Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 28 KASIM 1991
Siyasalreklamcılığın 'gizli' kamerasıSiyasal reklam kamerasının aktardığı görüntülerin bir tür beyinsel kireçlenmeye yol açtığını görüyoruz
S İ Y A S A L
REKLAMCHJK
EROLÇANKAYA
u»Ikemizde henüz çokyeni olan siyasalreklam olgusu üzerinde
dahapek düşünmeye başlamış değiliz. Oysa siyasal reklamcılık
renkli olduğu kadar, demokratik bir toplumun şartı olan siyasal
katılım sürecine karşı bazı manipülatif "yan etki"leri de
barındırıyor. Bunun en iyi örneklerinden biri gerçeğin çarpıtılması.
1
iyasal reklamcılığa bizden çok önce sahne olmuş kimi ülkelerde
şimdilerde bu olguya tepkiler büyüyor, çareler aranıyor. Çünkü
gerçekten de kötü bir ürünün başarılı reklamı enfazla birkaç bin
tüketiciye zarar vermesine karşılıksiyasal reklamcılık demokratik
toplumun tümü üzerinde tahribatayol açabiliyor.
Gizli kamera ne kadar "gizli" kalabi-
lirki!
Satın aldığınız deterjan hiç de öyle id-
dia edildiği gjbi "daha beyaz" yıkamıyor-
sa ve sonuçta "iki kutu eski
deterjanınızdan" verildiğinde bu takası
kârlı bulmayıp reddeden ev kadını gözu-
nüze biraz "safdil" görünmeye başladıysa
veya margarin testinde ağzmı iştahla şa-
pırdatan kızın damak tadından şüphe du-
yar hale geldiyseniz, inanın büyük bir fe-
laket olmaz. En fazla, o deterjandan uzak
dumıaya başlayıp başka bir margarin
markası seçer, hatta daha iyisini yapıp li-
kit yağa yönelirsiniz! Bunun sakıncası ise
reklam ajansıyla o markanın batmasından
ötesine pek geçmez.
Gelgelelim konu siyasal reklamcılık
olunca bu tablo çok daha dramatik bir gö-
rünüm kazanıyor. Tûrkiye'de henüz bu
sorun rüşeym halinde. Zaten gündelik ha-
yatı pek de öyle "eğlenceli" olmayan ül-
kemizde, yaşattığı karnaval havası saye-
sinde kampanyaların seçim atmosferine
renk kattıği bile söylenebilir. Bu "fıesta"
ortamında henüz her şey yerli yerine otur-
muş değil. Ancak özellikle ABD, Fransa,
tngiltere gibi ülkelerdeki deneyimlere bak-
tığımız zaman, siyasal reklamcılığın da bir
"gizli kamerası" olduğunu ve bu kame-
ranın aktardığı çok zaman deforme gö-
rüntülerin bir tür renk körlüğüne ve be-
yinsel kireçlenmeye yol açtığını görüyo-
ruz.
örneği Seguela bu nedenledir ki bir
yandan reklam çorbasını kaşıklarken bir
yandan da "ah öldüm!" deme gereğini
duyuyor. Günümüz Fransası'nda reklam
kuşaklannın fazlahğma ve art-pırt araya
giren spotlann uyandırdığı tepkiye dikkat
çekerek overdose'un sakıncalannın altı-
nı çiziyor: "Günümüz Fransası'nda siya-
sal reklamcıüğın bütün alanlarında bir
doygunluk ve sonuç olarak reklam veren
politikacüara ve siyasal reklamalara karşı
güçlü bir tepki var" diyordu Seguela.
(Archive, ağustos, 1990) Durum Ingilte-
re'de de farklı değil. Hıfzı Topuz, yapı-
lan araştırmalara göre kampanya ile ilgi-
li haberlere karşı olumsuz tepkilerin
1970'te %47 iken bu oranın yddan yda ar-
tarak 1983'te %69 düzeyine yükseldiğini
belirtiyor. (Siyasal Reklamcüik, s.125)
Yapılan bir başka kamuoyu araştırması
ise Ingiltere'deki TV izleyicilerinin
"varyete" progıamlarının azalmasından
hoşnut olmadıklarını gösteriyor. Aynı
kaynağa göre geleneksel "British gururu"
seçim kampanyalarından etkilenmeye de
direniyor! Seçmenlerin yaklaşık <7o8O'i
kampanya öncesindeki fikirlerini değiştir-
miyorlarmış!
SİYASAL BEKLAMCILJGIN
"YAN ETKP'LEBI...
Ülkemizde henüz çok yeni olan siyasal
reklam olgusu üzerinde daha pek düşün-
meye başlamış değiliz. Oysa siyasal rek-
lamcılık renkli olduğu kadar, demokra-
tik bir toplumun şartı olan siyasal katı-
lım sürecine karşı bazı manipülatif "yan
etki"leri de banndınyor. Siyasal reklam-
cıhğa bizden çok önce sahne olmuş kimi
ülkelerde şimdilerde bu olguya tepkiler
büyuyor, çareler aranıyor. Çünkü gerçek-
ten de kötü bir ürünün basanlı reklamı en
fazla birkaç bin tüketiciye ve o da kısa bir
süre için zarar vermesine karşılık siyasal
reklamcılık demokratik toplumun tümü
üzerinde tahribata yol açabiliyor.
Hemen belirtelim ki siyasal reklamcılı-
ğın olumsuz sonuçlanndan bahsederken
sadece gerçeğin çarpıtılma tehlikesinin al-
tını çizmek istemiyoruz. Böyle bir sakın-
ca elbette var. Bu nedenledir ki aynı Se-
goıela "demokrasiyi son nefesine kadar
savunma" andı içiyordu Yarın Çok Star
Olacak'ta: "Her seçimde onu biraz daha
tehlikeye auyoruz. (...) Fransızlar başkan-
laruu bir afişe bakarak seçmeyecek kadar
yetişkindirler, ancak iletişimdeki ilerleme-
ler öyle bir hal ahyor ki yann her şey den-
gesini yitirebilir. Siyasi spotlara bir gün
izüı verilecek, bunun etkisini ise kimse ön-
ceden kestiremez." Seguela boşu boşuna
tehlike çanı çalmıyor. Iletişim teknoloji-
sinin müthiş gücünün "medyatik bir
roketatar" olarak Le Pen eline geçmesi-
ni düşünduğü için endişe ediyor; bu ismin
yerine biz de daha tanıdık isimleri koya-
biüriz. Siyasal reklamcılık ile prnpagan-
da arasma daha çok "moral" bir duvar
çekerek farkhlaştırmaya giden Seguela'-
nın dikkat çektiği paradoksal durumu dü-
ta ile sınırlı kampanya dönemleri siyasal
hayatın birkaç soyut tema ile sınırlı bir kı-
sırdöngü içine tutsak olmasına yol açabi-
lecektir. Çok kısa sürede kampanya yap-
manın doğal sonucu olarak seçilen soyut
birkaç tema, seçmen kitlesinin poütik ha-
yata bakışıru kendi somut gerçekliğinden
kopartacaktır. "Birleşik Fransa", "Ame-
rika'yı yeniden büyük kılalım!" ya da biz-
den örnek vermek gerekirse "Yeni bir
dünya", "Sandıkta gtiller açacak" gibi
genel ifadeler ya da "Ak güvercin" gibi
mazmunlarla sınırlı kampanyalann doğai
sonucu seçmen kitlesinin giderek siyasal
hayata ilgisizleşmesidir. (Buraya geldiği-
mizde, kitle iletişimine katılmadaki en bü-
yük belirleyici olarak bireylerin kişisel mo-
îivasyonunu gören Ünsal Oskay'ı ve bu
motivasyonun en önemli belirleyicisinin
yerleştiğini gösteren bir gelişmedir. Oysa
bilindiği gibi reel yaşamın anlık algılama-
lanyla oluşan ikonlar -Marshall Fish-
wick'in bir başka alandaki
formülasyonuyla- reel yaşamm "optik
bellek tortulanna dönüşmüş" biçiminden
başka bir şey değildir.
Böylece seçimlere kadar, hatta seçim
döneminde de pop kültürün her alanın-
da diskolarda, marketlerde, vitrinlerde,
reklam panolarında, magazin sayfalann-
da gördüğümüz ikonlar bu kez televizyo-
numuzun "siyaset ekranında" görünmek-
tedir. Oysa bilindiği gibi ikonlann birey-
lere verdiği asla ve asla kişilik ve birey-
seUik değildir; onlar sadece rolleri ve imaj-
lan sunar. Nihayetinde ise eski dünyada-
ki azizlerin rolünü üstlenmiş olan çağdaş
pop kültü öğelerinin, starlann yerini si-
anlamına gelmektedir.
Siyasal reklamcılık mekanizmasının bir
başka sonucu ise parti "boss"lanmn et-
kisinin giderek azalması, delegeler, vb. gi-
bi ara kadrolann giderek tali bir önem ka-
zanmaya başlamalarıdır. (tşte tam bura-
da, son seçimlerde uygulanan "tercihli
oy" mekanizmasım hatırlamamn zama-
nıdır. Bilindiği gibi parti üst yönetimi ve-
ya delegelerce itibar görmediği için alt sı-
ralarda yer almış pek çok aday etkili bi-
reysel kampanyalar sayesinde "liste
delerek" parlamentoya girmeyi başardı.)
Delegelerin etkisinin tali bir nitelik alma-
sı, aynı şekilde, seçilmek isteyen adayın
daha genel bir kitleye, tüm seçmen kitle-
sine yöneük bir iletişim faaliyetine girme-
sine, bu da daha önce vurgulandığı gibi
yerel ve somut sorunlardan uzaklaşüarak
"Dikkal! Siyasal reklamcılık hakikati yasal yollarla carpıtabilir!" uyarısı yapılmalı siyasal reklamda da.
şünelim: Sansürün onayı olmadan bir ça-
maşır tozunun promosyonunu yapamaz-
sınız, ama siyasi mesaj söz konusu oldu-
ğunda her şey serbest!
Peki ama muhtemel olumsuz sonuçla-
ra karşı ne gibi bir çözüm geliştirilebilir?
Seguela, Archive yazarının "Siyasal rek-
lamcılık nerede biter, propaganda nere-
de başlar" sorusunu yanıtlarken tek öl-
çütün kampanya süresi olduğunu belirti-
yordu. Tek çözüm, kampanya sürelerinin
bir ya da iki ayı geçmeyecek periyotlarla
sımrlanmasıdır. Oysa sorun bu kadar naif
çözümlerle geçiştirilecek kadar basit de-
ğil! Çünkü en baştan. siyasal reklamcılı-
ğın tek sakıncası sadece "gerçek dışı" ola-
bilme ihtimali, toplumun yalan mesajlarla
güdûlenmesi tehlikesi değil.
LİDER NE ZAMAN
ÎKON OLUR? *
Daha önemli olan sakınca, demokratik
katılımcı bir toplumun oluşturulmasına
yönelik çabalara ket vurabUmesi olarak.
beliriyor. Kaçuubnaz olarak 6 ya da 8 haf-
kişinin yaşamının somut koşullan oldu-
ğu yolundaki yargısını hatırlayahm. Bkz:
Kitle lletişiminin Kültürel lşlevleri, Anka-
ra 1982, S.335) Aynı mekanizmaya para-
lel olarak bir iki soyut tema ekseninde yü-
rüyen kampanyalar ister istemez seçmen
tabanının somut sorunlarmdan uzaklaş-
masına ve siyasal katılımın asgariye inme-
sine yol açacaktır.
Sonuçta siyasal reklam kampanyalan,
seçimleri çok yönlü sosyo-ekonomik so-
runlann kamuoyu önünde tartışıldığı bir
platform olmaktan çıkartıa bir işlev gör-
mektedir. Böyle bir süreçte ise siyasal ha-
yatın öznesi olması gereken seçmen yurt-
taşlann günlük sorunlarımn yerini aile,
vatani kalkınma vb. soyut temalar ve ek-
randa boy gösteren üç beş kişi hatta sa-
dece lider ahnaktadır. Liderler ise çağdaş
ikonlar olarak sahnededir. Bu açıdan bak-
tığunızda biri "sakin güç"tür, öteki "dü-
rüst"tür, beriki "genç"tir, bir başkası
"kurtana"dır, vs. Bu ise modern toplum-
lardaki gündelik hayatta yaygın bir yer tu-
tan ikonolojinin siyasal hayata da sızıp
yaset alamnda Reagan, Bush, Mitterrand,
Demirel, Inönü, Baykal, Ecevit, Mesut
Yıhnaz vb. liderler almaktadır.
"ÖZGÜR SEÇİM" HANGİ
YOLLA MUMKÜM?
Thomas Jefferson'dan beri demokra-
tik bir toplumda meşru yönetimin yolu-
nun, seçmenlerin bilgi edinme konusun-
da her türlü olanağa sahip olmalarından
geçtiğiru büiyoruz. Çünkü özgür seçim her
şeyden önce bilgilenme ve bilinçlenme ile
mümkün olacaktır. Bu ise seçmen yurt-
taşlann propagandadan çok farklı bir sü-
reç olan eğitim sürecinden geçmeleriyle
sağlanabilen bir zihinsel gelişmişlik duze-
yidir. Eğİtim, propagandadan farklı ola-
rak bireylere bilgi verir, dahası bilgi üret-
me sürecinin metodolojisini öğreterek bi-
reylerin siyasetin öznesi haline gelmeleri-
ni sağlar. Propaganda ise kışileri, siyasal
hayatın, daha doğrusu siyasal kadrolann
nesnesi haline getiren yanıyla farkhlaşır.
Bu ise demokrasinin temeli olan bilinçli-
liğin ve secün özgürlüğunün iğdiş edilmesi
genel temalara agirlık verilmesine yol aça-
caktır.
Konu, ister meta ekonomisinin yeniden
üretimi olan genel anlamda reklamcılık,
ister daha spesifık bir alan olan siyasal
reklamcılık olsun; iletişimin işlevleri de-
ğerlendirüirken modern medyanın tek ba-
şına suçlanmasının doğru olduğuna inan-
mıyoruz. Medyamn manipülatif etkisinin
bütün sorunların tek belirleyicisi olduğu-
nu kim iddia edebilir? Elbette medyanın
manipülasyon amacıyla kullanıldığı doğ-
rudur. Ne var ki anorko-liberal bir tavır-
la bu tespiti mutlaklaştırmak, bunun da-
ha ötesine geçemeyerek yetersiz bir çözüm
geliştirmek anlamına gelir. Çünkü med-
yanın manipülatif bir işlev görebilmesi
kitlelerin içinde yaşadıkları toplumsal ha-
yata denk düşen reel ihtiyaçlarını karşı-
lamasından ileri geliyor.
Daha açık bir deyişle ise, medyanın ma-
nipülatif bir işlev görebilmesi, tek başına
medya teknolojisinin marifeti olmayıp in-
sanlan reel ihtiyaçlannın peşi sıra koşmak
zorunda bırakan irrasyonel toplumdan
kaynaklanmaktadır. Medya teknolojisi,
bu irrasyonel toplumsal sistemin içinde
kullanıldığı içindir ki etkin olabilmekte-
dir.
lşte bu nedenledir ki çözüm, anorko-
liberal bir tavırla ve çok liberalmiş gibi gö-
rünerek modern medya teknolojisini ye-
rin dibine batırmak değildir. Çözüm, ye-
ni ve gerçekten demokratik toplumsal
(kolektif) Uişkilerin gerçekleştirilebUme-
siyle mümkündür. Ancak bu takdirdedir
ki siyasal parti örgütlerinin merkezi oto-
riteden uzaklık anlamında bucaklara,
köylere ve her toplumsal katmanı kavra-
yıcılık anlamında derneklere, meslek ku-
nıluşlarına kadar toplumun her köşesine
nüfuz etmesi sağlanabilir. Ancak bu sa-
yededir ki siyaset çok zaman teorik ve so-
yut genel sorunların tartışıldığı bir etkin-
lik alanı olmaktkn çıkarak halkın kendi
somut sorunlannın söz edilebileceği bir si-
yasal forum niteliğini kazanacaktır.
BU UYAffl SEÇMEIILEBE1
Siyasal reklamcılığın anayurdu olan
ABD hiç şüphesiz bu konuda en müşteki
kişileri de banndınyor. örneğin reklam
dünyasının uluslararası yayın organlann-
dan olan Advertising Age yazan Bob Gar-
field de bunlardan biri. "Ülkemiz çoktan-
dır en zararh ürünlerin bile yasalann ka-
yıtsızlığı sayesinde açıkça satıldığı bir yer
oldu çıktı" diyor. Garfield: "Sigara rek-
lamlanna en küçük bir duyarhğımız bile
kalmadı. Yakında ise muzır yöntemlerle
istenen yönde oy toplayanlara da alışmış
olacağız." Peki, saldırgan reklamcılığın
Amerikan siyasal hayatının yerleşik bir
öğesi haline geldiği günümüzde bu sonı-
na karşı çözüm ne olabilir?
Garfield'in çözüm önerisi medya tek-
nolojisi konusunda söylediklerimize denk
düşüyor: "Çözüm, gene reklam. Ama
şimdiki reklamcılğı tam can evinden vu-
racak, bugün yapılanın karşıtı bir anla-
yışla yapılacak bir reklamcıhk. (Adverti-
sing Age, Kasım 5, 1990, sf.28) Siyasal
reklamcıhğin ABD'de bir "travesti" ol-
duğunu vurgulayan Garfield'ın çözüm
önerilerini aktarmak ülkemiz için de ya-
rarlı olabilir: örneğin seçim kampanya-
lannın finansmanını duzenleyen yasalar-
da degişiklik yapılmajı. Seçim kampanya-
larında maaşını devletten alan personelin
ve kamu olanaklannın kullanımı kısıtlan-
malı.
Sonuçta çözüm, yine aynı platform
üzerinde: Çözüm, bugünkü kullammıyla
cılkı çıkan medyanın yine kendisinde!
ABD'deki duruma ilişkin gözlemini şöy-
le bir öneriyle bitiriyordu Garfield: "Bun-
dan sonraki ilk başkanlık secimi kampan-
yasmdan itibaren, reklamcıhk konseyi ve
tüm ilgili kuruluşlar, seçmenlere kampan-
ya spotlannda gördüklerinin hemen he-
men hiçbir zaman hakikatin tamamı ol-
madığım hatırlaünahlar. Ve şu uyanyı
yapmahlar: Söylenen her şeye inanma,
uyanık ol!"
Bölümü de diziyi de, Bob Garfield'in
en çarpıcı önerisiyle bitiriyoruz. Şöyle di-
yordu: "Her kampanyaya büyü bozucu
şöyle bir ibare de eklenmeli: 'Bu, para ve-
rilerek yaptırümış ve yayımlanmakta olan
bu siyasal duyurudur. Metnin doğru olup
olmadığını, gerçeği yansıtıp yansıtmadı-
ğını ne araştırma hakkımız ne de imkânı-
mız var. Fakat tam olarak bilgilenmek
için bu mesajı okuduktan/izledikten son-
ra lütfen başka kaynaklara da başvurmayı
ihmal etmeyiniz'."
Sonuç olarak her siyasal reklamda -
tıpkı sigaralarda olduğu gibi- şöyle bir
uyan yer almalı: "Dikkat! Siyasal reklam-
cıhk hakikati yasal yollarla carpıtabilir!"
—BİTTt—
Sosyal demokraiiar tartişiyor Nedenyenıldik nasdkazanınz?
Çozum
kurultay
Hızla değişmekte olan dünya-
yı ve Türkiye'yi eski bir parti
programı ve örgüt yapısı ile de-
ğerlendirmek kaçınılmaz bir ye-
nilgiyi de beraberinde getirmiş-
tir.
Elbette yerel yönetimlerdeki
sosyal demokrat belediye baş-
kanlannın istenileni verememe'
si, dünyada "solun çöktüğüne"
ait değerlendirmelerin medyaya
hâkim olan sağ siyasetçiler ta-
rafından oldukça başanh bir şe-
kilde istismar edilmesi, SHP'nin
HEP ile birleşmesi Güneydoğu
Anadolu'da ne kadar tuttuysa
diğer bölgelerdede tam tersi bir
durum göstermesi, 20 Ekim se-
çimlerinde SHP'nin kaybetme-
sinin yapısal olmayan, kısa sü-
rede düzeltilebilecek olan et-
menlerindendir.
SHP bundan böyle seçim
kaybetmek istemiyorsa, ocak
ayındaki olağanüstü kurultay-
dan sonra ilk işi, bütün partili-
lerin, örgütlerin, sosyal demok-
rat ideologların katılacağı bir
tartışma ortamı yaratmak ve ye-
ni tüzük, yeni program ve yeni
örgüt yapısıyla siyasi hayattaki
yerini alinak olacaktır.
YALÇLN TECtMER
SHP Kadıköy tlçesi
Genclik Komisyonu Üyesi
Gözümüzdeki camın rengini değiştirelimOylann %80'inin sağ partile-
re yöneldiği bir toplumda, sos-
yal demokrat politikalann kit-
lelere ulaştırıldığından söz et-
mek mümkün değildir.
SHP'nin kendini yığınlara ka-
bul ettinnesi bir yana, kendisi-
ne ümit bağlamış, ona oy ver-
miş seçmeninden bile hızla
uzaklaşmaktadır. SHP'de bir
kişi suçlu değildir. Esas suçlu bu
toplumun yapısından habersiz,
onu tanıma zahmetinde bulun-
mayan, aksine içinden çıktıği
toplumdan hızla soyutlanan,
aydın geçinen seçkinciler, köşe
yazarlan, laikliğin derin anla-
mından habersiz panelistler,
kürsü sahipleri ve benzerleridir.
14 Mayıs 1950 seçimleri ile
CHP çok açık bir yenilgiye uğ-
radığında her ne kadar Sayın
Kasım Gülek biraz kolay ve fır-
satçı bir yol izlediyse de doğru-
yu görmüş, CHP'nin toplum-
dan kopuşunun temel nedeninin
acımasız bir laiklik anlayışı ol-
duğunu iyi kavramıştır.
SHP'de ve Türkiye solunda
laiklik ve dini değerlere yakla-
şımda anlaşılması güç hatalı bir
tutum sürdürühnektedir.
26 Mart 1989 yerel yönetim
seçim sonuçlannın arkasından,
SHP'ye önyargılı çevrede yazı-
lanlardan bir örnek: "Evet şim-
di ne olacak? Çilelerimiz yeni-
den başlayacak, Kuran kursla-
rı kapatılacak, imam-hatipler
azaltılacak, sokaktaki vatanda-
şın kıyafetine laiklik adına mü-
dahale edilecek, cami yerine
okul yaptırması için vatandaşa
baskı yapılacak, dindar ve mil-
liyetçi her şahıs ve hareket dur-
durulacak, özgürlük adına
141-142 kaldırıhrken, yine aynı
nesnenin adına 163 ağırlaştırıla-
cak vb.. vb." bir sürü hikâye.
Fakat bu yazıda bir gerçek pa-
yı yok mu? Bu yazı bu topluma
hitap ediyor. Sonuç ortada. La-
ikliğe ve dini kavramlara soyut
önerilerin toplumda gördüğü
destek %20'nin de çok altında-
dır.
Seçkinciler ve SHP'ye ege-
men olanlar, "Efendim! Biz ik-
tidara gelirsek imam-hatipleri
kapatacağız" anlamına gelen
sözleri söylüyorlar. Kapatamaz-
smız efendim, kapatamazsımz.
Yapmak istediğiniz anc k top-
lumdan yana bir biçim değiştir-
mesi olabilir, bunu da topluma
öfıceden kabul ettirmek zorun-
dasınız. Konuşurken yılamn de-
liğine çomak sokar gibi laf edil-
mez. Doğruları çok iyi göster-
me becerisine sahip olmak gere-
kir.
Bugün doğudan batıya, köy-
den şehire sürmekte olan göçün
ve toplumdaki işsizh'k bunalımı-
nın temelinde kişiye hiçbir üret-
ken bilgi ve beceri vermeyen eği-
tim sistemimizi (imam-hatip li-
seleri dahil) çok açık bir eleşti-
riye tabi tutmalıyız. Imam ha-
tipler, Kuran kurslan, cami ya-
pımları hakkında konuşurken
bunların toplumun üretkenliği-
ne ve beceri artışma yönelik ko-
numlannı yeniden saptamanın
zahmetine katlanümahdır.
Çocuk köyünden çıkmış,
imam-hatipte veya klasik lisede
okumuş, üniversiteye girme ba-
şansını gösterememişse, ki ço-
ğunluk gösterememektedir, ne
olacaktır? Tarlanın çamuruna
ginnesini unutmuş, hayvan güb-
resinden nefret eder oimuş, nef-
ret ettirilmiş bir genç artık han-
gi üretim alarunda ülkeye bir
katkı sağlayacaktır. Eğer bugün
ülkede bir Güneydoğu sorunu
varsa bu gençleri kendi öz yu-
valanndan koparan bu eğitim
sistemidir. SHP kırsal alanda
konuşacak bilgiye ve dile sahip
değildir. Bu hastalık bir kişinin
hastahğı değildir. Pu toplumu
tanımayan, bu toplumdan soyut
aydınların, birçok köşe yazarı-
nın hastahğıdır. Yapılan öneri-
ler bu toplumun dinamiklerini
harekete geçirmez, aksine fren-
ler.
Bu toplum kısa zamanda bin-
lerce cami, yüzlerce imam-hatip
okulu ve bir o kadar da Kuran
kursu binası inşa etti. Bunlar
yapılmaya devam edilecektir.
SHP bu dinamiği yakalama be-
cerisine hiçbir zaman sahip ol-
madı ve böyle giderse olamaya-
caktır. Bu görüşteki zayıfhk gi-
derilmezse SHP'nin, Avrupa'-
daki komünist partiler gibi ta-
bela değişikliği şansı da olmadı-
ğı için süratle bir marjinalliğe
düşmesi kaçınılmazdır. Top-
lumdaki bu dinamiği ülke insa-
nırun kultür alamnda daha üs-
tün kılmak için gerekli projeler-
le desteklemek gerekmez mi?
Toplumun kendi girişimiyle sür-
dürülen bu inşaatların içine,
partinin yıllardır sözünü ettiği
fakat bir türlü gerçekleştirme
aşamasına getiremediği, bu gi-
dişle getiremeyeceği kültür mer-
kezleri iktidarda olduğu yerel
yönetimler eliyle uygulamaya
konulamaz mıydı? Toplumla
bütünleşmesini bilmeyenleri
toplum 20 Ekim 1991 günü söy-
lediği gibi dışlamaya her zaman
muktedir olacaktır. Bunu
SHP'nin iyi görmesi gerekir.
Toplumun inancı ile politika
arasındaki ilişki üzerine Batılı
sosyalist partilerinden SHP'nin
ahnası gereken çok ders vardır.
Ülkelerinde binlerce kilisenin
kapandığı, Müslüman işçilerce
alınarak camiye, Islam kültür
merkezlerine çevrildiği, kurul-
dukları gün 'din afyondur' slo-
ganı ile yola çıkan sosyalist ve
tabelalan değiştirilen komünist
partilerin, dinsel ve moral de-
ğerlere SHP'den ve ülkenin ay-
dın geçinen kesiminden çok
farklı, çok geniş kapsamh ve bi-
Iimsel yaklaşımlan vardır. SHP
ve ona destek verenler bu ger-
çeği ve bu gerçeğin içindeki top-
lumu yeniden keşfetmeleri ge-
rekmektedir.
Üzülerek belirtehm ki, bu-
günkü SHP yönetimi ve ülkeye
egemen aydın kadro halkın di-
ni duygulannı sömüren din be-
zirgânlanrun balonlanm söndü-
recek bilgi, beceri ve davranış-
lan gösterecek güçte değildir. Şu
hiçbir zaman unutulmamalıdır
ki, Milli Mücadele'yi başlatan,
yürüten ve başaran kadro hal-
kın gücünü yanına ahrken, yü-
rüyüşün ilk toplantı yeri olarak
Hacı Bayram Camii'ni seçmiş-
tir. Yığınların desteği ile yurdu
düşmanlardan temizleme karar-
hlığı ve azminde olanlar dava-
nın doğruluğuna halkı inandır-
mada, tespit ettikleri bu ilk ha-
reket noktasından yola çıkarak
Türkiye Büyük MiUet Meclisi'-
nin kuruluşunu gerçekleştire-
cekleri Ulus'taki binaya gelmiş-
lerdir.
Ülkeyi ikibinli yıllara, çağdaş
uygarlığa götürme sorumlulu-
ğunu taşıyanlar, bu toplumu ye-
niden tanıma zahmetine girin ve
20 Ekim 1991'in önümüze koy-
duğu gerçekler karşısmda hiza-
ya gelelim, gözümüzdeki camın
rengini değiştireüm.
ZEKİ KENTEL
Yangını büyütmemek
1983'te, hiç kimsenin sosyal-
demokrat bir parti kurmaya ce-
saret edemediği dönemde SO-
DEP'i kuran, konsey tarafın-
dan veto edilen, 1983 genel se-
çimlerine sokulmayan; SO-
DEP'in Genel Başkanı Erdal
Inönü değil miydi? Çok zor ko-
şullar ve imkânsızhklara karşın
SODEP'i örgütleyen, parlamen-
toda bulunan 3 büyük partiyle;
1984 yerel seçimlerinde yanşan
ve %19'dan fazla oy anrak,
Türkiye'nin 2. büyük paıtisi
olan SODEP'in Genel Başkanı
Inönü değil miydi? Halkçı Par-
ti ile SODEP'i birleştiren, ya-
saklann kalkması için yapılan
halk oylamasında demokrasi sı-
navım başanyla veren, yasakla-
nn kalkmasında en büyük et-
kinliği gösteren; SHP'nin Genel
Başkanı tnönü değil miydi?
1987 genel seçimlerinde Ecevit'e
rağmen SHP oylannı %24'ün
üstüne çıkaran SHP Genel Baş-
kanı İnönü değil miydi? 1989
yerel seçimlerinde oy oranmı
%28'lerden yukanya çıkanp, 1.
parti olan SHP'nin Genel Baş-
kanı Inönü değil miydi? Sendi-
kalarla, üniversitelerle bağiantı-
sı yasaklanmış, 1982 Anayasa-
sı ile eli kolu bağlanmış bir sos-
yal demokrat partiyi; S yıl gibi
kısa bir zamanda birbuçuk kat
büyüterek 1. parti yapan bir li-
dere; akıl ve vicdan sahibi hiç
kimse "basansız ve yetersiz" di-
yemez.
Ama hırsı aküridan fazla olan
bir avuç kendini beğenmiş kişi,
1989 yerel seçimlerinden sonra
ufukta görünen SHP iktidann-
da; suyun başını tutmak istedi-
ler. Bunun için "seni il başka-
nı, seni belediye başkanı, seni
bakan vb. görmek isterim" va-
atleri ile yandaşlar buldular ve
kadrolaştılar. Onlara göre iş ko-
tarılmıştı, Erdal Inönü'yü bez-
dirip başkanhktan uzaklaştır-
mak kolaydı. Hesap buydu.
Ama hesaplan tutmadı. tnönü
çetin ceviz çıktı, işi bırakmadı.
Bu kez kendilerine başka dost-
lar buldular. Elbırligi ile Erdal
İnönü'yü yıpratma ve devirme
hareketine giriştiler.
Kanımca; Sayın Erdal Inö-
nü'ye yapacak tek şey kahyor.
"Bu kişileri disiplin kuruluna
vererek partinin içini temizleyip,
bütünlüğu sağlamak." Yeni ku-
rultaylarla yangını daha da bü-
yütmeye fırsat vermemek.
SÜLEYMAN SAVAŞAN