22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 16 AĞUSTOS 1991 Devlet Dedikleri... MELİH CEVDET ANDAY "Devlet" soyut bir kavramdır, bütün so- yut kavramlar gibi, onun da kafamızda bir imge'sini kurmak, başka bir deyişle, onu so- mutlaştırmak güçtür, ya da benim için güç- tür. Diyesim, devleti bir şeye benzetememi- şimdir kafamda bugüne dek. Halkımız onu kuş sarur genellikle ve bu kuş, zaman zaman kimi kişinin başma konar. Buna "devlet kuşu" denir; devletten nimetlenme demektir. Gerçekte devlet erk (iktidar) demektir, erk iye- si (sahibi) olana da devletli denir. Devletin nasıl ortaya çıktığına ilişkin bilgi- leri gençliğimden beri edinmeğe çalışmış, ama bu konuda tam bir doygunluğa erememişim- dir. En akla yakın gorüşleri Karl Marx'ta ve Friedrich Engels'te okudum. Bu dirençli me- rakımın sonunda şu açık seçik karuya vardam ki (o bana yeter), insanın tarihinde devlet hep varolmamıştır, devletsiz yaşanan dönemler, çağlar vardır. Demek gunümüze bakarsak, geçmişi de günümuze benzeterek bu kurumu toplu yaşamın ayrılmaz bir parçası saymak yanlıştır, büytik yanhştır. Devletsiz yaşanan dönemler ve çağlar "ilkel" toplumların gü- nünde geçmiştir; erki ellerinde tuttukları için devleti hep var saymakta, saydırmakta yarar gören egemen, sömürücü sıruflar, devletsiz ya- şanmış dönemleri, çağları "ilkellik" olarak nitelemeğe özen gösterirler. Bunu "ilkel toplum" sözunden kaynaklandırmayı da bir kandırmaca yöntemi olarak kullarurlar. Oy- sa ilkel toplum, "yazT'nın buJunmadığı ve ge- çim ekonomisinin (avcıhk, besin toplayıcılık) egemen olduğu toplum demektir. Buradaki "ilkel" sözcüğünde aşağılatıcı bir anlam yok- tur. (İlkel toplum için arkaik toplum da de- nir). Onlan küçümsemek için, okuma yazma bilmediklerini öne sürmek ise saçmalık olur. "Deviete Karşı Toplum" adlı kitabm yazarı Pierre Clastres şöyle diyor: "Bu açıdan ba- kıldığında, okuma yazma bilmeyen ve iyi bes- lenemeyen XIX. yuzyıl proletaryasını arkaik saymak daha doğru olacaktır." Arkaik toplum insam vahşi değildi. "Bu toplumlarda insanlar ihtiyaçlarından daha fazla çalışmazlar. Üstelik ihtiyaçları da fizyolojik bir asgariye indirgenemeyecek zen- ginliktedir. Zamanlanrun büyük kısmını di- ni törenlere, laflamaya, dinlenmeye, oyun oy- namaya ve tefekküre ayırırlar." Evet yukarda adını verdiğim kitabın (AY- RINTI Yayınları 1991 - Çevirenler: Mehmet Sert - Nedim Demirtaş) yazan Pierre Clast- res, "devlet"in nereden, nasıl çıktığmı araş- tırmaya girişirken, elbet bu kurumun, diye- sim devletin ne olduğu konusuna eğiliyor. Bu- rada karşımıza iktidar ve siyaset kavramiarı çıkacaktır. "îktidarın doğasıru, kaynağım, yürürlükte olduğu toplum tiplerine göre ta- rih boyunca geçirdiği dönüşümleri inceleme- ye yetecek kadar metin ve betimlemeye sahi- biz." Bir başka bügin, J.W. Lapierre, şu soruyu sormuş: Siyasal iktidar olgusu yaşamsal bir şey midir, biyolojik bir kökenden mi kaynak- İanır, yoksa onun varoluş nedeni kültür de- ğil de doğa mıdır? Yanıt şu: "Hayvanlar âleminde karşılaşı- lan toplumsal olgulara ve hayvanların kendi- liğinden toplumsal düzenleme süreçlerine iliş- kin bilgileri eleştirel bir gözle incelediğimiz- de, tohum halinde bile olsa hiçbir siyasal ik- tidar biçiminden söz edemeyeceğimizi görü- rüz." Bütün sorun şurada: Gerçek anlamda hiç- bir siyasal iktidann görülmediği arkaik top- lumdan, siyasal iktidarın gelişmiş olduğu ar- kaik toplumlara bir süreklilik içinde mi geçil- miştir, yoksa arada bir kopukluk var mıdır? Engels, devletsiz toplumdan devletli jtoplu- ma geçişi (Devletin, Ailenin ve özel Mülki- yetin Kökeni) aile içinde, özellikle dayı'nın mal-mülk sahibi olması ile açıklar. Demek devlet'in doğması için bir kişinin, bir katma- nın, bir sırufın zenginleşmesi gerekiyor ve dev- let bu zenginliğin korunması için şiddet'e baş- vuruyor. Max Weber, buna "Şiddetin yasal kullanım tekeli olarak devlet iktidarı" diyor. Demek iktidarın özü ve varhğı şiddete dayan- maktadır, şiddetten ayn düşünülemez. Öyley- se "İktidar belirgin bir toplumsal ilişkiye, emir-itaat ilişkisine bağh olarak ortaya çı- kar." Ama kim kime, niçin emir veriyor ve itaat eden niçin itaat ediyor? Bunu düşünüp şaşmamak elde değildir. Biri kalkıp da, "Efendim bunlar devleti yıkmak istiyorlar" dedi mi, ortalığı bir kor- kudur kaplayıveriyor, çünkü devlet (siyasal iktidar) denilen gücün ne olduğunu bilmedi- ğimiz gibi, nasıl ortaya çıktığını da hiç düşün- memişizdir. Tanndır sanki o! Peki, arkaik toplumun durumu neydi? Şimdi Pierre Clastres'ı dinleyelim: "Bu açıdan Amerikan yerlilerinin durumu nedir? Meksika, Orta Amerika ve Andlarda- ki gelişmiş kültürler dışında bütün yerli top- luluklann arkaik olduğunu biliyoruz; bu top- lumlann yazılan yoktur ve ekonomik bakım- dan geçim aşamasındadırlar. Öte yandan bu toplumların hepsi ya da hemen hemen hepsi liderler, şefler tarafından yönetilmekle birlik- te, şeflerin iktidardan yoksun olması gibi dik- kate değer bir özelliğe sahiptirler." Şaşmamak elde değil! Hem şef, hem de hiç- bir gücü yok. Okumayı sürdürelim: "Demek ki karşımızda, başka toplumlar- da iktidar sahipleri diye bilinen kişilerin ikti- dardan yoksun olduğu, siyasetin her türlü zor- lama ve şiddetten uzak bir alan olarak belir- diği, kısacası hiçbir emir-itaat ilişkisinin bu- lunmadığı geniş bir toplumlar bütünü var." Şu olaydan ders çıkarmaya çalışalım: Brezilya'yı ilk keşfeden Avrupaülar, Tupi- namba yerlileri için "inançsız, yasasız, kral- sız insaniardır" demişler. Gerçekten de Tu- pinamba yerlilerinin mbunıvicha denilen şef- leri her türlü "güç"ten yoksundurlar. Fran- sa, Portekiz ya da Ispanya gibi, otoritenin do- ruk noktasına ulaştığı mutlak monarşilerde yetişmiş insanlar için bundan daha anlaşılmaz bir şey olamazdı. Bu yüzden yerlileri uygar toplumdan habersiz barbarlar olarak gördii- ler. Pierre Clastres'ın şu sözlerini de okuyalım: "İlk olarak arkaizm ölçütlerini, yani yazı- nın yokluğunu ve geçim ekonomisini ele ala- lım. İlki için söylenecek bir şey yok, çünkü bu olgusal bir veri: Bir toplum yazıyı ya bilir ya bilmez. Buna karşılık ikinci ölçütün yerin- de olduğu pek söylenemez. Peki, 'geçim' ne- dir? Beslenme gereksinimîeri ile bunları kar- şılayacak olanaklar arasında kurulacak nazik denge içerisinde yaşamaktır. Demek ki geçim ekonomisine göre yaşayan bir toplum, üye- lerini zar zor besleyebilen, doğal İcoşullarda- ki en küçük bir olumsuzluktan (kuraklık, su baskım vb.) bile etkilenebilen bir toplumdur, çünkü kaynaklann azalması doğrudan doğ- ruya herkesin doyurulamamasma yol açar. Başka bir deyişle, arkaik toplumların yaşa- maktan çok, varlıklarını sürdürdükleri, ya- şamlannın açlığa karşı bitmeyen bir mücadele olduğu, çünkü teknolojik, hatta kültürel ye- tersizlikleri yüzünden artıdeger üretebilecek durumda olmadıklan söylenir. tlkel toplum hakkında bundan daha yaygın, ama aynı za- manda bundan daha yanüş bir değerlendirme gösterilemez." Şunu ekliyor yazar: "Geçim ekonomisi koşullannda yaşayan, örneğin Güney Amerika'daki pek çok arka- ik toplumun, topluluğun bir yıllık tüketimi- ne eşit miktarda bir artıdeger üretebildikleri- ni söylemeden geçmeyelim." Demek ilkel toplumun bireyi, savaş dışın- da kimseden buyruk almayan, bolluk içinde güle oynaya yaşayan, bozulmamış çevrenin tadını çıkaran mutlu bir insandı. Topluluğun başkanı ise sadece konuşan (ama güzel konu- şan), bireylere ataların sözlerini ansıtan bir danışmandı. Toplum, gelenekleri içinde, eşit- liği ve adaleti koruyarak yaşamını sürdürü- yordu. Toplumsal sımflar olmadığı için tarih de başlamamıştı daha. Nasıl geçtiği bilinmeyen mutlu bir zaman- dı. PENCERE ARADA BİR RECEPBİLGEVER Kendini Arayan Ulus Tevfik Fikret, döneminin yozlaşmışlığından şöyle yakı- nıyordu: "Zemin boş, asüman boş, kalb-i vicdan boş/ Dayanmak isterim bir nokta yok piş-i hisanmda" Acaba günümüzde yaşasaydı, ülkemizin her konuda na- sıl arabesk bir görünüme büründüğünü görseydi ne derdi Fık- ret... Millet olarak estetığimizi yitirdik. Her kademede, herdav- ranışta zevksizlik kol geziyor. Bir zamanlar, müzikte, minibüs şarkılarından şikâyetçiydik. Alaturka dediğimiz havaların hafifletilmişi, halk türkülerinin şehirlerde uydurulmuş örnekleri, dolmuşlarda, semt kahve- lerinde kulaklanmızı çınlatırdı. Sonraları bu havalar iyiden iyi- ye arabeske dönüşünce, o eskı havaları bile arar olduk. „ Kimi aydınlarımız ya da ilerıciliği kendi tekellerinde tutan- IŞÜfımız sözde çoğulculuk, dahası halkçıljk adına bu yozlaş- maya destek verdiler. Böylece, bu yozlaşma, müzikten poli- tikaya, ticaretten ıletişım alanına, devlet adamlığından son- radan görmüşlüğe kadar yansıdı. Hele, kendilerine sosyete adını takan, bilgi yerine kesesini şişiren, zevk yerine zevk- sizlikle donanan, şımarık, hiç bir değer yargısına önem ver- meyen yaygın bir kesim, toplumu iyice etkiledi. Namık Kemal, "Düşman vatanın bağrına dayamtş hançe- rini / Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini" diye bir kur- tarıcı aramıştı. Mustafa Kemal de, Kurtuluş Savaşı'nın o ka- ranlık günlerinde "Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini" diye umut ışığı yakmıştı. Şimdi daha korkunç bir düşman, sadece hançerini değil, şifa bulmaz bir hastalığın mikrobu- nu toplumun iç dünyasma sokmuştur. Bu hastalık ağaçka- kan gibi, toplumun hemen bütün insancıl değerlerini gaga- layıp yok etmektedir. Kimi gazetelere bakıyorurn: Falan şarkıcının, dekolte giy- sisinden dışarı fırlamış ıri göğüslerinin övgüsünü yapıyor. Fi- lan şarkıcının estetik amelıyatla güzelleşen bacaklarını bal- landıra ballandıra anlatıyor. Dergiler, seksin, dedikodunun ya- rışı içinde, değersizleri değerlendirme çabalarına yönelmiş. Televizyonlar, -resmisı, özeli- zevksiz, düzeysiz program- larıyla âdeta, uyuşturucu tüccarlarının yapamadığını yapıyor. Programlarda hep aynı yüzler, aynı sözler, kanaldan kanala turistik geziye çıkmışlar gibi, ekrandan düşmüyorlar. Hep aynı kişilerle yapılan söyleşiler, röportajlar. Üstelik programı yö- netenlerie programa çıkanlar, incir çekirdeği doldurmayan ko- nularda kendileri konuşup kendileri gülüyorlar. Sanki televiz- yonda, milyonlarca seyircinin karşısmda değil de evlerinde şakalaşıyorlarmış gibi, senli-benli, anlamsız. sık sık da cıvık esprilerle kendi reklamlarını yapıyorlar. Kimi adını duyurup kendi alanında baremini arttırıyor, kimi göğüs, kimi bacak ser- giliyor, kimi kırıtma, kimi kahkaha yarışına giriyor. Televizyon dediğimiz bu en etkili silah, halkımızın zevk dü- zeyini biraz daha yok ederek zevksizliği bir yaşam biçimine dönüştürüyor. Eskiden, bir ülkeyi içerden çökertmek isteyen yabancılara beşinci kol denirdı. Şimdi beşinci kol kendi içi- mizden, kendimizden!.. Padişahlık döneminde, düşmanla- rın dışardan, kendi yöneticilerimizin içerden yıkamadıkları- nı, şimdilerde, bu zevk ve estetik yokluğu yıkma yolunda. Sal- tanatın yıkıntıları üzerine, genç çağdaşlığa yönelen yeni Tür- kiye Cumhuriyeti kurulmuştu. Şimdi, bu zevksizlik ve düzey- sizlik yıkıntısı üzerine neyi kuracağız, nasıt kurabileceğiz? Kimler pompalıyor bu yozlaşmayı, bu zevksizliği, bu dü- zey yokluğunu? Hani nerde 'ulusal değerler yok oluyor' di- yenler? Hani nerde 'ulusal kimliğimizi yitirdik, geçmişimize sarılalım' diyenler? Hani nerde gelenek-görenek savunucu- ları? Hani nerde 'bir ulus, maddi değerlerden çok, manevi değerlerle ayakta kalır' diyenler? Ülkemiz insanları kimlik arayışında bir yol aynmına gelmiş- tir: Zamanla ekonomisi düzelebilir, enflasyonu yenebilir, de- mokratik düzeni yoluna koyabilir, öteki sorunlarının üstesin- den gelebilir. Ama bu manevi değerlerden uzaklaşmasını na- sıl durdurabilir?! iki binli yıllara doğru kültüre, sanata, bili- me, bütün bunların toplamı çağdaşlaşmaya nasıl ulaşaca- ğız? Hangi düzenle, hangi yönetim biçimiyle, hangi kadro- larla, hangi anlayışla?! Baksanıza, en solundan en sağına, ortasına, ılımlısından ılımsızına kadar demokrasimızin temeli saydığımız partileri- mizin kongrelennde bile sanattan ve kültürden söz ediliyor mu? En yüksek düzeyde ülkeye hizmet etmek demek olan politikaya sanatçılar, kültür adamları sokulmuyor. ADRES DEĞİŞİKÜĞİ Işsizler Dernegi, faaliyetini Aksaray Cad. Azim- kar Sk. No. 8/10 Eminönü tst.'da sürdüniyor. Tüm üyelere önemle duyunılur. İşsizler Dernegi Yönetim KuruJu Yapı Kredi kredi kartlarında biryenilikdaha!.. HedefrPuanV. ıfv. 1/tTJL'lUT -«•»•> * . - » : * Yapı Kredi kredi kartları şimdi de hediyelü. İşte Hedef:Puani Yapı Kredi kredi kartı sahipleri, şimdi kredi kartlanyla yapacakları tüm harcamalar için puan kazanacaklar. Kazandıklan puanlara göre, Hedef:Puan kampanyasında yer alan hediyelerden dilediklerine sahip olacaklar. Türkiye'de ilk kez Yapı Kredi tarafından sunulan HedefıPuan kampanyasında, kristal konyak takımlarından kahve makinelerine, elektrikli battaniyelerden fotoğraf makinelerine, masatenisi raketlerinden sırt çantalanna kadar birçok hediye var. Bu hediyelere sahip olmak için yapılacak tek şey, Yapı Kredi kredi kartını kullanmak. Siz de gelin Yapı Kredi'ye, hem yurtiçinde hem yurtdışında geçerli, hem "Türk Lirası ödemeli" hem "kredili" ve şimdi de "hediyeli" kredi kartınızı alın... Kazanın! YAPI^CKREDi hizmette sınır yoktur" İnsanın Mallasması... 'Tövbe estağfurullah' diyerek söze başlayalım, hâşâ hu- zurdan, demişler ki: — Allah'a da reklam gerek... — HostL Dinsiz imansız... — Ben demedim... — Kim dedi? — Söyleyeni belli değil; ama, ünlü bir özdeyiş, dilden dile dolaşır. Atalarımızdan biri bakmış ki kilisede çan kulesi var, camide minare.. — Sonra? — Sonra da sözünü esirgememiş. Hem artık medya ça- ğında yaşıyoruz, bilimsel teknolojik devrim dönemindeyiz, elektronik aygrtlann bini bir para!.. Minarelerde hoparlör ne güneduruyor!.. Din propagandası yasak mı? Seçim namazı kılan, sandık orucu tutan, iktidar niyetine iftar sofrasına otu- ran kişinin davranışı küfür olmuyor da bir özdeyiş mi günah-ı kebairden sayılıyor? Üstelik seninkiler Müslüman mahalle- sinde salyangoz satması için Fransız reklamcı Ş6guela'yı ge- tirmişler... — Kim o? — "Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin, Beni Ge- nelevde Piyanist Sanıyor" kitabının yazarı... — Kimi reklam edecek? — ANAP'ı... * Jacques Seguela, anasının gözü... Yeni kitabı "Hollywood Daha Betyaz Yıkar"\ okuyorum, "Afa Yayınları"nöan çıktı. Köftehor, nasıl da işini biliyor... Mal ne zaman satar? Ya bir marka öylesine ünlenip somutlaşacak ki kişilik kazana- cak ya da bir kişi öylesine firmalaşıp markalaşacak ki piya- sada şakır şakır aranacak... Kapitalist dünyanın temel kurallarını Seguela kitaplarında kendi bulduğu ilkeler gibi yutturuyor; yeni bir şey yok; ser- maye düzeninde insanın metalaşması eskı hıkâye!.. Daha ge- riye doğru gidersen, tarihte köle pazarları kurulurdu... Yeni olan ne? Çağımızda iletişim devrimi yaşanıyor, medya dalgaları uzaydaki uydular gibi gezegenimizin çevresinde fırdöndü tur- luyor; bir malın markası, reklam bombardımanı altında mü( t terinin belleğine yazıldı mı kişilik kazanıyor; zamanede bir' ikilem yaşanıyor! İnsanın mallasması... Malın insanlaşması... Hollyvvood, insanın mal- lasması sürecine "star sistBmi" ile damgasını vurdu. Her "yıldız" bir "mar- te"dır... Pazarlanır... Amerikan Cumhurbaşkanı George ibni Bush da bir yıl- dız değil mi!.. "Star sistemi" çalışıyor; kitlelerin gözünde markalaşan insanın piyasa pazarlaması, reklamcının ze- naatini oluşturuyor; politika- nın serbest piyasasında in- sanın mallasması doğal sa- yılıyor. • Evet, Fransız reklamcı Se- guela, genelevde piyanistliği bırakmış, ülkemize gelmiş. ANAP ı pazarlayacak... Söylediklerine göre bizim malları görünce hepsini bir- den satamayacağını anla: mış, içlerinden birisini seçip reklam kampanyasını onun üstüne kuracakmış... İyi iş değil mi!.. Bizimkiler Türkiye'yi Ar' 3- rika'ya pazarlıyor, Fransız reklamcı bizimkileri Tür- kiye'ye... Söyiendiğine göre Segue- la'yı yakalamışlar, bağrı yanık birisi yüklenmiş: — Lan Allahsız!.. Günah değil mi bu memlekete!.. Po- litika piyasasının en kötü ma- lını bu mazlum halka yuttur- mak senin şanına yakışır mı? Hem bu malların üstünde "muhafazakâr ve milliyetçi" yazılıdır; oysa sen bir ke- feresin... Adam ne desin: — Ben aldığım paraya bakarım!.. Vallahi tam ANAP ağzı!.. Allahı, peygamberi, yedi ev- liyası para bunların... n Askeri kiraliğimi kaybettim. Hükumsüzdür. ADEM HAKAN KARACAN Sağlık karnemi kaybettim. Hukümsuzdür. SALtH TÜRKÂS 8AZETECİ EV ARIYOR 3 oda, salon, kaloriferli Acıbadem, Kadıköy, Koşuyolu'nda 512 05 05 / 452-453 BARLASLAR ALUMINYUMAlüminyum ve demir doğrama işlerinizde; • Kalite ve ekonomik güvence • Kendi servisimizle gününde teslim. Tel: 562 24 14 SATILIK FIAT126 90 Kasım çıkışlı 15.000 km.de beyaz pazarlıksız peşin 20 milyon TL. Tel: 512 05 05 / 494 1940'lardan bugünlere ulaşan şiir sesiyle Acılı Kuşak Şairi MEHMED KEMAL TÜKENMEZ'de GLHÇLK. SANAT AYINLAHI Büyükhendck Cad. No : 7 Kuledibi - İSTANBUL Tel : 143 45 33 GÜLERYÜZLÜ CİDDİLÎK Vedat Günyol 8.000 Ura (KDV içinde) Çağdaş Yayınları Turkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-hranbul ödemeli gönderilmez. TRS 233996 nolu pasaportumu kaybettim. Hükumsüzdür. 8.8.1991 SEL VER DVRULAR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle