Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 3 OCAK 1991
Anayasa Yargısı ve
Siyasal İktidar
Anayasa'nın 153. maddesine göre "Anayasa Mahkemesi kararları
kesindir". Hiçbir organ, Yüksek Mahkeme'nin kararlanm
denetleyemeyeceği gibi bozamaz ve değiştiremez de. Oysa pratikte bu
kararlar TBMM tarafmdan yok sayılmakta, iptal edilen yasaların
tıpkısı yeni baştan çıkarılmaktadır. Türban hakkındaki yasa bunun
son örneklerinden biridir.
M. İSKENDER ÖZTURANLI Hukukçu
sel duyguların sömürülmesidir. "Çarşaf, peçe ve
kafes arkasındaki kadını artık tarihte aramak
gerekir" diyen Atatürk'ü ve Atatürkçülüğü
umursayan yoktur.
tnatlaşmada ısrar
1982 Anayasasf nın 11. maddesine göre "Ana-
yasa hükümleri; yasaraa, yiirütme ve yargı or-
ganlannı, idare makamlannı ve diğer kunıluş ve
kişileri bağlayan temel hukuk kurallandır". Bu
maddenin anabaşhğı, "Anayasanın bağlayıcılı-
ğı ve üstünlüğü'Mür. 153. maddede buna koşut
başka bir yargı vardır: "Anayasa Mahkemesi'-
nin kararlan, yasama, yürütme ve yargı organ-
larını, idare makamlannı, gerçek ve tüzel kişi-
leri bağlar." Bu madde ile hukukun üstünlüğü
somutlaştırılmış, Anayasa Mahkemesi kararla-
nnın bağlayıcılığı pekiştirilmiştir.
Bu maddenin anlamı şudur: Anayasa Mahke-
mesi herhangi bir yasayı iptal ettiği takdirde, ya-
sama organı özdeş nitelikte başka bir yasa çı-
karamaz. Ters davranış, hem anayasaya hem hu-
kuk devletine hem de hukukun temel ilkelerine
saygısızlıktır. Eğer TBMM, bir "yasama organı"
ise anayasanın 153. maddesinde yer alan bu ku-
rala uymak zorundadır. Durum, bu kadar açık-
M.
İktidarda inatlaşma...
Ne var ki ülkemizde, özellikle son yıllarda
Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarından
sonra iptal edilenle aynı nitelikte yasalann cıka-
nldığı ve bir inatlaşmaya gidildiği gözlenmekte-
dir. Istanbul Boğazı'nın yabancılara satılması,
milletveküi aylık ve yolluklannın yeniden düzen-
lenmesi.. gibi yasalar bunun örnekleridir.
Bu uygulama, Öncelikle "hukuk devleti" il-
kesine aykındır. Çünkü hukuk devletinde kural-
lar egemendir. "Sen öyle yaparsan, ben böyle
yapanm" gibi zıtlaşmalar, başına buyruk dav-
ranışlar hukuk devleti ile bağdaşmaz.
Anayasanın 153. maddesine göre "Anayasa
Mahkemesi kararlan kesindir". Hiç bir organ,
Yüksek Mahkeme'nin kararlarını denetleyeme-
yeceği gibi bozamaz ve değiştiremez de. Oysa
pratikte bu kararlar, TBMM tarafmdan yok sa-
yılmakta, iptal edilen yasalann tıpkısı yeni baş-
tan çıkarılmaktadır. Türban hakkındaki yasa bu-
nun son örneklerinden biridir.
Bilindiği gibi "tslamcı akım"ın baskılan so-
nucunda 10 Mayıs 1984 tarihinde YÖK, bir ge-
nelge yayımlayarak "yükseköğretim kurumlan
içinde saçların medeni bir biçimde türbanla
kapatılabileceğini" belirlemişür. Daha sonra
"amaç dışı kullanıldığı" gerekçesiyle, 24 Ara-
hk 1986 tarihinde bu uygulama değiştirilmiş ve
türban yasaklanmıştır. 8 Ocak 1987'de çıkan-
lan "Disiplin Yönetmeliği"ne de bu doğrultu-
da bir yargı getirilmiştir. "Çağdaş kıyafet ve
görünüm" esas alınarak buna aykın giyün ve gö-
rüntüler "disiplin suçu" sayılmvştır. Ne var ki
bu madde 1 Kasım 1988 tarihinde değiştirilerek
türbana yeniden izin verilmiştir.
Bu zikzaklar karşısında siyasal iktidar, işi
YÖK'e bırakmak istememiş, konuyu bir yasa bi-
çiminde ele almayı düşünmüştür. "Öğrenci Af-
fı Yasası" görüşülürken bu fırsat yakalanmış,
hiç ilgisi olmadığı ve daha önce de komisyon-
larda görüşülmediği halde ANAP milletvekille-
rinin önergesi ile "dinsel inanç nedeniyle boyun
ve saçların örtü ya da türbanla kapatılabileceği"
kabul edilmiştir.
Bu yasa açıkça laikliğe, devrim yasalarına ve
Atatürkçülttğe aykındır. Ama siyasal iktidar için
önenüi olan laiklik ilkesi, Anayasaya uygunluk
ve Atatürkçülük değildir. Yalnız ve yalnız din-
Hatırlanacağı üzere yasanın iptali için Ana-
yasa Mahkemesi'ne dava açılmış ve "türban
yasası" adı verilen söz konusu yasa 7 Mart 1989
tarihinde iptal edilmiştir. Gerekçe: "Atatürk mil-
liyetçiliği ve medeniyetçiliğine, laikliğe, devrim
yasalarına ve eşitlik Ukesine" aykınhktır. Bu ka-
rar doğrultusunda Danıştay da türbana izin ve-
ren 1 Kasım 1988 tarihli yönetmeliği iptal etmiş-
tir.
Ne var ki türban serüveni bitmiş değildir. Ni-
tekim çok geçmeden anayasa ve Anayasa Mah-
kemesi kararlannın bağlayıcılığı bir yana itile-
cek, "Kadının Statüsü ve Sorunlan Genel Mü-
dürlüğü Kurulması Hakkında Yasa"ya bir mad-
de eklenerek türban yeniden serbest bırakılacak-
tır. Bu yasanın 12. maddesi şöyledir: "Yürürlük-
teki kanunlara aykın olmamak kaydı ile yüksek-
öğretim kurumlannda kılık ve kıyafet serbest-
tir". Her ne kadar maddede "türban ve
başörtüsü" sözcükleri kullanılmamışsa da, "kı-
lık ve kıyafef'in serbest bırakılmasındaki amaç,
hiç kuşkusuz türbandır. Meclis tutanaklanndan
anlaşılan budur^Bu nedenle yasa>ı "ikinci tür-
. ban yasası" olarak nitelemekte bir sakınca yok-
tur.
31 Ekim 1990 günü Izmir'de düzenlenen pa-
nelde Anayasa Mahkemesi Başkan Veküi'nin
söylediklerine karşı gösterilen haksız ve anlam-
sız tepki de yukandaki görüşü doğrular nitelik-
tedir. Panelde sorulan bir soru üzerine "Konu-
mu gereği yeni yasa hakkında görüş bildire-
meyeceğini" vurguladıktan sonra 1989 tarihli
Yüksek Mahkeme karanndan bir bölüm oku-
makla yetinen Başkan Vekili'ne karşı önce ikti-
dar partisi sözcülerinin, arkasından da Başba-
kan'ın ateş püskürmeleri ve "oyunu belli ettiği"
gerekçesiyle, dava açıldığı takdirde kendisini red-
dedeceklerini söylemeleri, amaç ve isteklerini iyi-
ce ortaya çıkarmıştır. Amaçları, ürrunet çağına
özgü bir giysi olan türban ve başörtüsünü geri
getirmekten başka bir şey değildir.
Ama unutulmamalıdır ki anayasayı yorumla-
mak, yalnız ve yalnız Anayasa Mahkemesi'nin
yetkisindedir. Yüksek Mahkeme'nin dışında hiç-
bir organ, kuruluş ya da kişi anayasayı yorum-
lamak hakkına sahip değildir. Bu organ ve kişi-
ler arasında TBMM ve Cumhurbaşkanı da var-
dır. Tüm organ, kuruluş ve kişiler anayasaya uy-
mak ve onu uygulamakla yukümlüdürler.
Ne var ki TBMM, Anayasa Mahkemesi ka-
rarını yok sayarak ikinci bir türban yasası çıkar-
makta sakınca görmemiştir. Cumhurbaşkanı da
böyle bir yasayı hemen onaylamıştır. Oysa Cum-
hurbaşkanı'run görevi, Anayasa Mahkemesi ka-
rarlannın bağlayra niteliğini arumsatarak söz ko-
nusu yasayı bir daha görüşülmesi için Meclis'e
geri göndermektir. Bu görev yerine getirilmemiş-
tir. Bu arada, önceki Cumhurbaşkam'nın tür-
ban yasasının iptali için dava açtığı da unutul-
muştur.
Son atamalar ve hukuk
Şimdi konu, biraz geç de olsa ana muhalefet
partisince Yüksek Mahkeme önüne götürülmüş,
yasanın iptali için dava açılmıştır. Hemen söy-
leyelim ki Yüksek Mahkeme'nin karan, her hal-
de türbanın serbest bırakılması yönünde olma-
yacaktır. Yüksek Mahkeme bir yıl önce verdiği
karan değiştirecek değildir. Ne var ki Anayasa
Mahkemesi'ne yapılan son atamalar, toplumda
kaygı ve kuşku yaratacak boyutlara ulaşmış,
Türk hukuk sistemiyle alay etme noktasına gel-
miştir. BUtün bunlara karşın Türk yargıçlanmn
tarafsız olacaklanndan hiç kuşkumuz yoktur.
Çünkü Anayasa Mahkemesi kararlan, yalnız ya-
sama ve yürütme organlarını değil, yargı organ-
larını da bağlayacak niteliktedir (m. 153). Ana-
yasa Mahkemesi de bir yargf organıdır ve bu
mahkemenin üyeleri göreve başlarken "Türki-
ye Cumhuriyeti Anayasası'nı koruyacaklanna ve
görevlerini doğruluk, tarafsızlık, hakka saygı
duygusu içinde, sadece vicdanlannın emrine uya-
rak yapacaklanna" namuslan üzerine ant içmiş-
lerdir.
Ancak bu kez yasada "türban ve başörtüsü"
yerine "kılık kıyafet" sözcükleri kullamlmıştır.
Ama kıhk ve kıyafet, üst baş demektir, giyim
kuşam ve görünüş demektir. Yüksek Mahkeme
bu aldatmacayı görmezlikten gelip açılan dava-
yı reddetse bile gerekçede eski kararına değin-
mek ve bu yasa ile türbana izin verilmediğini
açıklamak zorundadır. Bu tür bir açıklama, so-
nuç olarak lürbanın reddi ve Atatürkçü laikli-
ğin kurtanlması demektir. Çünkü Anayasa Mah-
kemesi'nin görevi, anayasayı yorumiamak sure-
tiyle laikliği ve Atatürkçü düşünceyi toplumun
her kesimine yaymak, hukukun üstünlüğünü ve
egemenliğini gerçekleştirmektir.
EVET/HAYIR
OKTfflf AKBAL
Hoşgeldin Tramvay!
istanbul'dan tramvaylann kaldırıldığı günlerde buna kar-
şı çıkan yazarlardan biri de bendim. Yıl 1960. Kim ortaya attı,
kim savundu, kim uyguladı? DP iktidarının son yılıydı. İstan-
bul büyük bir 'imar eylemi' içindeydi! O günlerin Başbakanı
Menderes, İstanbul kentinin altını üstüne getiriyordu. Beya-
zıt meydanı tanınmaz biçime sokuluyor, Aksaray'a inen yo-
kuşlu yol alçaltılıyor. Ağaçlar kesilıyordu. Uzmanlar bile bu
yanlış gidişe ses çıkarmıyorlardı. Şehircilikten anlayanlar da
vardı Menderes'in buyruğuna uyanlar arasında. Plansız, he-
sapsız, kitapsız bir tutum içindeydik.
Bu kargaşada İstanbul'dan tramvaytar da kaldırıldı. Ray-
lar söküldü. Tramvay bir kaç yıl için Üsküdar yakasında kal-
dı. Yerine ne geldi? Metro mu? Hayır. Kocaman troleybüs-
ler, otobüsler geldi. İstanbul'un milyonu aşan nüfusunu or-
dan oraya taşımaya yetmiyordu bu taşıtlar. Hele troleybüs-
ler büsbütün tıkıyordu yollan. Tramvay gitmişti, ama yerine
bir şey getirilmemişti.
Fatih - Harbiye, Maçka - Beyazıt, Edirnekapı - Sirkeci, Be-
bek - Eminönü, Kadıköy - Bostancı vb hatlar ortadan kaldı-
nlmıştı. Dolmuşçuluk o sırada gündeme geldi. Eskiden 'dol-
muş kayıklan' vardı. Beş kuruş verip köprünün Eminönü ya-
kasından Galata yakasına geçerdik. Bir çeşit eğlenceydi bu.
Tramvayın yerini dolmuş, otobüs, troleybüs aldı, ama tram-
vayın bıraktığı boşluk o gün bugün sürdü.
"Asılmayalım garaja gider" diye yazardı taşıtların üsıün-
de. Ama tramvaya binmek kadar, asılmak, para ödemeden
bir yerden bir yere gitmek de ayn bir eğlenceydi. Epey teh-
likeli bir eğlence! Sokaklarda yaşları elliyi bulmuş, vücudu-
nun belden aşağısı kesik insanlara rastlarsanız bilin bunlar
tramvay kurbanlarıdır. Aşıldıkları kapıdan düşerek ray altın-
da kalmış talihsizlerdir. Üç kuruş otuz para vermemek için
yaşamlarına kıyan çocuklardır onlar...
Birkaç gün önce İstanbullular yeniden tramvaya kavuştu.
Gerçi kısacık bir yol. TüneTden Taksim'e kadar. Değişik bir
renk kattı Beyoğlu'na, İstiklâl caddesi kentin ilginç bir yerı
haline geldi. Ama ben tramvay raylarının daha ötelere uzan-
masını,Şişliye,Levent'ekadargitmesiniisterim. Eminönü'n-
den Edirnekapı'ya, Topkapı'ya, daha da ötelere uzanması-
nı... O kadar zor bir iş değil! Yalnızca caddelerin bir köşesi-
ne ray döşersin olur biter. Kentin trafık sıkışıklığı, yetersizli-
ği de hızlı yoldan önlenmiş olur.
1960 tan beri yineleriz. Istanbul'a metro gerekiyor diye.
Otuz yıldan beri metro işi sürdürülseydi bugün İstanbul'un
dört bir yanına yer altından gidip gelebilecektik. Sabahlan
akşamları görüyoruz, yollar özel araçlarla dolu. Bir otomo-
bil hastalığı sardırdılar insanların başına! Herkes ayağını yer-
den kesmeliymiş! Nasıl? Bir otomobil alarak. Yollar yeter-
siz, ama taşrt sayısı günden güne artıyor. Gün gelecek bir
yerden bir yere gidilemeyecek...
Fenerbahçe'nin Alman kalecisi Schumacher bile bakın ne
demiş:
"İstanbullular, bir gün bu kenrte adım atacak yer bulama-
yacaksınız, diyorlarmış, galiba o gün getmiş. Ama bence bu-
nun sorumlusu bugünkü yöneticiter değil. İstanbul'un bir gün
on milyonun üstüne çıkacağını bilmeyen ve onun hesabını
yapmayan yöneticiler olmalı."
İstanbul bugün on; ama beş attı yıl sonra on beş milyon
criacak. Kent hem yaygınlaşıyor, hem de dikine büyüyor. Tam
bir çıkmaza doğru gidiyoruz. Buna belediye ne yapsın, be-
lediye başkanı nasıl çare bulsun? Geleceği görmeyi öğre-
nemezsek, bilemezsek her işimiz çıkmaza gider. Hiç değil-
se Tünel-Taksim tramvay hattı bir örnek olsun. Başka semt-
lere de tramvay işletmek olanağı düşünülsün. Hiç değilse
yıllardır diilerde, hayallerde gezen metro gerçekleştirilene
kadar.
BİR AÇIKLAMA
İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü'nden gönderilen bir açık-
lamayı okurlanma sunuyorum:
"Yazarlarmızdan Sayın Oktay Akbal'ın gazetenizin
3.12.1990 günlü nüshasında "Evet-Hayır" köşesinde yayın-
lanan 'Güncel Soruniar' başlıklı yazısının bir bölümünde Or.
iffet Onur İlkokulu Öğretmeni Mahmut Cebeci imzası ile yer
alan mektup metninde belirtilen olay Müdürlüğümüzce in-
celenmiştir.
inceleme sonucunda; Eğitim-iş Sendikası temsilcileri ol-
duklarını söyleyen Dr. İffet Onur İlkokulu Öğretmeni Mah-
mut Cebeci ile Yenimahalle İlkokulu Öğretmeni Kasım Şe-
ner'in 8.10.1990 günü Küçükçekmece Lisesine giderek Okul
Müdürü ile görüşeçeklerini belirterek içeri girdikleri, fakat Mü-
düre uğramadan Öğretmenler Odasına gidip sendikalarının
dergi, broşür ve üye kayıt fişlerini bırakıp çıktıkları, daha son-
ra Okul Müdürünün adı geçen Öğretmenleri çağırtarak sen-
dika hakkında yorum yapmadan niçin izin almadıklarını sor-
duğu, onların da yasal olduğu için gerek duymadıklarını be-
lirttikleri, Okul Müdürünün okulda izinsiz faaliyet gösterdik-
leri için şikâyette bulunduğu, kendilerine hakarette bulun-
madığı tesbit edilmiştir. Kamuoyunun aydınlatılmasını say-
gıyia rica ederim."
Imrah Cezaevi^ne kıymayın!
tmralı, ulusça övüneceğimiz, belli başlı sosyal bir kurumdu.
Imralı'nın ünü bütün dünyaya yayılmıştı.
İBRAHİM SAFFET OMAY Eski İmrah Cezaevi Müdürü
Gazetelerden (22.11.1990 günlü) öğreniyo-
ruz ki Adalet Bakanı Sayın Oltan Sungur-
lu, Ankara'daki Hâkim Evi'nde gazetecile-
re verdiği akşam yemeğinde, cezaevlerinin
özelleştirilmesi konusuna işletmecilik açısın-
dan baktıklanna değindikten sonra tmralı
Cezaevi'ni kötü örnek olarak vermiş. 400 ci-
varında hükumlünün bulunduğu bu ceza-
evinde ne bakım ne temizlik bulunduğunu
ifade ederek "Burada kalan mahkûmlar bir
şey öğrenmiyorlar, her türlü masrafı devlet
ödüyor, zarar da ediyor. Mahkûmlar çalı-
şıp bir şeyler öğrenseler, çıktıklannda bir sa-
nat sahibi olsalar fena mı olur? Ankara Yan
Açık Cezaevi'nde vaptığımın İmrah Ceza-
evi'nde niye yapmayahm?" demiş, cezaev-
lerinin özelleştirilmesi konusuna da tanın-
mış bir işadamımızın talip olduğunu söyle-
miş.
Gazetede bu satırlan okuduğum zaman
böylesine çarpık bir düşünceye nasıl anlam
vereceğimi şaşırdım. Bir zamanlar örnek in-
faz müessesesi olarak dünyanm ilgisini çe-
ken tmralı Cezaevi'nin hem de Adalet Ba-
kanı'nın ağzı ile bugün bu halde oluşuna ve
özellikle hükumlünün emeğinin bir tür pa-
zarlama konusu yapılmasma içim yandı.
İstanbul savcı yardımcıhğım sırasında yet-
kili müdür olarak Imralı'da 5 yıl görev yap-
tım. 40 yıl öncesinden bugüne Imralı'nın
çok daha mükemmelleşmiş bir infaz mües-
sesesi olarak geliştiğini Sayın Adalet Baka-
nı'ndan işitmek yerine gazetelerden yuka-
rıdaki satırları okumak, gerçekten hüzün
vericidir. O zamanki tmrah'yı övücü gaze-
teler, dergiler, makaleler, kitaplar, röportaj-
lar, resmi belgeler ve bu bakanlığın övün-
cüne vesile veren takdirkârlıklar klasörler
dolusudur. Birkaç sayfalık bir >uzı çerçeve-
sinde onlardan ahntılar yapamadığım için
üzgünüm. Kaldı ki gerek olmadığını da dü-
şünebüiyorum.
Dünyaya örnek cezaevidir o!
Şimdi çok özet olarak o zamanki İmra-
lı'yı anlatmaya çalışacağım.
İmralı Cezaevi iş esası üz-jrine kurulu, dö-
ner sermaye ile ve devlete >1ik olmadan ça-
lışan müstesna bir infaz müessesesi idi. Hü-
kümlü kadrosu 1200 idi.
Garnizon teşkilatı: İdare binası, okul, 25
yatakh revir, mescit, konukevi, zengin bir
kitaplık, müdür ve memur lojmanları, hü-
kümlü yatakhaneleri, mutfak ve yemekha-
neler, ambarlar, yel değirmeni, muhtelif
atölye binalan, kantin, memur İokali, hü-
kümlü İokali, ziyaret salonu, sinema, kon-
ferans salonu, hamam, fınn, elektrik ve te-
lefon santralları, 500 büyük ve küçükbaş
hayvan ahırlan, kümesler, spor sahalan, çi-
çek parklan, kara ve deniz yapım ve ona-
rım işlerini de içine alan iskele ve liman te-
sisleri, kayıkhane, büyük plaj, içme suyu te-
sisleri vb.
Yüzölçümü 953 hektar olan adada iş esası
bakımından genellikle: a- Meyve ve geniş öl-
çüde bağcılık, özellikle tmralı tipi soğancı-
lık, b- Zeytincilik ve mandırayı da kapsa-
yan tanm işleri, c- Hayvancılık, ç- Balıkçı-
hk, d- Dokumacıhk, e- Terzilik, f- Kundu-
racılık, g- Demircilik, ğ- Tenekecilik atöl-
yeleri, h- Mobilya ve marangoz işleri atöl-
yesi, ı- Trikotajı da içine alan çorap atölye-
si, i- Çiçekçilik (özellikle karanfil türleri
yetiştiriciliği), j - tnşaat ekibi, k- Iç hizmet-
ler.
Günlük yaşayış ise şöyle idi: Uyanıştan
yatma zamanına kadar ve bando eşliğinde
bayrak törenlerinden sonra yıllık iş progra-
mı gereğince başta iş olmak üzere okulda
dersler, konferanslaf verilir; pazar geceleri
yararlı fılmler gösterilir ya da temsiller, kon-
serler verdirilir; tatil günlerinde güreş, fut-
bol, voleybol, yüzme gibi değişik spor ha-
reketleri ve eğlenceler düzenlenirdi.
Ulusal ve dinsel bayramlarda, bayramın
türüne göre törenler yapılırdı.
Döner sermayeyle çalışan kuruluşta, hü-
küınlü üretken hale getîrîlîr, devlete yük ol-
mazdı. Kendi emeği ile geçinirdi. Bu suret-
le kuruluş da zarar etmezdi. İstanbul'da Mı-
sır Çarşısı'nda 2 satış mağazası da vardı.
Tüm işkollanndaki başanlı ve verimli ça-
hşmalar her alanda kuruluşun çapını güç-
lendirici katkılar sağlardı. örneğin tümU
hükümlülerden müteşekkil güçlü inşaat eki-
bi, kuruluşun tüm yerleşim birimlerini dı-
şardan hiçbir yardım almaksızın kendisi
yapmıştır. Aynca Adalet Bakanhğı'nın iş-
verenliğiyle Eşme, Safranbolu, Edirne'deki
Yanıkkışla kapalı cezaevlerini bakanlıkça
hanrlanan projelerine göre oluşturmuş, yine
Edirne'de Dertli Mustafa Bey Çiftliği'ni İm-
ralı'nın bir tür şubesi olarak açık zirai ce-
zaevi halinde kurmuştur. Kısacası İmrah
kuruluşu, devlete yük olmadan kendi yağı
ile kavrulurdu.
İmralı'da cezaevlerine personel yetiştir-
mek için lise mezunlarından alman gençle-
re kurslar açılmıştır. Bunlara ceza ve tutukhı
evlerinin yönetimleriyle ilgili mevzuatın ya-
nında ceza hukuku, kriminoloji, infaz hu-
kuku gibi önemli dersler de okutulmuştur.
Bu gençler genellikle meslekte başanlı ol-
muşlardır. Aralannda önemli kuruluşlara
müdür olarak atananlar ve mesleğin ileri ka-
demelerinde yer alanlar vardır.
Kurumlaşmış olan bu kuruluşta olduk-
ça büyük bir teksir makinesi ile tmralı adlı
haftalık bir de gazete yayımlanırdı. Bu ga-
zetede öğüt verici ve eğitici yazılann yanın-
da hükümlülerin yazıları ve şiirleri de ya-
yımlanırdı.
Evvelce îmralı'ya kadın ziyaretçi kabul
edilmezdi. Hükümlülerle aramızda mesafe-
li, fakat karşılıklı sevgiye dayanan ilişkile-
rimizde kendilerine güvenilebilecek bir aşa-
maya geündiğine inanarak yıllardan beri ka-
dın görmemiş hükümlülerin bulunduğu İm-
ralı'ya önce eşimi ve kızlanmı getirdim. Ba-
na baba diyen mahkûmlaı, aralannda ra-
hatça dolaşan ve hatırlarını soran eşime de
anne diyorlardı. Küçük yaştaki kızlanma da
şefkatle davranıyorlardı.
Daha sonra komıyu esastan halletmeye
karar verdik. Hükümlülerin form doldura-
rak davet edecekleri (eş, ana, baba, kardeş
ve yakın akraba) aile bireyleriyle baş başa
konuşabilmeleri için büyük bir salon hazır-
ladık. Tümü tmralı üninü olan eşyalarla dö-
şedik. Ressam hükümlülerin yaptığı tablo-
İarla süsledik ve kadm ziyaretçilere İmralı-
nın kapılarını açtık. Haftanm belli günle-
rinde Mudanya'ya geçen vapurlarla gelen zi-
yaretçiler, bu lokalde masalannda vapurun
dönüşüne kadar 5 saat baş başa sohbet
ederlerdi.
tmralı bir okuldu. İmrah ulusça övüne-
ceğimiz, belli başlı sosyal bir kurumdu. Im-
rah'nın ünü bütün dünyaya yayılmıştı.
Adada devletin silahlı kuvveti olarak 1
onbaşı ile 8-10 kişilik bir jandarma karakolu
vardı. Bunlann görevi, İstanbul ve Mudan-
ya'ya gidecek-gelecek mahkûmlan, hasta-
nelere ve adliyelere kelepçesiz.getirip götür-
mek ve adada sabah ve akşam yapılan bay-
rak törenlerine katılmak idi. Bu jandarma-
lar geceleri karakolun kapılarını kapatarak
yatarlardı. Ama hükümlülerin yatakhane-
leri hep açık kalırdı.
Adayı ziyaret eden ve kaldıklan 3 gün sü-
reyle türlü incelemeler yapan bir tngiliz kül-
tur heyeti, hazrrladığı raporda, "Geceleri
hapishanenin kapısı ardına kadar açık, ona
mukabil jandarmaların kapısı kapalı idiv
Dünyanm hiçbir hapishanesinde mahkûmla-*
nn kapısı açık, jandarmanınki kapalı değil-
dir. Burada mahkûma çok itimat edüiyor.
Sahilde sandallar ve bizzat mahkûmlar ta-
rafmdan idare edilen motorlar var" demiş-
tir.
lngüizler, raporlannda bunun gibi bir ha-
pishanenin tskoçya sahillerindeki bazı ada-
İarda da kurulabileceğini tasarladıklannı
söylemiş ve îmrah'daki infaz sistemine Türk
yöntemi demişlerdir. Türklerin bu başarı-
sından bütün dünyanm örnek alması gerek-
tiğini söylemişlerdir.
Yazımın burasında 3 yabancının müesse-
senin hatıra defterine yazdığı 3 tümceyi al-
mak istiyorum: "Yalnız Türkiye değil, bü-
tün dünya için ktymetii muazzam bir
başan" I. Hovvlandshavv-Amerikan Sefa-
reti Müsteşan", "Hasta ve mustarip ruhla-
rın ledavisi için ne mükemmel bir yer" Do-
nald E. Webster-Amerikan Sefareti Kültür
Ataşesi, "Biz İngilizler de bu büyük işi ör-
nek almakta pek isabet etmiş olurduk" F.
Luder Morgan M. E. - Demir Çelik Fabri-
kaları Emniyet Müşaviri.
Sonuç
Yanmuı burasında Adalet Bakanı'nın sö-
zünü ettiği cezaevlerinin iş bakımından
özelleştirilmesi fikrini kesinlikle doğru bul-
muyorum.
Hükümlü; işverenin elinde iş mevzuatı-
nın serbest işçiye tanıdığı haklardan yoksun
ucuz işçi olacaktır. Devlet olarak hükum-
lünün emeğinin bazı işverenlerce sömürtül-
mesine kesinlikle karşıyım. Benzeri biçim
1940'larda iktisadi devlet teşekküllerine (ki
bunlar 10 kadar idi) hükümlü işçi verilme-
si ile denenmiş, fakat zaman içinde infaz sis-
teminin sakatlandığı görülünce uygulama-
dan vazgeçilmiştir.
Kim ne derse desin hükümlü emeğinin
bazı işverenlere pazarlanmasma ve tama-
men sosyal bir kurum olan cezae\'lerinin in-
fazın gayesi bakımından perişan hale geti-
rilmesine, değil bu işin inceliğini kavrama-
mış kişilerin, devletin dahi hakkı olamaz.
Sayın Bakan, hükumlünün emeğinin bazı
işverenlerle pazarlık konusu yapılması ye-
rine ilk iş olarak İmrah'nm ve tüm infaz mü-
esseselerinin nabızlanmn düzeltilmesini sağ-
lasın.
Aynca üniversitelerimizin hukuk fakül-
telerinde ceza hukuku kürsüsünden ayn
olarak mutlaka bir infaz hukuku kürsüsü
kurulmasının çaresine baksın.
Sayın yazar Mustafa Ekmekçi'nin
27.11.1990 tarihli köşesinde Bakan'ın, "Ba-
kanhkta hiçbir şey yapamıyorum, Bakan-
lar Kurulu'na da sözüm geçmiyor, ne desem
aksini yapıyorlar" dediğini yazıyor. Bu du-
rumda Sayın Bakan, böylesine çırılçıplak
açıklamasından sonra ne diye istifa ederek
örnek bir politikacı kimliği vermiyor, doğ-
rusu şaşıyorum.
PENCERE
Almanya lise çıkışlı fıloloji öğrencisinden
ALMANCA ve tNGİLİZCE ders verilir.
136 08 86
KAMUOYUNA
Zonguldak'ta maden işçilerinin ekmek, barış ve demokrasi
için sürdürdükleri haklı ve onurlu mücadeleyi
destekliyoruz.
3 Ocak 1991'de maden işçilerinin onurlu grevıne destek
vermek amacıyla Türkiye genelinde yapılacak olan 1
günlük işi bırakma eylemine TMMOB bünyesindeki leknik
elemanlarm tümünü destek vermeye çağınyoruz.
İnş.Müh.Odası D.Bakır Şb.Bşk. M. RECEP ÇETİN,
Ziraat Müh. Odası O.Bakır Sb.Y.Kur. üyesi REFİK
KARAKOÇ, Makine Müh.Odası D.Bakır Bölge
Tem. SALİH GÜNESTEKİN. Elektrik Müh.Odası
D.Bakır Bölge Tem. YUSUF K. IŞIK. Mimarlar
Odası D.Bakır İt Tem. RAMAZAN ZEYBEK
TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLER
İNSANDIR!
2000li yıllara adımlanmızın yaklaştığı ve Çağdaşlığımız (I) ile övûn-
diiğümûz bu günlerde. tutuklu ve rıükümlülerin zaten çok sınırlı olan açık
görüş haklan ellerinden alınmaya çalışılmaktadır
İnsanların umutlarından, gülüşlehnden. sevgilerinden çalınarak ada-
let dağıtılamaz. Demokrasi "Bey bilir düzeni değil, kişilerin ve kuumla-
rın konumları ve yerleri ne olursa olsun haklarının eşit alarak goz^tildiği
bir düzendir." Yargılamanın işlevıni bugün idah kadrolar ellerinde tut-
maya çalışarak ve kendileri belirleyerek mahkemece ceza verilen kişi-
leri ikinci kez cezalandırma yoluna gitmektedirter. Unutulmasın ki
cezaevlerinde uygulanmak istenen GENELGE ne demokrasiye, ne ce-
zalandırmaya ve ne de çağdaşlığa sığmaz. Bunlan uygulayıcılara be-
nimsetmek için onların cezaevinde tutuklu veya hükümlü mü olması
gerekir? Yoksa tutuklu ve hükümlûler insan olarak görülmüyorlar mı?
İNSAN HAKLARI DERNEĞI
BURSA ŞUBESİ
OturtmaL
Saçı sakalı ağarmış Türk-İş zahmetkeşanı Şevket Yılmaz
en sonunda ağzını açıp:
"Ben" demiş "Bugün evde oturacağım."
Hayrola?
Takvime baktım:
3 Ocak 1991...
Başkanın bir rahatsızlığı mı var? Romatizmaları mı tuttu?
Nezle mi oldu? Gribe mi yakalandı? Havalar da öyle biçim-
siz ki sormayın. Körfez'den esen rüzgârlar, bir sam yeli, bir
lodoslama, bir bodoslamaya dönüşüyor. Palamarları iskele
babasına bağlı siyasal iktıdarımız da her gün hava raporları-
na kulağını dikmiş, kendisini oyalıyor; gemisinin çoktan ka-
raya oturduğunu bılmiyor.
Ne demişti ünlü biri:
— Hiç tasalanmayın Türkiye karaya oturmuş bir gemidir,
bunun için batmaz!..
Şevket Yılmaz sendikacılık yaşamında başkanlık koKuğurv
da otura otura zaten solmuş, sararmıştı; ama, bu kez otur-
ması bir başka anlam taşıyor, çünkü şapa oturacağına evde
oturması iyidir. Türk-İş çoktan beri kuluçkaya oturduğu için
yumurta tavına gelmişti; civciv sonunda kabuğu kırdı; Baba
Şevket de emekçilere tarihsel önerisini yaptı:
— Oturalım!..
Biz böyleyiz, yürüyeceğimize otururuz...
Neye otururuz?
Pahalıya otururuz...
Sofraya otururuz...
Mideye otururuz...
Peki, bu kez neye oturuyoruz? Hiç canım, güzel güzel ev-
de oturacağız; Tekgıda-İş Sendikası Genel Başkanı Orhar
Balta da kendine göre akıl veriyor:
'— Ekmeğinizi dünden alın, bugün oturun!.."
Oh yahu, evde ayaklarınızı uzatıp oturun, hanırrv kahvey
yapıp getirsin, köpüklü olsun, bir yudum alın, sigarayi yakın;
oturmaktan güzel şey var mı!.. Hepimiz bayılırız oturmaya..
— Dün kayınvaldeye gittik...
— Niçin?
— Oturmak için...
Hepimiz bir yerde otururuz, kimi İstanbul'da, kimi Diyar
bakır'da, kimi kasabada, kimi kenrte, kimi apartmanda, kim
gecekonduda oturuyor; bugün herkes otursun oturduğu yer
de...
Oturup da ne olacak?
Hiiiç!...
Bir şey olacağı yok; ama, kimileri evinde oturacak diye ki
mileri de diken üstünde oturuyor.
Kimi de kızıyor:
— Evde oturmak suçtur!..
Allah Allah!... Yürürsün suç, oturursun suç, yemek ister
sin suç, yemek yemezsin suç...
Bizim şu Türkiye ne duruma düştü? Evde oturmak suçı
diye bir suç icat ettik.
Kimisi de oturtma meraklısı olup çıktı. Oturtma güzel bi
yemektir; patlıcan, kabak, patates gibi sebzeler önce yuvar
lak dilimlerle doğranır; sonra kızartılır; üzerine kavrulmuş kr>
ma, soğan ve domates konur; suyu, yağı katılır; fınna verilir
pişti mi tadına doyum olmaz.
Bizim içimizde oturtmaya bayılan çoktur; ama insanı yeri
ne oturtmanın keyfine diyecek yoktur.
Bilmem ki bugün laf yerine oturdu mu?
Oturtma yapmak evde oturmaktan daha güçtür; ama, ki
mi zaman evd3 oturmak da zorlaşıyor. Bu memlekette insa
na evinde bile rahat vermiyorlar canım...
AMttA
Dr. NACİYE
ERTEM ERUÇMAN
(23.1.1959 - 3.1.1990)
Zamansız gidişinin birinci yılı, bütün sıcaklığınla
yüreğimizdesin. özlemini her geçen gün daha derinden
hissediyoruz.
Her an seninle doluyuz. Kızın da seni hiç unutmadı.
Rahat uyu.
ANNEN-BABAN-KARDEŞLERİN
BAŞSAĞUĞI
Gümrük ve Tekel Bakanlığı eski Müfettişlerinden
ERKOL BASA'nın
ani vefatını üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayız.
Dost ve akrabalarına başsağlığı dileriz.
GÜMRÜK MÜFETTtŞLERt DERNEĞI
KAMUOYUNA
Ülkemiz, toplumun tüm kesimierinin etkilendiği bir bu-
nalım döneminden geçmektedir. Bu bunalımm nedeni, son
10yılın ekonomik-siyasi uygulamaları.ve ülkemizi hızlasa-
vaşa sürükleyen politikalardır. Son günlerde Zonguldak'ta
maden işçilerinin grevleri ile başlayan gelişmeler, bunalım
nedeni olan politikalara giderek yaygınlaşan bir toplumsal
direnişin göstergesidir. Bu gelişmeler sonucu Türk-İş, 3
Ocak günü tüm ışçilere ve çalışanlara işe gitmeme çağrı-
sında bulunmuştur. TTB. tümüyle haklı ve meşru gördüğü
bu çağrıyı; ülkedeki ekonomik-siyasi bunalıma, anti-
demokratik baskılara ve savaş çılgınlığına dur diyebilecek
önemli bir başlangıç olarak degerlendirmektedir. Bu çer-
çevede TTB, hekimlerin ve tüm çalışanların demokratik an-
lamda işçilerin coşkusunu paylaşmasını ve desteklemesh
ni gerekli görmektedir.
TTB 3 Ocak ve sonrasını, ülkemiz için toplumsal umut
günleri olarak görmektedir. Bu anlamda üzerine düşecek
tüm sorumluluklarını yerine getirecektir.
TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
MERKEZ KONSEYİ
Tüm çalışanların
3 ocak direnişini
destekliyoruz.
DEVRİMCİ YOL DAVALARt
TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLERİ ADINA
OĞUZHAN MÜFTÜOĞLU