04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 17 TEMMUZ 1990 Öğretmenler Sendikalaşma Y olunda "Çağdaş demokratik toplumlarda memurların sendika kurma hakkı vardır" demek bile artık anlamsızlaşmıştır. Çünkü yeryüzündeki devletlerden yalnız beşinde (biri de ülkemiz) sendika hakkı yetkililerce memura tanınmamıştır. Ülkemiz bu utanca kesinlikle yaraşık değildir. Türk memuruna bu hakkı kullandı diye çağ-dışı, demokrasi-dışı ve bu irdelemede de görüldüğü gibi yasa-dışı baskı yapmak isteyen yetkililer, ilerde utançlarından saklanacak yer arayacaklardır. Av. RAHMİ KUMAŞ, Eski Parlamenîer Türkiye'de kamu kesiminde çalışanJann, yani me- murların sendikalaşması yönünde, öğretmen kesi- minin başlattığı oluşum Ankara Valiliği sınırlannı asma savaşımını başardı. Anımsanacağı gibi sayı- ları 23'e varan eğitim çalışanının öğretmen kesimin- de başlattığı sendikalaşma girişiminin başvuru bel- gelerini Ankara Vali Yardımcısı once almadı (*); an- cak "iadeli taahhutlü" gönderme karşısında yasa- nın aradığı biçim koşulu yerine getirilmiş olduğun- dan Eğitim İşkolu Sendikası tüzel kişilik kazanmış oldu (Gençlığimin ilk mesleği fizik öğretmenliği ol- duğu için bu sonuca özel ilgi ve sevinç duydum). Kamu çalışanmın sendikalaşmasının doğallığını ve yasallığını irdelemekte yarar göruyorum. Doğallık Sanayileşmiş ya da sanayi ötesine geçmiş toplum- larda yalnız ışcilerin değil, kamu görevlilerinin de grevli, toplusözleşmeli sendika hakkı vardır. Öyle ki bu hakkın olmadığı toplum demokrat sayılma- maktadır çağımızda. Ülkemizin de içinde yer alma- ya can attığı Avrupa Topluluğu'nda (ATde) "me- mur"una bu hakkı tanımayan tek ülke yoktur. Ne yazık ki yeryuzünde memuruna sendika hakkı ta- mmayan beş ülkeden biri olma utancını taşıyoruz. Yetkililerimiz bunu da mı duşünememektedirler? Şunu kesinlikle bilmek gerekir: En azından memu- rumuza sendika hakkı tanımadığımızdan bizi ATye almazlar, alamazlar. Bu durum bir ülke için utanı- lacak bir eksiktir; bunu tek eksik gibi algılamak ba- ğışlanjnaz bir yanlış olur. Tıpkı sıfın bir başka sa- yı ile çarpanın sonuçta sıfır yazamamasındaki ek- sik gibidir bu algılayış. Bu algılama (idrak), top- lumda çok önemli birikimlerin olmadığını göste- rir ki ülkemiz bu utanca asla yaraşık değildir. Yasalhk 1961 Anayasası kamu gorev lilerine "sendika hak- kı"nı tanımıştı (m. 46). Bu hakkın nasıl gerçeklik kazanacağı konusunda 1965 yılında Devlet Perso- nel Sendikaları Yasası çıkarılmıştı (624 sayılı yasa). Bu yasa, grev, toplusözleşme hakkı getirmemişti ka- mu görevlisine. Ama yine de Turkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), llkokul öğretmenleri Sendikası (İLK-SEN), Tüm Kamu Personeli Sendikası (TÜM- PERSON-KON) gibi sendikaları kurarak bu alan- da önemli etkinlikler göstermiştir Turk memuru. Gerçi bu sendikalar grevli, toplusozleşraeli düzene geçiş için yasal duzlemde savaşım verirken 1971 yı- lında kapatıldılar zorla gerçekleştirilen bir anaya- sa değişikliğiyle. Bu sonuç kamu çalışanlarımızın daha çok çile çekeceklerinin bir göstergesi idi. Evet, gerek AT ülkeleri gerekse ABD gibi ülkelerin me- murları grevli, toplusözleşmeli sendika hakkını el- de ettiklerinde bir karşılık ödemişlerdi. Hatta "gün- de sekiz saatten çok çalışmama hakkı" 19. yüzyıl sona ererken bile güçlükle elde edilmişti. Bu hak- kın elde edildiği 1 Mayıs günü ABD'de ağır bir kar- şılık öaendiğinden, 1 Mayıs'lar işçi gunleri olarak kutlanmaya başlandı. Batı çalışanının sendika hak- kını elde etmede güçlüklerle karşılaşmış olması bi- zim çaiışanımıza guçluk çıkarmamızın bir özrü ola- maz. O zaman başka toplumlann deneylerinden ya- rarlanmama sakatlığına düşeriz ki bu durum ke- sinlikle bilimsel olmaz. Gerçi bizim de sanayileş- me yolunda ilerlerken demokrasiyi gerçekleştirme sürecinde karşılık odediğimiz durumlar olmuştur. Bir bakıma 27 Mayıs, 12 Marl, 12 Eyliil sanayileş- menin yarattığı sorunların toplumsal ve ekonomik düzlemde yansımaları sayılabilir. Ancak çalısan ke- simin 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde ödedikle- n karşılıklar çok ağır olmuştur. Bu dönemlerde (şimdi de) işçinin grev hakkı elinden alınmış, me- murunki ise bırakalım sendikalaşmayı, dernekleş- me olarak bile düşünülmek istenmemiştir. Bu açıkça faşist bir >aklaşımdır. Öyle olmasaydı 12 Eylül dö- neminde hükümete bakan verip onunla uzlaşan Türk-İş dışındaki sendikalar çalışmadan alıkonmaz, tüm demokrat örgutler kapatılmaz ve yalnız işve- ren orgutleri açık bırakılmazdı. Bu durum 12 Ey- lul'ün turnusol kâğıdı'dır. Hak yasaklanmadı 12 Eylül'ün ilkelliği bir çelişkiyi de içinde taşıdı. Şimdi bunu irdelemekte yarar vardır. 1971 yılında kamu görevlilerinin sendikalaşma hakkı zorla alı- nırken 1961 Anayasası'nın 46. maddesinde geçen "çalışanlar" sozcuğu çıkarılarak yerine "işçiler" konmuş ve 110. maddeye de bir ek yaparak memur- ların sendikalara girmeleri yasaklanmıştır. Bu ara- da "işçi niteliği taşımayan kamu hizmeüilerinin mes- leki çıkarlarını korumak ve geliştirmek amacını gü- den kuruluşların bağlı olacakları kurallar yasayla duzenlenir" di>e bir kural öngörülmekten kaçınıl- mamış, ancak bu yasa da hiçbir zaman çıkarılma- mıştır. 1982 Anayasası taslağını hanrlayan Danış- ma Meclisi bu yaklaşımı benimsemişse de Milli Gü- venlik Konseyi bu yasağı metinden çıkarmıştır. De- mek ki 1982 Anayasası 1971'deki gibi memurların sendikalara girmelerini yasaklayan bir kurala yer vermemiştir. Bu aşamada denebilir ki memurların sendika kurabilecekleri de anayasada yazılmamış- tır. Ancak bu bakış şu gerekçe nedeniyle doğru ola- maz. 1982 Anayasası "yasakladıklarını" açık açık yazmıştır. Anayasa koyucu için bu durumu atlamak, unutmak ya da anlayamamak da düşünülemez. Anayasayı yapan beş general, belki de memura sen- dika yasağını açıkça yazmamn AT ülkelerinde ya- ratacağı tepkiden çekinmişlerdir. 1982 Anayasası- nın yasaklamadığ] kamu çalışanının sendikal örgüt- lenme durumu yasalarımızda da suç olarak öngö- rülmemiştir. Nitekim 23 eğitim çalışanının sendi- ka kurmaları uzerine Ankara Valiliği Ankara Cum- huriyet Başsavcıkğı'na başvurarak bu kişiler için ce- za soruşturması başlatılmasını istemiş, ancak sav- cılık sonunda kovuşturmaya gerek görmemiştir. Ya- ni ortada suç yoktur. 624 sayılı yasanın yürürlük- ten kaldırılmasından sonra yasalarda bu yönde bir suç tammına yer verilmemiştir. Kaldı ki ülkemiz "Insan Haklan Avrupa Sözleş- mesi"ni (**) ve "örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı Sözleşmesi"ni (**•) yöntemine uygun ola- rak yürürlüğe koymuştur. 1961 Anayasası (m. 65/son) ve 1982 Anayasası (m. 90/son) düzenleme- lerine göre "yöntemine uygun olarak yürürlüğe ko- nulan uluslararası antlaşmalar yasa geçerliliğinde- dirf' O halde bu iki sözleşmenin uluslararası boyutta bir temel hak olarak öngördüğü memurlara sendi- ka hakkı, Türk memurları için de geçerlidir. Çün- kü bugun bu iki uluslararası antlaşma yürürlükte- dir ve iç hukukumuzda da yasa gücundedir. Halk- tan °/o 20 destek göremeyeceği, ANAP'tan çıkar elde etmeyen herkes katında, açıkça belli olan bir par- tinin parlamento onayından geçirmediği yasa gü- cünde kararlann ortahkta cirit attığı bir ülkede par- lamento onayından geçen antlaşmalann bir vali yar- dımcısı ya da onun arkasındaki güçlerin isteği ile yürürlükten kalkmalan, herhalde düşünülemez. Sonuç "Çağdaş demokratik toplumlarda memurların sendika kurma hakkı vardır" demek bile artık an- lamsızlaşmıştır. Çünkü yeryüzündeki devletlerden yalnız beşinde (biri de ülkemiz) sendika hakkı yet- kililerce memura tanınmamıştır. Ülkemiz bu utan- ca kesinlikle yaraşık değildir. Türk memuruna bu hakkı kullandı diye çağ-dışı, demokrasi-dışı ve bu irdelemede de görüldüğü gibi yasa-dışı baskı yap- mak isteyen yetkililer, ilerde utançlarından sakla- nacak yer arayacaklardır. Her alanda Türk toplu- muna ışık sacarak bir anlamda öncülük yapan Türk öğretmeninin bu girisimi olumlu sonuçlannı ver- meye başlamıştır. Öteki kamu çalışanları da sendi- ka kurma girişimine başlamışlar, DYP Genel Baş- kanı Süleyman Demirel gibi politikacüar da bu hak- kı tanımak gereğıni duymuşlardır. Ancak daha işin başındayız. Daha çok ter dökecektir Türk raemu- ru. Bu arada "hak verilmez almır" kuralını yaşa- ma geçiren 23 eğitim çalışanı'nı ve bunları hazırlık toplantılannda destekleyen adsız öğretmenleri kut- lamak istiyoruz. Başarıları Turk toplumunun çağ- daşlık ölçütlerinden biri olacaktır. (*) 28 Mayıs 1990 gunu yapıldı bu başvuru. (**) 1953 yılında 6366 sayılı yasayla onanmışlır. (•••) 1951 yılında 5834 sayılı yasa ile onanmıştır. PENCERE HESAPLAŞMA BURHAN ARPAD "Harik-zedeler..." Bu sözü ilk duyduğumda ilkokulun son sınıfındaydım. O yıllar İstanbul'da sık sık büyük yangınlar olurdu. Yangın söndürme ör- gütü yoktu. Mahallede oturanlar, bir çeşit spor yapar gibi kendi aralarında örgütlenirlerdi. Büyükçe bir sandık ve el lutumbası karışımı bir görünümü olan (yangın tulumbası) dört kişinin omu- zunda taşınırdı. Yalınayak koşan tulumbacılar, arada bir coşup; "Heyt... Yaman gelir yaman gider Çeşme meydanlılar.." diye nara atarlardı. Bir semtin Tulumbacı Reisi olmak onurlandırıcı bir gö- revsayılırdı. Çoğu külhanbeyi havasında olurdu. Reisin belli bir işi olmayabılirdı. Pek pek bir kahve işletirdi. Ya da yazları kavun karpuz sergisi çalıştırırdı. Gösterişli bir koç besleyenleri de olurdu. Koskoca İstanbul'da yangın söndürme işleri boylesine yetersiz ve ilkeldi. Çoğu tahtadan yapılmış istanbul evleri de yangınları adeta körüklerdi. Bir kıvılcım sıçraması ve hafiften bir esinti bir- kaç saat içinde bütün bir semti çıra gibi yakıp kül etmeye ye- terdi. Birinci Dünya Savaşı sonlarında boylesine biryangını epey- ce uzaktan da olsa seyretmiştim. Saatlerce sürmüş olan o bü- yük Fatih yangını sonunda birden sönüvermişti vefa Lisesi'nin barıçe duvarıyla Şehzade Camisl'nin avfusu arasinda. Kimiteri bunu Sultan Reşafın yangının en alevlı yerine ayak basmış ol- masıyla yorumlamıştı. Edirnekapı'da başlamış olan Fatih yangı- nı kısa sürede Haydar, Unkapanı, Cibali, vefa'ya kadar yayılmışiı. Büyük İstanbul yangınları yüzünden binlerce Istanbullu Konut- suz kalmıştı. Kim akıl ettı, bilemiyorum; fakat yangın felaketine uğramış İstanbullulara konut sağlarr-ak için epeyce para toplan- mış ve İstanbul'da ilk apartmanlar (blok apartmanlar) yaptırılmıştı. Halk bunlara: "Harik-zedeler" apartmanı adını yakıştırmıştı. Yan- gın felaketine uğramışlar anlamına Farsça bir söz... Uzun süre Harikzede apartmanları diye anıldı. Sonra apartmanların Hava Kurumu'na verilmesiyle, Tayyare apartmanlan ve son olarak Laleli (Arkaa 9. Sayfada) Azerbaycan ve "Arafoeskleşme" Bildirici'nin izlenimlerinden ve Sametoğlu'nun sözlerinden çıkan sonuç şudur: Azeri aydınlar, "arabeski" Türk müziği saymıyorlar. Yaygınlaşmasından ve Türkiye ile Azerbayean arasındaki "kültür ilişkilerinin aracı" olmasmdan endişe duyuyorlar. OKTAY EKİNCİ, X Mimar Haziran a>ı sonlannda Semra Özal'ın "kar- deş ülke" Azerbaycan'a yaptığı "sanat çıkarması" bol fotoğraflı haberlerle gazetele- ri kaplarken Cumhuriyet muhabiri Faruk Bil- dirici de Bakü'deki gözlemlerini şöyle özetli- yordu: "Türkiye sevgisi nedeniyle büyük istek- le dinlenen Türk şarkıcılannın hep "arabesk söyleyenier" olması, Azeri müziğini de ara- beskleştiriyor..." (30/6/1990) Daha önce kendisiyie görüşülen Azeri aydın Yusuf Sametoglu da yine Cumhuriyet'te yer alan bir röportajda şunlan söylüyordu: "(Azerbayean ile Turkiye arasında) haliha- zırda saglıkJı kiiKürel iliskilerin var olmaraası- nın yaratü|ı boşlukian, deforme kültür üriin- leri yararianmakta ve yayilmaktadır. Türk mü- ziği adı ile son zamanlarda hızla yayılan ara- besk mnzik, bunun bir örneğidir. Ancak sağ- lıklı kültür ilişkilerinin > eniden tesisi ve her dal- da seviyeli eserlere ağırlık verilmesi, tanıtırn şansı tamnraası kültür yozlaşmasını önleyebi- lir..." (21/6/1990). Bildirici'nin izlenimlerinden ve Sametoğlu'- nun sözlerinden çıkan sonuç şudur: Azeri ay- dınlar, "arabeski" Türk müziği saymıyorlar. Yaygınlaşmasından ve Türkiye ile Azerbaycan arasındaki "kültür ilişkilerinin aracı" olmasın- dan endişe duyuyorlar. İki "kardeşülkenin", "kültür yozlaşmasını" önlemek için karşılık- lı ilişkilerde "deforme kültür üfünleri" yerine, her dalda " seviyeli'' eserlereyer vermelerini öz- lüyor vebuna "şanstanınmasını" istiyorlar... Aynı günlerde, Bayan özal'ın beraberinde götürdüğü "sanatçılar", bu dost seslenise aca- ba ne kadar kulak asabildiler? tbo, Httlya ve öbürleri, Azeri aydınlann özlemini duyduklan "sağlıklı kültür ilişkilerinin" mi, yoksa haklı olarak yakındıkları "deformasyonun" mu "star'Marıydılar? Bakü, gezenlerin anlattıklanna ve hakkında yazılanlara göre üzgün Azeri müziğini yıllardır geliştiren okulların ve konservatuvarların bu- lunduğu; yineAzeri yazım, sanatı ve halk kül- türünün hemen tüm dallannda, her düzeyde eğitimin yaygın olarak yapıldığı; çok sayida ti- yatrosu, konser salonu ve akademik kurumlan olan; hemen her meydanı ünlü yazar ve sanat- çılann yontulanyla bezenmiş bir tarihsel kent olarak; salt Azerbaycan'daki değil, Türkiye ve lran'daki Azerilerin de "öz kültürlerini yaşatma" konusunda her türlü kaynağı edin- dikleri bir "kültürel merkez" niteliğindedir. Bugün ülkemizdeki hemen tüm Azeri köken- li aileler, Bakü'den gelen plaklanm, kasetlerini, kitaplarını evlerinin en seçkin köşelerinde sak- larlar. Onları dinleyerek, okuyarak, "arabeskleşmeden" yaşamaya çalışırlar. Kars'ta, Ardahan'da, Iğdır'da... radyoların sürekli Bakü kanalında durduğunu, her "seher" (sabah), en güzel "mahnılarla" (şar- kılarla) uyanıldığını, gün boyu "segâhların", oyunhavalannın,"ugamat"lann...evlerden sokaklara yayıldığını çocukluk günJerimden anımsıyorum... Nitekim, bizdeki pekçok sanatayada "esin kaynağı olan" çağdaş Azeri müziği, işte böy- le bir "düzeyin" ürünüdür. Okuma-yazma oranının yüzde 99.9 olduğu, 7 milyonluk nüfusun yıllık kitap ve broşür ti- rajının 12.5 milyonu aştığı Azerbaycan, bu güç- lü kültürel altyapısına karşın, yine de' 'arabesk tehlikeden" çekiniyor ve "kardeşini" de uya- nyorsa; öbür yandan "resmi geziler" ise Ibo'- larla yapılıyorsa; ortada' 'ciddi bir durum" ve önemli bir "kardeşlik görevi" var demektir... "Perestroyka" ile birlikte, "ulusal değerle- rini güçlendirme" sürecinde yeni bir döneme- ce giren Azerbaycan'da, ilk önemli kulttirel atı- hmlar, daha çarlık döneminde başlatılmıştı. Buna karşın, ülkemizdeki gerici çevreler, Azeri kültüründe yıllardır yaşatılan bu benlik tutkusunu, "Türkiye ile birleşme arzusu" ola- rak sürekli işlemişler; öteden beri ırkçı propa- gandalanna malzeme yapmışlardır. Azerbay- can'daki son gelişmeler ve "yeni arayışlar" da aynı yönde kullanılmakta, gericiliğin amaçla- rı için "çarpıtılarak" yansıtılmaktadır. Azeri aydınlar, arabeske karşı bu endişele- rinde haklı değiller mi? Var mı, Semra Hanım'- la birlikte Bakü'yegiden "sanatçılann" reper- tuvarlannda, ülkemiz, kentlerimiz ve insanla- nmız için söylenmiş boylesine sevgi, banş, dostluk ve bağhlık dolu, coşkulu şarkılar? Kaba Gerçekler Kimi zaman ince gözenekli bir yazıya gerek duyulur; karma- şık bir dünyada yaşıyoruz; yazdığım konuyu bütün girdisiyle çık- tısıyla kavramak için tümcelerine özen göstereceksin; düşünceyi imbikten süzeceksin; sözcük sözcük işleyeceksin ki yazdığınla gerçeklik arasında boşluk kalmasın. Kimi zaman da gerçek öylesine kabalaşır, "kör körparmağım gözüne" deyişini vurgulayacak kadar çarpıcı bir niteliğe dönü- şür ki söyieyeceğinin altını en kalın çizgiyle çekmenin yararları saymakla bitmez. Son günlerde Babıâli'de yayımlanan hangi gazetenin sayfa larını çevirsen iki sözcük göze çarpıyor: Lozan... Sevr... Kaba gerçek, elini uzatmış, işaret ve orta parmaklarını acmış, kör gözümüze sokuyor. Gündemin birinci maddesine Lozan usul usul yerieşiyor; yıl- lardan beri bileylenip sivrilen dişlerle kemirilecek; sonra sıra Sevr'e gelecek... Yıllarca önce bunu söyleyenlere karamsar gözlük takan kişi- ler diye bakılırdı; her şeyi abartan tipler vardır ya kuşkucu, olum- suz, pireyi deve yapan, öküzün altında buzağı arayan türden olan- lar, Türkiye'nin bir çember içine alındığını ne zamandır inceden inceye söylerlerdi. Artık gerçek kabalaştı; ince sazla kendini duyurmuyor; davul zurnayla gümbür gümbür ortada salınıyor; Babıâli gazetelerinin en olmadık köşelerinde bile kaygı başladı. * Fener Rum patriği Dimitrios, Amerika'da el üstünde tutuluyor; "Kostantinopolis"B yaslanmış, ABD Cumhurbaşkanı Bush'a sır- tını dayamış... Papazın işi iş!.. Atina'nın da işi iş; çünkü "Ege denizindeki Türk tehdidine karşı" adaları Lozan'a ayktrı olarak silahlandırması yetmedi; ABD ile imzaladığı SEİA anlaşmasında kendisine güvence verildi; daha ne ister!.. Başkan Bush Türkiye'nin Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı "katliam yıllan" olarak ilan etti. Ermeninin de işi iş... "UlusalAnt" sınırları içinde kurulacak bağımstz Ermenistan'a doğru döşenecek yolun asfaltını dökecek makineler Amerikai da üretiliyor. Anadolu'nun Güneydoğusu'nda da "bağımstz Kûrdistan devleti" için çarpışmalar sürüyor. "Su sonınu" Surlye ile Irak'ta Türkiye'ye karşı derinden deri- ne bir tepkinin oluşumunu körüklüyor. "Anadolu'nun yumuşak karnı" Kıbrıs neyin gebeliğini taşıyor? Zayıflayan bir devletın benliğine yönelik hırslara kim gem vu- rabilir? • Lozan mı tartışılıyor? '- _y Sevr mi hortlayacak? Eskiden bu sorular devlet içindeki devletin kuşkuyla baktıg> solcu yazarlann köşelerinde gündeme girerdi; şimdi bütün Ba- bıâli'yi sardı. Yeryuzünde büyük fırtına koparan rüzgârların es- tiği birdönemde "Büyük Müttefikimiz Amerika"n\n Ege'de çıka- cak bir savaşta Yunanistan'ın yanında yer alacağını Atina'yia yap- tığı anlaşmaya geçirmesi, yüreğinde bir parçacık yurt sevgisi olan herkesin gözünü açtı. Bizans'ın "Kostantinopolis'inden yola çıkarak Amerika'yı ziya- rete giden Fener Rum Patriği'nin sırtını sıvazlayan Bush, SEIA^ dan sonra Türkiye'ye bir kazık daha atıyor. Ama Türkiye'deki de ne aymazlık!.. TÖ, Cumhurbaşkanı olmak için yola çıktığında, "Kösk"e layık olduğunu kanıtlamak için şöyle konuşmuştu: "İstediğim zaman telefonu açıp Arnenka Cumhurbaşkanı Bush? la konuşabiliyorum." öyleyse açsa ya telefonu: — Bana bak Bush, dese, ne hatt edtyorsun!.. Türk Ulusal Kur- » tuluş Savaşı'nı katliam sayıyorsun. Fener Patriği'ni kışkırtıyorsun, Yunanistan'a Türkiye aleyhine güvenceler veriyorsun, Kıbns'ta Ati- na'ya dönük duruyor, bize sırtını çeviriyorsun. Hani ya biz dost- tuk, arkadaşük, stkı fıkıydık? Unuttun mu birlikte kahveJtı bHe et-' memiş miydik? ,» J * •':'«'»'«u. .r • r;~"'i'f'"^ 1. Hamur kağıda çok temiz F O T O KO P İ 50 TL Doğan Copy 160 78 28-160 69 52 Ortabahçe Cad. No: 60 Beştkta? VESTEL 5.Y I L Vestel'in 5. yılı için Julio Iglesias söylüyor! Türkiye'nin "elektronikte 1 numara"sı Vestel, 5. yılında dünyanın en ünlü sanatçılanndan birini ülkemize getiriyor... Julio Iglesias! Julio Iglesias, Vestel'in 5. yılı için İstanbul'da, İzmir'de, Çeşme'de söylüyor. Vestelseverleriçin! "Vestel'in 5. yılı için Julio Iglesias söylüyor" Konser Programı: • 27 Temmuz Cuma, saat 21.00 Izmir Efes Antik Tiyatro • 29Temmuz Pazar, saat 23.00Çeşme 91/2 (Unicef yaranna) • 31 Temmuz Salı, saat 21.00 İstanbul Abdi İpekçi Spor Salonu • 1 Ağustos Çarsamba, saat 21.00 İstanbul Abdi İpekçi Spor Salonu . Konser biletleri aşağıdaki adreslerde satışa sunulmuştur. İzmir Efes Konseri için: • Devlet Opera ve Balesi Gişesi-Konak • Beymen-Alsancak • Vakkorama-Kordon, Kuşadası • Yargıcı-Alsancak. Karşıyaka • Kent Pastanesi-Hatay • Turcu Kaset-Selçuk • Vestdaş-Alsancak Grup için rezervasyon Tel: (51) 21 60 71 Otobûs için rezervasyon Tel: (51) 22 61 11 İstanbul Konserleri için: • Beymen-Beyoğlu, Erenköy, Kadıköy, Şişli, Gallena (Erkek) • Creperie-Bebek, Levent Organizasyon: Ahmet San-Engin Kefkep ~Y TVESTEL0:POLLY PECK ITERNATIONAL PIC
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle