02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 25 AĞUSTOS 1990 KfrRFEZ KRİZİ...KÖRFEZ KRİZİ... KÖRFEZ KRİZİ...KÖRFEZ KRİZİ... KÖI İran îslam Devrimi ve SSCB'nin Afganistan'ı işgaliyle bölgedeçıkarlan sarsılan ABD, yeniden kükremek istiyordıu Ortadoğu'da 'aslan' Amerika1979 yılı, ABD'nin dış politikasında önemli değişikliklere yol açtı. Ronald Reagan 'Amerika'yı yeniden büyük yapma' sözüyle iktidara gelerek Carter Doktrini'ne sahip çıktı. Savunma harcamaları arttırıldı, yeni silahlar ve çevik kuvvetin oluşturulmasıyla önemli adımlar atıldı. Türkiye, Ortadoğu'nun kucağmdaki bir 'Batı' ülkesi olarak oldukça zorlu anlar yaşadı. Ecevit ve Demirel hükümetleri döneminde NATO kapsamındaki toplantılara bizzat katılan Hava Orgeneral Şeref Uğur, 'Ortadoğu'yu NATO'nun hareket alanı içine sokmaya çalışan ABD'ye karşı Türkiye büyük mücadele vermişti' diyecekti. YASEMİN ÇONGAR ANKARA — 1979'un son yü- ları Amerikan dış politikasında önemli bir dönüm noktasıdır. "VI- elnam Savaşı Sendromu" diye de özetlenen psikolojinın Amerikan diplomasisine egemenliği yavaş yavaş zayıflamaktadır. 1980*li yıl- larda dünya pohtikasına damga- sını vTiracak olan Ronald Reagan, "Amerika'yı yeniden boyuk yapma" sözüyle işbaşına geldiğın- de, dışişlerinde gözettiğı öncelık- ler de bu psikolojik değişim süre- cinin bir sonucudur. 1979 İran Is- lam Devrimi ve aynı yıhn 27 ara-' lık günü Sovyet tanklanrun Afga- nistan'a girmesi, ABD'nin Orta- doğu'daki çıkarlarını halen etki- leyen iki gelişme. Bu gelişmeler, Washıngton'u yeni bir dış politi- ka doktrini olusturmaya yöneltti. Başkan Carter görevı bırakma- dan önce 23 Ocak 1980'de yaptı- ğı konuşmada şöyle dedi: "Tuhı- mumuzu açıkça ifade edeUm: Herhangi bir dış gucun Basra Kör- fezi bölgesinin denetimini elde et- meye yöDelmesi ABD'nin yaşam- sai çıkarianna mudahale sayıla- calttır ve böyle bir mudabaJe as- keri guç de dahil olmak uzere ge- rekli olan ber yolla geri püskür- liilecektir." Mesaj açıktır. Tarihe •Carter Doktrini' olarak geçecek yaklaşımın mantığına göre iran Şahı Rıza Pehlevi'nin devrilmesin- de istihbarat servislerinin de "hatası" sonucu tam olarak 80'li yıllann başı, ABD'nin yeni Ortadogu politikasına sahne oldu. Batı'nın petrol hattının konınması ve güvenlik agı iv ııı "çevık kuvvet'in oluşturulması. "gafll" avlanan ABD, Ortadogu^ da yeniden "kükreyen aslan" ola- caktı. Nitekim Ayerullah rejiminin İran bayrağından ındirdigı "asJan" simgesi, uzun süre ABD dış poli- tika kulislerinde, "Ortadogu sara- yının kapısındaki bekçimizi yi- tirdik" yollu esprilerin konusu ya- pıldı. Carter doktrininin oluşturul- ması süreci Washington açısından "sanah" oldu. Carter dış politi- ka konulannda deneyimsiz bir başkandı ve büyük ölçüde danış- manlarına dayanarak hareket edi- yordu. Bu danışmanlann başında gelen Cvnıs Vaace, Sovyetler Bir- liği ile detantı savunması, Tahran- la aradaki sorunların diyalog yo- luyla çozülmesini önermesi ile Washington'daki "genel havaya göre ılımh" bir politikacıydı. Car- ter'ın 23 ocak konuşmasını büyük ölçüde Vance hazırladı, ancak da- ha sonra konuşmadaki, "Sovyet- ler Birligi referaaslan" ve "detanl" sözcükleri bir bir ayık- landı. 4 Kasım 1979'da tran Dev- rim Muhafızlan'run 53 Amerika- lıyı rehin almasıyla başlayan kriz sırasında Carter'ın başarısızlıkla sonuçlanan bir askeri kurtarma operasyonu düzenlemesine karşı çıkan Vance, 21 Nisan 1980'de is- tifa etti. Sonuçta gerek sunuluşu gerek uygularuşıyla Carter doktri- ni, Ulusal Güvenlik Daıuşmanı Zbigniew Brzezinski ve Savunma Bakanı Harold Brown gibi "Şa- hinler"in görüşlerini yansıttı. Nitekim Carter doktrininde so- zu edilen "dış güç", Sovyetler Bir- liği'nden başkası değildi ve Was- hington'un Ortadoğu'da SSCB'ye karşı askeri güç kullanabileceğinin ilanı, ıki ulke arasındaki detant sürecine darbe indirmekle kalmı- yor, "bir Afganistan bir İran da- ha olmayacak" raesajını da içeri- yordu. Bu doktrin Ingütere'de mu- hafazakâr hükümet dışında Batı Avnıpa yönetımlerinin büyük bo- lümu tarafından eleştirilere hedef oldu. Fransa Dışisleri Bakanı Mic- hel Jobert, bu eİeştirilerin dayana- ğını şöyle açıklıyordu: "Carter'ın yeni Basra Korfezi stratejisi, Was- hington'da Baülı müttefıklerin sı- nırlı katılımı ile ya da hiç katılı- raı olmaksızın verilen önemli ka- rarlar dizisinin son örneğidır!' Sovyet tehdidi argumanının en çok desteklendiği ülkelerden biri ise Turkjye oldu. İran ve Afganis- tan'ın Washington gözünde "yiti- rilmesi"yle birden ön plana çıkan Türkiye'nin, ABD ile ikili savun- ma işbirliği anlaşmalan çerçeve- sindeki yükümlutükleri giderek artan biçimde, "NATO'nnn görev alam dışıodaki askeri girişimlerie" bağlantilı tartışmalann konusunu oluşturdu. Türkiye, Ortadoğu'nun kuca- ğındaki bir "Batı" ülkesi olarak gözetmesi gereken ince dengeyi sarsmamakta oldukça zorlandığı anlar yaşadı. Ecevit ve Demirel hükümetleri döneminde NATO kapsamındaki toplantılara bizzat katılan Hava Korgeneral Şeref Uğur'un sözlenyle, "Ortadogu'ya, NATO'nun hareket alanı içine sokmaya çalışan ABD'ye karşı Türkiye buyuk mücadele vermiş- ti..." Reagan yönetimi, Carter dok- trinine sahip çıkarak bunu uygu- lamaya koyduğunda dört hedefe öncelik vermek zorundaydı: 1) Or- tadoğu'daki tehdit ya da tehditle- rin doğru belirlenmesi, 2) Batılı müttefiklerin bu arada Japonya- nın da bu doktrinin uygulanma- sında işbirliği ve katkısının sağlan- ması, 3) Ortadogu ulkeleri arasın- da Carter doktrininin desteklen- mesi için uygun bir zemin yaratıl- ması, 4) Amerikan askeri gücünttn Ortadoğu'va sokulması. Dışışleri Bakanı Akxander Ha- ig, 1981 başında Ortadogu gezisi- ne çıktığında aklında bu hedefler vardı. Haig'in gezi izlenimlerine yer veren 13 Nisan 1981 tarihli Newsweek'de Reagan yönetiminin Ortadoğu'dakı iki temel amacın- dan şöyle soz ediliyordu: "Basra Korfezi bölgesinde Batı'nın petrol hattının konınması ve Ortadoğu- da lsrail ve bazı Arap ulkelerini içerecek şekilde, ABD'nin eşgudii- mnnde bir güvenlik agı oluşturul- ması..." öncelikli dört hedef ile bu iki amaç birleşince Washington'un politikasını yaşama geçirmek için ıki ayrı koldan yoğun bir hazırhk yapması gerekti: Diplomatik yol- lardan, özellikle NATO kapsamın- da Caner doktrinin kabul gör- mesi için sonucu büyük ölçüde başarısız olan bir atak başlatıldı. tkinci kol olan askeri alanda ise savunma harcamalarunn artması, yeni silahlar ve Çevik Kuvvet'in oluşturulmasıyla önemli adımlar atıldı. ABD'nin NATO'daki müttefik- leriru iknada zorlanmasında Fran- sa'da 1981 yılında başa geçen François Mitterrand'ın etkisi bu- yuk oldu. Carter doktrininin açık- lanmasından on sekiz ay sonra NATO genelkurmay başkanları Bruksel'de ittifakın çokuluslu bir guç aracıhğıyla Basra Körfezi'ne mudahaleden uzak durması ge- rektiği, ancak isteyen hukümetle- rin bu bölgedeki askeri harekât- lar için ABD ile işbirliği yapabi- leceği karara bağlandı. Avrupalı müttefiklerin buyük bölümü, böl- gedeki istikrarsızlığın Sovyetler Birliği'nin girişımlerinden çok, Arap-îsrail çatışmasından kay- naklandığı görüşündeydi. Çevik Kuvvet, Dışişleri Bakanı Haig'in "Ortndogtı'ya uzaülması- nı öngördugu askeri gucnn" so- mutlanmasıydı. İran devrimi ve Afganistan'ın işgali sonrasmda tran-Irak savaşının da başlamasıy- la Ortadoğu'da ABD çıkarlan açı- sından tam bir güç boşluğu doğ- muştu. ABD Senatosu Dışilişkiler Komitesı'nce Demokrat Josepta Biden'in 1981 nisamnda "çevik knvvet" üzerine yaptığı konuşma- nın şu cumleleri dikkat çekiciydi: "Şah'ın düşiışünden çıkannamız gereken ders, gelişmiş askeri do- nanımımızın istikrarsız rejitnlerin eline teslim edilmemesidir. Bir yö- netim degişimi ya da yeni bir böl- gesel savaşın çıkması hem perso- nelimizi hem de politikamızı kap- tırmamıza neden olabilir." llk planlara göre Çev ik Kuvvet ordu- nun bütun birimlerinden seçilecek 150 bin ile 200 bin askerden olu- şacak. Bu askerler ABD'de NA- TO alanında, Basra Körfez bölge- sinde, Hint Okyanusu'ndaki Die- go Garcia, Guam ve diğer Pasifik üslerine kadar uzanan geniş bir kuşakta konuşlandırüacaku. 1980'li yülar Körfez bölgesinin ABD dış politikasındaki en önem- h unsur haline gelmesine tanık ol- du. Alfred VVohlstetter kendi adıy- la anılan doktrinınde, NATO'nun güney kanadının 20. yuzyılın ye- ni "Fuldo boşluğu" haline geldi- ğini öne sürerek Varşova Paktı'nın Körfez'e saldırmasımn maliyetinin Orta Avrupa'ya saldırmasından daha yuksek olacağını belirtiyor- du. Doktrinin önemli bir yonü de Türkiye'nin topraklarındaki üsler ve stratejik konumu gereği. Kör- fez petrolüne yönelik politikanın vazgeçilmez bir parçası olduğu- nun ortaya konmasıydı. Ufuk Guldemir'in "Çevik Knv- vet'in Golgesinde" kıtabında de- dıği gibi 1980'lerin başından itiba- ren "Kuzey İslam Kuşagı ile iliş- kileri teşvik eden, Körfez ulkeleri ile askeri bağlantılar yapılmasını sağlayan ve Turkiye'ye askeri yar- dıra veren Batılı dostlannın kafa- suıdaki misyon da Türkiye'nin SOB tahlilde Batı'nın Körfez menfaaf- lerinin konıyucesu olmasıydı." 1980'ler VVashington'un Orta- doğu'daki ımajı açısından hiç de olumlu ohnayan iki deneyimle so- na erdi: 15 Nisan 1986'da ABpı nin tngiltere'deki NATO uslerin- den kaldırdığı F-111'lerle Libya'yı bombalatması ve "trangate" ola- rak tarihe geçecek olan Körfez sa- vaşı sırasında tran'a gizlice yapı- lan ve geliri nikaragua'daki Cont- ralara yardımda kullanılan Ame- rikan silah satışı. "Irangate"in tartışması, 1988'deki ateşkes ve sonrasında Doğu Avrupa'yı kasıp kavuran'de- gişim ruzfârlanyla unutuldu. Kör- fez krizi, bu kez 1990'da Irak'ın Kuveyt'e müdahalesiyle beklenme- dik bir anda beklenmedik boyut- larda ortaya çıktı. Türkiye'mn, ABD'nin Körfez politikalannda- ki en onemlı yerı gene on planda. BITTİ Amerikan TemsilcilerMeclisiüyesiLeeHamilton, Körfez'dekiAmerikan varhğını dergisine değerlendirdi: Ortadogu haritası kesinlikle değişecekDış Haberier Servisi — Amerikan Temsil- ciler Meclisi'nin 59 yaşındaki milletvekili Lee Hamilton aynı zamanda Avrupa ve Ortado- gu Alt Komisyonu'nun başkanı, Aşağıda Al- man haftalık "Der Spiegel" dergisinin Lee Hamilton ile Kuve>1 bunalımı üzerine yaptı- ğı söyleşiden bölümler sunuyoruz: — Sayın Hamilton, George Bush Ameri- kan birliklerini Suudi Arabistan'a göndererek başkanlığının en riskli karannı verdi. Üstun- lüğunu koruyacağından ve Saddam Hüseyin'- in yenilgiye uğrayacağından emin misiniz? — Amenkan birliklennın Ortadogu'ya gön- derilmesi Bush'un başkanlığı için bir anahtar olay. Bu kararın başarıya ulaşması pek çok şeyi belirleyecek. Bu sıralar hiç kirnse Bush'- un başarılı olup olamayacağını bilemez. Ön- celikle de "başandan" ne anlamak gerekti- ğini açıklamak gerek. — Başkan, Saddam Hiiseyin'i Kuveyt'ten kovacagını söyledi. — Koşulsuz bir geri çekilişin mümkün olup olamayacağını bekleyip göreceğiz. Boyle ol- masını umuyoruz tabii ki. — Diplomatik çözüm olasılığı halen var mı? — Bu konu hakkında Başkan henüz kesin bir açıklama yapmadı. Ekonomik ambargo ve ablukanın Saddam Hüseyin'i geri çekilmek zorunda bırakacağına inanıyor. Ama eğer geri çekilmezse ne olacak? Böylesine bir ölü nok- tayı aşabilmek için Beyaz Saray, krizi çözmek amacıyla diplomatik adımlar atmalı. — Bu nasıl bir diplomasi olabilir? — Hedeflerimizi saptarken Başkan çok il- gi çekici bir cümle söyledi. Kuveyt'de yasal bir hükümetin işbaşına gelmesini talep etti. Anlaşılan bununla, resmi Emirliğin yeniden kurulmasını kastetmiyordu. — Siz, Emir olmaksızın ozgıir secimleıie yasal bir hukumetin kurulabileceğini mi soy- luyorsunuz? — Evet, kanımca şu sıralarda Emirliği res- tore etmek çok guç. — Ancak şu ana dek Bush pek odün ver- meye yanaşmıyor. Yapbnmlara ve askeri güce dayanıyor. — Askeri guç-önemli ve şu koşullarda da yerinde, ama bununla sorun çözumlenmıyor. Bu nedenle de askeri tehdidin yanı sıra dipio- matik teşvike de ihtiyacımız var. Pek çok Amerikalınm Körfez'deki müdahalenin neden gerekli olduğu konusunda net bir fikri yok. Demokrasiden ötürü orada olmadığımız açık. Suudi Arabistan ya da Kuveyt'i demokratik ülkeler olarak tanımlamak mümkün değil. Körfez'e müdahalemiz çok daha gündelik bir nedenden kaynaklamyor: Para, petrol ve bunları kimin denetlediği. Biz tabii ki bir saldırgana haddini bildirmek de istiyoruz. Saddam'ın ses tonu gerçekten de Arap dünyasında yankı buluyor. Zenginleri ve yoksulları birbirine karşı kışkırtıyor. Üstelik İsrail'i de işin içine çekmeye çalışarak Arapların İsrail'e karşı kutsal savaşlarımn propagandasına yasal bir temel anyor. Her ikisi de Arap dünyasında muazzam bir yankı buluyor ve ABD için çeşitli tehlikeleri beraberinde getiriyor. Bu nedenle yalnızca Avrupa'daki dostlarımızm ve dünya kamuoyunun değil, bazı Arap ülkelerinin de bizden yana olmaları son derece önemli. — Amerikan birliklerinin hiçbir şey yap- maksızın uzun sure Suudi Arabistan çöllerinde bulunmalan Saddam Hiiseyin'in işine yarar- dı, değU mi? — Uzun sureli kalmanın riskli olduğu red- dedilemez. Böyle bir durumda her şey, bizim uluslararası anlaşmayı ayakta tutup tutama- yacağımıza ve Amerikan halkının zamansal olarak sırursız bir angajmanı destekleyip des- teklemeyeceğine bağlı olacak. Şu sıralar halk, Başkanın arkasında; her ne kadar biraz hu- zursuzluk duysa da. Bu huzursuzluk, birlik- lerin görevınin, örneğin I983'te Lübnan da ol- duğu gibi belırsizleşmesiyle buyuyecektir. — Bu, nızla bir askeri çozüm bulrna bas- kısını arttırmıyor mu? — Amerika Birleşik Devletleri'nin öncelikle silaha sarılıp Kuveyt'e gıreceklerine inanmı- yorum. Ateş edilip edilmeyeceği Saddam Hu- seyin'e bağlı olacak. — Saddam Huseyin kimvasal silahlar kul- lanırsa Başkan hangi misilleme onlemlerine başvuracak? — Başkan bunu açıkça ifade etti: Biz mut- laka kimyasal silahlara aynı şekilde cevap ver- meyebüirız, ama reaksiyonumuz son derece sert olacak. Kimyasal silahlarla gerçekleştiri- lecek bir Irak saldmsı Amerikan halkını de- rinden sarsar. Bu durumda gerek Kongre ge- rek halk Başkan'ın karşı önlemlerini tümuy- le destekleyecektir. — Amerika'da, Amerikan birliklerinin Or- tadogu'ya gönderilmesi yaygın bir şekilde onaylanıyor. Vietnam'daki Amerikan yenil- gisinin kâbusu aşıldı mı? — Evet, sanırım. Vietnam sendromunu aş- tık. Amerikalılar, askeri guçlerinin kullanımı- nı, haklıhğına inandıklan surece desteklıyor- lar. —Bu durum, Suudi Arabistan'da uzun vade- de agır kayıplar verilseydi dejişir miydi? — Kamuoyu araştırmaları şu sıralar. Ame- rikan vatandaşlarının yuzde 80'inin Ortado- ğu'daki askeri mudahaleyı onayladığını gos- teriyor. Ancak bu, şu anlama geliyor: Halk Başkan'ın arkasında, mudahale, hava bombar- dımanlan ya da savaş gemilerinden sahile ateş açmakla sınırlı olduğu surefe. Sanırım, onlar yalnızca kayıp olmadığı surece bu mudahâle- den yanalar. Birlıklerımizin aır kayıplar ver- mesi durumunda, onaylayan kişilerin oranı- nın hızla duşeceğinden eminım. — Kaddafi ya da Noriega'ya karşı askeri eylemler, geçmişte bep yurtsever patlamala- ra yol açtı. Bu kez bundan pek fazla bir şey hissedilmiyor. Neden? — Genel onaya rağmen huzursuzluk da yok değil. Pek çok Amerikalf nın Körfez'deki mü- dahalenin neden gerekli olduğu konusunda net bir fikri yok. Demokrasiden oturu orada olmadığımız açık. Suudi Arabistan ya da Ku- vet'i, demokratik ulkeler olarak tanımlamak mümkün değil. Körfez'e müdahalemiz çok daha gunluk bir nedenden kaynaklaruyor: Pa- ra ve petrol ve bunları kimin denetlediği. Biz tabii ki bir saldırgana haddini de bildirmek istiyoruz. — Geçen hafta bunu Başkan Bush çok da- ha dramatik bir şekilde ortaya koydu. "Öz- gurluğumuzün yok edıldiği" konusunda uyar- dı. — Kanımca Başkan hedefimizin ne oldu- ğu, ne kadar sure Körfez'de kalacağımız ve hangı koşullarda bırliklerimizi geri çekeceğ]- miz sorularına halen bir yanıt bulmaya çalı- şıyor. Ben ve başkaları bunu talep ettiğı hal- de hükümetin Kongre'de bu soruyu yanıtla- maktan kacınması ılgı çekici. Bu, konunun nethkten uzak olduğunu gösteriyor ve Ame- rikan pozisyonunun tam olarak açıklığa ka- vuşturulmamış olduğunu kanıtlıyor. — Sekiz savaş yılından ve güvensiz bir ateş- kes anlaşmasından sonra Irak ve İran birbir- lerine vakınlaşıyor gibi gözüküyor. Amerika'- nın Saddam tehlikesi karşısında İran 0e an- laşmaya çalışması gerekmez miydi? — İran ile pazarlık yapmak Amerika Bir- leşik Devletleri için son derece zor. Dünyanın hiçbir ülkesi son yıllarda bize bu kadar çok sorun yaratmadı. Ve Lübnan'daki rehineler sorunu çozümlenmediği surece ilişkilerimiz- de bir normalleşme olamaz. Kanımca hiçbir talepte bulunmadan ve de önkoşul ileri sürül- meden gerçekleşecek bir diyalog Amerika'nın yararına olabilirdi. — Körfez'deki Amerikan varlığının, uzun vadede guçlendirilmesi gereken hükümetleri zayıflatacağından endişe duymuyor musunuz? Suudi Arabistan VVashington'dan yardım is- ter istemez, Saddam Huseyin Suudi hukum- darlan Batı'nın kuklalan olmakla suçladı. — Hiç kuşkusuz Arap dünyası içten içe sar- sılacak. Bize dost rejimlerin zayıflayacağı da reddedileraez. Bunalım sırasında bizden va- na çıkan Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülke- ler zor bir karar vermek zorunda kaldılar. Bu nedenle de bu ülkelerle ilerde daha yakın iliş- küer kuracağız. * — Saddam Huseyin ABD'ye direnebildigi (akdirde, Arabistan'm kahramanı olacak. An- cak yenilgiye uğrar ya da devrilirse, Arap ta- rihine sömurgeci bir komplonun şehidi ola- rak geçecek. — Saddam'ın ses tonu gerçekten de Arap dünyasında yankı buluyor. Zenginleri ve yok- sullan birbirlerine karşı kışkırtıyor. Üstelik ts- rail'i işin içine çekmeye çalışarak Araplann israil'e karşı kutsal savaşlannın propaganda- sına yasal bir temel arıyor. Her ikisi de Arap dünyasında muazzam bir yankı buluyor ve Amerika için çeşitli tehlikeleri beraberinde ge- tiriyor. Bu nedenle de yalnızca Avrupa'daki dostlanmızı ve dünya kamuoyunun değil, bazı Arap ulkelerin de bizden yana olmalan son derece önemli. Biz buyüleyici bir gelişmenin tanıklanyız: Ortadoğu'nun haritası bir daha asla bugune dek olduğu gibi olmayacak. — Soğuk savaş sona erdi ve Sovyetler Bir- ligi bu tıir Amerikan isgallerine artık engel ol- muyor. Washington şimdi tum dünyanın adl telefon merkezi haline mi gelecek? — Eğer biz olmazsak kim olacak ki? An- cak ABD, elbette ki her acil telefona tepki gös- termeyecek. Her olayda ulusal çıkarlarımızın zedelenip zedelenmemiş olduğu konusunda yeni bir karar vermek zorunda kalacağız. Ama dünyaya bakılırsa, bu tür işgallere ha- zırlıkh olmamız gerektiği gözüküyor. — Bununla gelecekte daha çok Amerikan işgallerinin olacağını mı soylemek istiyorsu- nuz? — Olası böyle bir olay karşısında Ameri- kan halkı şu temel soruyla karşı karşıya ka- lacak: Gelecekte de bir süper güç olmak isti- yor muyuz, istemiyor muyuz? Ya da bunun- la bağlantilı olarak üzerine duşen yükü faz- lasıyla ağır bulup bu rolden vazgeçmek mi is- tiyoruz? Bunun yanıtı istediğim kadar açık de- ğil. Ben Birleşik Devletler'in ilerde de bir sü- per guç olmak istediğini ve tümuyle tecritten yana olmadığını düşünüyorum. Ama bazı Amerikalılarda, bu yükü gereğinden fazla ta- şıdığımız yolundaki inanç güçlendi. Pek çok Amerikan vatandaşı artık bunu istemiyor. — Sayın Hamilton bu konuşma icin size te- şekkur ederiz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle