22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 28 KASIM 1991 Siyasalreklamcılığın 'gizli' kamerasıSiyasal reklam kamerasının aktardığı görüntülerin bir tür beyinsel kireçlenmeye yol açtığını görüyoruz S İ Y A S A L REKLAMCHJK EROLÇANKAYA u»Ikemizde henüz çokyeni olan siyasalreklam olgusu üzerinde dahapek düşünmeye başlamış değiliz. Oysa siyasal reklamcılık renkli olduğu kadar, demokratik bir toplumun şartı olan siyasal katılım sürecine karşı bazı manipülatif "yan etki"leri de barındırıyor. Bunun en iyi örneklerinden biri gerçeğin çarpıtılması. 1 iyasal reklamcılığa bizden çok önce sahne olmuş kimi ülkelerde şimdilerde bu olguya tepkiler büyüyor, çareler aranıyor. Çünkü gerçekten de kötü bir ürünün başarılı reklamı enfazla birkaç bin tüketiciye zarar vermesine karşılıksiyasal reklamcılık demokratik toplumun tümü üzerinde tahribatayol açabiliyor. Gizli kamera ne kadar "gizli" kalabi- lirki! Satın aldığınız deterjan hiç de öyle id- dia edildiği gjbi "daha beyaz" yıkamıyor- sa ve sonuçta "iki kutu eski deterjanınızdan" verildiğinde bu takası kârlı bulmayıp reddeden ev kadını gözu- nüze biraz "safdil" görünmeye başladıysa veya margarin testinde ağzmı iştahla şa- pırdatan kızın damak tadından şüphe du- yar hale geldiyseniz, inanın büyük bir fe- laket olmaz. En fazla, o deterjandan uzak dumıaya başlayıp başka bir margarin markası seçer, hatta daha iyisini yapıp li- kit yağa yönelirsiniz! Bunun sakıncası ise reklam ajansıyla o markanın batmasından ötesine pek geçmez. Gelgelelim konu siyasal reklamcılık olunca bu tablo çok daha dramatik bir gö- rünüm kazanıyor. Tûrkiye'de henüz bu sorun rüşeym halinde. Zaten gündelik ha- yatı pek de öyle "eğlenceli" olmayan ül- kemizde, yaşattığı karnaval havası saye- sinde kampanyaların seçim atmosferine renk kattıği bile söylenebilir. Bu "fıesta" ortamında henüz her şey yerli yerine otur- muş değil. Ancak özellikle ABD, Fransa, tngiltere gibi ülkelerdeki deneyimlere bak- tığımız zaman, siyasal reklamcılığın da bir "gizli kamerası" olduğunu ve bu kame- ranın aktardığı çok zaman deforme gö- rüntülerin bir tür renk körlüğüne ve be- yinsel kireçlenmeye yol açtığını görüyo- ruz. örneği Seguela bu nedenledir ki bir yandan reklam çorbasını kaşıklarken bir yandan da "ah öldüm!" deme gereğini duyuyor. Günümüz Fransası'nda reklam kuşaklannın fazlahğma ve art-pırt araya giren spotlann uyandırdığı tepkiye dikkat çekerek overdose'un sakıncalannın altı- nı çiziyor: "Günümüz Fransası'nda siya- sal reklamcıüğın bütün alanlarında bir doygunluk ve sonuç olarak reklam veren politikacüara ve siyasal reklamalara karşı güçlü bir tepki var" diyordu Seguela. (Archive, ağustos, 1990) Durum Ingilte- re'de de farklı değil. Hıfzı Topuz, yapı- lan araştırmalara göre kampanya ile ilgi- li haberlere karşı olumsuz tepkilerin 1970'te %47 iken bu oranın yddan yda ar- tarak 1983'te %69 düzeyine yükseldiğini belirtiyor. (Siyasal Reklamcüik, s.125) Yapılan bir başka kamuoyu araştırması ise Ingiltere'deki TV izleyicilerinin "varyete" progıamlarının azalmasından hoşnut olmadıklarını gösteriyor. Aynı kaynağa göre geleneksel "British gururu" seçim kampanyalarından etkilenmeye de direniyor! Seçmenlerin yaklaşık <7o8O'i kampanya öncesindeki fikirlerini değiştir- miyorlarmış! SİYASAL BEKLAMCILJGIN "YAN ETKP'LEBI... Ülkemizde henüz çok yeni olan siyasal reklam olgusu üzerinde daha pek düşün- meye başlamış değiliz. Oysa siyasal rek- lamcılık renkli olduğu kadar, demokra- tik bir toplumun şartı olan siyasal katı- lım sürecine karşı bazı manipülatif "yan etki"leri de banndınyor. Siyasal reklam- cıhğa bizden çok önce sahne olmuş kimi ülkelerde şimdilerde bu olguya tepkiler büyuyor, çareler aranıyor. Çünkü gerçek- ten de kötü bir ürünün basanlı reklamı en fazla birkaç bin tüketiciye ve o da kısa bir süre için zarar vermesine karşılık siyasal reklamcılık demokratik toplumun tümü üzerinde tahribata yol açabiliyor. Hemen belirtelim ki siyasal reklamcılı- ğın olumsuz sonuçlanndan bahsederken sadece gerçeğin çarpıtılma tehlikesinin al- tını çizmek istemiyoruz. Böyle bir sakın- ca elbette var. Bu nedenledir ki aynı Se- goıela "demokrasiyi son nefesine kadar savunma" andı içiyordu Yarın Çok Star Olacak'ta: "Her seçimde onu biraz daha tehlikeye auyoruz. (...) Fransızlar başkan- laruu bir afişe bakarak seçmeyecek kadar yetişkindirler, ancak iletişimdeki ilerleme- ler öyle bir hal ahyor ki yann her şey den- gesini yitirebilir. Siyasi spotlara bir gün izüı verilecek, bunun etkisini ise kimse ön- ceden kestiremez." Seguela boşu boşuna tehlike çanı çalmıyor. Iletişim teknoloji- sinin müthiş gücünün "medyatik bir roketatar" olarak Le Pen eline geçmesi- ni düşünduğü için endişe ediyor; bu ismin yerine biz de daha tanıdık isimleri koya- biüriz. Siyasal reklamcılık ile prnpagan- da arasma daha çok "moral" bir duvar çekerek farkhlaştırmaya giden Seguela'- nın dikkat çektiği paradoksal durumu dü- ta ile sınırlı kampanya dönemleri siyasal hayatın birkaç soyut tema ile sınırlı bir kı- sırdöngü içine tutsak olmasına yol açabi- lecektir. Çok kısa sürede kampanya yap- manın doğal sonucu olarak seçilen soyut birkaç tema, seçmen kitlesinin poütik ha- yata bakışıru kendi somut gerçekliğinden kopartacaktır. "Birleşik Fransa", "Ame- rika'yı yeniden büyük kılalım!" ya da biz- den örnek vermek gerekirse "Yeni bir dünya", "Sandıkta gtiller açacak" gibi genel ifadeler ya da "Ak güvercin" gibi mazmunlarla sınırlı kampanyalann doğai sonucu seçmen kitlesinin giderek siyasal hayata ilgisizleşmesidir. (Buraya geldiği- mizde, kitle iletişimine katılmadaki en bü- yük belirleyici olarak bireylerin kişisel mo- îivasyonunu gören Ünsal Oskay'ı ve bu motivasyonun en önemli belirleyicisinin yerleştiğini gösteren bir gelişmedir. Oysa bilindiği gibi reel yaşamın anlık algılama- lanyla oluşan ikonlar -Marshall Fish- wick'in bir başka alandaki formülasyonuyla- reel yaşamm "optik bellek tortulanna dönüşmüş" biçiminden başka bir şey değildir. Böylece seçimlere kadar, hatta seçim döneminde de pop kültürün her alanın- da diskolarda, marketlerde, vitrinlerde, reklam panolarında, magazin sayfalann- da gördüğümüz ikonlar bu kez televizyo- numuzun "siyaset ekranında" görünmek- tedir. Oysa bilindiği gibi ikonlann birey- lere verdiği asla ve asla kişilik ve birey- seUik değildir; onlar sadece rolleri ve imaj- lan sunar. Nihayetinde ise eski dünyada- ki azizlerin rolünü üstlenmiş olan çağdaş pop kültü öğelerinin, starlann yerini si- anlamına gelmektedir. Siyasal reklamcılık mekanizmasının bir başka sonucu ise parti "boss"lanmn et- kisinin giderek azalması, delegeler, vb. gi- bi ara kadrolann giderek tali bir önem ka- zanmaya başlamalarıdır. (tşte tam bura- da, son seçimlerde uygulanan "tercihli oy" mekanizmasım hatırlamamn zama- nıdır. Bilindiği gibi parti üst yönetimi ve- ya delegelerce itibar görmediği için alt sı- ralarda yer almış pek çok aday etkili bi- reysel kampanyalar sayesinde "liste delerek" parlamentoya girmeyi başardı.) Delegelerin etkisinin tali bir nitelik alma- sı, aynı şekilde, seçilmek isteyen adayın daha genel bir kitleye, tüm seçmen kitle- sine yöneük bir iletişim faaliyetine girme- sine, bu da daha önce vurgulandığı gibi yerel ve somut sorunlardan uzaklaşüarak "Dikkal! Siyasal reklamcılık hakikati yasal yollarla carpıtabilir!" uyarısı yapılmalı siyasal reklamda da. şünelim: Sansürün onayı olmadan bir ça- maşır tozunun promosyonunu yapamaz- sınız, ama siyasi mesaj söz konusu oldu- ğunda her şey serbest! Peki ama muhtemel olumsuz sonuçla- ra karşı ne gibi bir çözüm geliştirilebilir? Seguela, Archive yazarının "Siyasal rek- lamcılık nerede biter, propaganda nere- de başlar" sorusunu yanıtlarken tek öl- çütün kampanya süresi olduğunu belirti- yordu. Tek çözüm, kampanya sürelerinin bir ya da iki ayı geçmeyecek periyotlarla sımrlanmasıdır. Oysa sorun bu kadar naif çözümlerle geçiştirilecek kadar basit de- ğil! Çünkü en baştan. siyasal reklamcılı- ğın tek sakıncası sadece "gerçek dışı" ola- bilme ihtimali, toplumun yalan mesajlarla güdûlenmesi tehlikesi değil. LİDER NE ZAMAN ÎKON OLUR? * Daha önemli olan sakınca, demokratik katılımcı bir toplumun oluşturulmasına yönelik çabalara ket vurabUmesi olarak. beliriyor. Kaçuubnaz olarak 6 ya da 8 haf- kişinin yaşamının somut koşullan oldu- ğu yolundaki yargısını hatırlayahm. Bkz: Kitle lletişiminin Kültürel lşlevleri, Anka- ra 1982, S.335) Aynı mekanizmaya para- lel olarak bir iki soyut tema ekseninde yü- rüyen kampanyalar ister istemez seçmen tabanının somut sorunlarmdan uzaklaş- masına ve siyasal katılımın asgariye inme- sine yol açacaktır. Sonuçta siyasal reklam kampanyalan, seçimleri çok yönlü sosyo-ekonomik so- runlann kamuoyu önünde tartışıldığı bir platform olmaktan çıkartıa bir işlev gör- mektedir. Böyle bir süreçte ise siyasal ha- yatın öznesi olması gereken seçmen yurt- taşlann günlük sorunlarımn yerini aile, vatani kalkınma vb. soyut temalar ve ek- randa boy gösteren üç beş kişi hatta sa- dece lider ahnaktadır. Liderler ise çağdaş ikonlar olarak sahnededir. Bu açıdan bak- tığunızda biri "sakin güç"tür, öteki "dü- rüst"tür, beriki "genç"tir, bir başkası "kurtana"dır, vs. Bu ise modern toplum- lardaki gündelik hayatta yaygın bir yer tu- tan ikonolojinin siyasal hayata da sızıp yaset alamnda Reagan, Bush, Mitterrand, Demirel, Inönü, Baykal, Ecevit, Mesut Yıhnaz vb. liderler almaktadır. "ÖZGÜR SEÇİM" HANGİ YOLLA MUMKÜM? Thomas Jefferson'dan beri demokra- tik bir toplumda meşru yönetimin yolu- nun, seçmenlerin bilgi edinme konusun- da her türlü olanağa sahip olmalarından geçtiğiru büiyoruz. Çünkü özgür seçim her şeyden önce bilgilenme ve bilinçlenme ile mümkün olacaktır. Bu ise seçmen yurt- taşlann propagandadan çok farklı bir sü- reç olan eğitim sürecinden geçmeleriyle sağlanabilen bir zihinsel gelişmişlik duze- yidir. Eğİtim, propagandadan farklı ola- rak bireylere bilgi verir, dahası bilgi üret- me sürecinin metodolojisini öğreterek bi- reylerin siyasetin öznesi haline gelmeleri- ni sağlar. Propaganda ise kışileri, siyasal hayatın, daha doğrusu siyasal kadrolann nesnesi haline getiren yanıyla farkhlaşır. Bu ise demokrasinin temeli olan bilinçli- liğin ve secün özgürlüğunün iğdiş edilmesi genel temalara agirlık verilmesine yol aça- caktır. Konu, ister meta ekonomisinin yeniden üretimi olan genel anlamda reklamcılık, ister daha spesifık bir alan olan siyasal reklamcılık olsun; iletişimin işlevleri de- ğerlendirüirken modern medyanın tek ba- şına suçlanmasının doğru olduğuna inan- mıyoruz. Medyamn manipülatif etkisinin bütün sorunların tek belirleyicisi olduğu- nu kim iddia edebilir? Elbette medyanın manipülasyon amacıyla kullanıldığı doğ- rudur. Ne var ki anorko-liberal bir tavır- la bu tespiti mutlaklaştırmak, bunun da- ha ötesine geçemeyerek yetersiz bir çözüm geliştirmek anlamına gelir. Çünkü med- yanın manipülatif bir işlev görebilmesi kitlelerin içinde yaşadıkları toplumsal ha- yata denk düşen reel ihtiyaçlarını karşı- lamasından ileri geliyor. Daha açık bir deyişle ise, medyanın ma- nipülatif bir işlev görebilmesi, tek başına medya teknolojisinin marifeti olmayıp in- sanlan reel ihtiyaçlannın peşi sıra koşmak zorunda bırakan irrasyonel toplumdan kaynaklanmaktadır. Medya teknolojisi, bu irrasyonel toplumsal sistemin içinde kullanıldığı içindir ki etkin olabilmekte- dir. lşte bu nedenledir ki çözüm, anorko- liberal bir tavırla ve çok liberalmiş gibi gö- rünerek modern medya teknolojisini ye- rin dibine batırmak değildir. Çözüm, ye- ni ve gerçekten demokratik toplumsal (kolektif) Uişkilerin gerçekleştirilebUme- siyle mümkündür. Ancak bu takdirdedir ki siyasal parti örgütlerinin merkezi oto- riteden uzaklık anlamında bucaklara, köylere ve her toplumsal katmanı kavra- yıcılık anlamında derneklere, meslek ku- nıluşlarına kadar toplumun her köşesine nüfuz etmesi sağlanabilir. Ancak bu sa- yededir ki siyaset çok zaman teorik ve so- yut genel sorunların tartışıldığı bir etkin- lik alanı olmaktkn çıkarak halkın kendi somut sorunlannın söz edilebileceği bir si- yasal forum niteliğini kazanacaktır. BU UYAffl SEÇMEIILEBE1 Siyasal reklamcılığın anayurdu olan ABD hiç şüphesiz bu konuda en müşteki kişileri de banndınyor. örneğin reklam dünyasının uluslararası yayın organlann- dan olan Advertising Age yazan Bob Gar- field de bunlardan biri. "Ülkemiz çoktan- dır en zararh ürünlerin bile yasalann ka- yıtsızlığı sayesinde açıkça satıldığı bir yer oldu çıktı" diyor. Garfield: "Sigara rek- lamlanna en küçük bir duyarhğımız bile kalmadı. Yakında ise muzır yöntemlerle istenen yönde oy toplayanlara da alışmış olacağız." Peki, saldırgan reklamcılığın Amerikan siyasal hayatının yerleşik bir öğesi haline geldiği günümüzde bu sonı- na karşı çözüm ne olabilir? Garfield'in çözüm önerisi medya tek- nolojisi konusunda söylediklerimize denk düşüyor: "Çözüm, gene reklam. Ama şimdiki reklamcılğı tam can evinden vu- racak, bugün yapılanın karşıtı bir anla- yışla yapılacak bir reklamcıhk. (Adverti- sing Age, Kasım 5, 1990, sf.28) Siyasal reklamcıhğin ABD'de bir "travesti" ol- duğunu vurgulayan Garfield'ın çözüm önerilerini aktarmak ülkemiz için de ya- rarlı olabilir: örneğin seçim kampanya- lannın finansmanını duzenleyen yasalar- da degişiklik yapılmajı. Seçim kampanya- larında maaşını devletten alan personelin ve kamu olanaklannın kullanımı kısıtlan- malı. Sonuçta çözüm, yine aynı platform üzerinde: Çözüm, bugünkü kullammıyla cılkı çıkan medyanın yine kendisinde! ABD'deki duruma ilişkin gözlemini şöy- le bir öneriyle bitiriyordu Garfield: "Bun- dan sonraki ilk başkanlık secimi kampan- yasmdan itibaren, reklamcıhk konseyi ve tüm ilgili kuruluşlar, seçmenlere kampan- ya spotlannda gördüklerinin hemen he- men hiçbir zaman hakikatin tamamı ol- madığım hatırlaünahlar. Ve şu uyanyı yapmahlar: Söylenen her şeye inanma, uyanık ol!" Bölümü de diziyi de, Bob Garfield'in en çarpıcı önerisiyle bitiriyoruz. Şöyle di- yordu: "Her kampanyaya büyü bozucu şöyle bir ibare de eklenmeli: 'Bu, para ve- rilerek yaptırümış ve yayımlanmakta olan bu siyasal duyurudur. Metnin doğru olup olmadığını, gerçeği yansıtıp yansıtmadı- ğını ne araştırma hakkımız ne de imkânı- mız var. Fakat tam olarak bilgilenmek için bu mesajı okuduktan/izledikten son- ra lütfen başka kaynaklara da başvurmayı ihmal etmeyiniz'." Sonuç olarak her siyasal reklamda - tıpkı sigaralarda olduğu gibi- şöyle bir uyan yer almalı: "Dikkat! Siyasal reklam- cıhk hakikati yasal yollarla carpıtabilir!" —BİTTt— Sosyal demokraiiar tartişiyor Nedenyenıldik nasdkazanınz? Çozum kurultay Hızla değişmekte olan dünya- yı ve Türkiye'yi eski bir parti programı ve örgüt yapısı ile de- ğerlendirmek kaçınılmaz bir ye- nilgiyi de beraberinde getirmiş- tir. Elbette yerel yönetimlerdeki sosyal demokrat belediye baş- kanlannın istenileni verememe' si, dünyada "solun çöktüğüne" ait değerlendirmelerin medyaya hâkim olan sağ siyasetçiler ta- rafından oldukça başanh bir şe- kilde istismar edilmesi, SHP'nin HEP ile birleşmesi Güneydoğu Anadolu'da ne kadar tuttuysa diğer bölgelerdede tam tersi bir durum göstermesi, 20 Ekim se- çimlerinde SHP'nin kaybetme- sinin yapısal olmayan, kısa sü- rede düzeltilebilecek olan et- menlerindendir. SHP bundan böyle seçim kaybetmek istemiyorsa, ocak ayındaki olağanüstü kurultay- dan sonra ilk işi, bütün partili- lerin, örgütlerin, sosyal demok- rat ideologların katılacağı bir tartışma ortamı yaratmak ve ye- ni tüzük, yeni program ve yeni örgüt yapısıyla siyasi hayattaki yerini alinak olacaktır. YALÇLN TECtMER SHP Kadıköy tlçesi Genclik Komisyonu Üyesi Gözümüzdeki camın rengini değiştirelimOylann %80'inin sağ partile- re yöneldiği bir toplumda, sos- yal demokrat politikalann kit- lelere ulaştırıldığından söz et- mek mümkün değildir. SHP'nin kendini yığınlara ka- bul ettinnesi bir yana, kendisi- ne ümit bağlamış, ona oy ver- miş seçmeninden bile hızla uzaklaşmaktadır. SHP'de bir kişi suçlu değildir. Esas suçlu bu toplumun yapısından habersiz, onu tanıma zahmetinde bulun- mayan, aksine içinden çıktıği toplumdan hızla soyutlanan, aydın geçinen seçkinciler, köşe yazarlan, laikliğin derin anla- mından habersiz panelistler, kürsü sahipleri ve benzerleridir. 14 Mayıs 1950 seçimleri ile CHP çok açık bir yenilgiye uğ- radığında her ne kadar Sayın Kasım Gülek biraz kolay ve fır- satçı bir yol izlediyse de doğru- yu görmüş, CHP'nin toplum- dan kopuşunun temel nedeninin acımasız bir laiklik anlayışı ol- duğunu iyi kavramıştır. SHP'de ve Türkiye solunda laiklik ve dini değerlere yakla- şımda anlaşılması güç hatalı bir tutum sürdürühnektedir. 26 Mart 1989 yerel yönetim seçim sonuçlannın arkasından, SHP'ye önyargılı çevrede yazı- lanlardan bir örnek: "Evet şim- di ne olacak? Çilelerimiz yeni- den başlayacak, Kuran kursla- rı kapatılacak, imam-hatipler azaltılacak, sokaktaki vatanda- şın kıyafetine laiklik adına mü- dahale edilecek, cami yerine okul yaptırması için vatandaşa baskı yapılacak, dindar ve mil- liyetçi her şahıs ve hareket dur- durulacak, özgürlük adına 141-142 kaldırıhrken, yine aynı nesnenin adına 163 ağırlaştırıla- cak vb.. vb." bir sürü hikâye. Fakat bu yazıda bir gerçek pa- yı yok mu? Bu yazı bu topluma hitap ediyor. Sonuç ortada. La- ikliğe ve dini kavramlara soyut önerilerin toplumda gördüğü destek %20'nin de çok altında- dır. Seçkinciler ve SHP'ye ege- men olanlar, "Efendim! Biz ik- tidara gelirsek imam-hatipleri kapatacağız" anlamına gelen sözleri söylüyorlar. Kapatamaz- smız efendim, kapatamazsımz. Yapmak istediğiniz anc k top- lumdan yana bir biçim değiştir- mesi olabilir, bunu da topluma öfıceden kabul ettirmek zorun- dasınız. Konuşurken yılamn de- liğine çomak sokar gibi laf edil- mez. Doğruları çok iyi göster- me becerisine sahip olmak gere- kir. Bugün doğudan batıya, köy- den şehire sürmekte olan göçün ve toplumdaki işsizh'k bunalımı- nın temelinde kişiye hiçbir üret- ken bilgi ve beceri vermeyen eği- tim sistemimizi (imam-hatip li- seleri dahil) çok açık bir eleşti- riye tabi tutmalıyız. Imam ha- tipler, Kuran kurslan, cami ya- pımları hakkında konuşurken bunların toplumun üretkenliği- ne ve beceri artışma yönelik ko- numlannı yeniden saptamanın zahmetine katlanümahdır. Çocuk köyünden çıkmış, imam-hatipte veya klasik lisede okumuş, üniversiteye girme ba- şansını gösterememişse, ki ço- ğunluk gösterememektedir, ne olacaktır? Tarlanın çamuruna ginnesini unutmuş, hayvan güb- resinden nefret eder oimuş, nef- ret ettirilmiş bir genç artık han- gi üretim alarunda ülkeye bir katkı sağlayacaktır. Eğer bugün ülkede bir Güneydoğu sorunu varsa bu gençleri kendi öz yu- valanndan koparan bu eğitim sistemidir. SHP kırsal alanda konuşacak bilgiye ve dile sahip değildir. Bu hastalık bir kişinin hastahğı değildir. Pu toplumu tanımayan, bu toplumdan soyut aydınların, birçok köşe yazarı- nın hastahğıdır. Yapılan öneri- ler bu toplumun dinamiklerini harekete geçirmez, aksine fren- ler. Bu toplum kısa zamanda bin- lerce cami, yüzlerce imam-hatip okulu ve bir o kadar da Kuran kursu binası inşa etti. Bunlar yapılmaya devam edilecektir. SHP bu dinamiği yakalama be- cerisine hiçbir zaman sahip ol- madı ve böyle giderse olamaya- caktır. Bu görüşteki zayıfhk gi- derilmezse SHP'nin, Avrupa'- daki komünist partiler gibi ta- bela değişikliği şansı da olmadı- ğı için süratle bir marjinalliğe düşmesi kaçınılmazdır. Top- lumdaki bu dinamiği ülke insa- nırun kultür alamnda daha üs- tün kılmak için gerekli projeler- le desteklemek gerekmez mi? Toplumun kendi girişimiyle sür- dürülen bu inşaatların içine, partinin yıllardır sözünü ettiği fakat bir türlü gerçekleştirme aşamasına getiremediği, bu gi- dişle getiremeyeceği kültür mer- kezleri iktidarda olduğu yerel yönetimler eliyle uygulamaya konulamaz mıydı? Toplumla bütünleşmesini bilmeyenleri toplum 20 Ekim 1991 günü söy- lediği gibi dışlamaya her zaman muktedir olacaktır. Bunu SHP'nin iyi görmesi gerekir. Toplumun inancı ile politika arasındaki ilişki üzerine Batılı sosyalist partilerinden SHP'nin ahnası gereken çok ders vardır. Ülkelerinde binlerce kilisenin kapandığı, Müslüman işçilerce alınarak camiye, Islam kültür merkezlerine çevrildiği, kurul- dukları gün 'din afyondur' slo- ganı ile yola çıkan sosyalist ve tabelalan değiştirilen komünist partilerin, dinsel ve moral de- ğerlere SHP'den ve ülkenin ay- dın geçinen kesiminden çok farklı, çok geniş kapsamh ve bi- Iimsel yaklaşımlan vardır. SHP ve ona destek verenler bu ger- çeği ve bu gerçeğin içindeki top- lumu yeniden keşfetmeleri ge- rekmektedir. Üzülerek belirtehm ki, bu- günkü SHP yönetimi ve ülkeye egemen aydın kadro halkın di- ni duygulannı sömüren din be- zirgânlanrun balonlanm söndü- recek bilgi, beceri ve davranış- lan gösterecek güçte değildir. Şu hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, Milli Mücadele'yi başlatan, yürüten ve başaran kadro hal- kın gücünü yanına ahrken, yü- rüyüşün ilk toplantı yeri olarak Hacı Bayram Camii'ni seçmiş- tir. Yığınların desteği ile yurdu düşmanlardan temizleme karar- hlığı ve azminde olanlar dava- nın doğruluğuna halkı inandır- mada, tespit ettikleri bu ilk ha- reket noktasından yola çıkarak Türkiye Büyük MiUet Meclisi'- nin kuruluşunu gerçekleştire- cekleri Ulus'taki binaya gelmiş- lerdir. Ülkeyi ikibinli yıllara, çağdaş uygarlığa götürme sorumlulu- ğunu taşıyanlar, bu toplumu ye- niden tanıma zahmetine girin ve 20 Ekim 1991'in önümüze koy- duğu gerçekler karşısmda hiza- ya gelelim, gözümüzdeki camın rengini değiştireüm. ZEKİ KENTEL Yangını büyütmemek 1983'te, hiç kimsenin sosyal- demokrat bir parti kurmaya ce- saret edemediği dönemde SO- DEP'i kuran, konsey tarafın- dan veto edilen, 1983 genel se- çimlerine sokulmayan; SO- DEP'in Genel Başkanı Erdal Inönü değil miydi? Çok zor ko- şullar ve imkânsızhklara karşın SODEP'i örgütleyen, parlamen- toda bulunan 3 büyük partiyle; 1984 yerel seçimlerinde yanşan ve %19'dan fazla oy anrak, Türkiye'nin 2. büyük paıtisi olan SODEP'in Genel Başkanı Inönü değil miydi? Halkçı Par- ti ile SODEP'i birleştiren, ya- saklann kalkması için yapılan halk oylamasında demokrasi sı- navım başanyla veren, yasakla- nn kalkmasında en büyük et- kinliği gösteren; SHP'nin Genel Başkanı tnönü değil miydi? 1987 genel seçimlerinde Ecevit'e rağmen SHP oylannı %24'ün üstüne çıkaran SHP Genel Baş- kanı İnönü değil miydi? 1989 yerel seçimlerinde oy oranmı %28'lerden yukanya çıkanp, 1. parti olan SHP'nin Genel Baş- kanı Inönü değil miydi? Sendi- kalarla, üniversitelerle bağiantı- sı yasaklanmış, 1982 Anayasa- sı ile eli kolu bağlanmış bir sos- yal demokrat partiyi; S yıl gibi kısa bir zamanda birbuçuk kat büyüterek 1. parti yapan bir li- dere; akıl ve vicdan sahibi hiç kimse "basansız ve yetersiz" di- yemez. Ama hırsı aküridan fazla olan bir avuç kendini beğenmiş kişi, 1989 yerel seçimlerinden sonra ufukta görünen SHP iktidann- da; suyun başını tutmak istedi- ler. Bunun için "seni il başka- nı, seni belediye başkanı, seni bakan vb. görmek isterim" va- atleri ile yandaşlar buldular ve kadrolaştılar. Onlara göre iş ko- tarılmıştı, Erdal Inönü'yü bez- dirip başkanhktan uzaklaştır- mak kolaydı. Hesap buydu. Ama hesaplan tutmadı. tnönü çetin ceviz çıktı, işi bırakmadı. Bu kez kendilerine başka dost- lar buldular. Elbırligi ile Erdal İnönü'yü yıpratma ve devirme hareketine giriştiler. Kanımca; Sayın Erdal Inö- nü'ye yapacak tek şey kahyor. "Bu kişileri disiplin kuruluna vererek partinin içini temizleyip, bütünlüğu sağlamak." Yeni ku- rultaylarla yangını daha da bü- yütmeye fırsat vermemek. SÜLEYMAN SAVAŞAN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle