Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET/14 DİZİ-RÖPORTAJ 12 MART 1991
'Yasal düzenleme'lerin yarattığı karışıklık, doğal ortamın bozulmasından çıkan olanlann ekmeğine yağ sürüyor
Zenginmevzuat,fakir çevreÇevreyle ilgili son yıllarda
oldukça 'zenginleşen'
mevzuatımız, 1990'da
eklenen bir dizi yasal
düzenlemeyle dana da
karmaşık bir niteliğe
büründü. Hemen her
yasada, aynı anda
'sorumlu' bir kurumun da
belirlenmesi, içinden
çıkılması zor bir 'yetki
karmaşası' yarattı. Bugün
pek çok bölgede, çevrenin
kimler taranndan
korunacağı' sorusuna
artık yanıt bulunamıyor.
— 1 —
OKTAY EKİNCİ
Körfez savaşı tarihte eşi görülmemiş bir
doğal ve kültürel zenginlik tahribatma ne-
den olurken, Türkiye'de de bu değerlerin
konınmasına yönelik yasalarda tam bir
"kargaşa ortamına" girildi. Çevreyle ilgili
son yıllarda oldukça "zengiııleşen" mevzu-
atımız, 1990'da eklenen bir dizi yasal dü-
zenlemeyle daha da karmaşık bir niteliğe
büründü. Hemen her yasada, aynı anda
"sonnnhT bir kurumun da belirlenmesi, bu
karmaşaya koşut, içinden çıkılması zor bir
"yetki kargaşası" da yarattı. Bugün, pek
çok bölgede, çevrenin "kimler tarafından
korunacagı" sorusuna —artık— yanıt bu-
lunamıyor. Böyle bir ortam ise çevrenin bo-
zulmasından "çıkan olanlann" işine daha
çok yanyor.
Dünya, Körfez'de yok olan değerlere kar-
$ı "kuknksal önlemleri arttırmayT tartışır-
ken, acaba doğal ve kültürel zenginlikleri-
mizle ilgili bizdeki mevzuatın "durumu" ne-
dir? Neler, hangi yasalarla yasaklanmış ya
da serbest bırakılmıştır? Ülkemizdeki çev-
re değerlerinin korunmasından "kimler",
nereye kadar, nasıl sorumludurlar?
Yürürlükteki altı yasanın genel bir dökü-
münü yaparak "kargaşayı" çözümlemeye
çabşacagız. (Bkz. Tablo 1)
1) tmar Yasası
"Çevre sorunlan" denince akla gelen
"acmadann" başında, kuşkusuz "çarpık
kenfeşme", "gecekonduUşma-." Ve bunlara
son yıllarda eklenen "altyapısız gökdekn-
leşme" yer alıyor. Bu başlıklar, aynı anda,
milyonlarca insanın "saglıksız bannması"
ve "gerilim içinde yasaması" anlamına da
geliyor. Kentsel çevre, ülke nüfusunun gi-
ABtarfa sakfl şeridindeki bu 'giizel görüntü', çevre mevzuatının 'neJere kadir' oldngunu gösteren iyi bir örnek.
Yasalarla görevlendirilen "çevreden sorumlu" kurumlar
iigiN yasa
Imar Yasası
Turizm Teşvik Yasası
Çevre Yasası
Kültür ve Tabiat
Varlıktannı Koruma
Yasası
Kıyı Yasası
Özel Çevre Koruma
BMgeteri
Karamamelen
VasaM.
3194
2634
2872
2863
3621
KH.K.
r>
aOfWwSOmM D M KNfMNaf ^
— Belediyeler: Belediye ve komşu (mûcavir) alanları sınırtan
içinde.
— Valilıkler: Belediye ve komşu alanlan sınırtan dışında.
(Bayındıriık ve Iskân il Mûdürlükleri eliyle)
— Bayındıriık Bakanhğı. Yasanın 9. maddesindeki yeîki ile
Başbakan onayıyla saptanan "özel" yerterde
Turizm Bakanhğı ve ilgili daıre başkanlıktan
— Çevreden Sorumlu Devlet Bakanlığı
— Başbakanlık Çevre Mûsteşarltğı
- Yûksek Çevre Kurulu (Bakanlık yetkilileri ile oluşan,
Başbafcanlığa bağlı kurul)
- Mahalli Çevre Kurulu. (il kamu kuruluslan mûdûrleri ile
oluşan, valiliklere bağlı kurul).
— Kûltûr Bakanlığı-Eski Eserter ve Mûzetef Gen. Md.lûğû
— Taşınmaz Kültûr ve Tabiat Varlıklan Yüksek Kurulu
— Taşınmaz Kûltûr ve Tabiat Varlıkiarı Bölge Kurullan
(Ankara-lstanbul-lzmır-Bursa-Edıme-Antalya-Adana
Trabzon... bölge kurullan
— Mûze Müdûriûkleri
— İl Kültür MCıdürlûkleri
— Bayındıriık ve Iskân Bakanlığı-ilgıli daire başkanlıklan
- VaMikler (Bayındıriık ve Iskân || Müdûriûkleri)
<*)
— Başbakanlık Özel Çevre Koruma Bölgeleri Kurumu
— Kurum Başkanlığı
— Kurum Bölge Koordinasyon Müdûriûkleri
(*) Nisan 1990'da yürürlûğe giren bu yasada, belediyelenn kıyılarta ilgili öncekı yetkileri kaktınlmtştır.
(**) 5 Temmuz 1986 ve daha sonrakı çeşitli tarihierde kabul edilen Bakanlar Kurulu kararlan-Kanun
Hükmündekı Karamameler
Mit: Bu kunımlann dışında; il Sağlık Müdöriükleri, halk sağlığı laboratuartan, Hıfzıssıhha MüdürtûMeri,
Orman Bakanhğı ve taşra önjûtten, Tanm II Mûdüriülden gıbi kurumlar da kendı ılgi alanlan içinde çevreden
sorumlu resmi kuruluşlardır. 1990'da bu yelpazeye, "II Çevre Korjma Vakıdan" da eklenmiştir.
derek çoğunluğunu etkiüyor...
3194 sayılı Imar Yasası, tüm bu "yapüaş-
madan kaynaklanan" gelişmelerin de "te-
md yasası" olma niteliğini taşıyor. 1985 yıh
mayısında yürürlüğe girdiğinde, kendisin-
den önceki 6785 sayıh yasaya göre en önemli
aynmının "yerel demokrasiye verdiği önem"
olduğu vurgulanmış ve bu ilke "planlama
yetkilerinin belediyelerde oJması" şeklinde
yasaya yansıtılmıştı.
tmar Yasası'nın 1. maddesi "amacını"
söyle özetliyor: "Bu kanun, yeriesme yer-
leri ile bu yerlerdeki yapdaşmalann plan,
fen, sağlık ve çevre şartlanna uygun teşek-
külünü sağlamak amacıyla düzenlenmiştir."
Bu amacın gerçekleşebılmesi için ise bele-
diye ve komşu (mucavir) alan sınırları için-
deki tüm yapılaşmalardan belediyeler, dı-
şındakilerden de valilikler sorumlu tutulu-
yorlar.
Ne var ki özellikle 26 Mart 1989 yerel se-
çimlerinden sonra yofcunlaşan "tersine" bir
uygulamayla (yasanın 9. maddesindeki "ba-
kanlık yetkilerinin" genişletilmesiyle), imar
planlarıyla ilgili karar erkinin yeniden
"hiikiimete" alınmaya başlandığı göz önü-
ne alındığında, "sorumlular" arasında mer-
kezi yönetimin de daha ağırlıkh olarak yer
aldığı söylenebilir. Yam sıra 1985-1990 dö-
nemindeki 5 yülık sürenin "uygulama
sonuçlanna" bakıldığında, her üç sorum-
lu kurumun da "yasanın amacına uygun"
bir başarı gösteremedikleri ortada...
Kentsel çevreyi, önümüzdeki günlerde
Imar Yasası açısından 'tartışmalT bir hu-
kuksal gelişme bekliyor. Danıştay 6. Dai-
resi, Mimarlar Odası'nca Bakırköy (Istan-
bul) Yeni Bosna'daki "bakanlık onaylı" bir
imar plarunın iptali istemiyle açılan dava-
da, imar konusunda hükümete "müdaha-
le hakkı" tanıyan 9. maddeyi "anayasaya
aykın" buldu ve Anayasa Mahkemesi'ne
başvurdu. Söz konusu madde, İmar Yasa-
sı'na 1987 yılında eklenen hükümlerle Ba-
yındıriık ve Iskân Bakam'nın kentlerde di-
lediği yere, parsel ölçeğine dek, "özel imar
koşuhı" getirebilmesûıe olanak sağlıyor. Ba-
kanlık bu yetkiyi Başbakan'ın onayı ile
alıyor...
Anımsanacaktır, hükümet bu
"olanagını" en kapsamlı şekilde 1989 ha-
ziran ayında kullanmış ve başta Dolmabah-
çe sırtlanndaki Süzer'e ait gökdelen-iş mer-
kezi olmak uzere, tstanbul'da ve tüm ülke-
de 25 merkezde, yerel imar planlarıyla da
çelişen kararlarla yüksek yoğunluklu inşa-
at izni vermişti. Ardından, aynı yasa mad-
desine dayanılarak Türkiye'nin öbür büyük
kentlerinde ve özellikle Ege-Akdeniz kıyı-
larında, sayılan yüzlerceyi bulan "turizm
yatınm" alanlannda, "başbakan onayı" iie
Bayındıriık BakanlığYnca özel imar olanak-
lan sağlanmaya başlandı. Şimdi, Danıştay
6. Dairesi, 22 kasım 1990 gün ve 1990/1804
esas sayılı karanyla, Anayasa Mahkemesi'n-
den bir maddenin iptalini istiyor. Gerek-
çe olarak ise hem yasayla verilen genel bir
yetkinin, özel yatınmlar için yerel yönetim-
lerden alınamayacağmı hem de Başbakan'-
ın, "parsel ölçeğine kadar" inşaat izinleriyle
uğraşmasının "anayasal bir görev
olmadığını" ileri sürüyor...
Yakında bu başvuru sonuçlanacak ve
eğer İmar Yasası'nın 9. maddesine 1987 yı-
lında yapılan bu "ek hükiimler" iptal edi-
lirse, Türkiye'nin en değerli kentsel arazile-
rinde ve kıyılarında "hükümetin özel izni
ile" yükselen yüzlerce tesis, "anayasaya
aykın" yapılaşmalar olarak çevre hukuku
tarihinde "simgesel" yerlerini alacaklar...
Imar Yasası'nda, 1991'de beklenen bir
başka gelişme ise bu yasanın "içeriginin"
ve "temel ilkelerinin" tümüyle değişmesi
olasılığı. 1989 ılkbaharından bu yana
TBMM gündeminde "sırasını bekleyen" bir
tasanya göre, yerel yönetimlerin planlama
yetkileri "nazım plan aşamasında" hüku-
mete bağlanıyor. Böylece, kentlerin "nasıl
yapılaşacağına" yönelik genel kararlann ba-
kanlıkça abnması, belediyderin ise uygula-
ma imar planlarını bu kararlara
"uydurması" amaçlanıyor. Eğer, güçlü bir
"muhalefet" yaratılamazsa ve tasan bu şek-
liyle yasalaşırsa 9. maddeyi Anayasa Mah-
kemesi'nin "iptal eünesi" bile bir sonuç ya-
ratmayacak. Çünkü, yerel yönetimler, "ya-
samn yeni genel çercevesi içinde" zaten yet-
kisiz kalacaklar. Bir yandan gökdelenler ve
iş merkezleri "altyapısız" kentlerin üzerin-
de hızla kurulurken öbür yandan "turizm"
adına tarihsel ve doğal çevrenin
"betoniaşması" da özei izinlerden kurtulup,
"genel bir imar politikasına oturacak..."
2) Turizmi Teşvik Yasası
Çevre değerlerimiz açısından önemli so-
rurdann başlannda gelen Turizmi Teşvik Ya-
sası için bir "degişiklik tasansı" da 1991'in
yasama sürecinde yerini alıyor. 1990'ın yaz
aylarında kamuoyuna yansıyan ve bakan-
lığın "çalışma broşiirlerinde" de "deklare
edilen" tasanya göre, 1982'den bu yana sü-
re gelen "turizm merkezleri" uygulaması-
na, bundan boyle "turizm noktalan" da ek-
lenebilecek.
Bilindiği gibi Turizm Teşvik Yasası, Tür-
kiye'de anayasanın buhıamadığı bir dönem-
de, 12 Mart 1982'de yürürlüğe girmişti. Ar-
dından, gerek "kamu yaran", gerekse "çevre
koruma" ve "kamulaştınna" ilkeleri bakı-
mından 1982 kasımında kabul edilen ana-
yasaya da aykırılığı saptanmış, ancak ana-
yasanın "12 EyKil kanunlanna doku-
nulmazlık getiren" ünlü geçici 15. maddesi
nedeniyle iptali "bile'' istenememişti.
Türkiye'nin en değerli doğal ve kültürel
değerleriyle bezeli Hazine arazilerinin ve or-
manlık alanlarının turizm yatınmcılarına
"tesis kurmalan için" 49 yılhğına kiralana-
rak dağıtılmasıra başlatan bu yasa, 1991 yı-
lında da aynı işlevini sürdüreceğe benziyor.
Yasada düşünülen değişiklikler ise bu olum-
suz "12 Eylül sürecini" durdurma yönün-
de değil, tam tersine hızlandıracak bir içe-
rik taşıyor. Orneğin "ulusal parklana" bi-
le turizm yapılaşmasına açılabileceği, kent-
lerde "istenilen arsalann" turizm amaçlı
gökdelenlere teslim edilebileceği ("inrizm
noktası" olarak) yerel yönetimlerin bu tür
"bakanlık denetimine alınan" yerlerde tü-
müyle yetkisiz kalabilecekleri... öngörülen
"yenilikler" arasında.
Çevre, bu yasanın "girdabmı" da I991'de
yoğunlaşarak yaşayacak. Degişiklik gerçek-
leşirse "turizm potansiyHi" olarak görulen
doğal ve kültürel değerlerin "yağması" ve
"yok olması" daha da hızlanacak.
Y a r a : Çevre Y S H M ,
Kıyı Y a s a a ve diferleri
HABERLERIN^DEVAMI
Türk-Sovyet Bişkilerinde 70
(Baştarafi 2. Sayfada)
ler'in Türkiye üzerindeki istek-
lerinden kuşkulan artmıştı. So-
nunda, Boğazlar işinde Türkiye
ile ayn ayTi temasa geçilmesi ka-
rarlaştırılmışö.
Görülüyor ki altı yülık savaş
boyunca Tûrk-Sovyet ilişkileri
genellikle gergin geçmişti.
Montreus Sözleşmesi gereğince
savaş durumunda savaşan dev-
letlerin savaş gemilerinin Boğaz-
lardan geçişi yasak olduğundan,
Sovyetler Birliği Mihver'in (Al-
manya, ttalya) Karadeniz üze-
rinden bir tehdidi ile karşılaşma-
mıştı. Gerçi Moskova birkaç Al-
man ve Italyan ticaret gemisinin
kamufle edilmiş savaş gemisi ol-
duğundan yakınmıssa da bu,
tartısma konusu olmaktan ileri
geçmemişti. Herhalde Türkiye
1
nin 1939-1945 döneminde sava-
şa katılmayıp fıilen tarafsız tu-
tum içinde kalması —1. Dünya
Savaşı'nın tersine— Rusya için
ciddi bir sorun ortaya koyma-
mış, yani Boğazlar üzerinden
Rusya'ya ticaret gemileriyle lo-
jistik yardımı aksamamıştı.
• * •
III. 1945-1953 dönemi Sovyet-
ler Birliği'nin Boğazlar rejimini
istediği gibi değiştirebilmek için
Türkiye'ye yaptığı baskılarla
başlamıştır. Bu baskılar karşı-
sında önce 1947 Thıman Dok-
trini çerçevesinde ABD'nin des-
teğinden yararlanan Türkiye,
1952'de NATO'ya katıhnca sağ-
lam bir güvenceye sahip olmuş-
tu. Ertesi yıl Sovyetler Ankara1
ya karsı politikasını yumuşat-
mıştır. Olaylar şöyle gelişmiştir:
Sovyetler Birliği 1946 ağvstos
ve eylülünde Boğazlann statusü-
nün dünyada ortaya çıkan yeni-
likler nedeniyle değiştiriknesi
için TOrk hükümetine notalar
vermişti. Türkiye, ABD'nin ve
Montreux Sözleşmesi'nin imza-
cılanndan tngiltere ve Fransa-
nın desteğine sahip olarak bu ta-
lepleri reddetmişti. Moskova da-
ha ileri bir adım atamamıştı.
Ancak Sovyetler, yeni bir Türk-
Sovyet Saldırmazlık Paktı'nın
yapılmasına razı olmayacak ve
zaman zaman Türkiye'ye karşı
hasmane tutumunu sürdürecek-
ti.
Tflrkiye'de 1950'de iktidara
gelen Demokrat Parti, hem gü-
venlilr konusunda hem de eko-
nomik yardun sağlamak için
ABD ile tam uyum içinde bir
politika gütmeye başlamıştı.
Türkiye'nin 1950'de ABD ile bir-
likte Kore Savaşı'na girmesi;
1951'de Ortadoğu Komutanhğı
(Middle East Command) güven-
lik sistemi girişiminde üç büyük
Batılı ile hareket etmesi; Mısır'ın
öneriyi reddi üzerine NATO'ya
girmekte ısrarb olması Mosko-
va'nın ikaz notalanna neden ol-
muş, Türk-Sovyet iliskilerinde
gerginliği arttınnıştı.
1953 martmda Stalin ölmüş-
tü. Yeni Sovyet liderleri NATO
üyesi bir Türkiye ile gerginliğı-
ni azaltmakta yarar görmüşler
ve bir iyi komşuluk jesti olarak
30 Mayıs 1953'te bir bildirge
(declaration) ile Sovyetler Birli-
ği'nin Türkiye'den hiçbir toprak
istemi olmadığım açıklamışlar-
dı. Gerçi bu, Boğazlar konusun-
daki görüşlerini de değiştirdik-
lerini gösteriyordu. Ama anlaşı-
hyordu ki Moskova, Türkiye*yi
Batı tttifakı'na katümaktan alı-
koyamadığına göre ona karşı
tatlı - sert bir politika gütmekte
yarar görmüştü. Zaman zaman
uyan ve tehditlerde bulunacak,
genel olarak da iyi komşuluk
ilişkilerini geliştirmek isteyecek-
ti. Ama Ankara, artık Sovyet-
ler'e güven duymadığından iş-
birliğini geliştirmekte isteksiz
davranacaktı.
• • •
IV. 1953-1964 yıllannda Do-
ğu ile Batı arasında soğuk savaş
sürmekle birlikte, Kruşçev banş
içinde birlikte yasama (peacuful
coexistance) sloganı ile havayı
yumusatmak istemişti. Türk-
Sovyet ilişkileri de buna uygun
inişÛ çıkışlı bir seyir izleyecek-
ti.
Nitekim Yugoslavya, 1953'te
bir Sovvet tehlikesine karsı Bal-
kanlar'da iki NATO üyesi Türki-
ye ve Yunanistan ile bir dayanış-
ma aramıştı. Türk hükümeti bu
arayışı 1954'te Üçlü Balkan It-
tifakı'na götürmekte başrolü oy-
namıştır. Ancak 1955'te yeni
Sovyet liderleri Yugoslavya'ya
güvence verince bu pakt var oluş
nedenini yitirecekti.
Bu dönemde ABD, dünyanın
neresinde olursa olsun Sovyetler
Birliği'nden gelebilecek tehlikeye
karşı koyma (containment) po-
litikası güdüyordu. Böyle olun-
ca NATO'nun Türkiye Doğu sı-
nırlannda biten güvenük kuşa-
ğını Pasifik'e kadar uzatmak
politikası gerekiyordu. Bu kuşa-
ğın Ortadoğu'daki halkası için
ABD Dışişleri Bakanı Dulles
1953'te "Kuzey Kuşağı" (Nort-
hern Tier) diye adlandırdığı bir
pakt gerçekleştirmek kararında
idi. Bu pakt süreci, 1954 Türk-
Pakistan Antlaşması'yla başla-
mıştı. Başbakan Menderes'in ça-
balanyla 1955 şubatında Irak ile
Bağdat Paktı imzaianınca Orta-
doğu Savunma Paktı'nın teme-
li atılmıştı. Türkiye-Irak-
tngiltere-Pakistan-Iran'dan olu-
şan ve ABD'nin dıştan destek-
lediği bu paktı -ki 1958'de
Irak'taki darbe üzerine CENTO
haline gelecekti— Sovyetler Bir-
liği kendi güney sınırlan yakı-
nında bir tehüke gibi görmüş ve
ona karşı bir kampanya başlat-
mıştı. Böylece soğuk savaş Or-
tadoğu bölgesine de yerleşiyor-
du.
Kruşçev 29 Aralık 1955'te
yaptığı konuşmada, Türk-
Sovyet ilişkilerinin bozulması-
nın sorumluluğunun yalnız
Tttrkrye'de olmadbğını, Sovyetler
Birliği'nin Türkiye'den kabul
edilemeyecek isteklerde bulun-
duğunu itiraf ederken "Biz bu-
nu düzeltmek istedik ise de so-
nuç alamadık" diyordu.
Moskova, 1956'da Türkiye'de
Amerikan üslerinin kurulmak-
ta olduğunu; 1957'de Türkiye
1
nin Suriye'yi tehdit ettiğini ve
1959*da Türkiye'ye orta menzil-
li "Jüpiter" Amerikan füzeleri
konuşturulma hazırhğını ileri
sürerek Ankara'yı uyaran nota-
lar vermişti. 1960 yılında Incir-
lik Üssü'nden kalkan bir ABD
U-2 gözetleme uçağımn Sovyet-
ler Birliği'nde düşürülmesi üze-
rine de Türk hükümetini sert bi-
çünde kınamıştı.
Moskova'nın Türkiye'deki üs-
ler konusunda duyarlılığı nor-
maldi. Ancak kendi ülkesinde
de Türkiye'ye karşı pek çok ro-
ket üsleri bulunuyordu. O ne-
denle konuyu siyasi bir edebiyat
ötesine götürmüyordu. Nitekim
Sovyet hükümeti, Başbakan
Menderes'i iyi komşuluk ilişki-
lerini geliştirmek için 1960 ba-
hannda Moskova'ya çağınnış-
tı. Ancak 1960 Mayısı'nda Tür-
kiye'de askersel müdahale olun-
ca bu gerçekleşemeyecekti. Ha-
ziranda Kruşçev, Türkiye'nin
NATO üyesi bulunmasının
Sovyet-Türk ilişkilerinin gelişti-
rilmesine engel ohnadığım bil-
dirmişti. Buna General Gürsel
dostça karşıhk vermiş, ama
Türkiye'nin dış politikasında
hiçbir degişiklik olmayacağını
hissettirmişti.
1961'de Türkiye'ye Jüpiter fü-
zeleri yerleştirilince MoskovaL
nin kaygılan artmıştı. Türkiye1
yi yeniden uyarmıştı. Ertesi yıl
Küba bunalımı sona ererken
ABD ile Sovyetler Birh'ği arasın-
da Küba'daki Sovyet füzelerinin
sökülüp geri gönderilmesi kar-
şıhğında Türkiye'deki Jüpiterle-
rin de kaldırılması konusunda
bir uzlaşı oimuştu. Bu bunalım-
dan sonra Rusya'ya davet edilen
Ürgüplü baskanlığındaki parla- •
mento heyeti orada dostça kar-
şılanmıştı. Ertesi yıl Dışişleri Ba-
kanı Erkin de Moskova'ya çağ-
nlmıştı. Artık Uişkiler gerçekten
yumuşama yolunu tutmuştu.
V. 1964-1990 döneminde
Türk-Sovyet ilişkileri; bir yan-
dan Doğu ile Batı arasındaki
"detente" havasının, öte yandan
iki komşu devletin ortak men-
faatlerinden kaynaklanan dina-
nüzmin etkisiyle yavaş yavaş,
ama sürekli gelişme göstermiş-
tir. Sürtüşmeler giderek gücünü
yitirecekti.
Gerçekten, 1962 Küba buna-
lunı Moskova'ya zıtlaşma (conf-
rontation) politikasının ne denli
tehlikeli olabileceğini göstermış,
onu ABD ile diyaloğa ve ardın-
dan ABD ile nükleer silahlar ko-
nusunda antlaşmalara sevk et-
mişti. Türkiye için bu yumuşa-
madan yararlanmanın tam za-
manıydı. Bunun baş nedeni,
Kıbns sorununun nazik bir
anında Başkan Johnson'un 1964
haziranında Başbakan înönü'ye
kıncı Usluplu uyan mektubu ol-
tnuştu. Bu durumda Türkiye'nin
Moskova ile temaslarının arttı-
nlması doğaldı.
Moskova, Kıbns sorununun
başından beri adanın bir ENO-
SIS ya da ikiye bölünmesi sonu-
cu bir NATO bölgesi (üssü) ha-
line geleceğine inanıyordu. Kıb-
ns bağımsız bir devlet olarak
kalmalıydı. O nedenle bağımsız-
lığa bağlı kaldığı sürece Maka-
rios'u desteklemişti.
Dışişleri Bakanı Erkin'in 1964
ekiminde Moskova ziyaretinde
Sovyetler, ilk kez adada iki ayrı
toplumun yasal haklannı kabul
etmiş ve sorunun onlar arasın-
da çözümünü istediğini açıkla-
mıştı.
1965 ocak ayında Podgomi
baskanlığındaki Sovyet Parla-
mento heyetinin Türkiye'yi ziya-
retini mayısta Dışişleri Bakanı
Gromiko'nun ziyareti izlemişti.
Ağustosta ise Başbakan Ürgüp-
lü'nün Moskova ziyaretinde
ekonomik işbirliğinin temelleri
atılmıştı. 1966 arahğında Sov>-et
Başbakanı Kossigin de Türkiye
1
ye gelmiş ve bu ziyarete ertesi yıl
yeni Başbakan Demirel karşıhk
vermişti. Bunları 1970'li yıllar-
da her düzeyde başka ziyaretler
izleyecekti.
Artık ilişkiler gelişme süreci-
ne girmişti. Ancak NATO üyesi
Türkiye ile Varşova Paktı üyesi
Sovyetler Birliği arasında bir sal-
dırmazlık paktı yapılması düşü-
nülemezdı. Bununla birlikte
Sovyet hükümeti hiç değilse ye-
ni bir dostluk antlaşması bağıt-
lanmasını arzu ediyordu. Ancak
böyle bir antlaşrna günümüze
dek gerçekleştirilemeyecekti.
Onun yerine aradaki iyi kom-
şuluk ve dostluğu belirtici iki
bildirge imzalanacaktı. Birinci-
si Sovyet Prezidyıımu Başbaka-
nı Podgorni'nin 1972 nisanında
Türkiye ziyareti, ikincisi 1978
haziranında Başbakan Ecevit'in
Moskova ziyareti sırasında ya-
pılmıştır. tki hükümet, ayrıca
"Avrupa Güvenliği ve Işbirliği"
konusundaki 1975 Helsinki Ba-
ğıtı'nın bağıtlanmış olmasından
da mutlu olacaklardı.
Türkiye, NATO çerçevesinde
ortak savunma ile ilgili konular-
da Moskova'ya karşı azûrüi dav-
ranırken başka konularda onu
kışkırtabilecek davranışlardan
kaçınmıştır. örneğin 196O'lı yıl-
larda ABD'nin, Türkiye'den
Sovyetler Birliği halklarına yö-
nelik, Münih'teki Amerikan
'Radio Liberry'nin yaptığı gibi
propaganda yayınlanna başla-
ması önerilerini kabul etmemiş-
tir. öte yandan Boğazlardan ba-
nş zamanında gececek savaş ge-
mileri konusunda Montreux
Sözleşmesi'ni genelhkle Sovyet-
ler Birliği'ne -bir Karadeniz ül-
kesi olarak- anlayış gösterici bi-
çimde yorumlamıştır. Nitekim
1976'da Kiev gemisine, daha
sonra da ötekilerine hiçbir engel
çıkarmamıştır.
Moskova, 1974'te Makarios'u
deviren ENOSIS'çi Sampson
darbesini kuşkusuz tehlikeli gör-
müştü. Ancak bu darbe üzerine
Türkiye'nin Kıbns'ta askeri mü-
dahalesine karşı çıkmış ve Bir-
leşmiş Milletler kararlan sırasuı-
da bunu göstermişti. Dolayısıyla
ne 1975'te kurulan Kıbns Türk
Federe Devleti'ni ne de 1983'te
ilan edilen bağımsız Kuzey Kıb-
ns Cumhuriyeti'ni tanıyacak-
tı.
Buna karşılık gene 1970'li yıl-
larda Türkiye ile Yunanistan
arasında Ege sorunlan (karasu-
ları ve kıta sahanlığının genişli-
ği, FIR hattı ve Ege adalannın
silahlandınlması) ortaya çıkın-
ca Moskova, tarafsız bir tutum
içinde kalmakla birlikte Ege'de
uluslararası sulann daraltılma-
smı ve adalann silahlandırılma-
smı, yani Yunan politikasını hoş
görmediğini belİi etmişti.
1974'te Türkiye'nin Kıbrıs'a
müdahalesi nedeniyle ABD ta-
rafından Türkiye'ye 1975'te silah
ambargosu uygulandığında,
Türk-ABD ilişkileri bozulunca
Ankara'nın Sovyetler Birliği ile
daha yakın ilişkiler kurma eği-
limi Moskova'da olumlu karşı-
lanmıştı.
Türkiye'de 1980 askeri müda-
halesi öncesi iç karışıklıklar sı-
rasında Türk-Sovyet iliskilerin-
de bir duraklama görülmüştü.
Bu durgunluk çok surmemiş,
1982'de Dışişleri Bakanı Türk-
men'in Moskova ziyaretinden
sonra iyi komşuluk ilişkileri ve
ekonomik işbirliği yeniden rayı-
na oturtulmuştur.
1985'te Sovyetler Birliği'nde
Gorbaçov iktidara gelince, kısa
zamanda 'glasnost' ve
'perestroyka' ilkeleriyle demok-
rasi ve pazar ekonomisitloğrul-
tusunda yeni bir dönem başlat-
mıştı. Bu yenilik, Avıupa'da
1945'ten beri süregelen zıtlaşma-
ya birkaç yıl içinde son vermiş,
Almanva'nın birleşmesi başta,
Doğu Avrupa'da büyük değişik-
likler olmuş ve dünyada yeni bir
düzen kurulması olanağı ortaya
çıkmıştı. Türkiye gibi Sovyetler
Birliği'nin komşusu bir ülke için
bu antlaşma ve işbirliği havası
tarihsel bir önem taşıyordu.
16 NATO ve 6 Varşova Paktı
üyesi devlet ve hükümet başkan-
lan Paris'te 19 Kasım 1990'da
bir ortak bildirge (joint declara-
tion) yayımlayarak yeni bir ça-
ğın ilkelerini (bağımsız devletle-
re karşı tehdit ve kuvvet kullan-
maktan kacınmak, bugünku sr-
nırlara saygılı olmak, güvenliği
güçlendirici işbirliği yapmak vb)
açıklamışlardır. İki gün sonra
gene Paris'te 1975 Helsinki Ba-
ğıtı'nın imzacısı 34 devlet, bu
bağıtı daha da güçlendirici 'Ye-
ni Avrupa İçin Paris Yasasıru'
bağıtlamıştır. Aynca Avrupa'da
ilk kez konvansiyonel kuvvet in-
dirimini öngören bir antlaşma
aynı gün imzalanmıştır.
Bütün bu gelişmeler Türkiye-
Sovyetler Birliği ilişkilerinin ge-
leceği için çok umut verici nite-
liktedir. Işte bu olumlu atmos-
fer içinde Türkiye, 1990'da Ka-
radeniz ülkeleri arasında bir
ekonomik işbirliği bölgesini ön-
gören bir düzen girişiminde bu-
lunmuş, bu girişim, Sovyetler
Birliği dahil, ilgili tüm devletler-
ce memnunlukla karşılanmışUr.
Öte yandan Türkiye'nin, başta
Azerbaycan olmak üzere gerek
Türklerin yaşadıği cumhuriyet-
ler gerek Ukrayna ve Gürcistan
Sovyet cumhuriyetleri ile yakın
ilişkiler kurmaşı Moskova tara-
fından iyi karşılanmış ve teşvik
edilmiştir. Moskova'nın, bu dav-
ranışıyla Sovyetler Birliği içinde-
ki Müslüman federe cumhuri-
yetlerin laik Türkiye toplum
modelini benimsemelerini yeğle-
diği belli olmuştur.
Işte bu koşullar içinde Cum-
hurbaşkanı Özal, Sovyetler Bir-
liği'ne bir ziyaret yapmaktadır.
Skandal komediye
(Baştarafı 1. Sayfada)
'Yeterli önlem almadılar, görev-
lerini yapmadılar' savlan araş-
ünlıyor mu" sorulanru dinledik-
ten sonra gülerek, "Nasüsın, ha-
valar giizel mi" dedi. Sungurlu,
"Bu iddiamn dogruluğu ya da
yanlışüğı hiç araşünlmıyor mu"
sorusuna da yine gülerek, "ld-
dia nedir, bugünlerde pek gaze-
teleri okumuyorum da" yanıtı-
nı verdi. Cumhuriyet'in Içişleri
Bakanhğı yetkililerinden edindi-
ği bilgilere göre İstanbul Emni-
yet Müdürlüğü'ne ilişkin bu sav-
lara henüz herhangi bir işlem
yapılmadı. Bakanlık yetkilileri,
"Bu tür olaylar öncesinde ben-
zer ihbarlar her zaman yapılır,
polis de gerekli önlemi zaten
alır. Istanbul'da da gerekli ön-
lemlerin zaten alındığını biliyo-
ruz. Bu nedenle konuya ilişkin
araştırma yapılması yönunde
herhangi bir talimat gelmezse,
yapılacak bir islem de söz konu-
su degil" diye konuştular.
tstanbul'da Cumhuriyet Sav-
cılıklarının da Taşar ve Aykut'-
un savlan için herhangi bir ya-
sal işlem yapmadığ] öğrenildi.
İstanbul Basın Savcılığı yetki-
lileri, kendilerinın bu konuda
herhangi bir inceleme ya da so-
ruşturmalanmn bulunmadığmı
belirterek, konunun, ANAP il
teşkilatının bulunduğu bölgeden
sorumlu Beyoğlu Adliyesi'nin
yargı alanı içine girdiğini, ora-
dan sonılmasını istediler. Bunun
üzerine Beyoğlu Cumhuriyet
Savcılığı'nı arayan Cumhuriyet
muhabirine, buradan bir yetki-
li, "Tamam, parti binası bizim
bölgemizde. Ama bu iddiamn
yapıkhgı Hilton OteB bizim yar-
gı alanımız içinde degil ki. Bu
nedenle bizim herhangi bir ya-
sal Işleme gecmemiz söz konu-
su olamaz" yanıünı verdi. Yet-
Marksist eğilîmlî lider
(Baştarafı 1. Sayfada)
yıllann başında uzlaşma sağlan-
dı. Bu uzlaşma, 1975 yılında
tran-Irak arasında yapılan Ce-
zayir anlaşması sonucu Kürtle-
rin yenik düşmesiyle yeniden
bozuldu. Talabani, bu tarihten
sonra SSCB'nin onayını alarak
Kürdistan Yurtsever Birliğİ'ni
kurdu.
Iran-Irak savaşı patlak verdi-
ğinde Barzani liderliğindeki
Kürtler, Tahran'Ia işbirliği ya-
parken Talabani, lran'daki
Kürt isyanını destekledi. Bu ge-
lişmeler üzerinde Saddam Hü-
seyin yönetimi ile Talabani ara-
sında görüşmeler yapıldı.
Saddam ile Talabani arasın-
daki görüşmelerde Kerkük'ten
Kürtlere verilecek petrol geliri
konusunda anlaşma sağlanama-
yınca Talabani, Bağdat yöneti-
mine karşı da cephe aldı. So-
nuçta Talabani, 1986 yıhnda
Barzani liderliğindeki Irak Kür-
distan Demokrat Parti yönetimi
ile uzlaştı. Taraflar, Saddam re-
jimine karşı işbirliği yapmaya
karar verdiler.
Irak Kürdistan Yurtsever Bir-
liği lideri Celal Talabani ve Irak
Kürdistan Demokratik Partisi
lideri Mesut Barzani ile birlikte
Saddam karşıtı ittifaka, Kürdis-
tan Sosyalist Partisi, Kürdistan
Halk Partisi de katıhnca 'Irak
Kürdistan Cepnesi' oluştu. Cep-
he şu an Saddam karşıtı muha-
lefetin en önemli halkalanndan
birini oluşturuyor.
Talabani'ye bağlı olan Peş-
mergeler, Kuzey Irak'ta Süley-
maniye, Erbil ve Kerkük bölge-
lerinde faal olduklan biliniyor.
kili, Şişli Cumhuriyet Savcıhğı-
nın aranmasını istedi. Şişli Cum-
huriyet Savcılığı yetkilileri de he-
nüz söz konusu iddiaya ilişkin
herhangi bir işlem yapılmadığı-
ııı söylediler. Bir yetkili, "Ama
demek değil ki yapümayacak.
Bakarsımz postadan bir ihbar
mektubu falan çıkar, o zaman
geregi yapılır" dedi. Aynı yetki-
li, "Başında çıkan haberler ih-
bar kabul edilip herhangi bir iş-
lem yapılmadı mı" sorusuna da
"Şu anda bu konuda bir şey
yok" karşılığını verdi.
Devlet Bakanı Mehmet Keçe-
ciler, Nokta dergisine 10 Mart
tarihli sayısında yer alan "Asi
bakanlann kirii çamasırlan" '
başlıklı haberle ilgili olarak gön-
derdiği yazıb açıklamada, hak-
kındaki iddiaların itibar ve ilti-
fat görmesi için "küometrekare-
ye düşen ahmak sayısının dün-
ya ortalamasının üstünde oldu-
ğu bir cemiyetin mevcut" olması
gerektiğini kaydetti. Keçeciler
açıklamasında, "Bu cemiyetin
mevcudiyetini de ancak güzeiük,
sevgi ve rahmet nğramamış, iz-
bderin karanlık adamlarma alet
olan, asli görevi 'muhbir', kad-
rosu 'muhabir' olan mensubu-
nuz bilebüir" görüşüne yer
verdi.
Yaşamının hiçbir dönemine,
Konya mitingi dahil, "kanan-
suzlugun izdüşümünün yansı-
madı|ı"nı savunan Keçeciler, şu
görüşleri savundu:
Yakın zamanda derginizin sa-
hibi Sayın Asil Nadir'e Ingiüz
basınının reva gördüğü haksız
muamele henüz sıcaklığını ko-
rurken ibret almayıp Türkiye'de
kendini yargmın üzerinde gören-
lerin suç ihalesine taşeronluk
yapmanız, savunduğunuz hu-
kuk devletinin insan haklarmm
hangi çağdaş kriterine sığar?
Nokta, bu yayını ile parti içi de-
mokrasiye 'sis bombası' atarak
bir müteselsil mesuliyet ymklea-
miş olmaktadır."
Keçeciler acıklamasmda hak-
kındaki iddialan da şöyle ya-
nitladı:
"— Hiçbir tarikaün faaatik ,
mensubu defilim. Din ve vicdan
özgiirlfi|iine iaanan bir Miis-
liimanım.
— Petrol Ofısi'nin bir tek ba-
yiliginin bile bulunmadıgı Bul-
garistan'da, bazı teşkilat men-
suplanmıza benzin istasyonu aç-
maian için imtiyaz sagladıgım
iddiası, tabii ki yalandır.
— Birlik Vakfı'na bağış için
hiçbir şirketten talepte bulun-
madım, yalandır.
— Konya Belediye Başkanb-
ğım döneminde de milletvekil-
liği ve bakanhğı m sırasında da
ahlaki ölcüleri kimligim ve kişi-
liğime sindirmenin onunı için-
de yasadım."