Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 25 AĞUSTOS 1990
KfrRFEZ KRİZİ...KÖRFEZ KRİZİ... KÖRFEZ KRİZİ...KÖRFEZ KRİZİ... KÖI
İran îslam Devrimi ve SSCB'nin Afganistan'ı işgaliyle bölgedeçıkarlan sarsılan ABD, yeniden kükremek istiyordıu
Ortadoğu'da 'aslan' Amerika1979 yılı, ABD'nin dış
politikasında önemli
değişikliklere yol açtı.
Ronald Reagan
'Amerika'yı yeniden
büyük yapma' sözüyle
iktidara gelerek Carter
Doktrini'ne sahip
çıktı. Savunma
harcamaları arttırıldı,
yeni silahlar ve çevik
kuvvetin
oluşturulmasıyla
önemli adımlar atıldı.
Türkiye,
Ortadoğu'nun
kucağmdaki bir 'Batı'
ülkesi olarak oldukça
zorlu anlar yaşadı.
Ecevit ve Demirel
hükümetleri
döneminde NATO
kapsamındaki
toplantılara bizzat
katılan Hava
Orgeneral Şeref Uğur,
'Ortadoğu'yu
NATO'nun hareket
alanı içine sokmaya
çalışan ABD'ye karşı
Türkiye büyük
mücadele vermişti'
diyecekti.
YASEMİN ÇONGAR
ANKARA — 1979'un son yü-
ları Amerikan dış politikasında
önemli bir dönüm noktasıdır. "VI-
elnam Savaşı Sendromu" diye de
özetlenen psikolojinın Amerikan
diplomasisine egemenliği yavaş
yavaş zayıflamaktadır. 1980*li yıl-
larda dünya pohtikasına damga-
sını vTiracak olan Ronald Reagan,
"Amerika'yı yeniden boyuk
yapma" sözüyle işbaşına geldiğın-
de, dışişlerinde gözettiğı öncelık-
ler de bu psikolojik değişim süre-
cinin bir sonucudur. 1979 İran Is-
lam Devrimi ve aynı yıhn 27 ara-'
lık günü Sovyet tanklanrun Afga-
nistan'a girmesi, ABD'nin Orta-
doğu'daki çıkarlarını halen etki-
leyen iki gelişme. Bu gelişmeler,
Washıngton'u yeni bir dış politi-
ka doktrini olusturmaya yöneltti.
Başkan Carter görevı bırakma-
dan önce 23 Ocak 1980'de yaptı-
ğı konuşmada şöyle dedi: "Tuhı-
mumuzu açıkça ifade edeUm:
Herhangi bir dış gucun Basra Kör-
fezi bölgesinin denetimini elde et-
meye yöDelmesi ABD'nin yaşam-
sai çıkarianna mudahale sayıla-
calttır ve böyle bir mudabaJe as-
keri guç de dahil olmak uzere ge-
rekli olan ber yolla geri püskür-
liilecektir." Mesaj açıktır. Tarihe
•Carter Doktrini' olarak geçecek
yaklaşımın mantığına göre iran
Şahı Rıza Pehlevi'nin devrilmesin-
de istihbarat servislerinin de
"hatası" sonucu tam olarak
80'li yıllann başı, ABD'nin yeni Ortadogu politikasına sahne oldu. Batı'nın petrol hattının konınması ve güvenlik agı iv
ııı "çevık kuvvet'in oluşturulması.
"gafll" avlanan ABD, Ortadogu^
da yeniden "kükreyen aslan" ola-
caktı. Nitekim Ayerullah rejiminin
İran bayrağından ındirdigı "asJan"
simgesi, uzun süre ABD dış poli-
tika kulislerinde, "Ortadogu sara-
yının kapısındaki bekçimizi yi-
tirdik" yollu esprilerin konusu ya-
pıldı.
Carter doktrininin oluşturul-
ması süreci Washington açısından
"sanah" oldu. Carter dış politi-
ka konulannda deneyimsiz bir
başkandı ve büyük ölçüde danış-
manlarına dayanarak hareket edi-
yordu. Bu danışmanlann başında
gelen Cvnıs Vaace, Sovyetler Bir-
liği ile detantı savunması, Tahran-
la aradaki sorunların diyalog yo-
luyla çozülmesini önermesi ile
Washington'daki "genel havaya
göre ılımh" bir politikacıydı. Car-
ter'ın 23 ocak konuşmasını büyük
ölçüde Vance hazırladı, ancak da-
ha sonra konuşmadaki, "Sovyet-
ler Birligi referaaslan" ve
"detanl" sözcükleri bir bir ayık-
landı. 4 Kasım 1979'da tran Dev-
rim Muhafızlan'run 53 Amerika-
lıyı rehin almasıyla başlayan kriz
sırasında Carter'ın başarısızlıkla
sonuçlanan bir askeri kurtarma
operasyonu düzenlemesine karşı
çıkan Vance, 21 Nisan 1980'de is-
tifa etti. Sonuçta gerek sunuluşu
gerek uygularuşıyla Carter doktri-
ni, Ulusal Güvenlik Daıuşmanı
Zbigniew Brzezinski ve Savunma
Bakanı Harold Brown gibi "Şa-
hinler"in görüşlerini yansıttı.
Nitekim Carter doktrininde so-
zu edilen "dış güç", Sovyetler Bir-
liği'nden başkası değildi ve Was-
hington'un Ortadoğu'da SSCB'ye
karşı askeri güç kullanabileceğinin
ilanı, ıki ulke arasındaki detant
sürecine darbe indirmekle kalmı-
yor, "bir Afganistan bir İran da-
ha olmayacak" raesajını da içeri-
yordu. Bu doktrin Ingütere'de mu-
hafazakâr hükümet dışında Batı
Avnıpa yönetımlerinin büyük bo-
lümu tarafından eleştirilere hedef
oldu. Fransa Dışisleri Bakanı Mic-
hel Jobert, bu eİeştirilerin dayana-
ğını şöyle açıklıyordu: "Carter'ın
yeni Basra Korfezi stratejisi, Was-
hington'da Baülı müttefıklerin sı-
nırlı katılımı ile ya da hiç katılı-
raı olmaksızın verilen önemli ka-
rarlar dizisinin son örneğidır!'
Sovyet tehdidi argumanının en
çok desteklendiği ülkelerden biri
ise Turkjye oldu. İran ve Afganis-
tan'ın Washington gözünde "yiti-
rilmesi"yle birden ön plana çıkan
Türkiye'nin, ABD ile ikili savun-
ma işbirliği anlaşmalan çerçeve-
sindeki yükümlutükleri giderek
artan biçimde, "NATO'nnn görev
alam dışıodaki askeri girişimlerie"
bağlantilı tartışmalann konusunu
oluşturdu.
Türkiye, Ortadoğu'nun kuca-
ğındaki bir "Batı" ülkesi olarak
gözetmesi gereken ince dengeyi
sarsmamakta oldukça zorlandığı
anlar yaşadı. Ecevit ve Demirel
hükümetleri döneminde NATO
kapsamındaki toplantılara bizzat
katılan Hava Korgeneral Şeref
Uğur'un sözlenyle, "Ortadogu'ya,
NATO'nun hareket alanı içine
sokmaya çalışan ABD'ye karşı
Türkiye buyuk mücadele vermiş-
ti..."
Reagan yönetimi, Carter dok-
trinine sahip çıkarak bunu uygu-
lamaya koyduğunda dört hedefe
öncelik vermek zorundaydı: 1) Or-
tadoğu'daki tehdit ya da tehditle-
rin doğru belirlenmesi, 2) Batılı
müttefiklerin bu arada Japonya-
nın da bu doktrinin uygulanma-
sında işbirliği ve katkısının sağlan-
ması, 3) Ortadogu ulkeleri arasın-
da Carter doktrininin desteklen-
mesi için uygun bir zemin yaratıl-
ması, 4) Amerikan askeri gücünttn
Ortadoğu'va sokulması.
Dışışleri Bakanı Akxander Ha-
ig, 1981 başında Ortadogu gezisi-
ne çıktığında aklında bu hedefler
vardı. Haig'in gezi izlenimlerine
yer veren 13 Nisan 1981 tarihli
Newsweek'de Reagan yönetiminin
Ortadoğu'dakı iki temel amacın-
dan şöyle soz ediliyordu: "Basra
Korfezi bölgesinde Batı'nın petrol
hattının konınması ve Ortadoğu-
da lsrail ve bazı Arap ulkelerini
içerecek şekilde, ABD'nin eşgudii-
mnnde bir güvenlik agı oluşturul-
ması..."
öncelikli dört hedef ile bu iki
amaç birleşince Washington'un
politikasını yaşama geçirmek için
ıki ayrı koldan yoğun bir hazırhk
yapması gerekti: Diplomatik yol-
lardan, özellikle NATO kapsamın-
da Caner doktrinin kabul gör-
mesi için sonucu büyük ölçüde
başarısız olan bir atak başlatıldı.
tkinci kol olan askeri alanda ise
savunma harcamalarunn artması,
yeni silahlar ve Çevik Kuvvet'in
oluşturulmasıyla önemli adımlar
atıldı.
ABD'nin NATO'daki müttefik-
leriru iknada zorlanmasında Fran-
sa'da 1981 yılında başa geçen
François Mitterrand'ın etkisi bu-
yuk oldu. Carter doktrininin açık-
lanmasından on sekiz ay sonra
NATO genelkurmay başkanları
Bruksel'de ittifakın çokuluslu bir
guç aracıhğıyla Basra Körfezi'ne
mudahaleden uzak durması ge-
rektiği, ancak isteyen hukümetle-
rin bu bölgedeki askeri harekât-
lar için ABD ile işbirliği yapabi-
leceği karara bağlandı. Avrupalı
müttefiklerin buyük bölümü, böl-
gedeki istikrarsızlığın Sovyetler
Birliği'nin girişımlerinden çok,
Arap-îsrail çatışmasından kay-
naklandığı görüşündeydi.
Çevik Kuvvet, Dışişleri Bakanı
Haig'in "Ortndogtı'ya uzaülması-
nı öngördugu askeri gucnn" so-
mutlanmasıydı. İran devrimi ve
Afganistan'ın işgali sonrasmda
tran-Irak savaşının da başlamasıy-
la Ortadoğu'da ABD çıkarlan açı-
sından tam bir güç boşluğu doğ-
muştu. ABD Senatosu Dışilişkiler
Komitesı'nce Demokrat Josepta
Biden'in 1981 nisamnda "çevik
knvvet" üzerine yaptığı konuşma-
nın şu cumleleri dikkat çekiciydi:
"Şah'ın düşiışünden çıkannamız
gereken ders, gelişmiş askeri do-
nanımımızın istikrarsız rejitnlerin
eline teslim edilmemesidir. Bir yö-
netim degişimi ya da yeni bir böl-
gesel savaşın çıkması hem perso-
nelimizi hem de politikamızı kap-
tırmamıza neden olabilir." llk
planlara göre Çev ik Kuvvet ordu-
nun bütun birimlerinden seçilecek
150 bin ile 200 bin askerden olu-
şacak. Bu askerler ABD'de NA-
TO alanında, Basra Körfez bölge-
sinde, Hint Okyanusu'ndaki Die-
go Garcia, Guam ve diğer Pasifik
üslerine kadar uzanan geniş bir
kuşakta konuşlandırüacaku.
1980'li yülar Körfez bölgesinin
ABD dış politikasındaki en önem-
h unsur haline gelmesine tanık ol-
du. Alfred VVohlstetter kendi adıy-
la anılan doktrinınde, NATO'nun
güney kanadının 20. yuzyılın ye-
ni "Fuldo boşluğu" haline geldi-
ğini öne sürerek Varşova Paktı'nın
Körfez'e saldırmasımn maliyetinin
Orta Avrupa'ya saldırmasından
daha yuksek olacağını belirtiyor-
du. Doktrinin önemli bir yonü de
Türkiye'nin topraklarındaki üsler
ve stratejik konumu gereği. Kör-
fez petrolüne yönelik politikanın
vazgeçilmez bir parçası olduğu-
nun ortaya konmasıydı.
Ufuk Guldemir'in "Çevik Knv-
vet'in Golgesinde" kıtabında de-
dıği gibi 1980'lerin başından itiba-
ren "Kuzey İslam Kuşagı ile iliş-
kileri teşvik eden, Körfez ulkeleri
ile askeri bağlantılar yapılmasını
sağlayan ve Turkiye'ye askeri yar-
dıra veren Batılı dostlannın kafa-
suıdaki misyon da Türkiye'nin SOB
tahlilde Batı'nın Körfez menfaaf-
lerinin konıyucesu olmasıydı."
1980'ler VVashington'un Orta-
doğu'daki ımajı açısından hiç de
olumlu ohnayan iki deneyimle so-
na erdi: 15 Nisan 1986'da ABpı
nin tngiltere'deki NATO uslerin-
den kaldırdığı F-111'lerle Libya'yı
bombalatması ve "trangate" ola-
rak tarihe geçecek olan Körfez sa-
vaşı sırasında tran'a gizlice yapı-
lan ve geliri nikaragua'daki Cont-
ralara yardımda kullanılan Ame-
rikan silah satışı.
"Irangate"in tartışması,
1988'deki ateşkes ve sonrasında
Doğu Avrupa'yı kasıp kavuran'de-
gişim ruzfârlanyla unutuldu. Kör-
fez krizi, bu kez 1990'da Irak'ın
Kuveyt'e müdahalesiyle beklenme-
dik bir anda beklenmedik boyut-
larda ortaya çıktı. Türkiye'mn,
ABD'nin Körfez politikalannda-
ki en onemlı yerı gene on planda.
BITTİ
Amerikan TemsilcilerMeclisiüyesiLeeHamilton, Körfez'dekiAmerikan varhğını dergisine değerlendirdi:
Ortadogu haritası kesinlikle değişecekDış Haberier Servisi — Amerikan Temsil-
ciler Meclisi'nin 59 yaşındaki milletvekili Lee
Hamilton aynı zamanda Avrupa ve Ortado-
gu Alt Komisyonu'nun başkanı, Aşağıda Al-
man haftalık "Der Spiegel" dergisinin Lee
Hamilton ile Kuve>1 bunalımı üzerine yaptı-
ğı söyleşiden bölümler sunuyoruz:
— Sayın Hamilton, George Bush Ameri-
kan birliklerini Suudi Arabistan'a göndererek
başkanlığının en riskli karannı verdi. Üstun-
lüğunu koruyacağından ve Saddam Hüseyin'-
in yenilgiye uğrayacağından emin misiniz?
— Amenkan birliklennın Ortadogu'ya gön-
derilmesi Bush'un başkanlığı için bir anahtar
olay. Bu kararın başarıya ulaşması pek çok
şeyi belirleyecek. Bu sıralar hiç kirnse Bush'-
un başarılı olup olamayacağını bilemez. Ön-
celikle de "başandan" ne anlamak gerekti-
ğini açıklamak gerek.
— Başkan, Saddam Hiiseyin'i Kuveyt'ten
kovacagını söyledi.
— Koşulsuz bir geri çekilişin mümkün olup
olamayacağını bekleyip göreceğiz. Boyle ol-
masını umuyoruz tabii ki.
— Diplomatik çözüm olasılığı halen var
mı?
— Bu konu hakkında Başkan henüz kesin
bir açıklama yapmadı. Ekonomik ambargo ve
ablukanın Saddam Hüseyin'i geri çekilmek
zorunda bırakacağına inanıyor. Ama eğer geri
çekilmezse ne olacak? Böylesine bir ölü nok-
tayı aşabilmek için Beyaz Saray, krizi çözmek
amacıyla diplomatik adımlar atmalı.
— Bu nasıl bir diplomasi olabilir?
— Hedeflerimizi saptarken Başkan çok il-
gi çekici bir cümle söyledi. Kuveyt'de yasal
bir hükümetin işbaşına gelmesini talep etti.
Anlaşılan bununla, resmi Emirliğin yeniden
kurulmasını kastetmiyordu.
— Siz, Emir olmaksızın ozgıir secimleıie
yasal bir hukumetin kurulabileceğini mi soy-
luyorsunuz?
— Evet, kanımca şu sıralarda Emirliği res-
tore etmek çok guç.
— Ancak şu ana dek Bush pek odün ver-
meye yanaşmıyor. Yapbnmlara ve askeri güce
dayanıyor.
— Askeri guç-önemli ve şu koşullarda da
yerinde, ama bununla sorun çözumlenmıyor.
Bu nedenle de askeri tehdidin yanı sıra dipio-
matik teşvike de ihtiyacımız var.
Pek çok Amerikalınm Körfez'deki müdahalenin neden gerekli
olduğu konusunda net bir fikri yok. Demokrasiden ötürü
orada olmadığımız açık. Suudi Arabistan ya da Kuveyt'i
demokratik ülkeler olarak tanımlamak mümkün değil. Körfez'e
müdahalemiz çok daha gündelik bir nedenden kaynaklamyor:
Para, petrol ve bunları kimin denetlediği. Biz tabii ki bir
saldırgana haddini bildirmek de istiyoruz.
Saddam'ın ses tonu gerçekten de Arap dünyasında yankı
buluyor. Zenginleri ve yoksulları birbirine karşı kışkırtıyor.
Üstelik İsrail'i de işin içine çekmeye çalışarak Arapların İsrail'e
karşı kutsal savaşlarımn propagandasına yasal bir temel anyor.
Her ikisi de Arap dünyasında muazzam bir yankı buluyor ve
ABD için çeşitli tehlikeleri beraberinde getiriyor. Bu nedenle
yalnızca Avrupa'daki dostlarımızm ve dünya kamuoyunun değil,
bazı Arap ülkelerinin de bizden yana olmaları son derece önemli.
— Amerikan birliklerinin hiçbir şey yap-
maksızın uzun sure Suudi Arabistan çöllerinde
bulunmalan Saddam Hiiseyin'in işine yarar-
dı, değU mi?
— Uzun sureli kalmanın riskli olduğu red-
dedilemez. Böyle bir durumda her şey, bizim
uluslararası anlaşmayı ayakta tutup tutama-
yacağımıza ve Amerikan halkının zamansal
olarak sırursız bir angajmanı destekleyip des-
teklemeyeceğine bağlı olacak. Şu sıralar halk,
Başkanın arkasında; her ne kadar biraz hu-
zursuzluk duysa da. Bu huzursuzluk, birlik-
lerin görevınin, örneğin I983'te Lübnan da ol-
duğu gibi belırsizleşmesiyle buyuyecektir.
— Bu, nızla bir askeri çozüm bulrna bas-
kısını arttırmıyor mu?
— Amerika Birleşik Devletleri'nin öncelikle
silaha sarılıp Kuveyt'e gıreceklerine inanmı-
yorum. Ateş edilip edilmeyeceği Saddam Hu-
seyin'e bağlı olacak.
— Saddam Huseyin kimvasal silahlar kul-
lanırsa Başkan hangi misilleme onlemlerine
başvuracak?
— Başkan bunu açıkça ifade etti: Biz mut-
laka kimyasal silahlara aynı şekilde cevap ver-
meyebüirız, ama reaksiyonumuz son derece
sert olacak. Kimyasal silahlarla gerçekleştiri-
lecek bir Irak saldmsı Amerikan halkını de-
rinden sarsar. Bu durumda gerek Kongre ge-
rek halk Başkan'ın karşı önlemlerini tümuy-
le destekleyecektir.
— Amerika'da, Amerikan birliklerinin Or-
tadogu'ya gönderilmesi yaygın bir şekilde
onaylanıyor. Vietnam'daki Amerikan yenil-
gisinin kâbusu aşıldı mı?
— Evet, sanırım. Vietnam sendromunu aş-
tık. Amerikalılar, askeri guçlerinin kullanımı-
nı, haklıhğına inandıklan surece desteklıyor-
lar.
—Bu durum, Suudi Arabistan'da uzun vade-
de agır kayıplar verilseydi dejişir miydi?
— Kamuoyu araştırmaları şu sıralar. Ame-
rikan vatandaşlarının yuzde 80'inin Ortado-
ğu'daki askeri mudahaleyı onayladığını gos-
teriyor. Ancak bu, şu anlama geliyor: Halk
Başkan'ın arkasında, mudahale, hava bombar-
dımanlan ya da savaş gemilerinden sahile ateş
açmakla sınırlı olduğu surefe. Sanırım, onlar
yalnızca kayıp olmadığı surece bu mudahâle-
den yanalar. Birlıklerımizin aır kayıplar ver-
mesi durumunda, onaylayan kişilerin oranı-
nın hızla duşeceğinden eminım.
— Kaddafi ya da Noriega'ya karşı askeri
eylemler, geçmişte bep yurtsever patlamala-
ra yol açtı. Bu kez bundan pek fazla bir şey
hissedilmiyor. Neden?
— Genel onaya rağmen huzursuzluk da yok
değil. Pek çok Amerikalf nın Körfez'deki mü-
dahalenin neden gerekli olduğu konusunda
net bir fikri yok. Demokrasiden oturu orada
olmadığımız açık. Suudi Arabistan ya da Ku-
vet'i, demokratik ulkeler olarak tanımlamak
mümkün değil. Körfez'e müdahalemiz çok
daha gunluk bir nedenden kaynaklaruyor: Pa-
ra ve petrol ve bunları kimin denetlediği. Biz
tabii ki bir saldırgana haddini de bildirmek
istiyoruz.
— Geçen hafta bunu Başkan Bush çok da-
ha dramatik bir şekilde ortaya koydu. "Öz-
gurluğumuzün yok edıldiği" konusunda uyar-
dı.
— Kanımca Başkan hedefimizin ne oldu-
ğu, ne kadar sure Körfez'de kalacağımız ve
hangı koşullarda bırliklerimizi geri çekeceğ]-
miz sorularına halen bir yanıt bulmaya çalı-
şıyor. Ben ve başkaları bunu talep ettiğı hal-
de hükümetin Kongre'de bu soruyu yanıtla-
maktan kacınması ılgı çekici. Bu, konunun
nethkten uzak olduğunu gösteriyor ve Ame-
rikan pozisyonunun tam olarak açıklığa ka-
vuşturulmamış olduğunu kanıtlıyor.
— Sekiz savaş yılından ve güvensiz bir ateş-
kes anlaşmasından sonra Irak ve İran birbir-
lerine vakınlaşıyor gibi gözüküyor. Amerika'-
nın Saddam tehlikesi karşısında İran 0e an-
laşmaya çalışması gerekmez miydi?
— İran ile pazarlık yapmak Amerika Bir-
leşik Devletleri için son derece zor. Dünyanın
hiçbir ülkesi son yıllarda bize bu kadar çok
sorun yaratmadı. Ve Lübnan'daki rehineler
sorunu çozümlenmediği surece ilişkilerimiz-
de bir normalleşme olamaz. Kanımca hiçbir
talepte bulunmadan ve de önkoşul ileri sürül-
meden gerçekleşecek bir diyalog Amerika'nın
yararına olabilirdi.
— Körfez'deki Amerikan varlığının, uzun
vadede guçlendirilmesi gereken hükümetleri
zayıflatacağından endişe duymuyor musunuz?
Suudi Arabistan VVashington'dan yardım is-
ter istemez, Saddam Huseyin Suudi hukum-
darlan Batı'nın kuklalan olmakla suçladı.
— Hiç kuşkusuz Arap dünyası içten içe sar-
sılacak. Bize dost rejimlerin zayıflayacağı da
reddedileraez. Bunalım sırasında bizden va-
na çıkan Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülke-
ler zor bir karar vermek zorunda kaldılar. Bu
nedenle de bu ülkelerle ilerde daha yakın iliş-
küer kuracağız. *
— Saddam Huseyin ABD'ye direnebildigi
(akdirde, Arabistan'm kahramanı olacak. An-
cak yenilgiye uğrar ya da devrilirse, Arap ta-
rihine sömurgeci bir komplonun şehidi ola-
rak geçecek.
— Saddam'ın ses tonu gerçekten de Arap
dünyasında yankı buluyor. Zenginleri ve yok-
sullan birbirlerine karşı kışkırtıyor. Üstelik ts-
rail'i işin içine çekmeye çalışarak Araplann
israil'e karşı kutsal savaşlannın propaganda-
sına yasal bir temel arıyor. Her ikisi de Arap
dünyasında muazzam bir yankı buluyor ve
Amerika için çeşitli tehlikeleri beraberinde ge-
tiriyor. Bu nedenle de yalnızca Avrupa'daki
dostlanmızı ve dünya kamuoyunun değil, bazı
Arap ulkelerin de bizden yana olmalan son
derece önemli. Biz buyüleyici bir gelişmenin
tanıklanyız: Ortadoğu'nun haritası bir daha
asla bugune dek olduğu gibi olmayacak.
— Soğuk savaş sona erdi ve Sovyetler Bir-
ligi bu tıir Amerikan isgallerine artık engel ol-
muyor. Washington şimdi tum dünyanın adl
telefon merkezi haline mi gelecek?
— Eğer biz olmazsak kim olacak ki? An-
cak ABD, elbette ki her acil telefona tepki gös-
termeyecek. Her olayda ulusal çıkarlarımızın
zedelenip zedelenmemiş olduğu konusunda
yeni bir karar vermek zorunda kalacağız.
Ama dünyaya bakılırsa, bu tür işgallere ha-
zırlıkh olmamız gerektiği gözüküyor.
— Bununla gelecekte daha çok Amerikan
işgallerinin olacağını mı soylemek istiyorsu-
nuz?
— Olası böyle bir olay karşısında Ameri-
kan halkı şu temel soruyla karşı karşıya ka-
lacak: Gelecekte de bir süper güç olmak isti-
yor muyuz, istemiyor muyuz? Ya da bunun-
la bağlantilı olarak üzerine duşen yükü faz-
lasıyla ağır bulup bu rolden vazgeçmek mi is-
tiyoruz? Bunun yanıtı istediğim kadar açık de-
ğil. Ben Birleşik Devletler'in ilerde de bir sü-
per guç olmak istediğini ve tümuyle tecritten
yana olmadığını düşünüyorum. Ama bazı
Amerikalılarda, bu yükü gereğinden fazla ta-
şıdığımız yolundaki inanç güçlendi. Pek çok
Amerikan vatandaşı artık bunu istemiyor.
— Sayın Hamilton bu konuşma icin size te-
şekkur ederiz.