10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAVLAR VE GÖRÜŞLER 13 ŞUBAT19 Toplıını ve Üniversite Üniversitelerimizde köklü değişiklikler olması kaçınılmazdır. Gelişmenin önündeki tüm engelJer kaldınlmalı, özerk ve demokratik yeni bir yasa oluşturulmahdır. Bu çahşmalar ise birkaç politikacının ya da bürokratm çiziştirdiği şekiJde değil, üniversitenin kendi bünyesinde oluşturacağı bir uzmanlar kurulunca ve tüm öğretim görevlilerince tartışılarak yapılmahdır. Prof. Dr. TÜRKAN SAYLAN ÜnL Öğr. Üy Der. 2. Başkanı Genel olarak gözlediğimizde loplumun üni- versiteyi kendi dışında, uzak ve farkJı bir var- lık olarak algıladığını ve hemen hemen hiç il- güenraediğini görüruz. Sokaktaki adam için üniversite, meslek sahibi olmak ve iyi bir işe yerleşmek için diplomalar veren bir kurum- dur; onca bir sürücii kursundan ehliyet, bir denizcilik okulundan kaptanlık belgesi alın- masıyla hukuk fakültesinden avukathk, tıp fa- kültesinden doktorluk diploması ahnması ara- sında fazla bir fark yoktur. Oysa universiteler bir toplumun can darna- ndır. Onlann gelişmesi toplumun gelişmesiyle koşut gider. Yaratıcı bir toplumun ortaya çık- ması, işleyen beyinlerin yetişmesi, ülke gele- ceğinin, insan gücünün, ekonominin, huku- kun, sağlığın planlanması, bayındır bir ülke- nin yaratılması, sağlam iç ve dış politikaların üretilip çağdaş bir parlamentonun oluşturul- ması hep üniversite eğitiminin niteliğine bağ- hdır. Bu nedenJe de üniversitelerimizin sorun- ları yalmzca öğretim elemanJarınca değil, her meslekten insanlarca, ilerde çocuklan bura- lara gelecek analar babalarca, işçi, esnaf, işa- damı vb. iş gruplannca ve çok geniş biçimde iletişim organiarınca tartışılmah, çağdaşlaş- mamjzjn önündeki engeller irdelenmeli, so- runlar ve çözümler topluma iletilerek üniver- sitelerin geleceği konusunda tüm insanlanmı- zm duyarlılıkları sağlanmalıdır. Fildişi kule- lerdeoturup "anlaşılamayan, özeJ insan" po- zu almanın hiçbir yararı yoktur, tersine bu tu- tumun toplumdan kopmaya yol açtığj bir ger- çektir. Universiteler ülkemizde 12 Eylülle birlikte büyük darbe yiyen kesimlerden birini oluştur- muşlardır. Anarşi ve terörün kaynağı olarak suçlanan bu kurumJann denetim altına alın- masıyla ülkede yitirilmiş olan huzurun geri ge- leceği sanılmış ve bir dizi dnlem ve yasa degi- şikliği sonucu, merkezden yönetilen, yöneti- cileri tepeden atanan, yetkileri tek elde top- lanan, hiyerarşik, yasakçı ve antidemokratik bir yönetim biçimi yaratılmıştır. öğrenci sus- turulmuş, derslerinden başka hiçbir şeyle il- gilenmemesi sağlanarak ükoku] ögrenciîerine dönüştürülmüş, öğretim elemanlannın bir araya gelip özel ve genel konulan ya da so- runJarı tartışmalan, fîkir alışverişinde bulun- malan, birbirlerinin çalışmalannı eleştirip de- netlemeleri, çeşitli görüşler oluşturup bunla- rı kurulJarda oylayarak işleri yürütmeleri, kı- sacası üniversitenin işleyişine katılmalan bir anda yok edilmiştir. Toplumun öz varlığı olan üniversiteler özenle korunmalı ve gelistiriimelidirler. Bu- nun için de alt ve üst yapılarının tam olarak gerçekleştirilmesi ve çalışanlanrun maddi ve manevi açıdan hiçbir sorununun olmaması gerekir. Demokratik ortam Üniversite sonsuz özgürlüklerin solunduğu demokratik bir ortamdjr, orada hef türlü ça- lışma ve fîkir hoşgörüyle karşıJanır. öğren- cilere bu farklı düşüncelerin varlığı, bunlann bir arada yasayabileceği ve bu farkiılıktan ya- ratıcılığın doğacağı öğretilir. Hukuk fakültesini bitiren insanlar bircr avukat değil, hukukun üstünlüğünün bilincin- de yurttaşlardu artık, adaJetin gerçekJeşme- sine ve hukuk devletinin temelleşmesine ışık tutarlar. Tıp fakültesini bitirenlerse yalmzca birer doktor değil, dünyanın ve ülkenin so- runlarını özümsemiş ve çözümler üretebilen toplum önderleridirler. Teknik üniversiteler- dense yalmzca mühendis-mimar unvanlı ki- şiler değil, bilinçli ve üretken kent planlayıcı- lan, çevreciler, uygulamacılar yetişir. SiyasaJ Bilgilerden kaymakam, maliye müfettişi ya da dışişleri kâtibi değil, ülke geleceğinde bilgisi ve yetişme biçimiyle yer alacak polidkacılar, yoneticiler yaratıhr. Böyle bir beyin gücünün yetişmesi için üni- versitelerin özerk olması, yönetimin öğrenci- siyle, öğretim görevlisiyle, asistanıyla birlik- te gerçekleştirilmesi ve her türlü yöneticüıin demokratik seçimlerle belirlenmesi gerekmek- tedir. Böylece seçilen ve seçenJer arasında bir diyaJog oluşur ve sürer, bu da gelişmenin ve ilerlemenin itici gücü olur. Başka ülkelerde üst düzey yönetimin aday- lan, dekan ve rektörler, bUimsel çalışmalan ve kişilikleri açısından kendi birimlerindejri elemaniarca uzun suren titiz bir seçimle de- ğerlendirilir ve o üniversite ya da fakültenin gösterdiği üç adaydan en üstte belirtilen kişi kentin ya da eyaletin başkanınca atanır. Bu- nunla bugün üniversitelere uygulanan ve da- ha geniş çapta uygıüanması istenen tepeden inme atamalann hiçbir ügisi yoktur. Eski üniversiteler yasasına göre de her tür- lü sınav asamasını geçiren ve fakülte kurul- lanndaki oylamayla profesörlüğe hak kaza- nan öğretim üyesinin diplomasmı Cumhur- başkanı onaylardı, bu ise hiçbir şekilde Cum- hurbaşkanınca atanmak anİarruna gelmezdl Birçok Batı üniversitesindeki atamaJar da üni- versitelerin saptadığı adayın geleneksel olarak onaylamasından başka bir şey değildir. Ulkemizde, birbirinden farklı statüde üni- versitelerin kurulmasına kimse karşı çıkma- maktadır, ancak bugün ülkemizde çoğu yan- lış politika sonucu kurulmuş 30'u aşkın ve bü- yük bir bölümü tabela üniversitesiyle ortao- kul düzeyini bile bulamamış yüzlerce fakulte alt ve üst yapı beklerken her yıl on binlerce genç bu yetersiz eğitim kurumlarına bin bir çabayla girip hayal kınklığı ve umutsuzluk çu- kuruna düşerken birkaç üniversiteye ayrıca- lık gösterilmesi, yönetimlerine eğitim ve öğ- retimle hiçbir ilgisi olmayan çekirdekten ye- tişme sanayicilerin, politikacı-işadamlarmın getirümesi, bunlara özel maJi koşullar tanın- ması büyük bir yanlışbk ve haksızlıktır. Bu- günkü hükümetten beklenen, öncelikle tüm yükseköğrenim kuruluşlannın çağdaş bih'm yuvalan haline getirümesi ve belli nitelikte eği- tim verme gücüne kavuşturulmasıdır. Bu ak- sakhklar giderilmedikçe ve tabela üniversite- leri gerçek üniversiteler konumuna getirilme- dikçe nitelikli bir eğitime asla ulaşılamaya- caktır. Vakıflara para devletten Vakjflann üniversite kurmalan konusu, dinci örgütlenmenin inanılmaz boyutlara var- dınldığı herkesçe bilinen Vakıf Gureba has- tanesinin tesettürlii bir tıp fakültesine dönüş- türülmesi için hazırlanagelen bir öneri pake- tinin kıhfıdır. Oysa bu hastane, bağışçısı ta- rafından yoksul insanlann ücretsiz bakımı için yapünlmış bir vakfiye'dir ve ne yazık ki ama- andan saptınlması için on yıllardır bin bir çe- şit çaba gösterilmektedir. Yüksek eğitim yaptırma amacıyla kurula- cak vakıflann, devletin sıkı denetiminde ve eğitim birliği ilkelerinden saptırılmadan yük- sek Öğrenim kurumlan kurmalan belki de çok aykırı olmayabilir, ancak vakıflann bu iş için devletten büyük oranda para ve yer almalan ve işlerini böylece yürütmeleri, akıl almaz bir acıkgözlük ve haksızlıktır. Vakıftan amaç, va- rolan bir parasal varhğın hayır işinde kulla- nılmasıdır; ortada yeterli bir gelir olmadan sır- tım devlete dayayarak vakıf adını kullanma- mn mantığı ne olabilir? Bu ülke bir zaman- lar, benzer şekilde, sermaye sahibi işadamJa- rınca bir çırpıda açılan fakülte furyasını ya- şadı ve bu saçmalık giderilene değin pek çok 2. sınıf mezun verüdi. Hayırsever ve varlıklı vakıflann geri kalmış yörelerdeki üniversite- lerimizi kalkındırmak için maddi kaynak ya- ratmaiarımn önünde ise hiçbir engel yoktur. Ancak vakıf aracıhğıyla ayncalıklı üniversi- telerin kurulması bugünkü koşullarda asla onaylanmayacak tehlikeli bir durumdur. Üniversitelerimizde köklü değişiklikler ol- ması kaçınılmazdır. Gelişmenin önündeki tüm engeller kaldınlmalı, özerk ve demokratik bir yeni yasa oluşturulmahdır. Bu çahşmalar ise birkaç politikacının ya da bürokratın çiziştir- diği şekilde değil, Üniversitenin kendi bünye- sinde oluşturacağı bir uzmanlar kurulunca ve tüm Öğretim görevlilerince tartışılarak yapıl- malıdır. (x) Türkiyenin geleceğinde baş köşeyi tutacak olan ve insan gücünü yetiştiren üniversitele- rin denetim derken hacir altına alınmaJarı ön- lenmelidir. Tüm siyasal partiler, meslek oda- ları, işciler, esnaf ve sanatkârlar, demokratik kunıluşlar ve ülke sorunlanna duyarh birey- ler, üniversitelerin içinde bulunduğu çıkmazı öğrenmeli, değerlendirmeli ve bir oldubittiyi önlemelidirler. Üniversitelerimiz kamuoyunun duyarhlığı ve sahip çıkmasıyla bu kaostan kurtanlacak- lardır. (x) Istanbul Ünivtrsitesi öğreüm Üyderi Deraegi'nct iki yılı ajkın bir komisyon çalışması sonucunda oluşturulan öwrk- dcaokradk Oniversite yasa taslağı 30 Ocak 1991'Je bir basın toplanıısıyla kamuya aç.klanmıştır. EVET/HAYIR OKDtfAKBAL . Amerikan Askeri Olmak! "Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" "Amerikan askeri!" ilkokul birinci sımfta olmalı. Yedi yaşında bir Türk çocuğu. Karşımda oturuyor. Bostano'dan Bakırköy'e giden deniz oto- büsündeyiz. iki kadın, üç çocuk. İki aile. Suadiye'deki bir ko- nukluktan dönüyor olmalılar. Çocuklarla iş olsun diye konu- şuyor kadınlardan biri. Ne sorulur çocuklara? Büyüdüğün- de ne olmak istersin? "Amerikan askeri..." Çocuğun annesi söze kanşmadan duramadt. "Ama önce sınıfını geç, okulunu bitir, sonra Amerikan as- keri olursun." Ne diyeceğimi saşırdım. Tepem attı. Yerimden doğruldum. Tam konuşacakken sustum. Sana ne be adam demezler mi? Benim oğlum, ne isterse olur, Amerikan askeri neden ayıp olsun? Bunlan söylerlerse ne diyeceğim? Öyle ya özgürtük var, herkes istediği mesleğe girer: becerirse, basarırsa Ame- rikan askeri de olur. Şu günlerde ABD yönetiminin her isteğini benimser du- rumda değil mıyiz zaten? TV'lerde hep Amerikan filmleri, sa- vasçılar, uçak pilotlan, büyük tanklar, füzeler, Patriot'lar, Ram- bo gibi her türlü silahları kusanmış iri kıyım askerler. CNN'ler, TFTT istasyonları, dergiler, gazetelerde çıkan resimler, hepsi ABD'nin güçlü askerlerini çağın birer şövalyesi biçimine sok- makta... Çocuk bunlan seyrediyor, okuması varsa okuyor, o yenilmaz Amerikan askerini bir çeşit çağdaş kahraman, üs- tün insan gibi görüyorsa suç kimde? Hem yalnız küçük çocuklarda mı var Amerikan hayranlı- ğı? Koskoca adamlar ABO'den gelen her rüzgâra kendileri- ni kolaylıkla kaptırmıyorfar mı? Gençlerimizin düşlerinde Amerika'ya gitmek, orada öğrenim görmek, sonra da orada kalmak hayalleri yok mu? Bu yüzden küçük bir cocuğun Ame- rikan askeri olmak hevesini yadırgamak neden? ABD'de bir ayfık bir geziden, New York, VVashington, San Francisco gibi kentleri, oradaki güzel yaşamları gördükten sonra Paris'e geldiğimde bu kent bana bir taşra kasabası gi- bi görünmemiş miydi? Amerika'nın görkemine kendini kap- tırmamak zordur. Para pul, zenginlik, eğlence, en başta da Holivut. Filmler, kovboylar, Marilyn Monroe, Michael Jackson, Madonna... Benim kuşağımda da ABO hayranlığı yok muy- du? Şileplere gizlice binerek kaçmak, Amerika'da zengin ol- mak vb. Mütareke yıllarında pek çok Amerikancı ortaya çıkmıştı. En ünlü askerler, polilikacılar, yazarlar, bilim adamları. Tek kur- tuluş yolunu, Amerikan mandalığının benimsenmesinde gö- rüyorlardı. Başta Halide Edip, Ahmet Emin daha niceleri... Bu "manda" öyküsü Erzurum kongresinde bile ileri sürül- mûştü. Türk halkı ancak ABD'lilerin yönetiminde, beş on yıl kalırsa kendisini kurtarırdı. Tam bağımsızlık bir ulaşılmaz ha- yaldi! Ne var ki bir Mustafa Kemal vardı. O Mustafa Kemal, 'istiklâlitam' dedi. Çevresine yaydığı bilinç aydmlığı kısa sü- rede bütün halkı etkisine aldı. Nice uğraş, nice savaş, nice iç ve dış çekişme sonunda Türkiye devleti kuruldu. Her ba- kımdan b'ağımsızdı, egemendi kendi yazgısına. Bir inanç vardı, bir güzel ülkü vardı, o da yetişmiş ve yeti- şecek bütün yurttaşlarımızın yabancı hayranlığından kendi- lerini kurtarıp bu topraklara, bu ulusa yararlı olmanın güzel- liğini yaşamalarıydı. Kimsenin etkisine, buyruğuna kapılma- dan Türk olmanın, Türkiye'nin insanı olarak görev yapma- nın, kimliğini duymanın, yaşamanın essiz mutluluğu... Bakın bugün nerdeyiz? En yüce görevde bulunan kişi ABD Başkam'nın yakın dostu olmakla, onunla istediği zaman te- lefonla konuşmakla övûnüyor. Yurt topraklarmda yabancı üs- ler kurdurmuşuz, oralardan kalkan uçakların bir komşu ül- keye en ağır saldınlar yapmasını doğal karşılıyoruz. Ortado- ğu'da Amerikan çıkarlannın bekçisi olmayı bir başan sayı- yoruz. Gece gündüz TV'lerde, radyolarda, gazetelerde, sinema- larda Amerikan Rambo'sunun, tepeden tırnağa silahlanmış Amerikan asker gücünün büyüklüğü, yenilmezliği masalla- rını dinliyoruz, seyrediyoruz. Sonra da bir küçük çocuk 'Ben büyüyünce Amerikan askeri olacağım' deyince canımız sı- kılıyor! Çoğıdcu ve Katdımcı Demokrasi Çoğulculuk ve katılımcıhk, gerek kapitalizmde gerekse sosyalizmd^ biri olmadan öteki de yaşama geçmeyecek demokrasinin iki temel biieşenidir ve o nedenle birlikte savunulup geliştirilmelidir. ZÜLFÜDtCLEIİ Sosyalist Birlik Part. Gen. Yön. Kur. Üy. Sayın Yurdakul Fincancı, 25 ocak günlü Cumhuriyet'in bu sayfasında yayımlanan "Çoğulculuk mu, Katıhmcıük mı?" basbklı makalesinde, Sosyalist Birlik Partisi'nin hem "çoğulcu demokrasi"yi savunmasını, hem de "katıhmcı demokrasi"den yana ol- masını "bir kavram kargaşası" olarak nite- lendiriyor. Fincana'ya göre "çoğulcu de- mokrasi modeli iJe katıkmcı demokrasi mo- deli, birbirine taban tabana zıttır". "Çoğul- cu demokrasi, sürekli ekonomik ve siyasal eşitsizlik üreten kapitalizmi mazur göster- me rolünü üstlenmiştir; katıhmcı demokra- si, bu eşitsizliği maskeleyen ve besleyen ku- rumları, temeldeki halk mecüslerinin dene- timiyle asmayı amaclar". Fincana'nın ma- kalesinin anafîkri kapitalizrne karşı olan bir partinin çoğulcu demokrasiyi savunmaması gerektiğidir. Yalnız "çoğulcu demokrasi" kavramı de- ğil, "liberal demokrasi", "parlamenter de- mokrasi", "temsili demokrasi" gibi kavram- lar da Batı ülkelerindeki politik rejimleri ta- nımlamak için kullanılan kavramlardır. Bu kavramlann her biri bu rejimlerin belli özel- liklerini dile getirmektedir. Bu özellikler, her ülkenin somut tarihsei gelişme koşuUarına göre de farklılıklar göstermektedir. Ama ne- dense Fincancı bu rejimleri yalmzca "çoğul- cu demokrasi" kavramıyla tanımlamakta ve üstelik bu kavrama olumsuz bir anlam yük- lemektedir. Batılı "modemlesme" kuramcılan, bizim gibi ülkelere Batı demokrasisirr. hedef gös- termekte, bunun ideaJ bir demokrasi oldu- ğunu vazetmektedirler ve ülkemizde de pek çok çevre bu görüşü paylaşmaktadır. Oysa Batılı ülkeler demokrasinin gelişmesinde çok önemli roesafeler kaletmiş olmalarına karşuı bugün bu rejimlerin işleyiş biçimi, li- beral bireysel özgürlük ilkesiyle de çoğul- culuk ilkesiyle de hatta parlamentonun üs- tünlüğü ilkesiyle bile oldukça çelişkili bir görünüm içindedir. Bu ülkelerde özgürlük- çü ve katılıma bir demokrasi henüz söz ko- nusu değildir. Son çözümlemede bu ülkelerdeki rejim- ler, bireyin özgürlük ve katıümını gerçek- leştirmekten çok, insanı anonim ve korpo- ratif iktidarın çehresizliği, gİ2İiüği, görün- mezliğiyle yüz yüze bırakmakta, kapitaliz- rne özgü bir otoritarizmi gizlemektedir. Ne ki bu rejimlerin tam demokrasiden uzak ol- ması, çoğulculuktan, liberal özgürlüklerden vb kaynaklanmakta, bu kurumlann senna- yenin çıkarianyia özgül bir tarzda eklem- lenmesinin bir sonucu olmaktadır. Serma- yenin yoğunlaşması, otoritenin yoğunlaşma- sına yol açmakta, demokrasi birçok durum- da biçimselleşmekte, yüzeysel kalmaktadır. Yoğunlaşan sermaye, bilimsel-teknik devri- min sağladığı oianakları da kullanarak ka- rar alma süreçlerini daraltıp kısıtlamakta, aşın ölçüde tekelleştirmektedir. Bu gelişmeler, Fincancı'nın da belirttiği gibi katılım taleplerini yükselünekte, işçi ha- reketinin yönetime katılım mücadefesinin yanı sıra yeşiller, çevreci ve barış hareketi gibi katılıma toplumsal hareketler politika sahnesine çıkmaktadır. Yeni bir aşama Katıhmcı demokrasi, öyle görünüyor ki demokrasinin gelişmesindeki yeni bir aşa- ma olmaya adaydır. Ne var ki katılıma de- mokrasiyi, çoğulcu demokrasinin, çoğulcu- luk anlayışının karşıtı, alternatifi olarak ta- nımlamak, sosyalistlerin sekter ve dogma- tik konumlara geri düşmesine yol açacak- tır. Tam tersine, yalmzca sermaye egemen- liğine karşı değil, aynı zamanda kadın-erkek ilişkilerinden insan-doğa iüşkisine kadar bü- tün çağdaş toplumsal ilişki sistemlerinde otoriter, baskıa, hegemonyaa tarzlara karşı katıhmcılığın savunulrnası ancak çoğulcu- lukla birleştirildiğinde gerçekten özgürleş- tirici bir işlev görebilecektir. Bilim ve teknolojideki hızlı geiişmelerin, eşitsiz gelişmenin, dünya çapında ve ülke- ler düzeyinde çok merkezliliğe doğru yöne- limin, kültürel farklılaştnanın yol actığı top- lumsal ve düşünsel çeşitlilik, çağımızın bir özgülluğüdür. lnsanhk, artan ölçüde fark- lılaşma, çeşitlenrne yönünde gelişiyor. O ne- denle özgür, demokratik, doyurucu bir ya- şam tarzı ancak bu çeşidiliğin tam ifadesi- ni bulacağı bir katılımcılıkla yani çoğulcu ve katıhmcı bir demokrasi ile hazırlanabi- lir. Burada, Saym Yurdakul Fincana'nın düştüğü bir yanılgıya da işaret etmek gere- kiyor: Katılımcı demokrasiyi ve genel ola- rak demokrasiyi, yalnızca "eşitsizlik üreten kapitalizme karşı yeni bir düzen arayışının" yolu olarak tanımlamak, her türlü eşitsiz- hğe karşı ve insarun özgürleşmesi için mü- cadele eden sosyalistlerin demokrasiyi da- ha çok bir araç olarak görmesine yol aç- makta, bu ise geçrnişte acı örnekieri birçok kez görüldüğü gibi demokrasi ve insan hak- lan sorununa çifte standarth bir yaklaşımı koşulJandırmaktadır. Tarihinde gerçek bir çoğulculuğu hiç ya- şamamış olan ve politik katılım olanakları son derece kısık olan Türkiye'de SBP'ye gö- re katıhmcıhğı ve çoğulculuğu birlikte ge- liştirmek demokratikleşmede belirleyici bir önem taşımaktadır. Tek parti döneminden kalmış, soğuk savaşın gergirüikleriyle pekiş- miş, dış dünyadan korkma ve toplumu kor- kutma üzerine kurulu baskıcıhktan, toplu- mu vesayet altında tutan, ona emir veren devlet anlayışından kurtulmak, cumhuriyete temel olacak çoğulcu, demokratik yeni bir toplum sözleşmesini gerçekleştirmek bugün ana sorunumuzdur. 141-142-163'ün varlığı- nı sürdürduğü, Kürtlerin varhğının tanın- mak istenmediği, sendikalardan partilere kadar bütün toplumsal örgütienmelerin sı- kı bir devlet denetimi altında tutulduğu ül- kemiz koşuüannda, sosyalistlerin çoğulcu- luğu savunmayı başka güçlere bıraktnaya hakkı olabilir mi? SBP programı, Türkiye'de sivil toplumu güçlendirmenin, çoğulculuğu ve katılımcı- lığı geliştirmenin ana doğrultularını ayrın- tılı şekilde ele almıştır. Burada bir noktaya özellikle değinmek gerekiyor. Temsili demokrasinin katılırncı demokra- siye dönüşmesinin kritik sorunlarından bi- risi, belki de en kritiği siyasi parti sorunu- dur. Temsili demokrasinin kurumlan ola- rak siyasi partiler siyaseti, secmenlerin oy- lanna dayanarak, bir aygıt olarak kullanı- lacak devlet iktidannı ele geçîrip program- lannı bu yolla uygulamak olarak düzenler- ler. Bu geleneksel siyaset anlayjşı katılımcılığı dışlar, yukandan aşağı bir dö- nüşüme yönelir. Yeni bir anlayış SBP yeni bir siyaset anlayışmı savunmak- tadır: "îşçi hareketinin yanı sıra kadın ha- reketi, barış hareketi ve çevre hareketi gibi toplumsal değişim hareketleriyle ve yurttaş inisiyatifleriyle ve aydınlarla birlikte SBP, bugünden hayatın her alanına müdahale ederek var olanı değiştirmeye; insanlan her ölçek ve çevrede kendi yazgılan üzerinde sü- rekli daha fazla söz ve yetki sahibi kılma- ya, toplumun bütün gözeneklerine, bütün insan ilişkilerine nüfuz edecek ve gelecek- teki sosyah'st iktidann da vazgeçihnez teme- lini oluşturacak olan demokratik siyasal kültürü oluşturmaya çalişacaktırT Böylesi yeni bir siyaset anlayışı, siyasi par- tiyi de dönüştürmeyi zorunlu kılar. Kendi içinde çoğulcu, monolitik olmayan, farklı platformlan destekleyen ve gerçekten üye- lerin partisi olan, üyelerin karar alma sü- reçlerine katıümını sürekli geUştiren bir parti anlayışı, ülkede çoğulculuğu ve katılımcılı- ğı geliştirmenin önkoşuludur. SBP, önüne böylesi hedefler koymaktadır. SBP'nin sosyalizm anlayışı da çoğulcu, çok partili bir sosyalizm anİayışıdır. Fincan- a'nın, SBP'nin bir "kavram kargaşası" için- de olduğunu öne sürdüğü yansında doğru olarak belirttiği gibi "gerçekte katılıma rno- delin ilk ömeklerindenjjiri_I9I7 devrimiy- le Çarlık Rusyası'nda kuruîan sovyetlerdir" ve "Gorbaçov, ülkede 1917 türii bir katılım- alığı canlandırmaya çalışmaktadır;' Ama 1917'de kurulan sovyetlerin işleye- meyişi ve bugün Sovyetler Birliği'nde iste- nilen düzeyde bir katıümalığın gerçekleş- memesinin nedeni, acaba yalnızca Fincan- a'nın belirttiği gibi "karşıdevrim, yabana istilası, iç savaş ve komuta ekonomisi" mi- dir? Yoksa bunlann yanı sıra belki de en başta dün Bolşeviklerin Sovyet Rusya'da ço- ğulculuğun bütün koşullannı ortadan kal- dırmış olmalan ve bugün de SBKP'nin Sov- yetler Birliği'nde politik çoğulculuğu ger- çekleştirmemesi midir? Çoğulculuk ve katılımcıhk, gerek kapita- lizmde gerekse sosyalizmde, biri olmadan öteki de yaşama geçemeyecek demokrasinin iki temel bileşenidir ve o nedenle birlikte sa- vunulup geliştirilmelidir. İNGİLİZCEYÎ S ayda konuşun. Sia Amerikalı dostlanmızla tanıştıralım. Tel: 349 59 38 tLAN BAKIRKÖY 5. SULH HÜKUK HÂKtMLİĞİ'NDEN ESAS NO: 1990/903 KARAR NO: 1990/442 Halen Şile Ceza ve Tutukevi'nde hükümlü Behlül Ihsan Ersoy'a vasi tayini için mahkememizde açılan davanın yapılan açık yargüa- ması sonunda: Davanın katmlü ile halen Şile Cezaevi'nde hükümlü, Nigde ili roer- kez Yeşilburç köyü, cilt 108/02, sayfa 19 ve kötük sıra no: 59-7'de nüfusa kayıtlı Şcvket ve Şevldye oglu 1932 doğumlu Behlül fhsan Er- soy'un hacir altına ahnmasına ve kendisine Ist. barosu avukatiann- dan ve halen Istanbul Ca|aloğlu Hasan Rasih Han Kat 1, No: 20 adresinde avukadık yapan Mebraet Sjrn oğlu 1938 doğumlu Av. Cen- giz özbilgiD'in TMK'nın 357. maddcsi gereğince vasi olarak nasb ve tayinine, 25.12.1990 günü karar verilmiştir ilan olunur. 15.1.1991. Basın: 19574 BORNOVA İŞ MAHKEMESİ 1990/612 Davacı SSK Genel Müdürlüğü Vekili Av. Hasip Karcılar tarafın- dan davalılar Hasan Aydın ile Halk Sigorta AŞ ale>hlerine açılan 284.027 iira rucuan alacak davasının yapılan açık durusmasında vc- rilen karar gereğince; Davalı Hasan Aydın adına cıkanlan tebligatlann bila tebliğ mah- kememize iade edildiği, davalının tebligata salih açık adresinin zabı- ta marifetiyle tesbitt mümkün olmadığından, davaJıya dava dilekçe- sinin ve duruşma gününün ilanen (ebliğine karar verilmi; olmakla; Duruşraa günü olan 14.3.1991 günü saat 9.30'da Bornova İş Mah- kemesi'nde haar bulunması veya kendisini bir vekille terasil ettirrae- si, ha2ir buiunmadığı, bir vekille de temsil ettirrnediği takdirde du- ruşnıanın yokluğunda yapılıp karar verileceği, davetiye ve dava di- lekçesi yerine kaim olmak üzere ilan olunur. Basın: 19607 PENCERE Yunus Yılı: 1991... Kultür Bakanı Namık Kemal Zeybek, diyor ki: "Yunus Ernre VB şiirteri yedi yüzyılı aşan bir zamandan h gönüllerde ve dillerde dolaşıyor. Anadolu köylerinde bile k laktan kulağa, nesilden nesile ulaşan deyişlerini söyleyen ı sanlara rastladım. Avustralya'da Türkçe biimeyen bir Pakista lıdan Yunus'tan ilahiler dinladim. Arnavutluk'ta, Balkan ülk lerinde Yunus ilahiterinin söytendiğinı öğrendim. Türkiye'de Y, nus Emre'yi sevmeyen var mtdtr? Yunus Emre'nin adı geçiı ce, yüzter aydınlanır ve bir sevgi rüzgârı eser" Doğrudur... Yunus demek, insan sevgisi demektir. 1991, UNESCO kaf samında, 'uluslararası Yunus Emre sevgiyılı' olarak yaşan« cak; Kultür Bakanlığı bu güzel eylemin başını çekiyor. * Sayın Zeybek soruyor: "Yunus Emre'yi sevmeyen var mıdır?" Gerçekten de "Yunus adı geçhce yüzler aydınlanır vebirsev g/ rûzgân eser" Ancak her zaman böyte değildi. 16'na yüzyıkJa Yunus ılahı- teri Şeyhülislam fetvalanyla yasaklanmtş, söyleyenlerin "katlı vacip' sayılmıstı. Yunus'un Alevi-Bektaşi düsüncesine ybnelik siiri, Osmanlı sarayının dünya görüşüne ters düşüyordu; Şey- hülislam Ebussuut Efendi, sairimjzi "düzen yıktcı, tehlikeli, sakıncalı" bulmuştu. Bugünkü devletin resmi görüşünde de Nazım Hikmet sakın- caJı ve tehlikeli, değil mi? Yunus Emre'nin ilahilerıni sımsıcak sesiyle dile getiren Ruhi Su'nun güzelim plağını bir kez bile olsun devletin TRTsinden dinlemek olanağı var mı? • . Yunus, halk arasında kuşaktan kuşağa aktanldı; köyden I«Ö- ye benimsendi; yedi yüzyıl boyunca unutulmadı; ama, Osman- lı'nın resmi dünya görüşünde ve saray küttürürtde dıslandı, yok sayıldı, azımsandı; yasaklandı... Osmanlı, Türkçe'de şiir dilini oluşturan Yunus'u ne yapsın, ne etsin? Sûnni katılığı Saray'da ağır bastıkça, Yunus hoşgorüsü bağ- nazlığın duvanna çarptı; halk Yunus'u sevtyor, benimsiyor, Sa- ray kaşını calıyordu. Buyurganlıga dönük egemen kültürün, hai- ka yönelik şairden uman ne olabilirdi ki?.. Yunus'u yaztb kültürde benimsemek, tanımak, öğrenmek, okul kitaplanna yetiestirmek, yeni kuşaklara beüetmek için Cum- huriyet devrimini beklemek gerekiyordu. Nitekim basta Burhan Toprak olmak üzere "Anadolu Aydın- lanması"rnn sanat ve bilim adamlan, Yunus'u halkın bağnndan çıkarıp devletin olanaklarryia toplurrısal bilincin aydınlığına ka- vusturdular; yedi yüzyıllık şairimizi 20'nci yuzyılda keşfettik. Tutucular ve gericılere bakılırsa Atatörk devrimi, "şanlı mazi- mizJe aramızdaki bağı koparmıştır!' Oysa tam tersinedir; geç- mtşimizı Cumhuriyetten sonra öğrenmeye başladık; degerleri- mizi, bilimsel yöntemlerle (arkeolojik kazılarda ofduğu gibi) bir bir ortaya çıkarmak zorundayız. * İnsanlığın düşüncesi çok eski zamanlardan beri bir yol ayn- mında çatallaşmıştır. Kimi, asık suratlı biçimsel mantığın katı yargılanyia keserv kes düşünür: kimisi diyalektiğin akışkanlığındakı yumuşak yak- laşımın gülümsemesiyle evrenın yedi katını kucaİdayan hoşgo- rüyü yeğler. Feteefede okullar, bu yol aynmının yeni çağlara doğ- ru kitometre taşlarını oluştururlar. Yunus'un dıyafektigi, dağın taşın, kurdun kusun, insanm Tan- n'nm, ateşin otun, suyun toprağın, bulutun denizin, kadının er- kegin, ananın kocanın, yerin göğün birliğinde vurgulanır. Sairimiz, yedi yüzyıl öncesinden bugüne çağdastır; sımsıcak soluğunu 21'ind yüzyıla duyurur: insanlığın gelecegine Home- » s gibi damgasını basar. Sevgili Sabahattin Eyuboğlu'nun 1971'de soyiediğini (yıl sayısını değiştirenek) yineleyelim: "Şair- lerşairi, insanlar insanı, garipler garıbi, dostiar dostu, Türkmen kocası Yunus Emre'ye 1991 Türkiyesi'nden selam otsunl.." Sevgili LEYLA İLERİ İÇİN YAŞAM; SEVGİ, İNANÇ, ONUR, DOSTLUK, ÖZVERİ VE PAYLAŞMAKTI. BİZ, TÜM DOSTLARI; ANISINA SAYGI İLE YERİ DOLDURULMAZLIĞININ ACISINI PAYLAŞIYORUZ. BAŞSAĞUĞI Bir çift gülen göz daha kapandı. Sigortacı gazetesi sahibi Metin Öztürk ve Nil öztürk'ün oğlu GÖKHAN ÖZTÜRK'ü 11 Şubat 1991 tarihinde kaybettik. Kederli ailesine ve tüm sevenlerine başsağlığı dilerim. Sigortacı Çalışanlan Adına EMIN OZCAN haberde dışa bağımlılık HABERDE DIŞA BAĞIMLILIK Yazan. îdris ADÎL Gazeteciler Cemiyeti Yayını Tezler Dizisi: 1 • BÜTÜN KİTAPÇILAROA • Türk basını, dış gehşmelerı ızlerken büyûk oranda dışa bağımlı. • Dünyanın tüm haberleşmesı gdişmiş bir kaç ülke tarafından yönlendırılıyor. • Türkiye "baberieşme" alanında battya en fazla bağımlı ülkelerden bin. Dâğıtım: Cem-May (527 01 53) A-B Dağıtım (512 97 42) İJe Cumburiyet Kitap Kulübü (512 05 05 • 20 Hat) ve tüm temsilciliklerı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle