Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 12 MART 1991
Koşullu Af
Her toplum "buhranlı günler" geçirmiş olabilir; geçmişin silinmesi, sakin
günlerüı sağlanması, "eski kinler"in unutulması gerekli duruma gelebilir.
Prof.Dr.FARUK EREM
Af tekrar gündeme geldi. Affın "sosyal bir
ihtiyaç" halinde görünmesi karşısında bir af
kanununun nasıl yapılması gerekeceği düşü-
nülebilir. Evvelce düşülen hataların tekrar iş-
lenmemesine dikkatli olunmaiıdır.
Cumhurbaşkanı'nın "cezalann tecili"ni
önerdiği ileri sürülüyor. Bu öneri genel anlam-
da "tccil"in gelişmiş şeklidir, fakat " a f de-
ğildir. tngiliz sistemine göre hâkim, sanığı yar-
gılar, hüküm verir, fakat açıklamaz. "Hük-
mü" tecil ettiğini açıkiamakla yetinir. Eğer sa-
nık yeniden suç işlemez ise tecil edilmiş mah-
kûmiyet düşer.
Hukukun güvenlik supapı
Bu öneri elbette isabetlidir, fakat "af mii-
essesesi"nden pek farkhdır.
Ceza kanunları genel olmak zonındadır.
Genel bir kanun ise her olayda "uygun kanun"
anlamına gelmez. Genel olan, olaylann bazı-
lannda haksız görülebilir. Bir yazar, bu neden-
le af yetkisine "hukukun emniyet supapı" adı-
nı vermişti. Başka bir yazar "Af cezayı zayıf-
latmaz, onun adaletli biçimde uygulanmasını
saglar" demişti. Her toplum "buhranlı gün-
ler" geçirmiş olabilir; geçmişin silinmesi, sa-
kin günlerin sağlanması, "eski kinler"in unu-
tulması gerekli duruma gelebilir.
Yasama dUzeninin bozulması, suç ile ceza
arası oranın çeşitli değişikliklerle doğurduğu
karmaşa, "Kanunsuz suç olmaz" kuralının
(özellikle 141, 142,163. maddelerde olduğu gi-
bi) geniş çapta zarar görmüş olması, hakh bir
dengenın artık maddelerde yasa değişikliği ile
giderilmesi olanağımn yitirilmiş bulunması,
pek çok ceza veren hükmün toplumsal yara-
nnı da yitirmiş olması ve toplumsal gelişmeyi
engelleyecek nitelik kazanması, kısaca ceza
kurallannın çağın gerisinde kalması, af yet-
kisinin kullanılmasını hakh gösterebilir.
1) Güçlerin aynlıgı: Yargının yoğun emek-
le kararlaştırdığı "hüküm"ü yasamanın bir çır-
pıda kaldırmasım "güçler ayrıhğı" ilkesi ile
bağdaştırmak hakh gözukmeyebilir. Güçler
aynlığının zedelenmesini önlemek için yasa-
manın affın yalnız geniş hatlannı göstermesi,
bu koşulların bulunup bulunmadığının yargıç
tarafından karara bağlanması düşünülebilir.
Böylece yasa yapmakla onu uygulamak ayrı-
mı sağlanmış olur. "İyi hal"in gerçekleşmesi,
bu gerçekleşmenin kanıtlanması usulünün ya-
sada belirtilmesi isabetli olur.
2) Koşuilu af: Affın koşula (şarta) bağlan-
ması yerinde olur, sanık ya da hükümlü ser-
best bırakıhr. Belli bir süre (Örneğin beş ya da
on yıl) içinde kasıtlı bir suç işlenmesi duru-
munda affedilmiş cezanın geri geleceği, yeni
suç ile eski suçun cezasının birlikte çektirile-
ceği hükmünün koşul olarak kabulü yerinde
olur. Böyle bir koşul, serbest bırakılan, affe-
dilen suçlunun yeniden suç işlemesini önleyi-
ci bir "önlem" olmuş olur.
3) Affı reddetmek hakkı: Affedilen sanığın,
eğer affedilmese idi suçsuzluğunu mahkeme-
de kanıtlaması mümkündür. Bu kamda olan
sanık affın uygulanmamasım isteyecek, dava
devam edecek, suçsuz olduğunu kanıtlayabi-
lecek olursa beraat edecek, eğer suçlu olduğu
anlaşılacak olursa o zaman hakkında af hük-
mü uygulanacaktır. Bu anlamda bir hükme ih-
tiyaç vardır. Böyle bir hüküm olmazsa suçsuz
olan kimse, suçsuzluğunu kanıtlayamamak
korkusuna kapılarak ret hakkını kullanmak-
tan çekinebilir. Böylece sanık af kanununun
yayınından itibaren saptanacak süre (örneğin
üç ay) içinde affı reddetme hakkını kullana-
caktır. Ret isteğinin sunulacağı makamın ka-
nunda belirlenmesi faydalı olur.
4) Affın kapsanu: Daha önce çıkanlan af
kanunları birtakım suçları affın kapsamı dı-
şında bırakıyordu. Niçin af dışuıda bırakıldık-
lannı açıklamak mümkün değildi. Oysa genel-
de affın kapsamından bazı suçlan dışta bırak-
mak —bir dereceye kadar— "eşitlik kuralına"
aykınlık sayılabiliyordu. Aynı cezanın verildiği
çeşitli suçlarda verilen veya verilecek olan ce-
zaya bakılarak ağırlıklan ölçülebüir. Daha ha-
fif cezayı gerektiren bir suçun affedilmemesi-
ne karşın, ağır cezayı gerektiren suçun affe-
dilmesi izahsız kahyordu. Bu nedenle Ceza Ka-
nunu'nda saptanacak ceza miktarını (örneğin
on seneyi) aşmayan, istisnasız bütün suçlann
af fedildiği, bundan fazla cezalı suçlaruı ceza-
larının bir bölümünün indirilmesini öngören
bir metin isabetli olacaktır. Böyle bir metin-
de on sekiz yaşından küçük olanların suçlan-
nın sımnnın (Örneğin on iki seneye) çıkarıla-
bilmesi hâkimin takdirine bırakılabilir.
5) Öbiir cezalar ve sonuç: Para cezalarımn
tümünün affı (hatta tazminat kabilinden olan-
lar dahil) gereklidir. Af uygulandıktan sonra
kişisel istemi varsa dosyanın ilgili hukuk mah-
kemesine gönderilmesini sağlayacak bir hük-
mün kanuna eklenmesinde isabet vardır.
Fer'i cezalarla tamamlayıcı cezalann, bütün
sonuçlan ile birlikte affedilmesi düşünülme-
lidir.
Af kanununun hazırlanmasında bu husus-
ların nazara ahnmasını dileriz.
HESAPLASMA
BURHAN ARPAD
Tepeler ve Tepeleri
Türk-Sovvot İlişkiİ4TÜHİO 70 Yü
194O'lı yılların İstanbulu için Yeditepe şehri denirdi. Son-
radan yediyi aşan tepelerin adlan şöyledir: Gayrettepe, Esen-
tepe, Gültepe, Çeliktepe, Fikirtepesi, Kartattepe, Sevdatepesi,
Seyrantepe.
1945-
li yıllarda sadece 500.000 kişi yaşıyordu.
1950 seçimlerini kazanmış olan Demokrat Parti yönetimi-
nin "Bırakınız!" sloganıyla Anadolu insanlan şehirlere akıp
yerleştiler.
İstanbul'da yaşayan insanlar neden ve nasıl böyiesine
arttılar?
Başlıca neden ekonomikti. Kısa sürede hızla tırmandılar.
En ycksulu bile kısa sürede varlıklı insan olmayı başardı. Bir
bölümü sırt taşımacılığı yaptı. işportacılar da yoksulluktan kur-
tuldular
Aracılıkla kazanç sağlayanlar hiç de az değildi. Köyden ya-
kını olanlar daha verimli işlerde hızla tırmandılar Yapılarda,
en zor işlerde gece gündüz çalışarak tırmanmayı başardı-
lar Kapıcı yamağı olarak bir yere kapılandılar ve sadece bir
iki yılda 'büyük inşaatçı', 'çok sayın bay' falan oldular
Ne var ki, köyden büyük şehre göç edenlerin hepsi mut-
luluğa erişemedi. Büyük şehre göçüş planlan hayal kırıklı-
ğıyla sonuçlandı. Bu duruma düşmüş olanlar, köyünde bir
süre kaldıktan sonra yeni deneme yaptılar ve Almanya yol-
culuğunu seçtiler.
İstanbullu hemşerilerin en büyük sorunu, başlannı soka-
bilecek bir dam altına kavuşabilmekti.
1950 başlarında ilk örnekleri vermiş olmalarına karşın hiç
de kolay olmadı. İstanbul'un iş merkezterinin epeyce uzağı-
na düştüler. Tarih yapraklarının gözalıcı güzel İstanbulu, bir
kültür ve iş merkezi niteliğini yıllardır yitirmekteydi. Aralıksız
savaşlarda Osmanlı orduları gerilemekteydi. Ayastefanos Ba-
ftŞıAntteşmast bunu bekjeliyor. Osmanlı imparatorluğu'nun
savaş gücü, Yeniçerıler, Osmanlı imparatorluğu kanlı bozgun-
lara dönüşmektedir. Osmanlı imparatorluğu'nun hiç bir za-
man üretıci olmamış talancı dokusu çatırdamaktadır
Sağduyusu ve kültürü sağlıklı kimi padişah ve yakınlan çö-
küntüyü kurtaramazdı. Aydınlık düşünce çağının düşünce-
ye, insan değeriyle beslenmekte olan bir toplum düzeni kar-
şısında ayakta kalamazdı.
Atatürk, aydınlık düşünce toplumbilim ışığında gerçeği gör-
müştür.
Kurtuluş Savaşı kazanılır kazanılmaz iki gerçeği genç Türki-
ye Cumhuriyeti topraklannda uygulamaya başlamıştır. Yaban-
ct ülkelerin para ve teknik yardımıyla ülkenin degişik tanm
bölgelerinde fabrikalar kurdurmuştur.
Osmanlı toplumundan kalmış on milyon insanımız kısa sü-
rede yerleşik düzene uyarak yerleşik yurttaş düzenine yük-
selmiştir. Günümüz Türkiyesi'nin çalkantılı düzeni 1950, İkinci
Dünya Savaşı sonrası başlatılan 'büyük ihanet'in kaçınılmaz
sonucudur.
SPOR TOTO - SPOR LOTO
OYNAYANLARA DUYURU
En son Alman bilgısayar tekniği ile geliştirilen Spor Toto, Spor
Lototormüllen,Spor Toto'da, 3 banko ile dereceyi 32 kotonda 13+1'i
garantı ediyoruz.
Spor Loto'da 2 banko ile dereceyi 28 kotonda 8'i garantı ediyo-
ruz. Toto 65 sayfa, Loto 60 sayfadır, isteginiz kitap ödemeli gönde-
rılir
isteme adresi:
Halil Çakmak: PK. »49 Ulua/ANKARA
Telefonumuz yoktur.
1920'de kurulan diplomatik ilişkiler, 1921 martında Moskova
Antlaşması ile sağlam bir temele oturtulmuştu. Bu antlaşma ile
Kars-Ardahan Türkiye'ye geri verilerek bugünkü sınır kabul
ediliyor; Moskova, Türkiye'nin "Misak-ı Milli" davasını
destekliyor; Türkiye, Boğazlar Statüsü'nün yalnız Karadeniz
devletlerince düzenlenmesini kabul ediyor; iki taraf birbirinin iç
işlerine (yani Türkiye'de komünizm kışkırtması gibi)
karışmamayı yükümleniyordu.
İSMAİL SOYSAL Emekli Büyükelçi
Osmanlı-Rus ilişkilerinin son 240 yılın-
da ortalama her 20 yılda bir savaş olduğu
düşünülürse, yetmiş yıllık Türk-Sovyet iliş-
kilerinin hiçbir savaşa meydan vermeden
sürdürülebilmesi gerçekten önemli ve sevin-
dirici bir olgudur.
Biz burada iki komşu devletin bu 70 yıl-
lık siyasal tarihini şu dönemler çerçevesin-
de anlatmaya ve irdelemeye çahşacağız: I)
1920-1939 yıllannda dostluk ve dayanışma;
II) 1939-1945 tkinci Dünya Savaşı'nda so-
ğukluk ve tedirginlik; III) 1945-1953 yılla-
nnda gerginlik; IV) 1953-1964 döneminde
Doğu ile Batı blokları arasındaki "soğuk
savaş" (cold war) atmosferi ve V) 1964-1990
yülannda siyasal yumuşamarun (detente) et-
kileri.
I. İlk yirmi yıllık dönemin başlangıcın-
da yalnızlık içindeki her iki devlet Batılıla-
rın tehdidi altında idi. O nedenle birbirle-
rine destek olmak durumunda idiler. An-
kara hükümeti İngiltere, Fransa ve Yunanis-
tan'a karşı "Kurtuluş Savaşı" yaparken,
Sovyetler Birliği'nden beklenmedik bir za-
manda sağladığı politik destek, silah ve para
yardımı onun için son denli değerli olmuş-
tu. Sovyetler Birliği de 1917 Ekim Devrimi
1
ne karşı cephe alan Batılılara karşı —ki İn-
giltere Batum'a kuvvet çıkarmıştı— guney-
de kendisine dost bir ülke buluyordu. Boy-
lesine olağanüstü koşullar içinde, 1920'de
kurulan diplomatik ilişkiler, 1921 martın-
da Moskova Antlaşması ile sağlam bir te-
mele oturtulmuştu. Bu antlaşma ile Kars-
Ardahan Türkiye'ye geri verilerek bugünku
sınır kabul ediliyor; Moskova, Türkiye'nin
"Misak-ı Milli" davasını destekliyor. Türki-
ye, Boğazlar Statüsü'nün yalnız Karadeniz
devletlerince düzenlenmesini kabul ediyor;
iki taraf birbirinin iç işlerine (yani Türki-
ye'de komünizm kışkırtması gibi) karışma-
mayı yükümleniyordu. Böylecedostca kom-
şuluk ilişkileri hızla kurulmuştu.
Türk-Sovyet dayanışması Batılılarda de-
rin kaygı uyandırmıştı. Hatta Fransa'nın,
müttefiki Ingütere'ye danışmadan 1921 eki-
minde Ankara hükümetiyle bir ön barış
antlaşması yapmasımn nedenlerinden biri
de Türkiye'de Moskova'nın tehlikeli olabi-
lecek etkisini dengelemek arzusu idi.
1923 Lozan Barış Konferansı'nda Boğaz-
lar sorunu üzerindeki görüşmelere Sovyet-
ler Birliği'nin yani sıra Ukrayna ve Gürcis-
tan'ın da kalılmasına Ankara hükümeti
önayak olmuştu. Lozan'da Boğazlar rejimi,
Moskova Antlaşmasf nın benimsediği sis-
tem bir kenara bırakılarak Batılılann iste-
diği gibi düzenlenince Sovyet hükümeti Bo-
ğazlar Sözleşmesi'ni imza etmemişti.
1925 Türk-Sovyet Antlaşması, ilişkilere
yeni bir boyut olarak "saldırmazlık" yü-
kümlulüğü getirmişti. Ayrıca Türkiye, o sı-
rada Musul sorunu nedeniyle İngiltere ile
—ki Italya da onu destekliyordu— bir sa-
vaş cıkabileceğini düşünerek Sovyetler Bir-
liği'nden bir güvence sağlamak istemişti.
Ama Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin Türk
meslektaşı Aras'a verdiği gizli bir mektup-
ta, bir savaş durumunda 1921 Moskova
Antlaşması esprisi içinde hareket edeceği-
ni bildirmekle yetinmişti.
1925 antlaşması süresinin 1930'da ikinci
kez uzatılması sırasında kabul edilen ayn
bir protokol, tarafların birbirine haber ver-
meden ve onayını almadan öbür komşu
devletlerle —ki o sırada Fransa Suriye'de,
İngiltere de Irak'ta mandater sıfatıyla Tür-
kiye'nin komşusu idi— siyasal bağıtlar yapıl-
masını öngörüyordu. Türkiye'nin dış poli-
tikasını Soyyetler Birliği gibi büyük bir dev-
letin politikasıyla uyum içinde yürütmesi
anlamına gelen bu yükümlülüğe Turk hü-
kümeti sonuna dek sadık kalmıştır. Özel-
likle, 1928'de Cenevre Silahsızlanma Kon-
feransı'nda Sovyet tezini savunmuş; 1932'de
Milletler Cemiyeti'ne girerken onun onayı-
nı alnuş: 1933'te saraşın >'asaklanması ile il-
gili Litvinof Protokolü'nü imzalamış;
1934'te Balkan Paktı'nı yaparken Sovyet-
ler'le dayanışma içinde kalmış ve onlar le-
hine pakta bir rezerv koymuş; 1936 Mont-
reux Boğazlar Sözleşmesi ^pılırken Sovyet
delegasyonu ile sıkı temasta bulunmuş: 1937
Sadabat Paktı'nı yaparken Sovyet görüş ve
onayını almış ve son olarak 1939 eylülunde
hazırlanan Türk-İngiliz-Fransız tttifakı ta-
sarısından Sovyetler'e bilgi vermiş ve onlarla
bu tasarıya ters düşmeyecek bir savunma
aranjmanı aramış, ama bunu elde edeme-
yince Üçlü Pakt'a, Sovyetler'le savaşa girme-
mek rezervini koydurmuştur. Sovyetler Bir-
liği ise bir büyuk devlet olmanın rahatlığı
ile örneğin 1935'te Fransa ile ittifak bağıt-
lanırken olsun, 1939 ağustosunda Alman-
ya ile saldırmazlık paktını yaparken olsun,
Türkiye'ye haber vermemiştir.
Şu da bir gerçektir ki 1930-35 yıllarında
Batı ile ilişkilerini düzelten Türkiye, Sovyet-
ler Birliği'nin Türkiye'nin dış politikasında-
ki ağırlığını dengelemek yolunu tutmuştur.
Bu politikasını 1936 Montreux Konferansı
görüşmelerinde belli etmiştir. Montreux Bo-
ğazlar Sözleşmesi ile Boğazlann geçiş reji-
mi konusunda Sovyet tezi ile Batılılann te-
zi arasında bir kompromi bulunması ve Bo-
ğazlarda Türkiye'nin tam egemenliği ve de-
netiminin sağlanması bu denge politikası-
nın bir ürünüdür. Artık Türkiye daha çok
Batılılara, özellikle Ingiltere'ye yaklaşmak,
ama aynı zamanda Sovyetler'le bir soğuk-
luk ortaya çıkarmamak gibi ince bir diplo-
masi faaliyeti içine girmiştir. İkinci Dünya
Savaşı öncesi 2-3 yıllık süre bu hava içinde
geçmiştir.
• • •
II. 1 Eylül 1939'da başlayan İkinci Dün-
ya Savaşı'nda Türk-Sovyet ilişkileri, bu sa-
vaş boyunca politik ve stratejik alanda de-
ğişen koşulların etkisinde dalgalanmalar
göstermiştir.
25 eylülde Moskova'da başlayan Türk-
Sovyet görüşmeleri bir sonuç vermemişti.
Çünkü 23 ağustosta Sovyet-Alman Saldır-
mazlık Paktı'ndan beri Moskova, Batılılar-
dan uzaklaşmış, Berlin ile uyum içine gir-
mişti. Moskova görüşmelerinde Sovyetler,
Türkiye'den Boğazlar konusunda Montre-
ux sistemine aykırı taleplerde bulununca
Türk Dışişleri Bakanı Saracoğlu Ankara-
ya eli boş dönmüştü. Böyle olunca, zaten
imzaya hazır bulunan Türk-İngiliz-Fransız
lttifakı 19 ekimde Ankara'da imzalanmış-
tı.
1940 haziranında Italya, Almanya'nın ya-
nında savaşa katılınca, savaş Akdeniz'e ya-
yılmış olduğundan Türkiye'nin Üçlü ltti-
fak'a göre İngiltere ve Fransa'nın yanında
savaşa girmesi gerekirdi. Ancak Türkiye bu
pakta koydurduğu Sovyet rezervini (Sovyet
tehlikesi) ileri surerek "savaş dışı" mütte-
fik kalacağını açıklamıştır.
1941 bahannda Almanya Balkanlan is-
tila edince Sovyetler bundan büyük kaygı
duymuş ve Almanlara karşı politikasını de-
ğiştirmişti. Artık Türkiye'ye sıcak bakıyor,
onun Boğazlan korumasını bekliyordu. Ne
var ki Almanya, 18 haziranda Türkiye ile
bir saldırmazlık paktı yapouş ve dört gün
sonra Sovyetler BiçliğFne karşı saldınya geç-
mişti.
Bu durumda Sovyet hükümeti Türkiye
1
yi Batılılar-Sovyetler Ittifakı'nın yanında sa-
vaşa sokmak üzere baskılara başlayacaktı.
Özellikle 1943 ekiminde Moskova'da
Sovyet-Amerikan-lngiliz dışişleri bakanla-
n toplantısında ve kasımda üç büyüklerin
Tahran Konferansı'nda bu yönde kararlar
alınırken, Türkiye'nin gerekirse savaşa zorla
sokulmasında ısrar eden Sovyetler olmuş-
tu. 1945 şubatında Yalta Konferansı'nda
Stalin, Montreux Boğazlar rejiminin değiş-
tirilmesi gereğini ileri sürmüş, ama ABD ve
İngiltere buna pek yanaşmamıştı.
Sovyetler Birliği Boğazlar konusunda
Ankara üzerindeki baskısını daha etkin hale
getirraek için 19 Mart 1945'te 1925 Türk-
Sovyet Saldırmazlık Paktı'nın 20 yıllık sü-
resinin kasımda dolacağını bildirerek ona
son vereceğini, bu pakt yerine dünyadaki
değişikliklere uygun bir yeni antlaşma ya-
pabileceğini Ankara'ya bildirmişti. Bu dav-
ranışının gerisinde Boğazlar rejiminin Mos-
kova'nın isteklerine uygun biçimde değişti-
rilmesi ve Boğazlarda bir üs elde etmek ar-
zusu yatıyordu. Ayrıca Kars ve Ardahan'ın
Sovyetler Birliği'ne geri verilmesi yolunda
bir kampanyaya girişmişti ki bu, daha çok
Boğazlar konusundaki taleplerini gerçekleş-
tirmeye yarayabilecek bir etken izlenimini
vermişti.
1945 temmuzunda üç büyükler Potsdam-
da toplanınca ABD ve Ingiltere'nin Sovyet-
(Arkast 14- Sayfada)
PENCERE
'Vietnam Sendromu'
Oüşünmesini sever misiniz?
Eski zaman bilgesi "İnsan düşünen hayvandır" dememiş
mi? insan olup da düşünmeye karşı çıkılır mı? Elbette hepi-
miz düşünmeyi çok severiz...
Ya da sevmeliyiz.
Bugün size 'Vietnam sendromu' deyimi üzerinde düşün-
meyi öneriyorum; çünkü bu deyim gazetelerde çok kullanı-
lıyor; yazılanlara bakılırsa Körfez savaşından sonra Ameri-
kan toplumu 'Vietnam sendromu'ndan kurtulup bir 'oh' çek-
miş; analar ve babalar soluk almış; Amerika eski güvenine
kavuşmuş. Bizim kimi yazanmız veya gazetecimiz de çok
seviniyor bu işe; neredeyse zil takıp oynacağız:
— Körfez savaşındaki zaferinden sonra Amerika, 'Vietnam
sendromu'nu aştı!
Politika sözlûğünde 'Vietnam sendromu' ilginç bir anlam
kazandı; belki yakında siyasal bilim araştırmalarında ince-
lemesi yapılacak; kitaplara geçecek.
Peki, nedir 'Vietnam sendromu'?
'Sendrom' Yunanca kökenden gelen bir sözcük; "Hasta-
lığın saptanmasında gözlemlenen belirtHer" anlamına geliyor;
ama, bizi daha çok sendromun ruhbilimdeki içeriği ilgilen-
dirir. Psikolojide 'etki sendromu' denen olgu kısaca şöyle ta-
nımlanıyor: "Kişinin kendisine düşünceler, eylemler ve duy-
gular dayatan ya da düşüncesini çalan bir dış gücün egemen-
liği altında bulunduğuna inanması biçiminde beliren bir tür oto-
matizm."
'Dış etken sendromu' da deniyor buna; demek ki 'Vietnam
sendromu' denince, Amerikalının ruhsal durumu, korkusu,
ürküntüsü belirginleşiyor; Vietnam'da bir yenilgiye uğradı
Amerika, içinden yıkıldı; 50 bin ölü ve kayıpla geri çekildi;
analar ve babalar, eşler ve kardeşler denizaşırı bir ülkede
sevdiklerinin boşu boşuna harcanmasına isyan ettiler; ye-
nilginin utancıyla savaşın yıkımı üst üste gelince, bir daha
böyle bir denemeye girişmekten sakınma bilinci toplumda
kök saldı.
Oysa daha önceleri Amerikalıda böyle bir bilinç yoktu; ABD
üstün güçleriyle dünyanın her yerinde silahlı müdahaleye gi-
rişip yengiye ulaşır, sonuçta 'gurur' duyardı.
*
Peki, Körfez savaşından sonra Amerikalının 'Vietnam send-
romu'ndan kurtulması ne anlam taşıyor?
Irak diktatörü, Ortadoğu'da Amerika'ya altın bir tepsi içinde
kolay 'zafer's sundu. Neresınden bakarsanız bakın, Saddam
Hüseyin'in siyaseti geri zekâlılık sergılemesidir. Vaşington,
Amerika'nın denizaşırı petrol çıkariannı devletler hukuku adh
na yürütmek olanağını yakaladı; elindeki silah stoklarını eritti;
savaşın faturasını Arap ülkelerine çıkararak; Ortadoğu'ya yer-
> leşti; en önemlisi de 'Vietnam sendromu' geride kaldı.
Konuya yaklaşırken bir ikilemi vurgulamak gerekiyor: Eğer
Irak'ta Saddam'ın silahlı gücü direnebilseydi, savaş uzaya-
caktı, çok kan dökülecekti, barışa ulaşmak kolay olmayacak-
tı; bu bakımdan ateşkesin kara savaşı başladıktan 100 saat
sonra gerçekleşebilmesi olumludur.
Ancak Amerika'nın 'Vietnam sendromu'nu aşması, hayır-
lı bir gösterge değil.
Vietnam, bir ulusal kurtuluş savaşıdır; Türkiye Cumhuri-
yeti de böyle bir savaşla kurulduğu için olayı benimsiyoruz;
Vietnamlınm ABD'ye verdiği ders, insanlık açısmdan çok ya-
rarlı bir sonuç yaratmıştı; şimdi Amerikalının bu dersin şifa
verici bilincinden kurtulması, insanlık adına ilerisi için yararlı
bir oluşum değildir; ola ki ileride 'çirkin Amerikalı'y\ yürek-
lendirecek yeni bir yanlışlığa yol açabilir.
Dileriz ki 'Vietnam sendromu'nu aşan Amerika, bir başka
mazlum ülkede yeni bir Vietnam deneyımine girişmek cü-
retini göstermez; çünkü bu hayırlı sendrom. süper güçlerin
mazlum halklara karşı babalanmasını engelleyen yararlı bir
ders içeriğini taşıyordu; aynı dersin Amerikan belleğine ya-
zılması için yeni bir savaşa 'inşallah' gerek kalmaz.
"Amerika Vietnam sendromu'ndan kurtuldu" diye sevinen
Türklere gelince: Eski zaman bilgesi, "İnsan düşünen
hayvandır" demişti; bunlar düşünmeyen hayvanlardır.
işçi kıyımı: 250 bin işçi
sokağa atıldı
Türkiye'de Patronlar İşçileri
Ortadoğu'da ABD, Arap ulusunu vurdu!
\- Hava-İş'te grev kararı
-^ Zonguldak'ta kılıçlar bileniyor
- - Arnavutluk'ta Stalinizm sallamyor!
A- 8 Mart bütün kadınlara kutlu olsun!
8 Mart 1991, 10. sayı bayilerde
Jakılbent Sok. No49/3 SultanahmeMSl
Te\ 516 84 54
1986 YILI VE 86/10911 SAYIU BAKANb^R KURULU KARAHINA GORE SIGARA SAGLİGA ZARARLIDIR