25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/6 DİZt-RÖPORTAJ 13 MAYIS 1990 'Kalkın, ihtilal oluyor!Ç//f77/ç^^^^C^M 7?"™l ^fne J^J l 1960. 26 mayısı 27 mayısa bağlayan gece. lyAenderes haberi duydu. Soğukkanlı göründt kjl4tll4+p ^'*™* U ^Jl^av'^Beîrsmeier^'uîkevi F.skisehir Seker Fahrikasi misafirhanesi. Telefon Herhansi bir telas belirtisi eöstermedi. Givinmev Merhum Başbakan Adnan Menderes'ın mahiyetinde ozel kalenı muduru olarak sure, 27 Mayıs ihtilali oncesine rastiayan ve sıyasi olay ve gelişmelerin ulkeyi yavaş yavaş ihtilal akıbetıne surukledığı döneme tesaduf eder. Bu dönem, siyası tarıhımız açısından ilginç olmakla beraber, arka arkaya çıkan iç politika olayları ve bu olayların bızleri nereye doğru goturduğünun aşağı yukan belırlı hale gelmesi dolayısıyla aynı zamanda guç ve uzucu bir donemdi. Üstelık bu donem, ulke yararları ıçın herhalde arzu edilraeyen bir yöntemle noktalandı. Kişisel açıdan da mahiyetinde bulunduğum surede bana daima nazik davranmış kımse ıle bu görev dolayısıyla sık sık temas halınde olduğum ikı bakanın trajik akıbeıleri benım için sarsıcı oldu. 27 Mayıs'ı hemen izleyen dönemde, anılarımı yazmak ıçin bazı gazeteler oldukça cazip teklifler yaptılar. O dönemde, risk almadan, olayları objektif bir şekılde kateme almak mümkun değildi. Moda halindekı karalama kampanyasma ise anlaşılmazı zor olmayan nedenlerle katılmadım. O gunlerden emekliliğime kadar olan dönemde de bana verılen gorev lenn gerektırdığı yoğun çalışma koşullarında, bu anıları yazmaya vakit ayırmam mumkun olmadı. Emekliük bana bu fırsatı verdi. Yazdıklarım ne bir tarihı inceleme ne de bir akademık çalışmadır. Sadece anılarımı ve kendime gore yaptığım değerlendırmelerı yazıya doktum. Yaşadığım olaylan, herhangi bir kişisel sempati ve antipatınin tesin altında kalmadan, tamamen objektif bir şekilde yansıtmaya çaba harcadım. Ağırlık noktasıolarak,bir doneme isminı vermiş kimseyı ve onun etrafındaki olaylan aldım. Kişilere ancak olaylar vesilesiyle temas ettim ve mumkun olduğu olçude de isim vermekten kaçındım. Amacım bir devrin dedikodusunu değil, mumkun mertebe tahlilını yapmak oldu. Uzun yıllar bu ulkeyi ıdare etmiş liderlerle ilgili yargılann, ölçüsuz övgulere veya husumetten kaynaklanan ithamlara dayanmaması, tarıhimizin sağlıklı yazılması ve bu kişilere haksızhk yapılmaması için önem taşır. Ercüment Ya\uzalp Ankara, Nisan 1990 POBTRE / ERCÜMENT YA VUZALP Emekli büyükelçi Ercüment Yavuzalp, 29 Kasım 1924'te Ankara'da doğdu. Oalatasaray Lisesi ve Siyasal Bilgıler Okulu'nu bıtırdı. 1948'de devlet hizmetine, 1949'da Dışişıeri Bakanlığı'na girdi. 1952-1955'te Londra'da muavin konsolos, 1955-1958'de Karaçi Büyukelçiliği'nde başkâtip, 1958-1961'de merkezde şube müdürü, dalıa sonra Başbakanlık özel kalem E. Vavozalp (1959) muduru, 1961-1962'de Viyana Büyukelçiliği'nde musteşar, I962-1964'te CENTO genel sekreter yardımcısı, 1964-1967'de TC Delegasyonu'nda musteşar, 1967-1970'te Lefkoşa Buyükelçiliği daimi maslahatgüzan, 1970-1972'de Beyrut buyukelçisi, 1972-1976'da merkezde genel mudur, 1976-1979'da Birleşmış Mılletler Cenevre Ofisi nezdinde daimi lemsilci buyukelçi, 1979-1982'de Moskova buyukelçisi, 1982-1985'te Dışişleri Bakanlığı musteşarı, 1985-1989'da Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi nezdinde daimi temsilci, büyükelçi, ayrıca çeşitli uluslararası toplantılara heyet başkanı ve heyet üyesi olarak katıldı. Birleşmış Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu'na bir yıl, Uyuşturucu Maddeler Alt Komisyonu'na 4 yıl başkanlık etti. Evli ve iki çocuk babasıdır. ıl 1960. 26 mayısı 27 mayısa bağlayan gece. Eskişehir Şeker Fabrikası misafirhanesi. Telefon çalıyor. Ankara'daki özel kalem nöbetçisi çok telaşlı bir sesle şöyle diyordu: "Beyefendi her taraftan silah sesleri geliyor. Başbakanlık işgal edildi." Hemen Hasan Polatkan'ı uyandırdım. Çok telaşlandı.Beraber başbakanın odasına gittik. enderes haberi duydu. Soğukkanlı göründü. Herhangi bir telaş belirtisi göstermedi. Giyinmeye başladı. Benden içişleri, milli savunma bakanlan, genelkurmay başkanı ve sıkıyönetim komutanım bulup kendisine bağlamamı istedi. Bütün merak ettiği husus hareketin çapının ne olduğu idi. Ancak telefonlar bağlanmıyordu. — ı — 1960 \ılında 26 mayısı 27 ma- yısa bağlayan gece, Eskişehir Şe- ker Fabrikası mısafirhanesındeki odamın telefonu sabahın dordun- den biraz sonra çaldı. Karşımda- kı Başbakanlık Özel Kalem nöbet- çi memuru idi. Çok telaşlı bir sesle şunları soyledi: "Beyefendi, her ta- raftan silah sesleri geliyor. Başba- kanlık işgal edildi. Ben, Medeni Berk Bey'in (Başbakan Yardımcı- sı) odasına gekfim. Sizi oradan an- yorum. Biraz sonra buraya da ge- lecekler. ^ ^ ^ £ e n gidiyora Nöbetçi memurun söyledikleri- nin ne anlama geldiğinı anlamak için etraflı bir değerlendirmeye ge- rek yoktu. Son iki aydır vuku bu- lan tatsız olay ve gelişmelerin ya- rattığı ortamda bir askeri darbe- nin olabileceği genellikle tahmin ediliyor, hatta bazı çevrelerde, za- ten arzu da ediliyordu. Haber üzerine, evvela, aynı mı- safırhanede kalan Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ı uyandınp duru- mu bildirdim. Çok telaşlandı. Be- raber Başbakan'a gittik. Başbakan soğukkanlı gorundu. Herhangi bir telaş belirtisi göstermedi. Giyin- meye başladı. Benden içişleri. milli savunma bakanları, genel kurmay başkanı ve sıkıyönetim komutanı- m kendisine bulup bağlamamı is- tedi. Daha sonraki çabaJannın da te- yit edeceği uzere, butun merak et- tiği hususun, hareketin çapının ne olduğu, başka bir deyişle, bunun kısıtlı mı yoksa butun silahlı kuv- vetleri içıne alan bir hareket mi ol- dufu uzerınde toplandığı gorü- luyordu. O dönemde ulkede otomatik te- lefon yoktu. Başbakan'ın telefon goruşmelerı için bizde özel telefon numaralan vardı. Bulunduğumuz yere gore bu numaralara telefon ederek neresi ile göruşmek istediği- mizı söyler ve bu suretle telefon bağlantılannı anında sağlardık. Menderes'ın istediğı telefon goruş- meleri için Eskişehir'dekı ozel nu- maraya telefon ettim. Derhal bağ- layacaklanm soylediler. Normal olarak anında bağlanan numara- lan bir türlü bağlayamıyorlar. Ge- cikmenin anormal olduğunu fark ettikleri ıçin arada beni arayıp Ankara'dan bir türlü cevap alama- dıklannı, aramaya devam ettikle- rinı söylüyoriardı. Santral memur- lan daha o sıralarda Ankara'da neler olduğunu bilmedikleri ıçin telaşlanıyor ve devamlı özür dili- yorlar, bir şeyler yapmaya içten- likle çahşıyorlardı. Telefonlar bir tür|ü bağlanama- yınca, Başbakan tabıi nedenini anladı. Eskişehir Valisi, hava us- su komutanı ve yurtiçi savunma komutanım çağırmamı istedi. Vali ve yurtiçi savunma komutanı he- men geldüer. Hava ussü komuta- İHTİLALDEN ÖNCE — 27 Mayıs thtilali'nden önce Adnan Menderes ve Orgeneral Cemal Gursei (daha sonra ihtilalin başı) Ankara'daki bir karşjlama toreninde. C V N E Y T A R i A ¥ VH£.• 1946 y da DP'yi kuranların o günlerdeki korku ve îedirginliğini Bayar şu sözlerle özetliyordu 'iki jandarma partiyi kapatırdı'— ı — 14 Mayıs ]950'de ılk ozgur seçimler yapıldı. 27 yılhk CHP ıktidarı sona erdi, 7 Ocak 1946'da kuıu- lan Demokrat Parti iktidara geldi. Ulusal irade, büyük tarihsel sorumluluklar yuklenen bir dönemi kapattı. Siyasal tarihımizde yeni bir dönem başladı. Çok partili parlamenter rejimin kapısını, kuşkusuz, îs- mel İnönü araladı. Atattirk'un ölumunden sonra Cumhur- başkanı seçilen İnönü, daha 1939'larda cumhuriyet rejimi- nin demokratik kurallara gore yeniden biçimlendirileceği- ni duyurdu. Ne var ki araya savaş girdi. İnönü'ye göre de- mokratik rejim Atatürk'un belli başlı özlemlerinden biri, hatta başlıcasıydı. 1%2'de "Atatürk. ömriınun sonuna ka- dar, demokratik rejimi kurmak için uğraşnuş, güçlükleri yenmiş, lamamlanmasını da milletin diğer ihtiyaçlan gibi yeni nesillere otrakmıştır" dıyordu. Bu sözlere bakılırsa tnonu, "Rejim anlayişında Atatiırk- ön iz surucüsü, siirgiti ya da tamamlayıcısıydı." Öne sürüle- cek başka hangi nedenleriıı baskısıyla olursa olsun, Irıö- nü'nün, çok partili yaşama geçışin içten savunucusu ve bir numaralı etkeni olduğu yadsınamaz. Atatürk çağı, tek parti dönemi ve bunu simgeleyen "Milli Şef" rejimine karşı ilk muhalefet hareketleri, İkinci Dünya Savaşı'nın son yıllannda Büyük Millet Meclisi'nde bir avuç mılletvekilinin çıkışlanyla başladı. Savaş boyunca tarafsız kalan Türkiye, savaş sonunda "bir tarafta" yerinı almak zo- rundaydı. Kazanan taraf ise Batı demokrasileriydi. Celal Bayar, Atatürk'un son, Cumhurbaşkanı olduktan sonra İnönu'nun ilk başbakanıydı. Bir sure sonra tnönu1 nun isteğiyle Başbakanlığı bırakmış, "kiiskün ve kırgm" bir kenara çekilmişti. 1944 ve 45 bütçelerinde kimi eleştiriler- de bulunuyor, dikkatleri çekiyordu. Tek parti CHP millet- vekillerinden Hikrnet Bayar, Fuat Koprülu, özellikle unlu Toprak Kanunu goruşmelerinde birden on plana fırlayan Adnan Menderes, muhalefet hareketinin onculüğünü ya- pıyorlardı. Süreç, 7 Haziran I945'te Bayar, Menderes, Köprülü ve Koraltan imzasıyla CHP grubuna verilen ve "dörtlü takrir" diye ünlenen onerge ile başladı. Onerge uç maddeyi içeri- yordu: (a)- "Milli hâkimiyetin en tabii neticesi ve aynı za- manda dayanağı olan Meclis murakabesinin denetiminin sağlanması. (b)- Siyasal hak ve ozgurluklerin anayasanın gerektirdiği genişlikte kullanılmasına olanak verilmesi. (c)- Bu esaslara uyacak bıçimde CHP'nin yeniden düzenlenmesı". Onerge, CHP grubunda okundu, reddedildi. 17 haziran- da Bayar, milletvekilliğinden istifa etti. 1945 yazında Köp- rulu, rejim konusunda CHP organı Ulus'un başyazarı Fa- lih Rıfkı Atay ile sert tartışmalara girişti. Menderes'in doğ- rudan Başbakan Saracoglu'nu hedef alan yazıları devreye girdi. Eylul 45'te CHP merkezı iki milletvekiline bu davra- nışlarıyla "ne yapmayı islediklerini" soruyordu. Menderes ve Köprulü (25 Eylül 45) "Partinin iç durumunn bozmak için partide kaldıkları" gerekçesiyle CHP'den ihraç'edildi. Zaten Bayar'la birlikte olan Menderes ile Köprülü'nun var- mak istedikleri amaç da buydu. 27 Kasım 45'te Refik Ko- raltan da CHPden çıkanlınca, "dörtlü" tamamlandı. Başkent ve basın çevreleri kaynıyordu. Sürekli siyasal son- dajlar yapılıyor, nabız yoklanıyor, soylentilerin ardı arkası kesilmiyor, demeçler gırla gidiyordu. Bayar'ın CHP'den ay- rılması (2 Aralık 45) ve parti kuracağım basına duyurması (4 Aralık) gelişmeleri yeni bir kanala aktardı. Partiyi kurmak kolay olmadı. Demokrasiye açılış duyu- rumlarına karşın Milli Şef sistemi çekıngenlik yaratıyordu. Program hazırlıklarından sonra 7 Ocak I946'da Demokrat Parti resmen kuruldu. Korku egemendi. DP'yi kuranların ruhsal durumunu, o sıradaki siyasal gerçekleri Bayar, şoyle özetliyordu: "İki jan- darma eri gönderebilirler ve partiyi kapatabilirlerdi ve mem- lekette hiçbir şe> olmazdı." tki jandarmayla parti kapatıla; bileceğini, buna karşı "memlekette hiçbir şeyin", kısacasi Ozgurluklerin ağır bastığı dünyayı gözleyen tnönu, "iki jandarma" formulüne yanaşmadı, elini ateşe sokmadı. Üs- telik yeni partinin ve partilerin yaşamasına gereken ortamı hazırladı. 14 Mayıs'a vanşın stratejisi Çankaya Köşkü'nde hazırlandı. Bayar, DP'nin kurulduğunu açıklamadan önce Çanka- ya'ya partinin programını, hatta rozetini götürdü. İnönu1 nun aradığı güvencelerini yineledi. "Dış siyasette anlayış bir- ligi içinde olacaldar, dini siyasete alet etme>eceklerdi" Inonu "Pekâlâ" dedi. DP. "serbesl seçim" derken "seçim güvenceleri" anyordu. Nitekim 1946 seçirrileri var olmayan "seçim güvenceleri" ile gecmişti. 46 seçimleri, tam dört yıl ulkenin siyasal gündemınde başkonuydu, hatta 1950*den sonra DP'nin Inönü'ye saldırılarında onemli bir ögeydi de. O seçimde oylar açık veriliyor, oy ayırımı gizli yapılıyordu. Türkiye'nin tek hâkimi İnönü 1 Kasım 1945 Meclisi açış nutkunda şöyle demişti: "Bizim tek eksiğimiz hükümet partisinin karşısında bir parti bulunmayışıdır. Hürriyet ve demokrasi havasının tabii işlemesi sayesinde başka siyasi partinin kurulması da mümkün olacaktır." Bayar, bu sözlerden aldığı güvence ile "İnönü'nün kurulan DP'yi kapatmak istemediğinden" emindi. Yoksa o günlerde, iki jandarma gönderilip parti kapatılabilir, kimsenin de sesi çıkmazdı. tepkinin olmayacağının ıfadesi, Türkiye'nin 1946'larda ya- şadığı siyasal havayı butunuyle açıklıyordu. Bayar "İnönü- nün parti kapatmayı arzulamadığından" emindi. Bu guvence nereden kaynaklanıyordu? Türkiye'nin "tek hâkimi" Ino- nü, Meclis'i açış nutkunda (1 Kasım 1945) "Bizim tek eksi- ğimiz hukumet partisinin karşısında bir parti bulunmayı- şıdır. Memleketin ihtiyaçlan sevkiyle hürriyet ve demokra- si havasının tabii işlemesi sayesinde başka siyasi partinin de kurulması mümkün olacaktır" demiş, 19 Mayıs nutku bunu izlemişti. 27 Mayıs 1960'ta devrilen Bayar'ın siyasal hakları elin- den alındı. On yıl bu haklardan yoksun kaldı. Siyasal hak- ların geri verilmesinde înönü, büyuk bir savaşım verdi. O günlerde hem İnönu hem de Bayar'la sık sık göruşuyordum. 6O'lı yıllann sonlanndaydık. Siyasal haklann geri verilme- si yasası komisyona gonderilerek uyutulmuş, beklenen so- nuç suya düşmuştu. O görüşmelerimizden birinde Bayar ba- na "İsmet Paşa bir kez 'vapanm' derse. sovlediğinin ger- çekleşmesi için mutlaka sonuna kadar savaşır. Bu yiizden siyasal naklann verilecegine inanıyorum" demiştir. "Aynı ocakta" yetışmişlerdi. Kuşkusuz, birbirilerini yakından ta- nıyorlardı. DP'nin savlarına göre CHP'nin yitirdiği illerde sandıklar bir odaya giriyor, oteki kapıdan DP oylarından arınarak çıkıyordu. 46 secimlerinde Orta Anadolu'da bir ilde vali olan thsan Sabri Çağlayangıl anılarını şoyle özetlemişti: "Ne- dense oy aynmı sırasında birden elektrikler kesiliyordu." DP, her yerde örgutlenmemişti. ama 70-80 milletvekili bekliyordu. Rakamın yansıyla "yetinmesi" sağlanmıştı. 46 olayı, 14 Mayıs'ın ana kuralını getirecekti. "Gizli oy, açık oy ayınmı" rejimin belkemiğini oluşturacaktı. DP, giderek gelişti, CHP karşısında gücunü duyurmaya başladı ve gerçekten "CHP iktidan karşısında ihtiyaç duyulan" parti konumuna girdi. Eski günleri yıldız yapıp satmak Bundan tam kırk yıl önce, 14 Mayıs, bir pazar gunuydu. 14 Mayıs 1990 pazartesiye rastlıyor. 14 Mayıs'ın bir gun oncesi, 13 Mayıs 1950, o cumartesi gününün kişisel anılarını belleğime ne kadar zorlarsam zor- layayım bir turlu yakalayamıyorum. Günlük guneşlik bir gun müydu, hafif bulutlu, kapalıy- ken birden açıveren bir gökyuzü mu egemendi başkentte, hiç anımsamıyorum. Oysa belleğimdeki çizgileriyle, duy- guların bütünüyle 14 Mayıs pazar günu, ne kadar canlı, ha- reketli, etkileyici. Sonradan "Ak devrim", "Kansız ihtilal" gibi çeşitli ta- nımlamalarla anılan 14 Mayıs 50 gununun anlamı, yirmi iki yaşında uç yılhk bir gazeteci ne ölçüde kavramıştı? Za- man geçip olayları oğrendikçe sindire sindire >'ardığı sonuç- lann, yargılann o günler büincinde miydi? Kuşkusuz in- sanlar ve olaylarla ilgili gozlemleri vardı. Ne çare olayların içyuzüne inecek bilgileri edinmekten, siyasal gelişmelerle in- sanlar üzerinde yargılara varacak değerlenmeler yapmak olanağından yoksundu. O günlerdeki gözlemlerini 14 Ma- yıs'ın hemen ertesi gelen bilgilerle bütünleştirecek, moza- iğin parçaları yerine yerine oturacaktı. O yıllar başkent Ankara, derli toplu, küçuk, temiz ve din- gin bir kentü. Bugün olduğu gibi derbeder değildi. Herhalde o cumartesi sabahı, Atatürk Lisesi'nin hemen yamndaki apartmanın bodrum katından, güneş görmeyen küçuk da- ireden çıkmış, uzun Sipahi sigarasını yakarak ustası Saba- hattin Sönmez'in Kızılay, Bayındır Sokak'ta, bahçe içinde- ki evine doğru yavaş yavaş yünimüştu. Kafasında belki Posta Caddesi'ndeki bir iki meyhanenin birkaç gun önceki esin- tileri yaşıyordu. Orhan (ağabey) Veli ile oteki ünlu ozanla- rın, Şukran Lokantası'nın tül perdeleri gerisinde oturan "Otuz Beş Y'aş" Cahit Sıtkı Tarancı'nın, CHP organı Ulus gazetesinden Çetin Altan'ın ardından kapı dışarı edildik- ten sonra geçen hızlı gunlerin yakın anılan canlanıyordu. "Mekteb-i Muallim mezunu resim-iş bocası" sonradan çalışma yaşamım Ankara Kız Lisesi'nde idari işler memu- resi olarak surdüren dul Mesrure hanımın butçesine, Vatan gazetesinden aldığı ücretle katkıda bukınuyordu. Bizim evde -evin dışınaki yaşamın tersine- lnönü'yti eleştirmek günah- ların en buyuğuydu. Anamıan üç isim dışında siyasal ev- reni ve ekseni yoktu. Atatürk'ten "huşûyla", tnönü'den bü- yük saygıyla söz eder, arada bir Mareşal Çakmak'ın adı ge- çerdi. Yazgıya bakın: Evde bu ortam yaşanırken ben, İnö- nü ve CHP'ye karşı amansız savaş veren gazetelerden bi- rinde, Vatan'da çalışıyordum. Ya devletin oteki yöneticile- ri? tnönu başımıza getirdiğine göre -anamız- hepsini say- gın kişiler olarak kabul ederdi. Kuçük bir oda, kırık dö- kük bir masa, üzerinde -Ahmet Emin Yalman'ın armağanı- bir telefon, dağınık kitaplarla dergilerin arasında sıntırdı. Ola kı Kızılay'da bir koşesinde Afyonkarahisar maden- suyunun satıldığı kuçuk parkın yamacındaki otobüs dura- ğindan bir gazete aldı. Istanbul gazeteleri başkente bir gun sonra gelirdi. CHP organı Ulus, Ankara muhabirlerinin bellı başlı haber kaynağı, siyasal gelişmelerin ipucunu veren tek bilgi hazinesiydi. 13 Mayıs 50gunü, Ulus'taki başyazısında Hüseyin Cahit Yalçın, son dört yıhn belli başlı çatışmala- rma konu olan basın özgürlüğü uzerine yazıyordu. Dediğı şuydu: "Matbual biirriyeti acaba başka bir vatandaşa ha- karet etmek, onun maddi veya manevi bir zarara uğratmak hürriyeti midir? Zannederim ki sual bu surette vaz olunur- sa (ortaya konursa) kimse buna *evet' cevabını >eremez." Kırk yıl sonra bir gulümseme geçti dudaklarından. Yarın: *Yeter, söz milletin' nı gelmedi. Menderes bir gün ön- ce ussü ziyaret etmiş, kabul genel- likle soğuk olmakla beraber, ko- mutan kendisine çok saygıh dav- ranmıştı. Yurtiçi savunma komutanı ise bir gun önce, Başbakan'a kendisi- nin zamanı geldiği halde tümge- neralliğe terfı ettirilmediğinden şi- kâyet etmiş, Başbakan da kendi- sine vaatte bulunmuş ve benim aracılığımla Milli Savunma Baka- nı'na hemen görüşmeden sonra gerekli talimatı vermişti. Dolayı- sıyla paşa hem sevinçli hem de Başbakan'a minnettardı. Vali ve yurtiçi savunma komutanı geldık- ten sonra çeşitli yollardan Anka- ra ile temas kurup hareketin ma- hiyeti hakkında bilgi sağlama ça- baları devam etti. Başbakan'a ihtilal haberini ben verdim. O andan, Etimesgut Gü- vercinlik Havaalam'nda askeri uçaktan ininceye kadar devamlı olarak yanında bulundum. Bu tum süre içinde, benden başka, Başbakan'ın devamholarakyanın- da bulunan diğer kişi, Hasan Po- latkan'dır. O da maalesef bugün hayatta değildır. Darbenin Başbakan'a haber ve rilmesinden, harp okuluna götü- rulttşune kadar olan dönemin ay- rıntılı hikâyesine tekrar dönece- ğim. Anılara, evvela bu göreve na- sıl getirildiğimi anlatmakla başla- mak istiyorum. Göreve başlayış Dışişleri Bakanlığı'nda ilk dış tayin görevlerim olan Londra ve Karaçi'de sırası ile üç buçuk ve iki buçuk yıl gorev yaptıktan sonra merkez hizmetine dondum. Nisan 1958'den beri bakanlığın Mılletler- arası Ekonomik İşler Dairesi'nde şube muduru olarak çalışıyordum. Genel Müdurumuz Semih Gün- ver, Genel Müdür Yardımcımız, ihtilalden sonra Ticaret Bakanı olacak Mehmet Baydur idi. Ba- kanlığın ekonomik duzeyde en yuksek sorumluluk makamı olan genel sekreter ekonomik işler yar- dımcılığ] görevini de rahmetli Ha- san Işık yurütüyordu. Şube mudürlüğunde takriben bir yılımı doldurduktan biraz son- ra şubat 1959 sonuna doğru ba- kan rahmetli Fatin Rüştü Zorlu- nun beni çağırdığını söylediler. Burosuna gıttiğimde, yanında Ge- nel Muduru Semih Günver de var- dı. Zorlu bana başbakanlık özel kalem mudurluğünde çahşmamın uygun görülduğunu, halen bu gö- revde çalışan Şefik Fenmen'in kı- sa surede dış göreve atanacağını, hemen ertesi gün goreve başlaya- rak Fenmen'le bir sure beraber olup işe alışmamı soyledi. Hiç aklımdan geçmeyen böyle bir gelişme ve özellikle Zorlu'nun tekliften çok, bir nevi emir mahi- yetinde tebligatı karşısında hiçbir şey söyleyemedim. Esasında yurt- dışına atanma süremin dolmasına bir yıldan az bir zaman kalmıştı. Bu kısa süreyi dahi annemin mü- tevazı katkısına rağmen, mali ta- kat bakımından zorla geçirebile- cektim. Bunun dışında hem mes- leğimden ayrılmak ıstemiyor hem de o sırada çalıştığım konulan se- viyordum. Aynca iç politıkanın kavgalı havasına pek kenanndan da olsa bulaşmak ihtimali hoşu- ma gitmıyordu. Zorlu'ya sadece "Emredersiniz" diyebildim ve odama dondum. Döndükten sonra da duşunmeye başladım. Biraz sonra telefonum çaldı. Zorlu'nun beni tekrar iste- diğini soylediler. Aşağıya indiğim- de bakanın yanında yine Gunver vardı. Zorlu, "Sen bu işe pek se- vinmiş intibaını vermedin" dedi. Bunu fırsat bilerek butun sıkıntı- larımı anlattım. "Hangi iş bu sa- na verilen işten daha ilginç olabi- lirmiş. Bu gorev hem ilginç hem şerefli bir görevdir. Orada lerfi te- feyyuz edersin, mali sıkıntı filan da çekmezsin. Hadi şimdi git, ya- nn da severek işine başla" dedi. Bu kısa ikna seansından sonra bana da ertesi gun işe başlamak- tan başka alternatif kalmadı. Buıı- lar o anda hissetmiş olduklanm- dır. Aradan geçen bu kadar yıldan sonra bütün sıkıntüarına rağmen, böyle bir görevde bulunmuş olma- yı kendim için büyük bir kazanç sayıyorum. En azından siyasi ta- rihimizin hem ilginçlik hem de il- ginç olduğu kadar hazin bir dö- nemıne yakından tanık olmak, ay- nı ınsanları, ihtilalden önce ve sonraki davraruşlan ile ibretle göz- lemenin verdiği hayat tecrübesini en azından kücümsemek mümkün değildır. Tabiatıyla tanık olmayı hiçbir zaman arzu etmeyecek ol- duğum husus, hizmetlen herhal- de hatalanndan fazla olan kimse- lerin, hiçbir zaman kabul edileme- yecek trajik akıbetleridir. Yarın: yakmçevresi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle