vision Tbeatre"Şimdiye değin hiçbir ülkede Çin'deki kadar sorunla karşüaştığımı, çoğu kez adını taşıyan özel sinemaydı. içinde si- çaresiz kaldıgımı anımsamıyorum. Bü- lindir biçiminde çepeçevre perdesi bulu- Çin'in akıllara darguoluk veren yapıtı 6 bin kilometre uzunlukta. yük Amenkan otelleri dışında, hiç In- gilizce konuşabilene rastlamadırn. tşa- retle bile anlaşmak olanaksız, çünku adamların işaret dili bile farklı. Turizm danışma bürosu diye bir şey yok. Bro- şür hak getire. Aynca tabelalarda Çin- ceden başka yaa görülmüyor. Bunlann yani sıra, "Enayi tnrist" muamelesine nan bu salonda, seyirciler ortada toplu olarak ayakta duruyor ve çok sayıda oy- natıcı makine yardımıyl? panoramik film gösteriliyor. Olağanüstü bir etki ya- ratan gösteri, tamamen Çin Seddi'nin belgesel öykusüne yer veriyor. An, bir de seyirtilerden gırtlak temizleme ve tü- kürük sesleri duyulmasa!.. Aralannda bugünkü büyil- kelçimiz Tansuğ Bleda'nın da bulunduğu iki genç musteşar, ilk yurtdışı görevülerinin itimat- namesini sunmak üzere kendi- lerine birer "jacquette a taille" denilen kostüm kiraladılar ve heyecan içerisinde BUyükelçi Bülent Uşakhgil'in huzumna çıktüar. Bülent Uşaklıgil son de- rece nazik ve kibar bir insandı. Genç müsteşarlannı ayakta kar- şıladı. Onları dinlerken yere ba- kıyordu. Derken gözleri yeni görevlilerin ayaklanna takıldı. At çizmesi giymişti genç müste- şarlar. Bülent Bey'in gözleri yu- kanlara doğnı çıkarken yuvala- nndan uğrama tehlikesi geçırdi- ler. Çunkü yeni müsteşarlar yal- nız at çizmesi değil, jokey pan- tolonu, jokey yeleği ve jokeyle- rin... "Jacqutttea taille"lann- dan giymişlerdi. Sanki Ascot'a gidiyormuş gibi pınl pınldılar ve birer kamçı eksikti ellerinde! Bülent Bey onları böyle gö- rünce bütun kibarhğıyla geri ge- ri gidip koltuğuna yığıldı. Tit- rek bir elle masasındaki düğrne- ye uzanıp bastı. Kapıda fraklı Andre belirdi. Andre de genç diplomatları görünce küçük di- lini yutuyordu. Büyükelçiyle Andre konuşmadan birbirlerine baktılar. Bülent Bey nefis Fran- sızcası ve törensel bir sesle su is- tedi Andre'den. Andre su taşı- maya başladı bayılmak üzere olan büyükelçiye. Genç diplo- matlar bir yerde bir yarilış yap- tıklannı anlıyor, ama ne oldu- ğunu çıkartamamanın azabını çekiyorlardı. Derken protokol şefi Mösyö Durand geldi ve o da carpıldı hafifçe. Tören gereği Bülent Bey'in yerinden kalkıp müsteşarlan Mösyö Durand'a tamştırması gerekiyordu. Ama Bülent Bey kalkmadı yerinden. Mösyö Durand'a bakıp "Evet" diye başını salladı alaycı bir ke- derle. Ekselansa su taşıyan Andre Üçüncu Dünya Savaşı çıknuşçasına ciddi bir tavırla tekrarladı büyükelçinin sözünü: "Evet..." Andre ise bundan birkaç yıl öncesine dek yaşıyormuş. Sek- sen küsur yaşındaymış ve bir sevgüisi varmış. Tanıdığı Türk- lerle karşılaştığında ağlamaya başlıyormuş. Şimdiki durumu ve nerede yaşadığı bilinmiyor. Manila'dan Adalann tarihi hüzünlü bir öyküİspanyolların 20 milyon dolara 1898'de Amerikalılara bıraktığı adalar, elden ele gezen bir gülün acı öyküsünü yaşamaya devam etmiş. DtLEK KOÇ MA.NtLA — Bankkok'dan doğuya, Filipinler'e doğnı yol alırken ucağımızdan dışan bak- ugımda, gökyüzü ve yeryüzü- nün masmaviliği ile kuşatılmış olduğumuzu görüyorum. Altı- mızda kayıp gitmekte olan Gu- ney Çin Denizi'nin lekesiz ma- vıliği, Doğu'ya yaklaşırken irili ufakb yûzlerce adaya yerini bı- rakırken, renginde de kirli gri- ye doğnı bir değişim başlıyor. Filipinler'e ilişkin ilk gözlemun bu fevkalade deniz kirliliği olu- yor ne yazık ki. Manila havaa- lanında almaya çahştığun Uk so- luk, bir harnam buğusu sıcakh- ğı ile ciğerlerime doluyor. Bizi almaya gelen otomobile bindi- ğimizde içcrideki "aircoa" ile ilk rahat nefesimi alıyorum. Bu- rada insanlann ancak kapah mekânlara tıkıldıklannda rahat nefes alabildiklerini ögTeniyo- rum zamanla. Havanın sıcak neminden kurtulmanın tek yo- lu, camı çerçeveyi kapatıp air con'u çahştırmak burada. Yaz ve kış olarak toplam iki mevsimin yaşandıgı Fitipinler'- de şu aylarda durmak bilmeyen sağnak yağışlarla kış mevsimi sürmekte. Bu yağışlann Mani- la'da yeşü ekolojiyi araması gü- zel de havaalanı, hastane gibi en yaşamsal yerlere bile sel içinde- ki yollardan araç trafiği ile ula- şılmayıp yalınayak yürume tra- jedisini yaşamak da var. Mani- la'nin havadan sudan yani özet- Bu isitn, bu morka bugûn dünyomn her yerinde, her ülkede aynı anlama şeliyor: K o I i t e I 2000'li yıllarınteknolojisinikullonan Eg« Seramik, ürünierini dünya ülkeierıne, Almanya'ya, Amerika'ya, Joponyo'ya ve hatta . seramığin merkezi ilotya'ya ihraç ediyor... toprağı dovize dönûjturûyor... Evlerinde, işyerlerînde seçkinliğe önem verenler, orodJclan kaliteyi, estetiği, deseni Ege Seromik'te buluyorlar... Turkiye'de ve dünyadal Ege Seramik ürünierini yokından tancyın.. Evinizt, işytrinin "kore kare" koTıle döşeyin. EGEPAZARLAMA EGESERAMIK d ö ş u y o r Baktım Avrupalısı Amerikaiısı bunu döşüyor... Eee tabii ben de Ege Seramik döşüyorum. le bu kadar. İrili ufaklı 7107 adadan olu- şan ülkenin tarihi huzünlu bir öykü. Adalara ilk göçü, M ö 3000 yıllannda, Asya'dan "ba- rangays" denilen gemüerle yo- la çıkan Malaylar yaparak yerli halkm çoğunluğunu oluştur- muşlar. 16. yüzyıla değin yer yer tslam egemenliğinde de yaşamış olan yerliler, 1521'de Macel- lan'ın adalara ayak basmasıyla hızlı bir Katolikleşme sürecine girmiş. tspanyollar'ın 19. yuz- yıl sonlanna kadar resmen me- kân tuttuğu adalar, ortaçağ son- rası aç gözlerini Doğu ticareti- ne dikmiş birçok Avrupa ülke- sinin saldırılarından da nasibi- ni almış. Hollanda, Portekiz, Britanya gemi seferlen art arda yaptıkları akınlarla adalardaki Ispanyollan yıldırmaya çalışır- larken Doğu'da Çin ve Japon- ya da zaman zaman gemi sefer- len ile boş durmamış. Yüzyıllar boyu bir yandan tspanyoÜar'a ev sahipliği yaparken, diğer yandan surekli Doğu ve Batı ül- kelerince işgal, yağmalanma ve asimilasyon süreci yaşayan Fi- lipinliler Jose Risal, Andres Bo- nifacio gibi halk öncüleri ile ba- ğımsızlık mücadelesi vermeye çalışmışlar. Ancak Risal 1892'de sürgune gönderilirken "katipunan" denilen devrimmü- cadelesinin oncusü Bonifacio 1897'de idamla yitirmiş yaşamı- nı. lspanyollar'ın 20 milyon do- lara 1898'de Amerikalılara bı- raktığı adalar, elden ele gezen bir gülün acı öyküsünü yaşama- ya devam etmiş. Bağımsızlık mücadelelerinin en dramatik bi- lançosu, 1901'de Samar kitle kı- yımı olarak bilinen, yaşlan 10 ve üzerindeki 10.000 Balangıga yerlisinin Amerikaiılarca katle- dilişi olmuş. Amerika-Japonya savaşının ardı sıra 1941'de Ja- ponlar'm bomba saldınlanna ve istilasma uğrayan adalar, niha- yet 1946'da Uİc resmi Filipinler Cumhuriyeti'ne kavuşabilmiş. Yüzyıllar boyu çoğunluk lspanyollar olmak üzere bunca ırk ile girift bir durumda yaşa- mış olan Filipinliler'in, ne dere- ce rafine bir Uzakdoğulu kala- bildiklerini görmeye çalışıyo- rum. Esmer renklerini muhte- melen tsponlar'dan aldıklannı düşünduğuın bu insanlar, domi- nant kalıtımh çekik göz ozellik- lerini ısrarla koruyabilmişler. Ondan ötesi geleneklerinden mi- marilerine, dillerine, dinlerine ve tuketim biçimlerine kadar her şey, ithal Batı değerlerinin cirit attığı bir arenanın yansıma- ları. Zamanla belki ayrıntılarda bulabileceğim özgün Filipinliyi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle