25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/12 PAZAR KONUĞU 19 AĞUSTOS 1990 Devlet Sanatçısı Suna Kan: Holdingler de orkestra kurabilir»Suna Kan, Türkiye'nin önde gelen sanatçıları arasında. Çok küçük yaşlarda keman çalmaya başlayan ve ününü yalnız Türkiye'de değil uluslararası planda duyuran Suna Kan, aynı zamanda ülkemizin dünyaya sunduğu bir "sanat elçisi" oldu. Birçok ünlü orkestra ve şefle birlikte çalışmış olan Suna Kan, Batı müziği -evrensel müzik- Türk müziği konusundaki düşüncelerini ve Batı müziğinin devlet ve özel kuruluşlar tarafından desteklenmesi üzerine görüşlerini Eğitim Servisi Şefi Gencay Şaylan'a anlattı. SOYLESI GENCAY ŞAYLAN \Sayın Suna Kan, evrensel düzeyde ta- nınmış, sanatınızı evrensel düzeyde kanıtlamış ülkemizin yetiştirdiği çok az sayıda insanlar- dan birisiniz. Bu noktaya nasıl geldiniz, sizin yeteneğinizi keşfedip bu yola girmenizde etki- li olanlar kimlerdi? Ben çok şanslı bir çocuktura. Müziğe, özel- likle kemana yönelmemde ailem ve babam çok etkili oldu. Babam da kemancıydı, o zamanki adıyla Riyaseticumhur Senfoni Orkestrası'nda çalışıyordu. Benim elime beş yaşımda iken ke- man verildi. Hâlâ anımsıyorum, Ulus'ta bir sazcı dükkâruna gitmiştik, babam benim için uygun, küçücük bir keman seçmişti. Sizin de- yiminiz ile benim yolumun başlangıcı boyle ol- du. Yanı beni bu yola sokan ailem ve özellikle babam oldu. Bunun büyük bir şans olduğunu söylemeliyim. Kimbilir kaç tane yetenekli çocuk kimse on- larla ilgilenmediği, yol göstermediği için kay- bolup gidiyor. Ama benim ailem bana ilk fır- satı verdi. Şimdi geriye bakıp düşünüyorum da babam bu konuda çok usta bir pedagog gibi davranmış. Bütün çocuklar oyun oynarken ben evde keman çalışırdım. Yani normal bir çocuk- luk yaşama şansım oldukça kısıtlıydı. Babam, mahallemizde oturan yaşıtım çocuklan bizim eve toplar, onlara şeker, çikolata ikram eder ve beni sanki bir konser sanatçısıyıruşım gibi "Şimdi ünlü kemancı Suna Kan'dan bir kon- ser dinleyeceksiniz" diye anonslar yapardj. Ben de yaşıtım çocuklara, arkadaşlanma keman ça- lardım. du? lYani ilk keman hocanız babanız ol- Hayır, babam benim bu yola girmeme ne- den oldu, ama doğrudan hocahğımı yapmadı. Esas olarak orkestrada çalan Alman bir hoca- dan ders alıyordum. Bakın bu da bir şans idi. Ikinci Dünya Savaşı öncesinde Türkiye"ye çok sayıda Alman müzisyen gelmişti. Bir kısmı Ya- hudi olan bu Almanların hepsi Hitler rejimin- den kaçmışlardı ve Atatürk Türkiyesi onlara burada çalışma olanağı vermişti. Düşünün bir Paul Hindemith bile Türkiye^ de çalışıyordu. Benim hocam da çok yetenekli bir Alman müzisyeni idi. Beni bu adam yetiş- tirdi sayılır. İlkokulu bitirdiğim yıl oldukça iler- lemiştim ve o sırada TBMM bir kanun çıkar- mıştı. Bu kanun o sıralarda "İdil Biret-Suna Kan" kanunu olarak adlandırüıyordu. Yetenek- li çocukların devlet tarafından yurtdışında sa- nat eğitimine yollanmasım öngörüyordu bu ka- nun. Daha sonralan birçok parlak sanatçımız bu olanaktan yararlandı ve yurtdışına eğitime yollandı. Ben Paris'e yollanmıştım. Paris Kon- servatuvarı'nda giriş sınavı vardı ve sınavda ke- man çaldırıyorlardı. Sınav sonunda ben kon- servatuvarın "yüksek bölümüne" alındım. Konservatuvar eğitimimi tamamladıktan son- ra da bir süre daha Fransa'da kaldım, çahşma- larımı sürdürdüm. Konservatuvarı 1952 yılın- da bitirmiştim ve ondan sonra birkaç yıl Av- rupa'da dolaşarak çeşitli yanşmalara katıldım. Işte o günlerden beri de işimi sürdürüyorum ve açıkça söyleyeyim bu işi çok seviyorum. MH^MEfendim 1949 yılında çıkan ve yete- nekli çocukların devlet olanaklan ile yurtdışın- da eğitilmesini öngören yasadan söz ettiniz. Gerçekten bu yasa nedeni ile sizin kuşaklar içinde dünya ölçeğinde başarılı birçok sanatçı yetişti. Acaba son yülarda sizin kuşaklardaki kadar başarılı sanatçı yetişmemesinde bu ya- sanın uygulamadan kaldırılmasmm rolü var mı? Şimdi iyi sanatçı yetişiyor mu yetişmiyor mu tartışmasma pek girmek istemiyorum. Çünkü bunun için elimizde yeterli bilgi yok. Ancak sö- zünü ettiğiniz yasanın, yani yetenekli gözüken çocuklann yurtdışında, dünyanın en seçkin ku- nımlannda eğitime yollanması gerçekten çok önemliydi. Galiba bu yasadan en son olarak GulsUn Onay yararlandı ve ondan sonra uygu- lama durdunıldu. Bana sorarsamz yurtdışın- da eğitim görmek, çalışma olanağı bulabilmek çok önemlidir. Keşke bu tür uygulamalar sür- dürülse. •BBM£/en<///n büyük bir müzik icracısı ola- bilmek için kuşkusuz doğal sayılabilecek bir yetenek gereklL Ama bunun yanında eğitimin ve özellikle disiplinli çalışmanın da çok önemli olduğu ileri sürülür. Siz yetenek, eğitim ve di- siplinli çalışma ilişkileri konusunda ne düşü- nüyorsunuz? Bunlardan hangisi sizce daha önemli? Yetenek kuşkusuz önemlidir. Ama eğitim ve özellikle yoğun çalışma çok daha fazla önem- lidir. Şöyle söyleyeyim, riiç ya da sıradan yete- nekli bir insan gerektiği gibi eğitilirse ve çok sıkı, disiplinli bir biçimde çalışırsa iyi bir icra- cı olabilir; en azından dünyanın her yerinde, her orkestrada çalabilir. İlk sorunuzda da de- ğinmeye çalıştım. Çok çalışmak gerekli. örne- ğin çocukluğunuzu ya da gençliğinizi yaşama- yacaksınız. Adeta tüm yaşamınızı, yaşamını- zın her anını bu işe vereceksiniz. Eğer birçok başka işe, mesleğe göre olağa- nüstü sayılacak çalışma temposuna ve disipli- nine giremezseniz, ne kadar yetenekli olursa- nız olun ileri düzeye erişemezsiniz. Bu bakım- dan bana göre başarının ve gelişmenin birinci koşulu yoğun ve disiplinli çahşmadır, sonra eği- tim, daha sonra yetenek gelir. Tabii bu üçü bir araya gelirse çok olumlu bir tablo çıkar orta- ya. W^B^mŞımdi akla şu soru geliyor. örneğin siz kariyerinizde çok başarılmnız ve sadece ülke- nizde değil, bütün dünyada tanınıyorsunuz Hâlâ aynı yoğunlukta ve disiplinle çalışmayı sürdürüyor musunuz? Gayet tabii, başka türlü olması mümkûn de- ğil. Madem sordunuz size çalışma temposu ile ilgili birkaç şey söyleyeyim. Konserim olmadı- ğı zamanlarda, yani evimde otururken günde ortalama dört saat çalarım. Tabii dört saat ça- labümek için en azından 5-6 saat ayırmak ge- rekir, çünkü arada dinlenirsiniz, notlar çıka- rırsımz. Buna dinlemeyi de eklemek gerek. Yeni çıkan icraları ya da müzikleri dikkatle 'dinlemek gerekir. Böylesine yoğun bir çalışma programı yaşamınızda kolay kolay başka bir şeye yer bırakmaz. Ben bir yere giderken ya da alışveriş yaparken de kafam hep müzik ile do- ludur, yaptığım işle doludur. Repertuvarıma ye- ni bir eser eklerken tabii bu tempo daha da yükselir. ^^^^MEfendim bir de icraalann performansı zaman zaman değişir, âdeta sporcuların form durumuna benzer bir grafık gösterir. örneğin kritiklere baktığımızda fılanca dün akşam ha- rikulade güzel çaldı ya da çok iyi değildi tü- ründen değerlendirmelere rastlarız. Bu nasıl oluyor, neden bazen performans yükseliyor, bazen düşüyor? Bu sorunuza tam olarak nasıl cevap verile- libilir, bilemiyorum. Belki şunu söylemek mümkün. Heyecan önemli rol oynar. Ben hâ- lâ bir konsare ya da resitale çıkarken müthiş heyecanlanıyomm ve sanıyorum bu sadece ba- na özgü bir tutum değil. Heyecan olumlu ya da olumsuz sonuçlara yol açabilir. Tabii bir de psikolojik durumun hep aynı olmadığını ka- bul etmek gerekir. Ne kadar profesyonel olur- sanız olun sizi üzen ya da sevindiren olaylar, ortam etkili olabilir. Bu psikolojik faktörü yok sayamayız. Aynca unutmayahm ki psikolojik PAZAR KONUĞU Türkiye'nin yetiştirdiği uluslararası düzeyde bir kemana olan, Devlet Sanatçısı unvanı taşıyan Suna Kan, Adana'da doğdu. Daha 5 yaşmdayken Ankara'da kemana başladı ve o yülarda Ankara'da Riyaseticumhur Senfoni Orkestrası'nda'görev yapan Oerhardt, Alnayrak, Back ve Licco Amar gibi müzisyen lerden dersler aldı. İlk konserim 9 yaşında veren Suna Kan, 1949 yılında TBMM'den geçen ve kamuoyunda, "İdil Biret-Suna Kan Yasası" olarak bilinen kanun gereğince eğitim için devlet tarafından Fransa'ya Paris'e yollandı. Paris Konservatuvan'nda Gabriel Builion'un öğrencisi olan Kan, 1952 yılında "birinci" olarak konservatuvardan mezun oldu. Daha sonra Avrupa'da çeşitli yanşmalara katılan sanatçı 1954 yılında Cenevre yarışmasında birinci, 1955 yılında Viotti yarışmasında birinci, 1956 yılında Mümh yarışmasında ikinci gelerek tum Avrupa'nın tamdığı bir sanatçı konumuna utaştı. Bundan sonra çeşitli ülkelerde profesyonel bir müzikçi olarak konserler verdi. Suna Kan'ın beraberce konser verdiği unlü orkestralar arasında Londra Senfoni, Los Angelos Filarmoni, Bamberg Senfoni, Moskova Senfoni, Ulusai ORTF Orkestrası gibi Orneklerden söz etmek mumkündur. ler. Benim tercihime gelince Mozart diyorum. Ben Mozart çalark^n sanki cennetin kapıları açılmış gibi duygulara kapılıyorum. WKKKMEfendim sık sık yabancı ülkelere gidip konserler veriyorsunuz. Bu tür konserlerde ön- ceden prova yapıyor musunuz? Tabii, prova yapmadan orkestra eşliğinde konser vermek mümkün olmaz. Prova sayısı- nı benim eseri ne kadar iyi bildiğim belirliyor. Eğer çok iyi bildiğim, daha önce sık sık icra ettiğim bir eserse 1 ya da 2 prova yetiyor. Ama eser benim için yeni ise o zaman 2 ya da 3 pro- va yapmam gerekiyor. Aynca orkestranın be- ni, benim de orkestrayı tanımam gerekiyor. Çağdaş, yeni bestecilerin parçaları zor, ayrıca bunları dinlemek de hiç kolay değil. Bu tür eserlere çok iyi hazırlanmak, yeterli miktarda prova yapmak gerekiyor. WBKKI^Efendim günümüzde, bizim ülkemiz- deyaygın bir müzik sınıflandırması yapıhyor; klasik Batı müziği ya da pop müziği, klasik Türk müziği ve Türk halk müziği diye bir dört- lü tasnif kullanılıyor. Bu tasnifin örneğin kon- servatuvarlann yapısında belirleyici olduğunu görüyoruz. Siz bu aynm ya da sımflandırma üzerinde ne düşünüyorsunuz? Acaba bu sınıf- landırmaya bakıp bir değerlendirme yapmak mümkün olabilir mi? Insanlar bence müziği istedikleri gibi, beğe- nilerine göre aynma tabi tutabilmeli. Tabii da- ha nesnel bir ayırım için örneğin teksesli, çok- sesli müzik farkhlaşmasına bakılabilir. Müzi- ği kültürel ya da ulusai boyuta göre sınıflan- dırmaya kalktığımızda işin içinden çıkmak zor- laşır gibime geliyor. örneğin klasik Batı mü- ziği deyip Ispanyol, Jtalyan, Fransız ve Alman bestecilerinin eserlerini bir grupta toplayaca- ğız ve bunun karşısına klasik Türk müziği di- ye farklı bir kategori koyacağız. Bilemiyorum; bu tür sınıflandırmalar bana hiç kolay gelmi- yor. Müzik, sesleri, yani şu ya da bu nota sis- temini kullanarak duyguları, düşünceleri ifa- de etmeye yarayan bir dildi:. Dünyanın her ye- rinde insanlar bu dili kullanır. Önemli olan bu evrensel dilin ne ölçüde gelişmiş olarak kulla- mldığıdır ve tabii işin bir de estetik boyutu var- dır. Galiba işin bu yönüne bakmak ve bu dilin olabildiğince evrenselleşmesine dikkat etmek gerekir. I^^R^Efendim, izin verirseniz sorumu biraz daha somut hale getireyim. Deniyor ki klasik Batı müziği olarak tanımlanan müzik türü bi- ze, Türk kültürüne yabancıdır. Bizim kehdi öz müziğimiz var ve onu geliştirmemiz gerek. Bu- nun için de özgün Türk müziği konservatuvar- ları açılıyor. Siz bu tür yaklaşımlar konusun- da ne düşünüyorsunuz? demek bana hiç tutarlı gelmiyor. Dünyada bir klasik Batı müziği vardır, bir de Türk, Japon, Hint, Bantu müziği vardır demek pek anlamlı bir yaklaşım değildir gibime geliyor. Elbet yerel, etnik ya da ulusai kültürler ya- pılan müziğe damgasını vurur. Bu müzikler de birbirlerinden etkilenir. Uzmanlar, tarih araş- tıncıları hangi müziğin diğer hangi müzikler- den etkilendiğini ortaya koyar. Ama bir de mü- ziğin evrensel yanı vardır ve bu evrensel yönü- nü en Ust düzeyde yakalamak gerekir. Bence klasik Batı müziği bize yabancıdır, kendi öz müziğimize dönelim türünden bir yaklaşım sa- natı, yaratıcıhğı sımrlamak anlamına gelir ve bundan en büyük zararı da Türk toplumu gö- rür. W^^^^kEfendim toplumda sanatsal estetiğin gelişmesi, düzeyinin yükselmesi için oturup sa- nayileşmeyi, toplumun eğitim düzeyinin yük- selmesini, dünyaya açılmasım mı bekleyeceğiz? Yoksa bu gelişmeleri zamanın doğal akışına bı- rakıp bir taraftan da bilinçli politikalar mı iz- lememiz gerek? Kuşkusuz bilinçli politikalar izlemek gerek. Bence burada devlete çok önemli görevler dü- şüyor. Örneğin TV toplumsal kültürün geliş- mesi, toplumun beğeni düzeyinin yükselmesi için çok bilinçli bir biçimde kullamlmalı. Bu bakımdan TV'nin çok önemli olduğunu düşü- nüyorum. Hemen ekleyevim, şimdi bizim TV'de müzik alanında eskiye oranla çok iyi şeyler yapıhyor. Her pazar bir program yayım- lanıyor, ayrıca başka programlar da gösterili- yor. Yani klasik müziği sevenlere hizmet götü- rülüyor, hem de ilgi duyma,yanların hatta sev- meyenlerin de tanıması, dinlemesi sağlanıyor. Burada alışkanlıklar çok önemli. Amerika'da orkestralar devletin değil, güçlü kuruluşlann, insanlann gönüllü katkıları ile ayakta duruyor. Bu niye bizde de olmasın? Büyük zenginlerimiz ya da holdinglerimiz neden birer orkestra finanse etmesinler? Ayrıca ortalama gelirleri olan insanlar da bir araya gelip bir katkı sağlayabilirler. Devletin dışında toplumun da kendi kendine bu işlere yönelmesi gerekir. Devlet sanatçısı Sana Kan, 'Klasik müzik bize yabancıdır, kendi öz müziğimize dönelim' yaldaşımının yarahcılıgı sınırladıgını söylüyor. (Fotograf: Banş BU) faktör herkes için örneğin kritikler için de ge- çerlidir. Kritik de içinde bulunduğu psikolojik duruma göre müzikten etkilenebilir ve bu doğ- rultuda kritik yapabilir. WKK^MYüksek düzeyde icraalık için herhal- de teknik mükemmeliyet çok önemlidir. Peki JVonserim olmadığı zamanlarda, yani evimde otururken günde ortalama dört saat çalarım. Tabii dört saat çalabilmek için en azından 5-6 saat ayırmak gerekir. Çünkü arada dinlenirsiniz, notlar çıkarırsınız. Buna dinlemeyi de eklemek gerek. Böylesine bir çalışma programı yaşamınızda kolay kolay başka bir şeye yer bırakmaz. yorumun yani icracının duygularının, düşün- celerinin, coşkusunun rolü nedir? Tabii ki çok önemlidir. Şimdi eğitim yöntem- leri çok gelişti, herkes çok yoğun ve disiplinli bir biçimde çalışıyor. Ayrıca dinleyicinin de be- ğeni düzeyi çok yükseldi, teknik hatalan artık af fetmiyor. Bu bakımdan teknik mükemmeli- yet günümüzde gerçekten yaygınlaşmış gözü- küyor. Şimdi çok eski plaklan, kayıtlan din- lediğimiz zaman görüyoruz ki çok Unlü, çok yaratıcı müzisyenlerin teknik kapasiteleri hiç de bugünkü kadar yüksek değil. Yani şunu söylemek istiyorum, teknik artık çok gelişmiş düzeyde ve bu alanda yanlış yap- mak ya da yetersiz kalmak hiç hoşgörü ile kar- şılanmıyor. Ancak yorum çok önenüi ve icra- cının performans düzeyini beürhyor. Yorum sü- rekli değişmeye açık. Bir eseri çaldığınızdan da- ha farklı bir biçimde yorumlamayı düşünüyor- sunuz ya da duyumsuyorsunuz. Sonra bunu ca- lışmaya başhyorsunuz. Günlerce, saatlerce ça- hşıyorsunuz. Yani yorum yoğun bir arayışın so- nucu olarak ortaya çıkıyor. Bilmem anlatabil- dim mi? MHHMSay<n Kan, icracılar ne ölçüde nötr- dürler, yani konser ya da resital programları nasıl saptanır? Örneğin sizin sevdiğiniz ve çal- mayı tercih ettiğiniz eserler hangileridir ve bun- ları çalmak için ağırlığınızı koyuyor musunuz? Resitallerde, Gülay Uğurata ile yaptığımız konserlerde programı ben ya da biz düzenleriz. Tabii bu düzenlemede benim beğenilerim de et- kili olur, ama daha belirleyici olan dinleyici kit- lesinin kimliğidir. Gelecek dinleyiciye göre bir program düzenlenir. Ayrıca yerleşmiş kahplar da vardır. Orkestra eşliğindeki konserler için ise durum değişiktir. Genelhkle program öne- risi oradan gelir. Bazen de önce sizin repertu- vannızı sorarlar ve ona göre program önerir- Demin de belirtmeye çalıştığım gibi müzik gibi kaçınılmaz olarak e\rensel olan bir sanat dalını ulusai sınırlar içine hapsetmeyi pek ak- hm almıyor. Biz Türk müziği deyip 17. ya da 18. yüzyıl bestecilerimize, Dede Efendi'ye, It- ri'ye döneceğiz. Almanlar, Vivaldi'yi ya da Ber- hotz'u bırkacaklar, sadece Bach, Mozart, Schu- JVlüzikte heyecan önemli rol oynar. Ben hâlâ bir konsere ya da resitale çıkarken müthiş heyecanlanıyorum ve sanıyorum bu sadece bana özgü bir tutum değil. Heyecan, olumlu ya da olumsuz sonuçlara yol açabilir. Ne kadar profesyonel olursanız olun, sizi üzen ya da sevindiren bir ortam etkili olabilir. bert, Beethoven çalacaklar. İspanyollar Lalo ya da Granados'tan başka bir şey çalmayacaklar. Böyle bir şey olur mu? Elbet isteyen Dede Efendi'yi dinler, bu tür müzik yapar. Ama Dede Efendi Türk, Adnan Saygun değildir mi diyeceğiz? Türk beşlerinin yaptığı müzik bizden değildir, bize yabancıdır \Efendim ancak devlet dediğimiz za- man akla şu da geliyor: Devlet adına karar ve- ren, politika belirleyen kişiler toplumun seçti- ği insanlardır. Yani bu insanlar, en azından, ku- ramsal olarak beğeni ve estetik değerleri açı- sından toplumu temsil ediyor. Bu durumda devletin bilinçli politikalarla öncülük etmesi çok gerçekçi mi, acaba sivil toplum içinde baş- ka çözüm yolları düşünülemez mi? Evet başka yollar da olabilir. Geçen yüzyıl- da, bu yüzyıhn başında, hatta şimdi bile Av- rupa toplumlannda varlıklı insanlar, toplumun önde gelenleri ressamlar, müzisyenler, edebi- yatçılar ile ilgilenir, onlan her yönden destek- lerlerdi. Yani toplumun önde gelenleri sanat açısından topluma karşı bir sorumluluk için- de davranırlardı, bu hâlâ sürüyor. Batı'da, Av- rupa'da Amerika'da büyük zenginlerin kültü- rel merkezler açtığını, vakıflar yolu ile kosko- ca orkestralan finanse ettiklerini biliyoruz. ör- neğin Amerika'da hiçbir orkestra devletin de- ğil, güçlü kuruluşlar, insanlann gönüllü kat- kıları ile bu orkestralar ayakta duruyor. Bu niye bizde de olmasın? Büyük zenginlerimiz ya da holdinglerimiz neden birer orkestra finanse et- mesinler? Aynca ortalama gelirleri olan insan- lar da bir araya gelip bir katkı sağlayabilirler. Bildiğim kadarı ile Carniege Hall insanlann bağışlan ile çalışıyor. Buna benzer yüzlerce ör- nekten söz etmek mümkün. Bakın bir önemli holdingimiz İstanbul Festivali'nin bugünkü dü- zeye erişmesinde çok etkili oldu. Ama şimdi- lik diğer kuruluşlar bu tür işlerle pek ilgili gö- zükmüyorlar, devletin bir şeyler yapmasını bek- liyorlar ya da ilgiye değer bulmuyorlar. Evet katılıyomm, devletin dışında toplumun kendi kendine bu tür işlere yönelmesi gerek. fendim son bir soru daha sormak is- tiyorum. Bu ulusallık, ulusai kültür tartışma- ları yapılırken hep Japonya örnek olarak ve- rilir. Japonya'nın Batı'dan çok farklı olan ken- di öz kültürüne sımsıkı sanlarak geliştiği söy- lenir. Halbuki klasik müziğe baktığımızda Ja- ponya'da müthiş bir yaygınlaşma olduğunu gö- rüyoruz. Siz hiç Japonya'da çaldınız mı? Eğer çaldınızsa izlenimleriniz nedir? Ben Japonya'ya bir kez gittim. Yanlış hatır- lamıyorsam 3 ya da 4 ayn kentte konserler ver- dim. Bu nedenle Japonya'daki müzik yaşanu- nı çok aynntılı olarak bilmiyorum, sadece bu kısa geziden edindiğim izlenimlerden söz ede- bilirim. Gördüğüm kadarı ile beğeni düzeyi çok gelişmiş bir dinleyici ile karşılaştım ve bütün konserler ağzına kadar dolu idi. Dinleyicinin dünyadan haberdar olduğu izlenimini edindim. Gerçekten de dünyanın en büyük ve ünlü top- luluklarını, en iyi icracıları sık sık getirdikleri- ni biliyorum. Japonya'ya çok sık giden arka- daşlanm var, tabii onlar daha iyi tanıyor ve be- nim edindiğim izlenimleri destekleyen şeyler söylüyorlar. Toplumda çok gelişmiş bir müzik altyapısı var, müzik eğitimi tam anlamı ile kit- leselleşmis. Şu kendi malları olan Suzuki mo- deli ya da metodu ile binlerce çocuk eğitiliyor. Hemen hemen her kentte birden fazla orkest- ralan var. İşte benim Japonya konusunda söy- leyebileceklerim bu kadar, bilmiyorum sorunu- za cevap olabildi mi?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle