06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 4 MA YIS 1990 Uyarı MELİH CEVDET ANDAY Gani Girgin mektup yazmayı sevmez, karşı kar- şıya konuşmayı yeğler hep; o da olmazsa, telefon eder. Ama ikisinde de karşısındakıne söz sırası ver- raez pek. AJıştım ben buna, yakınmıyorum. Söy- lenecek sözü olanı neden dinlemeyeyim! Dün telefonla aradı beni. — Nerelerdesin? diye sordutn. — Antalya'dayım, dedi. — Sen memur değilsin, öğrenci değilsin, bu uzun tatilden niçin yararlanmaya kaiktm? Gani Girgin: — Tatil beni burada bastırdı, dedi, dönüyorum. — Hayır ola, dedim, benden bir istediğin mi var? Gani Girgin: — Deli olacağım, dedi. "Aman kendini tut" dedira, ama dediğimi ya duymadı, ya da duymazlıktan geldi. — Uluslararası Barış Ödülünü Evren'e vermiş- ler, dedi. — Yoksa bu yüzden mi dönüyorsun? — öyle sayabilirsin; rahatım huzurum kalma- dı. Hep kendi kendime konuşuyorum. Olacak şey değil bu. Bak azizim, bir ödüle "ahbap ışi" karış- tı mı, onun değeri sıfıra iner. Hele bu, uluslarara- sı bir ödülse, işin rengi büsbütün değişir, gülünç olur o ödül. Darbecilere, sıkıyönetimcilere, parti kapatanlara, demokratik özgürlükleri kaldıranla- ra ne zamandan beri barış ödülü veriliyor? Soru- yonım arkadaş, yakalattığı gençler için, halkın kar- şısına geçip, "Ben bunlan asmayayım da, besleye- yim mi?" diyebilen bir adam "banş kahramanı" yapüır mı? Dünya tersine mi döndü? Dediğime mim koy, göreceksin, önümüzdeki yülar seçilecek yaban- cılardan hiçbiri bu ödülü kabul etmeyecektir. Bü- tün dünya, "ödül sizin, aranızda paylaşm" deyip sırt dönecektir bize. Niçin düzenledik bu ödülü, adı- na niçin Atatürk'ü kanştırdık? Şunu unutmamak gerekir ki, uluslararası bir ödülıin seçici kurul üye- leri, her şeyden önce özgür olmaü, sonra da uygar- lığin evrensel ölçülerine citizlikle baglı bulunmalı- dır. Anladığıma göre, Uluslararası Atatürk Banş Ödülü'nün son seçiminde bu iki ilkeye boş veril- mıştir. Kestim soziinü. — Konuşmama jöton dayanmayacak, dedim. Gani Girgin, — Merak etme, dedi, oteldeki odamdan telefon ediyorum. Ve sözü bana kaptırmamak için ara vermemeğe bakarak sürdürdü sözünü. — 1990 yılı "Uluslaıarası Okuryazarlık Yılı" olarak duyurulmuştu. Bu konuda yayımlanan bil- dirideki Temel Amaçlar'dan bir ikisini okuyorum: "Üye devletlerin hükümetleri tarafından aİınacak okuryazarlık önlemleri ve işlevsel okumayazmaz- lığa karşı verilen savaşım yogunlaştırüacak. Önce- likle, kırsal kesimde, kentlerin yoksul yerleşimle- rinde yaşayan topluluklarda, kadınlar arasında ve oğretım konusunda cezalandırılmış olan halk kat- manlarında çaba gösterilecek." Sonra bir de şunu dinle, "Temel öğretimin etkisini arttırma önlem- lerini de içermek üzere, bugünden 2000 yüına, oku- mazyazmazlığın ortadan kaldınlması yolunda eylem izlencesini etkili biçimde gerçekleştirmek için, ulus- lararası okuryazarlık yılmın yaşama geçirilmesi sağ- lanacak." — Gani, dedim, bunun Uluslararası Banş ödü- lü konusu ile ne ilgisi var? — Dinle, dedi Gani Girgin. Bu ilkeleri biz bun- dan elli yıl önce saptadık ve Köy Enstitüleri ile ya- şama geçirdik. Ne garip bir toplumdur ki bu, o öz- gün kurumları gene biz batırdık. Bunun gibi, ge- lişmekte olan ülkeler içinde ilk laik cumhuriyeti ku- ran da biziz; ama şimdi onu da ortadan kaldırma- ğa çalışıyoruz. Uluslararası Atatürk Banş Ödülü'- nü kurmak elbette iyi bir şeydi, bak onu da ytizü- müze gözümüze bulaştırdık. — Dostum, diye sözünü kestim Gani Girgin'in, bunlan İstanbul'a dönüşünde oturup karşıhkh ko- nuşsak daha iyi olmaz mı? — Ben sana deli olacağım diyorum, anlamıyor musun? Konuşmazsam oynatacağım demektir bu. İçinde yaşadığımız olaylar Platon'un İdealar ku- ramı değil ki geri btrakasın! Bak, Kutlu ile Sargın ölümle burun burunalar. Eğer istenmeyen korkunç sonuç gerçekleşirse kitaplara geçeceğiz, yaban bir toplum örneği diye dünyada okutulacağız. Ben bir yurttaj olarak, Kutlu ile Sargın'm niçin tutukhuı- dıklannı bümiyorum, neden salıverilmediklerini an- layamıyorum. Bir adamı komünisttir diye hapse at- mak ayıptır. Biz bu ayıbı yıllardan beri yaşıyoruz. Atatürk Banş ödülü'ne layık görülen Evren, cum- hurbaşkanı iken, bir resmi ziyaret dolayısıyla Al- manya'dan dönerken uçakta, Türkiye'de komünist partisinin kurulmasına karşı olmadığım söylemiş- ti. Geçende yeni cumhurbaşkanı işadamları ile yap- tığı bir toplantıda, 141. ve 142. maddelerın kaldı- rılmasından yana olduğunu (kendi deyişi ile) ifade etti. Sizin gazetede Uğur Mumcu, "Peki, kim kar- şı?" diye yazdı bunun üzerine. Sen şu acaip duru- ma bak! Kimse k'arşı değil, ama Kutlu ile Sargın TBKP kurucusu oldukları için hapisteler ve bunu protesto amacı ile açlık grevi yapıyorlar. Geçen gün, bu konuyu açtığım biri, "O başka, o başka" demez mi bana! tşte bizi dünya kamuoyunda beş paralık eden bu mantıktır. Söz başka, eylem baş- ka! Oysa sözle, düşünceyle, eylemin, davraruşın bir- liğidir ahlâkı oluşturan ve unutma ki, bireyler gibi toplumlann da ahlâkı vardır, olmalıdır. Güven için- de yaşanamaz başka türlü, her günümüz tehlike- lerle dolu olur çıkar. Ben bir aydın olarak değil, bir insan olarak başkaldınyorum bu duruma, se- yirci kalmak istemiyorum. Gani Girgin durdu, "Sana hak veriyorum" di- yemedim, böyle deseydim, ben de devletlilerimize benzemiş olurdum. Dostum: — Deli olacağım, diye sürdürdü sözünü, şu ga- zetelerin haline bak! Hande iie Hasan Celâl Güzel dedikodusu günlerden beri baş konu. Hani nerdey- se, "Bu dedikoduyu mahsus patlattılar ki, Kutlu- Sargın sorunu unutulsun" diyeceğim. Çünkü bi- zim insanımız uçkur konusuna çok merakhdır, bu konu açıldı mı, başka şeye boş verir. Ne ilginç bir görünum değil mi? Hasan Celâl Güzel de kalkmış, "Mücadeleme de\am edeceğim" diyor. Ne müca- delesidir bu? Hani "Güler misin, ağlar rmsın!" diye bir sözümüz vardır, tam o sozün sırası. "Gönül av- cılığma devam edeceğim" deseydi daha yerinde olurdu. Sustu. Telefon kapandı sandım. — Alo, dedim. Yanıt yok. Biraz daha bekledira. Gani Girgin'- in iç çekişini duydum. — Ne oluyor dostum, diye seslendim. Gani Girgin: — Düşünüyorum, dedi. — Sen telefonsuz duşünemez misin? — Dışarıya bakıyorum. Güneşin altında deniz ne kadar sakin. Oysa benim içim sıkılıyor. Demek doğa ile aramızda hiçbir uyum yok, birlik yok. Da- ha doğrusu, onun bizden hiç haberi yok, bildiğini okuyor. Bu da bana neyi düşündürüyor biliyor mu- sun? Başka bir dünyada yaşadığımızı. Inandırıcı olmayan bir dünyada. Sonra bir "çat" sesi. Telefon kapandı. Dışan baktım. Günlük güneşlik. Gani Girgin doğa içindeki yersizliğimizi dile ge- tirmişti; bense tarihsel boyut içinde imgelemimi canlandırmağa çalışıyordum. Bugünlere çok, çok ilerden bakabilmeyi deniyordum. Böylece inanıl- maz bir saçmalık içinde buluyordum kendimi. Do- ğa ve zaman... tkisi de uyarıyordu bizi. Kutlu ve Sargın'm içerde olmasından doğan utancı daha fazla taşımayalım. Guetemiz gefcn hafti cura» gunu çıkmadıfıadın Anday'm ytzısını bugttn > ayımlıyonız. ARADABIR BEHZATAY Acımasızlık, Hayınlık.•• Ellinci kuruluş yıldönümü dolayısıyla Köy Enstitüleri hakkın- da o kadar yazılar yazıldı, sözler edildi ki toplansa tümü sanırım kırk elli kitap tutar. Övgüler yapıldı elbette. Doktora tezi oldu, Batı ülkelerindeki eğitim ansıklopedilennde yer aldı, az gelişmiş ül- kelere örnek eğitim kurumu olarak salık verildi vb. Köy Enstitü- leri'nin yasalaşmasından elli yıl sonra bugün, Adana Düziçi Köy Enstitüsü'nde bundan kırk iki yıl önce geçen acı-gülünç bir ola- yı kısaca anlatmak istiyorum. 1948 yılında Düziçi Köy Enstitüsü'nde bir "Bayrak Olayı" ya- şandı: Pazar gecesi, bayrağımıza orak çekiç damgası vurulmuş- tu. Bu korkunç olayı izleyen günler yaman bir soruşturma geçi- riyorduk. Yüznumaraiara bile nöbetçilerle gidip gelıyorduk. Ağa- beylerimizden, öğretmenlerimizden tutuklananlar olmuştu. O yıl- lar yaşım küçük olduğu, usum ermediği için bu olay benim için bir gizdi ve giz olarak kalmıştı. Gel zaman git zaman, 1964 yılın- da, Ankara'da bir öğretmenimle bir süre bırlikte çalıştık (olay- dan on altı yıl sonra). Olaydan on dokuz yıl sonra da bir başka değerli öğretmenimle Siirt'te birlikte bulunduk. O, öğretmen okulu müdürü, ben ılköğretim müfettişiydim. Değerli öğretmenlerime o Bayrak Olayı'nı, tutuklanan iki öğretmenimizın neden tutuk- landıklarını, sonucun ne olduğunu sorduğumda 'tıpkıbasım' gi- bi ayni şeyieri söylediler. Şöyle oluyor olay ve soruşturma: Köy Enstitüleri'nin kurulduğu yerlerdeki kimi topraklar kamu- laştırılıp öğrencilerin uygulama ve üretimleri için Köy Enstitüle- ri'ne devredilirdi. Düziçi Köy Enstitüsü'ne devredilen toprakla- rın sahipleri, o yıllarda Düziçi Köy Enstitüsü'nde görevli kimi tu- tucu öğretmenler ve özel görevlilerle ve yeni kurulmuş bir siya- sal partiyle işbirliği yapıyorlar. Enstitüde çalfşan işçi kadrosun- daki birine biraz para veriyorlar ve bu korkunç olayı yaptınyor- lar. Köy Enstitüleri'nin komünist yol ve yöntemlerle kurulduğu, TBMM'den tutun da her yerde savlanıyordu ya, bu olay da sav- lamayı güçlendiren bir kanıt olarak ele alınacak. öç de alınmış olacaktı... Biz küçük öğrenciler o yıllar bunlan nereden bilecektik. Hiç- bir şeyin aynmında değildik. Olaydan on aitı ve on dokuz yıl sonra elbette bir şeyler öğrenecek düzeye ve yaşa gelmiştim. Bir şey- ler sezinliyordum. Olayın korkunç ve iğrenç bir düzmece olay olduğunu, sonradan okuduklarımın ışığında bilebiliyordum. Ama iki kez iki kesinliğiyle nasıl olduğunu bilemıyordum. Her iki öğ- retmenimin anlattıklarıyla öğrenebildim gerçeği tam olarak. Tutuklanan iki öğretmenimizden H.Ç.'nin kovuşturma ve so- ruşturma olayı da ilginç, gülünç, üzünç: H.Ç'den çok kuşkulanılmış. Nedeni, çok okuyan, elinden ki- tap düşmeyen, okulun kitaplığından iyi yararlanan H.Ç'nin, oku- masının yanı sıra bir de bıyıklı olması Ne demekmiş bıyık bı- rakmak! Stalin özentisindeymiş. Soruşturmacılardan biri. bu öğ- retmenin arkadaşlarından ikisine gizli olarak kimi görevler veri- yor. Bu görevlerden biri şu: O günlerde yayımlanan günlük ga- zetelerin birinde Stalin'in resmi çıkıyor. Soruşturmacı, görevlen- dirdtği iki öğretmene, Stalin'in resmi olan gazete yaprağını veriyor ve şöyle diyor: "Bu yaprağı, resim üste gelecek biçimde katla- yın, cebinize koyun. Öğretmen H.Ç'nin lojmanına erkenden gi- din. O yüznumaraya henüz girmeden, biriniz yüznumaraya ge- reksiniminiz varmış gibi girin. Yüznumara deliğine, Stalin'in res- mi üste gelecek biçimde gazete yaprağını koyun. Eğer H.Ç. ga- zete yaprağının üzerine, yani Stalin'in resminin üzerine büyük çişini yapmaz da gazete yaprağını bir yana koyarsa, bilin ki H.Ç. komünisttir ve de Bayrak Olayı'nın içinde ve belki de başında- dır. Bu durumu da yapacağınız akşam ziyaretinde saptayacak- sınız." Görevli öğretmen, "görevlerini" yerine getirir. Gazete yaprağı bir köşeye konmuş, Stalin'inresmi,ağzında piposu, başında şap- kası tertemiz duruyor; üstüne pislenmemiş. Görevli, durumu göz- leriyle saptamıştır. Soruşturmacıya haberi ulaştırırlar. Böylece H.Ç'nin kömünistliği kanıtlanmış, tanıtlanmıştır. Hemen Düziçi Köy Enstitüsü'nden atılır. Başka bir görev mi verildi, yoksa işine mi son verildi, bilinmez. Çıkar uğruna insan harcanıyor. Yalnız insan mı? İnsanların yanı sıra kurumlar, kuruluşlar da harcanır. Harcandı da... Köy Ensti- tüleri böyle yok edildi. Halkevleri, kitaplar okunmasın diye ka- patıldı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün kurup kalıtıyla yaşattığı Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu da saçtıkları ışıktan, aydın- hktan ötürü, ışıktan, aydınlıktan ve aydınlardan korkanlarca yok edildi. Tarihin tekerleklerini geriye doğru döndürenler yakıyor- lar, yıkıyorlar, yok ediyorlar!.. Anam babam gününü yaşıyoruz! Bütün demokratlar, devrimciler, Atatürkçüler, birleşiniz! Gün bu- gündür! Birleşme günü! Taksim- Harbiye- Dolapdere'deki kavga- da; süah yumruğu- muz, bilincimiz, onu- rumuzdun. Sana kur- şun sıkan ve sıktıranlar birgün mutlaka hesa- bını vereceklerdir. Gencecik bedenler- den bir daha, bir daha kan akmasını isteme- yen, yiireği insan sev- gisiyle çarpan herkesi; GÜLAY'a sahip çık- maya, destek vermeye çağınyoruz. YENİ DEMOKRASİ Bîr Anı ve Döner Döngü 1950'den beri kırk yıl geçti. Bunca olaylardan, bunca çabalardan, mücadeleden sonra demokrasiye kavuşmak kaTarında olan bir Türkiye'de hep ayrıı çelişkilerin, çaresizliklerin, çıkmazların sürdüğüne inanmak zor, ama gerçek!.. Binlerce gence kıyan 1980 siyasal ve toplumsal fırtınasının izleri silinmeyecek mi? O yılların işkence gücüyle kotarılmış ivedi mahkûmiyetlerine olumlu bir çözüm bulunmayacak mı? ABİDİN DİNO Yıl 1950... Demokrasiye geçtik, geçiyoruz se- vinci içinde tek partili ortamdan çok partili siyasal yaşama geçmiş bulunacaktık hesapca... Ne var ki, Demokrat Parti iktidara gelir gel- mez ve o hızla, sol akımlara, düşüncelere sa- vaş açtı. Düşünceye karşı düşünce ile değil, te- rörle karşılık veriliyor, tek parti alışkanlıkla- n ve yöntemleri gün geçtikçe ağırlasarak sü- rüyordu. Nedeni, solun Marshall Planı ve Amerikan yanlısı siyaseti, Kore Savaşı'nı eleştirmesiydi. (Solun görüşleri doğru muydu, değil miydi, hele şu günlerde daha iyi anlaşılıyor sanıyo- rum). Gerçi kaç kişi okuyor, kaç kişi biliyor- du yazıp söylediklerimizi? Olsun, eski alışkan- lıklar öylesine sinmiş ki, herhangi bir sosya- list düşüncenin görüşün, eleştirinin ortaya çık- ması ile 141-142'nin sivri dişli çarkları hare- kete geçiriliyor. Tutuklamalar, işkenceler, çe- şitli eziyetlet gençlerf daftnadâğm ediyordu. tşte, özetlediğim öylesi bir ortamda geceli gündüzlü iki polis ekibi tarafından izlenmek- ten bıkarak sonunda lçişleri Bakanı Fevzi Lüt- fü Karaosmanoğlu'nun karşısında buldum kendimi (haftada bir gün vatandaşa açıktı ka- pısı). Bakan nazik bir adammış, iri büro ma- sanın arkasından kalkıp karşımda bir koltuğa yerleşti. Az, kamburca, omuzlan kalkık, başı yana eğik, halim selim bir kişi, gözlerinde görmüş gecirmiş insanlara özgü kederuce bir bakış var- dı ve dikkatle bakıyordu bana. Lafı açtı, merhum eniştemi (Suphi Nuri lle- ri'yi) tanır, sevenniş, ressam olduğumu bilir- miş gibilerden birkaç sözün ardından kendi- sine başvurmamın nedenini sordu. Anlattım. 7 yıl sürgün olarak tstanbul'dan apar topar uzaldaştınlmıştım. Bu sefer Istan- bul'daki evim basılmış, yazılanm götürülmüs, geri verilmemişti. Aylardan beri arkamda po- Iislerle dolaşıyordum Ankara'da ve dokuz ay- dan beri beklediğim pasaport bana verilmek istenmiyordu bir türlü. Bakan biraz düşünür ğa binmiş, Roma'ya atabilmiştim kendimi! 40 yıldır aynı döngii! 1950'den beri kırk yıl geçti. Bunca olaylar- dan, bunca çabalardan, mücadeleden sonra demokrasiye kavuşmak kararında olan bir Türkiye'de hep aynı çelişkilerin, çaresizlikle- rin. çıkmazlann sürdüğüne inanmak zor, ama gerçek!.. Binlerce gence kıyan 1980 siyasal ve toplum- sal fırtınasının izleri silinmeyecek mi? O yıl- lann işkence gücüyle kotarılmış ivedi mahkû- miyetlerine olumlu bir çözüm bulunmayacak mı? Yıllardan beri ölüme mahkûm edilmiş, ölüm dirim arasında af bekleyen gençler var. Bun- ca ailenin af beklentisine karşılık verilmeye- cek mi bir türlü? Beşikçi kadar temiz, ciddi bir Türk bilim gibi oldu: "Polisçe bu kadar sıkı bir takip al- tında olduğunuzdan ernin misiniz?" dedi. "Kolayı var" dedim. "Şu anda peşimden ge- len polislerden biri, şu kapınızın arkasındakı koridorda beni beklemektedir. Sorabilirsiniz kendisine..!' Bakan biraz şaşırdı, kapıya baktı, yerinden , - - . . . , . . . , kalkacak, doğrulacak oldu, vazgeçti ve bana adamırun araştırmaları, düşuncelen yuzunden dönerek, "Biliyor musunuz, ben de epeyce za- man takip edildim Abidin Bey..!' diyecek ol- du. "Ama takip ettirme sırası sizde bugün!.!' karşıhğını verdim. Ve ikimiz birden güldük! Eski izlenenle yeni izlenen olarak bu işlere gül- mekten başka ne yapabilirdik ki? Uzun lafın kısası bir iki güne kadar pasaportumun bana verileceğini vaat etti bakan. Teşekkür edip gitmenin sırasıydı, ama fır- sat bu fırsat dayanarnadım, ekledim: "Istan- Içinden çıkılmaz bir döner döngü mü siyasal trul'da mtufcianan solculara fena halde işken- tarihimiz? ^ ce ettiklerini biliyor musunuz?" r—>— Karaosmanoğlu, küçük bir duraklamadan OüUf SOTUnU sonra hiç unutmadığım şu karşılığı verdi: "Siz bana başvuran bir vatandaşsınız, ben- se Türkiye Cumhuriyeti tçişleri Bakanıyım. Si- ze herhangi bir konuda hesap vermek zorun- da değilim... (Biraz sustu).. Fakat namusum üzerine yemin ederim ki, işkenceleri durdur- mak için her gün üç beş kez telefonlara sarı- lıp emirler veriyor, netice alamıyorum bir tür- lü!' Bunu söylerken Karaosmanoğlu'nun başı büsbütün yana eğilmiş, omuzlan büsbütün kalkmış, gözleri büsbütün kederlenmişti. Salt tekrar tekrar tutuklanması... İki vatandaşın, Kutlu ile Sargın'm iki yıl- dan beri süren haksız tutuklanmaları yüzün- den açlık grevine zorlanmalan, hukukla de- ğil kinle ilgili bir baskı örneği... Demokratik haklar bunun neresinde? Basın özgürluğü konusunda da 19Ş0 yilla- nna mı dönülüyor? "2000'e Doğru" dergisi- ne uygulanan susturma yöntemleri naftalin kokuyor. Döne dolaşa 1950'lere mi vardık? yumruklan sımsıkı kapanmıştı koltuğun iki kolu üstünde... Çok geçmeden Demokrat Parti hükümetinden ilk istifa eden bakan olacaktı Karaosmanoğlu. Arada bana verilen pasaport geri alındı, geri verildi. Tekrar alındı, tekrar verildi ve sonun- da tam uçağa binerken elimden alındı tekrar! Ve sonra -ayrıntısını anlatmak uzun sürer- er- tesi günü güç bela pasaportuma kavuşup uça- Devletçe imzalanmış, insan haklarına iliş- kin uluslararası bunca belge varken, hâlâ de- mokrasiye aykın bir siyaset gütmek mumkün mü? Demokrasiye aykın uygulamaların dün)^- nın gözünden saklanabileceğini sananlar al- danıyorlar. Kurnazhklarla, el çabukluğu ma- rifetleriyle örtbas edilecek bir şey kalmadı dünyada. Iletişim araçları öylesine aldı yürü- dü ki, dünya cam bir top haline geldi bugün. Maddi ve manevi bütün işkence ve baskı- lara, demokrasiye aykırı uygulamalara son de- menin sırası çoktan geldi. Bu yolda ilk adım, belirleyici adım el birli- ğiyle her partinin, kurumun, mesleğin. işko- lunun, kişinin katkısıyla istenecek, ısrarla is- tenecek ve uygulanacak genel aftan başka bir şey olamaz. Dünyanın önünde bir onur sorunudur bu, kaybedecek zaman yok! İLAN BESNİ SULH CEZA MAHKEMESİ Gıda Maddeleri Tüzüğü'ne aykın davranmak suçundan Besni il- çesi Yenibesni Mahallesi Eski Hamam Caddesi üzerinde fınncılık ya- pan Bekir ve Hadece'den olma 1964 D.lu Mehmet Kızdırmak'ın Besni Sulh Ceza Mahkemesi'nin 22.9.1989 gün ve 1989/131 Es. 1989/406 sayılı karan ile TCK 398 ve 40272. maddeleri gereğince 470.000 TL agır para cezası ile cürme vasıta kıldığı fınncılık meslek sanat ve ticaretindec 3 ay müddetle tatiline ve aynca ekmek fmnının 7 gün süre ile kapatılmasına karar verilmiştir. llan olunur. 4.4.1990 Basın: 23073 CEYHAN 1. KADASTRO MAHKEMESİ'NDEN Dosya No: 1980/2526-293 Ceyhan'ın Türk-Şükriye köyü 95 nolu parselin yapılan dunışması sonunda mahkememizden verilen 27.6.1989 tarih ve 1980/2526 Esas, 1989/293 Karar sayılı karan ve Hazine vekilinin 6.10.1989 havale ta- rihli temyiz dilekçesi tüm aramalara karşm Davacılar Durdu miras- çısı Zeliha Canbolat (Akkabak), Okkeş Canbolat ve Ayşe Canbolat ile davacı Ali Canbolat mirasçısı Ayşe Canbolat ile Bilal Canbolat'a tebliğ edilemediğinden mahkememizden verilen yukanda esas ve ka- rar sayılı karan adı geçenlere 7201 sayılı kanun gereğince ilanen teb- liğ olunur. _ ,,,,, Basın: 23117 PENCERE Aranıyori.. Baktım bir şey yitirmış gibiydi dostum, elini ceketinin iç cebi- ne atıyor, sonra yan ceplerini karıştırıyor, belli belirsiz bir sıkıntı içinde aranıyor. Sordum: — Ne o? Güldü: — Bir şey yok canım, dedi, sigarayı oıraktım da dünden beri paket, kibrit anyorum. Bilinçaltına yerleşmişti; ille de belirti aralıklarda elini cebine atacak, paketini çıkaracak, tek sigara çekip dudaklarına yerleş- tırecek, bir süre yakmadan oyalanacak, ağzında yanmamış si- garayla konuşacak, bir içkicınin "vakt-i kerahaf'i bekleyişinde- ki sabırsızlığın tadıyla saniyeler geçirecek, sonra sırasının gel- diğini duyumsayarak çakmağını çıkaracak, keyifle çakacak, ilk soluğu içine çektikten sonra ciğerlerinde dolaşan dumanı ha- vaya üflerken vuslata ermişlerin ruhsal dengesi damarlarına ya- yılacak. Ne var ki sigarayı bırakmıştı. Sigarayı bırakmıştı; ama meret kendi kendisini olur olmaz bi- çimde anımsatıyordu. * Gülay'ın felç olduğu haberi gazeteye ne zaman ulaştı? Bile- meyeceğim, ama ilk anda ne dediğimi anımsıyorum: — Ha?.. Sözcüklerin çeşitli anlamları var; "ha" ya da "hı" gibi sesler de en anlamlı sözler kadar anlam taşırlar ve her yönde yorum- lanabilirler. Ancak o andaki tepkimi belirten "ha"yı sonradan dü- şündüğümde, ne demek istediğimi ben bile çıkaramadım. Olayı duyduktan sonra bir başka işe daldım; haberin ayrıntısı nasıl olsa gelecekti; unuttum Gülay'ı, ama ne kadar zaman geçti bilmiyorum, sigara paketini arar gibi elimi ceketimin iç cebine attım; oysa ben hayatımda paket taşımamıştım. Neden böylesi- ne saçma sapan bir iş yapıyordum? Her neyse aklıma geldi ya Gülay, olay nasıl olmuştu? Öğren- dik. Istanbul Teknik Universitesi Elektronik Fakültesi 2'nci sınıf öğrencisi 20 yaşındaki Gülay Beceren 1 Mayıs günü arkadaşla- rıyla bırlikte Taksim Meydam'na çıkarak, "İşçi Bayramı"nı kutla- mak istemişti. Ama o bölgeyi çepeçevre saran güvenlik güçle- riyle karşılaşmışlardı. Gülay yalnız değildi, birkaç arkadaşıyla bir- likteydi; şaşırmışlardı birden; ne yapmalıydılar? Polis üstlerine geliyordu. En iyisi kaçmaktı. Gülay koşmaya başladı. Sonra bir- den bacaklarının tutmadığını duyumsadı. Ne olmuştu? Polisler Gülay'ı yakaladılar. Kız vurulmuştu. Hastaneye kaldırıldı Yarası ağır değil gibi görünüyordu, ama felç oldu; hekimlerin söyledik- lerine göre ömrünün sonuna kadar yatalak kalacaktı Gülay... Gülay, dünden beri sıralı sırasız aklıma geliyor; geziyorum, gü- lüyorum, yiyorum içiyorum, çalışıyorum; başka işler yapıyorum; ama hiç umulmadık bir zamanda, en münasebetsiz bir anda Gü- lay, kendisini anımsatıyor; aklıma soru üstüne soru yığılıyor; kendi kendime konuşuyorum: — Polis, kendisinden kaçmaya çalışan yirmi yaşındaki bir genç kıza neden ateş eder? — Bilmem ki... — Kjzm suçu ne? — 1 Mayıs İşçi Bayramı'nı kutlamak için Taksim Meydanı'na doğru yürümek değil mi? — Polis, üur 1 ihtarı verdi mi? — Hayır... — Peki, kız polise mi saldırmış? — Hayır... — Gülay'ın üstünde silah var mıydı? — Hayır... Türkiye, 1 Mayıs Bayramı'nı kutlamak isteyen bir Teknik Üni- versiteli bir öğrencr kızın polıslerin önünden kaçarken kurşun- landığı bir ülkedir. Utanalım. Gülay dünden beri aklımdan çıkmıyor; sigarayı bırakmış tir- yakiye döndüm; elimi ikide bir ceketimin sol iç cebine atıyorum; aranıyorum. ' Neyi arıyörum? * ' '^' Vfcdânımı'rnı? ^T^^TKZ: ' Mn-jrM-ji' BAŞSAĞLIĞI Kurumumuzun değerli bolüm başkanlarından Dr. SELAHATTİN A. ĞÖKSEL'in biricik kızı AYŞE GÜLİZ GÖKSEL'İ kaybetmiş olmanın sonsuz üzüntüsü içindeyiz. Merhumeye Allah'tan rahmet, ailesi ve yakınlarına sabır ve başsağhğı dileriz. TAEK BAŞKAJN YARDIMCISI RGD ve ANAEM SAĞLIK FİZİĞİ ELEMANLARI ÜNAL CİMİT Seramik Heykel Sergisi TOPRAĞI SEVGİLEDİM Metropol Galerisi MERSİN 3-18 Mayıs 1990 "içei Sanat Kulûbü" POLAR Bıçak, 72 standart SATILIK 9 (1) 520 75 30 Ozelve Resmi _ Kurulusların Kliması Özel ve resmi kuruluşlar, işyerlerini Arçelik j KHmayla donatıyor. Çünkü Arçelİk Klima, j daha az elektrik kullanır. Yüksek '• randımanlıdır. Çünkü Arçelik Klima, sağlığı gözetir. Üşütmez, serinletir. Çünkü Arçelik Klima, Türkiye'ye yayılmış 379 Arçelik Yetkili Servisinin garantisi altındadtr. Şimdi Arçelik klimalar peşin fiyatına, taksitle satılıyor. Size en yakın Arçelik Yetkili Satıasına uğrayın, gecikmeyin. Fırsat varken kHmanın en iyisini alın. PEŞİN FİYATINA, 10 TAKSİTLE, HEMEN TESLİM! (Montaj için gereken parçalar ve montajı dahil.) ARE - 1860 MELTEM ARE • 5300 SÜPER KLİMA PEŞİNAT 10 TAKSİT 200.000 TL 200 0Ö0TL 350.000 TL ARE - 4300 4 MEVSİM 400.000 TL 315.000 TL 370.000 TL TOPLAM FİYAT 2.200.000 TL 3.500.000 TL 4.100.000 TL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle