08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 7 MAYIS 1990 GENCAY ŞAYLAN-ŞENAY KALKAN İLHAN SELÇUKGUNUMUZDE ALEVILIK Aleviliğin tarihsel kökeni, Peygamber'in ölümünden sonra tslam dünyasında başlayan siyasi tartışmaya kadar uzanıyor Aleviler neden şeriata karşı?/\ levilere göre şeriat, Islam dünyasındaki siyasi / arihçilere göre Islam dünyasındaki Sünni-Şii JTJL kavgadan galip çıkan Muaviye ve onun oğlu JL farklılasması, Kureyş'in iki büyük ailesi olanMezhep Diktası... Dinde birbirinden ayrılan görüşler, zaman içinde bır akım, bir dal, bir dizgeye dönüştüğünde mezhebi oluşturuyor. islam- da çıkışından sonra zaman ve mekân kapsamında sayısı çok mezheple yaygınlaştı. Yadsınamaz bir gerçek ve bir tarihsel olgudur bu... Hıristiyanlıkta Katolik mezhebi ya da Protestanlık var mı? Ortodoks kilisesi neden ortaya çıktı? Müslümanlıkta Alevilik, Sünnilik, Şiilik, Mutezıle, Hanefilik, Hurufilık vb. islam dünya- sında yerlerini almıyorlar mı? Anadolu'nun inanç topografya- sında mezheplerin ve tarikatlann varoluşunu dogal karşılamak gerekir. Hazreti Muhammed'in sağlığında elbette mezhep oluşamaz- dı; çünkü sorulması ve öğrenilmesi gereken şeyler ona soru- lur, öğrenilirdi. Ayrılık, Muhammed ölduğü anda başladı Ha- life kim olacaktı? Bu soru yalnız dınsel değıl, siyasal bir içe- rik taşıyordu. İlk günden başlayan ıkircikli gelişme, yıllar son- ra dallandı budaklandı; mezhepler ve tarikatlann çoğalmasıyla sürdü gitti; bugünlere kadar geldi. Ne yazık ki bugünkü Türkiye'de de, 21'inci yüzyıla 10 kala mezhep ve tarikat savaşımı sürüyor; politika oluşturuyor. Atatürk Cumhuriyeti'nin temelini oluşturan laiklik ilkesınden vazgeçilmiştir; "Öğretim Birliği Devrimi" çiğnenmtştir; okulla- ra zorunlu din dersleri konmuştur; imam lıseterinden çıkışlı olanları bürokrasinin köşebaşlarına yıllardan beri yerleştiren siyasetle devlet, vicdan özgürlüğünü hiçe sayan bir mekaniz- maya dönüştürülmüştür. Sünni mezhebinin diktası varlığını her yerde duyumsatmak- tadır. Okulda din hocası, Alevi öğrenciye Sünni mezhebinin ge- reklerini öğretmekte; eğer ögrenci vicdan özgürlüğünü savun- maya kalkarsa horlanmakta ve sınıfta bırakılmaktadır Bürok- rasinin kilıt noktalarını tutan mezhepçiler, kendilerine yakın say- madıklarını tasfiye etmekte bırbirleriyle yarışıyorlar. Devletin maaşlı memuru olan Sünni hocalar, Alevı köylerinde merkezi hükümet emriyle mezhep buyurganlığı yapıyorlar. 1990'ların Türkiyesi'nde, İslamiyet, Sunni mezhebinin ka- lıplarına sığdırılmıştır. Alevilerin dinsel inançlarıyla birlikte ınsan hakları ayaklar altına ahnmakta. temel özgürlükleri çiğnenmektedir. Laik ve demokratik devlette olmayacak bır şeydır bu... Yapılacak ilk iş devleti din alanından geri çekmektir Eğer devletin televizyonundan dinsel propaganda yapıla- caksa, ıçeriği ve boyutları ne olacaktır? Devlet hangi dinin, hangı mezhebin, hangi tarikatın yolunu benımseyecek? Bir yo- lu benımsemek ötekileri dışlamak değil midir? Laik Türkiye Cumhuriyeti'nde Hıristiyan, Musevi, Müslüman yurttaşların, kısacası çeşitli dinler ve mezhepler mozaiğinin yaşadığı unu- tulmuş; din siyasete Sünni diktasının buyurganiığında sokul- muştur. Laiklik bir kez devletin temel altyapısı olmaktan çıkarıldı mı, ortaya çıkacak sorunların üstesinden hiçbir güç gelemez. Bu tehlikeli gıdişe son vermenin zamanı gelmiştir. Irandaki Şii, Suudi Arabistan'daki Sünni diktası arasında ikircikli bir irtica gelişmesine Türkiye'de göz yummak, ülkemizi Ortaçağ'a sü- rüklemekle eşanlamlı sayılmalıdır. ALEVİLER VE LAİKLİK Devlet, dini denetleyince, GENCAY ŞAYLAN Anadolu'nun Alevi toplulu- ğu, tıpkıSünnilerin çoğunluğu gibi Kurtuluş Savaşı'na tam destek vermişler ve daha sonra gelen Kemalist devrimleri de büyük bir coşku ile karşılamış- lardır. Başka bir deyişle Kema- lizm'in yön verici ilkesi olarak kabul edilebilen laiklik, Alevi topluluğu için yüzyıllar boyu süren baskı ve dışlanmanın so- nu olarak yorumlanmıştır. An- cak laiklik uygulaması, bir an- da Alevi ve Sünni kesimler ara- sında yüzlerce yılhk tarihten ge- len güvensizliği bir anda orta- dan kaldırmamıştır. Henüz uluslaşma aşamasının başında bulunan genç Türkiye Cumhuriyeti de laiklik ilkesini dinin devlet tarafından denet- lenmesi olarak yorumlamış; böylece Alevilerin özgürce din- sel bir kimlikle örgütlenmeleri mümkün olraamıştır. Devletin dini denetlemesi ve dinsel hiz- metlerin devlet bunyesi içinde yerine getirilmesi, kaçınılmaz olarak Diyanet İşleri örgütün- de Sünnilerin ağır basmasına, Aleviliğin yok sayılmasına ne- den olmuştur. Din, vicdan ve inanç özgür- lüğü laiklik ilkesinin temelidir. Klasik temel haklann en önde gelenlerinden biri olan bu öz- gurlük tam ve kesin olarak gü- vence altına alınmamışsa laik devletin varlığından söz etmek zorlaşmaktadır. Laikliğin, de- mokrasinin "olmazsa olmaz" koşulu sayıldığı göz önüne alı- nınca din, vicdan ve inanç öz- gürluğü ile demokrasi arasmda- ki yaşamsal bağ ortaya çıkmak- tadır. Din, vicdan ve inanç özgür- lüğü klasik temel haklar arasın- da sayılmakta ve çeşitli insan hak ve özgürlükleri bildirgele- rinde din, vicdan ve inanç öz- gürlüğünün tanımının benzer biçimde yapıldığı görülmekte- dir. Örneğin Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Haklan Bildir- gesi'nin 18. maddesi, sözü edi- len özgürluğuıı tanımını ver- mektedir. Madde 18 - Herkesin diişün- ce, vicdan ve din özgürlüğü haklu vardır. Bu hak. din ya da inancını degiştirme özgürlüğü- nii ve din ya da inancını, tek ba- şına ya da topluca ve açık ya da özel olarak oğretme, uygulama, ibadet ve gözetim yoluyla açık- lama özgürlüğünü içerir. Buradaki tanım çerçevesinde, din, vicdan ve inanç özgürlüğu- nün dört boyutu olduğu söyle- nebilmektedir. Birinci boyut, bireyin istediği gibi inanma ve isterse inancını degiştirme bo- yutunu içermektedir. Ikinci bo- yut ise hiçbir kısıtlarna soz ko- nusu olmaksızın ibadet edebil- me şeklinde tanımlanabilrnek- tedir. Üçüncü boyut, ayru inan- ca sahip insanlann inançlannın gereğini topluca yerine getirme- leri yani dinsel açıdan orgütleıı- rneyi kapsamaktadır. Dördün- cü boyut ise herkesin inancını başkalanna anlatabilmesi ve propaganda yapmasıdır. Laik- İiği temel ilke olarak kabul et- miş olan Türkiye'de din, vicdan ve inanç ozgurluğünün ilk iki boyutu guvence altına alınmış gözükmekle beraber son iki bo- yutu üzerinde ciddi kısıtlama- lar olduğu söylenebilmektedir. Laikliğin, dinin devlet tara- fından denetimi biçiminde yo- rumlanıp uygulamşı, Cumhuri- yetin ilk yılları ya da başlangıç dönemi için anlaşılabilir bir şeydir. Ama artık bugün farklı bir noktaya gelindiği açıkça gö- rülebilmektedir. Örneğin toplu- ma din hizmeti götürecek olan Diyanet İşleri Başkanhğı'nm, sayılan 17-20 milyon arasında değişen Alevileri bir inanç gru- bu olarak yok saydığı ileri sü- riilmektedir. Yani bir başka de- yişle Aleviler, odedikleri vergi- leri kullanan Diyanet İşleri Baş- kanlığı'nın kendilerine din hiz- meti getirmediğini, inançlannı yok saydığını düşünmekte; bu değerlendirmenin, doğruluğu yanlışhğı bir yana, geniş bir Alevi topluluğu tarafından be- nimsendıği söylenebilmektedir. Çağdaş Turk toplumu içinde hiç de azımsanamayacak bir azınlığı oluşturan Alevi toplu- munun artık yüzyıllar süren ka- palıhktan ve kendisini gizleme- den kurtulması gerekmektedir. Bunu sağlamanın yollarından biri toplumdaki her türlıi din- sel örgütlenme>'i sivil topluma bırakmak, devleti tam anlamı ile iaikleştirmek olabilir. Böy- lece temel haklann en onde ge- lenlerinden biri olan din, vicdan ve inanç özgürlüğü bütün bo- yutları ile gerçekleşmiş olacak- tır. 12 tnuun Yezid'in ısteklerı doğrultusunda gelişmiştir. Nitekim Aleviler yüzyıllardır devlet eliyle uygulanan şeriata, yani tarih içinde gelişen resmı îslamı düzenlemeye karşı direnmişler, tasavvuj da bu direnişin temel kanalı olmuştur. Alevilik resmi İslama tepki şeklinde gelişmiştir. Haşimiler ve Emeviler arasındaki yarışma ve çekişmenin yansımasıdır. Bu çekişme, bir ticaret şehri olan Mekke nin kontrolünden kaynaklanmakta ve islamiyet öncesine kadar uzanmaktadır. Alevilere göre Peygamber, kendisinden sonra yerine Hz. Ali'yi bırakmak istemiştir. s — 2 — GENCAY ŞAYLAN Daha önce de değinildiği gibi Alevilik, 'sözcük olarak "Ali'yi tutan" ya da "AJi'ye bağlı olan" anlamına gelmektedir. Bu aynı zamanda İslamiyetin belli bir bi- çimde yorumunu içeren bir inanç sistemi olarak da tanımlanabil- mektedir. Aleviler, tslamın temel kaynakları olan Kuranı ve pey- gamber sünnetini farklı bir biçim- de anlayıp yorumlamaktadırlar. örneğin Aleviler şeriata karşı- dırlar. İslamiyet, başlangıçta sa- dece ahlak ilkelerinden oluşan bir öğretidir, ama kısa bir surede sosyo-politik sistem haline gelmiş ve İslam dünyasını düzenleyen şe- riat, bu oluşum içinde biçimlen- miştir. örneğin Alevilere göre şe- riat, tslam dünyasındaki büyük çatışmadan galip çıkan Muaviye ve onun oğlu Yezid'in istekleri doğrultusunda gelişmiştir. Nitekim Aleviler yüzyıllardır dev- let eliyle uygulanan şeriata, yani tarih içinde gelişen resmi tslami düzenlemeye karşı direnmişler; ta- savvuf bu direnişin temel kanalı olmuştur. Aleviliğin tarihsel kökenleri ye- dinci yüzyıla, yani hemen Pey- gamber'in ölümünden sonra İs- lam dünyasında başlayan büyük siyasi çatışmaya kadar inmekte- dir. Kuşkusuz Alevilik, hatta Şii- lik, kendilerine özgü bir öğreti olarak 10. yüzyıldan sonra tarih şehri olan Mekke'nin kontrolün- den kaynaklanmakta ve İslamiyet öncesine uzanmaktadır. Örneğin Emevi ailesinin başı Umeyye, Mekke'nin denetimini Haşim'e kaptınnca Şam'a göç etmiş ve orada etkili bir konuma gelmistir. Bilindiğı gibi Umeyye, peygambe- rin büyük düşmanı Ebu Siifyan'- ın dedesidir ve daha sonra İslam dünyasında yönetimi ele geçiren Muaviye de Ebu Süfyan'ın oğlu- sahnesine çıkrcış gözükmektedir. fdur. Ebu Süfyan, Mekke'nin Ancak bu oluşumun temelinde peygamber sonrasırun siyasi kav- gaları vardır. Başka bir deyişle Şi- ilik ^ve Alevilik, bir feodal impa- ratorluk çerçevesinde uygulanan resmi İslama karşı tepki olarak gelişmiştir. Bu nedenle önce İslam dünyasında farklı mezhepleşme- ye yol açan siyasi çatışmanın ana hatlarına değinmekte yarar var. Tarihçilere göre İslam dünya- sındaki Sünni-Şii farklılasması, Kureyş'in iki büyük ailesi olan Haşimiler ile Emeviler arasında- ki yanşma ve çekişmenin yansı- masıdır. Bu çekişme, bir ticaret Müslümanlarca feth edilmesinden sonra lslamiyeti kabul etmiş, onun oğlu Muaviye de üçüncü ha- life Ömer zamamnda Şam'a vali atanmıştır. Alevilere göre Peygamber, ken- dinden sonra İslam dünyasının dinsel ve siyasal yönetimini yeğe- ni Ah'ye bırakmak istemiştir. Ali, Peygamber'in amcası olan Ebu Talib'in oğludur, 599 yüında doğ- muştur ve Peygamber'in çağrısı- na uyup İslamiyeti kabul eden ilk kişilerden biridir. Alevi ve Şii gö- rüşe göre Peygamber, "Veda haccından" dönerken Gadir-i Humm vahasında yaptığı konuş- mada, açıkça Ali'yi yerine bırak- tığını söylemiş bulunmaktadır. Yine aynı göruşe göre Peygam- ber, hastahğının ağırlaşması uze- rine yerine Ali'yi bıraktığını bil- diren bir vasiyetname yazdırmak istemiş, ancak bu vasiyetname ya- zılamamıştır. Bazı tarihçilere gö- re vasiyetnamenin yazılmasını, Ali'ninhalife olmasını isteıneyen Önaer B. Hattab önlemiştir. Bilin- diği gibi, Peygamber'in ölümün- den sonra kimin İslam dünyasının başına geçeceği konusunda bazı tartışmalar çıkmış, Medineliler ile Mekke'den gden Kureyşliler ha- lifeliğin kendilerine ait olduğunu iddia etmişler ve sonunda pey- gamberin en yakın dostlarından biri olan Ebu Bekir'ın halifeliği kabul görmüştür. Kısa bir süre halifelik yapan Ebu Bekir, ken- dinden sonra Ömer'in halifeliği için yazılı vasiyet bırakmış ve böy- lece ikinci halife de belirlenmiştir. Mevcut çalışma ve gerilimin su yüzüne çıkıp kanlı bir hal alması üçüncü halife Osman zamamnda olmuştur. İkinci halife ömer, 644 yılında camide namaz kılarken bir suikastçı tarafından öldürülünce, sağlıklannda kendilerine cennet müjdelenenlerden hayatta olanlar ve Ömer'in oğlu Abdullah, Os- man B. Affan'ın halife olmasını öngörmuş ve böylece artık bir bu- yük imparatorluk haline gelen İs- lam devletinin başına Osman geç- miştir. Büyük İslam araştırıcısı Abdölbaki Gölpmariı'ya göre bu- rada gerçek bir seçim olmamış; soy ya da aile tartışmalannın ya da çekişmelerinin yönlendirdiği çok küçük bir grup halife seçimi- ni yapmıştır. İleri sürüldüğüne göre Osman döneminde Emevi ailesi tekrar es- ki gucUne kavu$muş ve büyük İs- lam imparatorluğunda en etkin konuma gelmistir. Bu durumun, kaçınılmaz olarak zaten mevcut olan muhalefeti güçlendirdiği ve yaygınlaştırdığı açıktır. Nitekim 656 yılında bir ayaklanma sonu- cunda üçüncü halife Osman evin- de öldürülmüş, Peygamber'in ye- ğeni, kızının eşi ve torunlannın babası olan Ali dördüncü halife olarak göreve başlamıştır. Önce Peygamber'in eşi Ayşe ve Talha ile Zübeyir halifeyi tanıma- mış ve iç savaş başlamıştır. Bu- günkü Irak topraklannda bulu- nan Kûfe'yi merkez yapan Ali, bu başkaldırmayı ezmiş, fakat arka- sından Şam Valisi Muaviye'nin is- yanını bastıramamıştır. Ali ve Muaviye ordulan arasındaki ün- lü Sıffın savaşında askeri yönden kesin sonuç alınamayınca hakem çözümüne gidilmiş ve bunun so- nunda İslam devleti ikiye bölun- müştür. Bu bölünmeyi ve hakeme gitmeyi İslamiyet ile bağdaştıra- mayanlar ilk ayrı mezhebi oluş- turmuşlar ve "Hariciler" olarak adlandınlmışlardır. Ancak bu iki- li yönetim çok uzun sürmemiş, 661 ocağında Ali'nin Hariciler ta- rafından düzenlenen bir suikast sonucu öldürulmesi ile Muaviye, yani Emevi ailesi İslam dünyası- nın tek hâkimi durumuna gecmiş- tir. Yarm: Kerbela ola>ı Bazı yörelerde, bazı köylerde 'dede'ler hâlâ geçmişteki yerlerine sahipler. Ama özellikle büyük kentlerde dedelerin yerini kitaplar, lelevizyonlar, videolar almış. (Fotograf: Fnat Kozluklu) Aleviliğin temel düşünceleri: Hırsızlık, dedikodu yapmamak, başkasının namusuna göz dikmemek 'Eline, diline, beline sahip olmak'— 2 — ŞENAY KALKAN Muharrem Ercan Elazığlı bir Alevi dedesi. Köy- den kente göçün yoğun olduğu 60'lı yıllarda Mu- harrem Ercan da İstanbul'a goçmüş ve Aksaray'a yerleşmiş. Halı ve mobilya satan bir mağazası var. Alevilerle ilgili bir dizi haarladığımızı ögrenince çok seviniyor. O da konuştuğumuz öteki Aleviler gibi gerçeklerin gün yüzüne çıkması, Alevilerin sesleri- ne kulak verilmesini istiyor. "Bizim için pek sorun olmadı. Burada da (Aksaray) evimizin olduğu yer- de de herkes bizim Alevi oldugumuzu bilir, ama bir- çoklan Alevi olduğunu saklıyor. Çünkü kimse kom- şuluk etmez diye korkuyoriar" diyor. Muharrem Dede, dedeliğin koylerden kente göç- lerle, uretim tarzındaki, aile yapısındaki değişiklik- lerle giderek eski önemini yitirmeye başladığını an- latıyor. Özellikle genç kuşak için dede yılda bir gi- dilip eli öpülen bir aile büyüğu gibi. Belki bazı yörelerde, bazı köylerde dedeler hâlâ geçmişteki yerlerine sahipler, ama kentlerde, hele hele metropollerde dedelerin yerini çoktan kitaplar, televizyonlar, videolar, sinemalar, tiyatrolar almış. Gençler artık akıllanna takılan bir sorun için "Aca- ba dede ne der" diye dedeye sormak ihtiyacında de- ğil. O konuyla ilgili bir kitap okumayı yeğliyor da- ha çok. Ama o kurumu yadsımıyorlar yine de. "Ale- viliği, Bektaşiliği onlar o iki telli sazlanyla, bitmez tükenmez enerjileriyle hem de onca baskıya karşın günümüze dek getirdtter" diyorlar. Bir dedeyi yine ayağa kalkarak karşılıyor, yine elini öpüyor saygı- da kusur etmiyorlar. Muharrem Dede "Olmuyor, kentlerde herkes bir Muharrem Dede Biriyle tanışıyorsunuz, dost oluyorsunuz,bir gün vesileyle Alevi olduğunuzu öğrenince, 'Yok canım sen Alevi olamazsın' diyor. Bu yanlışlığın düzeltilmesi lazım. Bunda Sünni kardeşlerimizin de çok kabahati yok. Onlara da yıllarca camilerde, orada burada imamlar Alevileri kötülemiş. İki kardeş kesim birbirinden uzaklaşmış. Aleviler içlerine kapanmışlar, bu da dedikoduların artmasma yof açmış. Oysa bu yüzyılda böyle asılsız şeylerin yeri yok. Biz hepimiz kardeşiz. başka yerde işinde gücünde, zaman yok ki" diyor. Eskiden kış aylarında dedeler taliplerinin köyleri- rıi ziyaret eder, birkaç gün o köylerde misafir olur, dargınları barıştırır, sorunları çözer, iyilik, doğru- luk, namus üzerine sohbetler eder, cem yönetirmiş. Günler, geceler süren sohbetler olurmuş. Alevilik kentlerde yaşayainlar için bir tür aile kül- türü olmuş. Çocuklar, Aleviliğjn temel esaslarından biri olan "Eline, diline, beline sahip olmak" düşün- cesiyle eğitiliyorlar. Eline sahip olmak yani hırsız- lık yapmamak, diline sahip olmak yani dedikodu yapmamak, beline sahip olmak yani başkasının na- musuna göz dikmemek. Muharrem Dede, kendisi için onemli olanın ço- cuklannın okumaları, meslek sahibi olmaları, iyı, namuslu, durüst birer insan olmaları ve memleket- lerine, milletlerine yararlı olmalarının onemli oldu- ğunu söylüyor. En çok da Sünnilerin Aleviler hak- kmdaki düşüncelerine uzülüyor: "Biriyle tanışıyor- sunuz, dost oluyorsunuz, bir gün bır .t»ue>le Ale- vi olduğunuzu öğrenince 'Yok canım sen Alevi olamazsm' diyor. Ondan sonra da Aleviler hakkında duşünduklerinden utanıyor. Bu yanltslığın düzelme- si lazım. Bunda Sünni kardeşlerimizin de çok ka- bahati yok. Onlara da yıllarca camilerde orada bu- rada imamlar Alevileri kötülemiş. Aleviler hakkında Sunniler arasında bu yanlış diişünüşler yuzünden de iki kardeş kesim birbirinden uzaklaşmış, Alevi- ler giderek içlerine kapanmışlar. Bu da dedikodu- ların artmasma yol açmış. Oysa bu yüzyılda böyle asılsız şeylerin yeri yok. Biz hepimiz kardeşiz, bir arada yasıyoruz." Muharrem Dede*yle birlikte yine Elazığb bir Alevi ailesinin evine konuk oluyoruz bu kez. Evin hanı- mı "Başımızın üstünde yeriniz var. Oturalım, yiye- lim, içelim, ama fotoğrafımızı çekip adınuzı yazmayın" diyor. Alevi olduğunu olurduklan apart- ınanda kimsenin bilmediğini, bilmelerini de isteme- diğini söylüyor. Hatta Ramazan ayı boyunca, Sün- ni komşulanndan çekindiği için oruç tuttuğunu an- latıyor. Yalnız o orucu ilk günler sahura kalkma- dan tutuyormuş. Bir iki gün sonra karşı komşu ki- nayeli kinayeli "Sizin sahnrda lambanız niye yan- mıyor?" diye sorunca, ondan sonraki günler sahur zamanı kalkıp lamba yakıp sonra yine uyuyormuş. Kocasımn ve Muharrem Dede'nin ısrarına rağmen ikna olmuyor ve endişeyle, "Allah konısun bizi ke- serier sonra" diyor. Kocası bize dönüyor: "Görü- yorsunuz işte. Şimdi onlar bizden daha mı Müslü- man? Dinde, tslamiyette zoriama yoktur bir kere. Din Tanrıyla kul arasındadır. Şimdi sahura kalkıp kimin lambası yanmış kimin yanmamış diye bakıp bunu komşuları arasında bir dedikodu konusu ha- line getirmek Müslumanlığa sığar mı?" Biz yernek yiyip sohbet ederken, çocuklar içerde televizyon seyrediyor. Muharrem Dede, "İşte gör- diinnz. Evlerine dede gelmiş, onlar içerde televiz- yon seyrediyor" diyor şakayla karışık. Yemekten sonra Muharrem Dede bir başka "ta- lip"ine telefon ediyor. Gece saatin 11.00'i Ve yanıt aynı: "Başımızın üstünde yeriniz var." Birkaç sokak ötedeki bir başka Alevi evine gidi- yoruz. Yine duvarda büyük boy Hz. Ali resmi. Ya- nında da bir saz. Muharrem Dede, "Saz duvarda durmaz" diyor. Ev sahibi Pir Sultan Abdal'dan baş- lıyor söylemeye. Deyişler birbirini izledikçe dinle- yenler coşuyor. Yer dar, ama ne gam. Bilmek onemli değil, hissetmek yeterli. lkişerli, üçerli semahlar dö- nülüyor. Ancak kentteyiz, ertesi gün iş var. Muhar- rem Dede saatine bakıyor ve geceyi sonlandırıyor: "Vakit saat umam oldu/Gelin dostlar aynlahm/Fa- ni dünya kime kaldı/Gelin dostlar ayrılalım." Yarm: Izzettin Do^aaia
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle