25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/14 HABERLERIN DEVAMI 13 MA YIS 1990 VELİEFENDİfflPODROMUIVDANFÎKRETDAĞLIOĞLL Elif 4 ve Burak 12'ye güvenîyoruz KEMAL AKYER 1. Ayak: Kum pistte başanlı yarışlar çıkaran ve form duru- munu beğendiğim, cumanesi sa- bahı da kenter yaparak idman- larını tamarrüayan Karayunt, ya- rışın en şanslı atıdır. Hafta içiıı- de 1000raetregalobunda ve cu- ma sabahı 600 metre içinde çok iyi görunen Nalan 1, daha sonra şans verdiğim ısırn olup Gevgev yarışın sürpriz atıdır. 2. Ayak: Mümin'in itinayla hazırladığı, cumanesi sabahı sprintinde beğendiğim Last Girl ve cumanesi sabahı 400/23.5, 200/11.5 rahat yapan Taırona arasındakı mücadele yansın bi- rindsini belirleyecektir. Bu iki atın mücadelesinden cuma saba- hj galobunda çok iyi görünen Ot- toman ve Beylerbeyi yararlana- bilirler. 3. Ayak: Bir süre dinlendiri- len, cumanesi sabahı 400/25, 200/12.5 rahat yapan Elif 4, ba- na göre yarışın en şanslı atıdır. S. Akdı ile cuma sabahı galobu çok iyi olup cumanesi sabahı tekrar kenter yapan Beycan, ha- fif kilosu ile koşacak olan Şeri- fe, daha sonra şans verdiğim isimler olup Gültorun ve Muska yarışın sürpriz ankanlandır. 4. Ayak: Senenin ilk 3 yaşlı Arap taylan koşusunda iyi duru- munu koruyan, cuma sabahı 1000 metre galobunda iyi görü- nen Kavçinbey, bu yarısa iyi ha- zırlanan Erbey ve Mertkan ara- sındaki mücadele yarışın birinci- sini belirleyecektir. Osmanak ya- nşın sürpriz tayıdır. 5. Ayak: Pistin kuru olması halinde cuma sabahı 1000/10.35 kolay yapan Pikaro yarışın en şanslı atıdır. Ekrem'in itinayla hazırladığı, cumartesi sabahı 600/37, 400/24 kolay yapan Vi- va Zapata ve hafta içindeki id- manlannda diri görünen Chal- langer arasmdaki mücadele yarı- şın birincisini belirleyecektir. 6. Ayak: Bu yarışa idman yö- nunden kusursuz haarlanan, cu- martesi sabahı 400/26, 200/13 kolay yapan Burak 12, yanşın en şanslı atıdır. Cumanesi sabahı sprintini beğendiğim Şenbatur ile Canmurat, cumartesi sabahı 600/41.5, 400/26sprintinde göz dolduran Cemil yanşın sürpriz atlarıdır. TAHMİNLER 1. Koşu: F: 1 İnkos 2. Koşu: F: 1 Karayunt, P: 5 Na- lan, S: 2 Gevgev. 3. Koşu: F; 2 Last Girl, PP: 4 Tairona, P: 1 Ottoman, S: 5 Bey- lerbeyi. 4. Koşu: F: 5 Elif 4, PP: 3 Bey- can, P; 14 Şerife, S: 8 Gültorun. 5. Koşu: F: 4 Kavçinbey, PP: 5 Mertkan, P: 1 Erbey, S: 6 Os- mancık. 6. Koşu: F: 3 Pikaro, PP: 8 Vi- va Zapata, P: 10 Challanger. P: 2 Mehter, S: 7 Raşamon. 7. Koşu: F: 3 Burak 12, PP: 9 Canmurat, P: 4 Şenbatur, S: 2 Cemil. IZMIR'den HİKMET ÇETİNKAYA (Baftarafi 1. Sayfada) konuşma/ın Böyle bir uyandan sonra ne yap- sın, kavgalı, kavgasız ANAP'lılar? ANAP Genel Başkanı ve Başba- kan Yıldınm Akbulut konuşacak ta- ne tane onlar da dınleyecek. Üstelik zaman zaman alkışla- mak zorunda kalacaklar Akbulut konuşurken. Buyruk, tepelerden geldiğine göre öyle çatlak ses çı- karmak filan da yok. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Oünya Ekonomik Forumu'nun is- tanbul'daki toplantısında konuşur- ken, ANAP'ın işleyişini, nasıl ikti- darda kaldığını açık seçik belirti- yor. Başbakan Akbulut tıpkı cumhur- başkanı gibi konuşuyor. Önceden ezberlediği tümceleri tane tane sı- raiıyor. Kımi zaman satır atlasa bile yeniden baştan alıp yukarıdan asa- ğıya yinelıyor. Özal, Istanbufdaki konuşmasın- da şöyle diyor.. — ANAP'ı ben kurdum. Siyasi programı biz yazdık. Aynı siyasi parti iktidarda. Aynı program de- vam ediyor. O halde fark dûşünü- lebilir mi? Ben farklı, Başbakan farklı konuşabilir mi? Sanınz, Cumhurbaşkanı Anaya- sa'nın tarafsızlık ilkesini bir kena- ra atıyor. Açık açık şöyle demek ıstiyor: — Ben Çankaya'da ANAP itti- darını temsil ediyorum... Bölge toplantısından bir gün ön- ce Devlet Bakanı Mehmet Keçeci- ler, düzenlediği basın toplantısın- da ANAP iktidarının "vazgeçilmez" olduğunu tümcete- rin üstüne basa basa açıklarken, Cumhurbaşkanı Özal'a ters düştû. Keçeciler, KHK'ların anayasal birer muessese olduğunu, rastgete yeni hükümetin aklına estıkçe ka- rarname çıkartamayacağını belir- tip ekledi: — Hiç kimse Güneydoğu'daki olaylardan sonra olağanüstü hal yotctur diyemez. Uluslararası bir te- rör örgûtüyle karşı karşıyayız... CMdu mu şimdi Keçeciler? Oysa Cumhurbaşkanı Ûzal, ANAP'ın ku- rucusu, programın hazırlayıcısı, eski Genel Başkanı ve Başbakan olarak hiç de sizin gibi düşünmü- yor. Şimdi Özai ile Keçeciler ara- sında özellikle terör konusunda gö- rüş aynlığı beliriyor. Ozal'ın terör konusunda görûşü şöyle:Terorızm basın tarafından abartılıyor. Ama son aldığımız ka- rarlarda da terorizmin üzerine gi- diyoruz... Acaba hangisi doğruyu söylü- yor? Devlet Bakanı Keçeciler mi yoksa Cumhurbaşkanı Özal mı? Kavgalı ve küs bakanlardan bir bölûmü-toplam on bir bakan- ANAP Genel Başkanı ve Başba- kan Akbulut'un izmir gezisine ka- tılıyor. Yeğen Hüsnü Doğan ile Işın Çelebi'nin selamı sabahı çoktan kestikleri bir bakışta belli oluyor. Oiğerleri ise "protokol" geregi se- lamlaşıp el sıkışıyoıiar. Menderes Havaalanı'nda Yük- sel Cakmur yoktu. Yerine yardım- cısını göndermiştı. ANAP'ın seçim otobusüne ise nedense bu kez ga- zeteciler alınmamıştı. Günlerden cumartesiydi. Resmi daireler kapalıydı. ANAP'ın Petek otobüsü alandan ayrılıp kente gi- rerken, kımse şöyle başını kaldınp, "ne oluyor" diye bakmıyordu. Ar- tık ANAP iyiden iyiye bitmişti. Bu gözle görülüyordu. Ne bir el salla- yan, ne alkışlayan bir allahın kulu vardı. Oysa otobüsün içinde bir başbakan, on bir bakan, milletve- killeri. ANAP il, ilçe başkanları bu- lunuyordu. Bir ANAP'lıya izlenimlerini sor- duk. Aldığımız yanıt ilginçti: — Gemi batmasına battı da can simitleriyle denizde boğulmamaya çalışıyoruz... Galiba haklıydı ANAP'lı... Ve Başbakan, bölge toplantısın- da tane tane anlatıyordu: — Enflasyonu aşağıya çekiyo- ruz. Kalkınıp büyüyoruz. Muhale- fet ise bizi çekemiyor. Salonda çıt çıkmryordu... Türk Parasının Cç Sıöm(Baftarafi 2. Sayfada) çuk yıl önceki yazımın önemli bölümlerini aşağıya aktarmamın nedeni de budur. Yazı şöyle: "Türk para birimine göre bir lira 100 kuruştur. Bu durumda 100 lira 10.000 kuruş, 1.750 lira ise 17 bin yedi yüz elli kuruş oluyor. Bu satırlann yazıldığı gün bir tek tsviçre Fran- gı'mn karşılığı 1750 lira olduğuna göre bir lsviçre Frangı satın alabilmek için tam 17 bin beş yüz ku- ruş ödemek gerekiyor. Gazetelerin ekonomi say- faiannda günlük döviz fırlamalannı okurken in- sanın isyan edesi geliyor. Altmış bir yıl önce, 1929'da tsviçre'de devlet he- sabına doktora öğrenimi yaparken, devietin bana yolladığı burs ayda 120 Türk Lirası idi. Bununla İsviçre bankalanndan tam 300 Frank alırdım. Çün- kü o tarihte bir İsviçre Frangı bizim paramızla 40 kuruş olduğundan, bir Türk Lirası karsılıgında iki- bnçuk İsviçre Frangı verirlerdi. isviçre, Napolyon döneminden beri savaş gör- memiş bir ülke idi. Türkiye ise sözünü ettiğim 1929'dan yedi yıl önce, 1922'de, yıkıcı ve uzun sü- reli bir savaştan kurtulmuştu; birçok yeri yanmış, yıkılmıştı, ülkede her şey yeniden kuruluyordu. He- nüz Merkez Bankası bile yoktu. O zaman çok kü- çük bir seımaye ile kurulan Türkiye Iş Bankası'- nın faaliyete geçmesinden beri sadece dört yıl ol- muştu. Üstelik Osmanlı döneminden kalan dış borçların taksitlerini ödüyorduk. tşte sözünü etti- ğim 1922-1929 arasındaki yedi yıl içinde Türkiye, mali bakımdan toparlandı; parası yalnız tsviçre'- de değil, bütün dünyada güvenilir, sağlam, değer- li paralardan biri oldu. Bu, bir mucize değildi. Po- litika ve ekonomideki bağımsızlığın, Lozan Ant- laşması ile kapitülasyonların kaldınlmasının, dışa bağımlı yan sömürgelik durumundan kurtulmuş- luğun ve altın esasına dayalı, ciddi, dürüst bir pa- ra politikası uygulanmasının sonucu idi. Bugün, 1929'dan 61 yıl sonra, bir tsviçre Fran- gı, başta vurguladığım gibi, 175 bin kuruştur. Dış borçlanmız da faizleriyle biriikte neredeyse 50 mif- yara yaklaşmaktadır. (...) "Kötü haber tellallığı" yapmıyorum; bıldiklerirni yazıyorum. Yakın gele- cekte olacakları maliyecilerimiz ve tasarruf sahip- leri düşünsünler; geçmişteki örneklere bakıp ona göre davransınlar. Biz kişisel olarak ülkemizi, dev- letimizi düşünüyoruz. Gittikçe cılızlaşan ulusal pa- ra, durmadan yapılan iç borçlar ve faiz yükü bin- dikçe dağiar gibi kabaran dış borçlar ile Türkiye nereye varacak? (...) Bu gidiş bizi büsbütün yabancı oyunduruğuna götürür. Her zaman bir Âtatürk cıkmaz ülkeyi kapitülasyonlardan, ulusu tutsaklık- tan kunaracak. "F.fendim, Türk milletini refaha kavuştuımak için dışandan borç alıyoruz", "Borç yigidin kam- çısıdır." Bağımsızlığımızın kaybı pahasına refah olmaz ol- sun. Hem gerçekte refaha kavuşan kim, çok sınır- lı bir zümre. Buna karşılık kamçıyı yiyen "yiğitler" dar ve değişmez gelirli memurlarla işçi ve emekli- ler oluyor hep. Ye yiğidim ye! tlk Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Başkanı Mustafa Kemal Paşa 1920'de, açılışın ilk haftala- rında Meclis'in karanyla Ankara'dan Istanbul'daki padişah Vahdettin'e yolladığı mektubun sonlarına doğru harfi harfine şöyle diyordu: "Kendi hükümetimizin idaresi altında bedbaht ve fakir yaşamak, ecnebi esareti pahasına nail ola- ca£ımız buzur ve saadete bin kere müreccahtır." (TBMM Zabıt Ceridesi De\Te I, cilt 1, sh, 123-124). Nerede kaldı bu gerçek ve onurlu milliyetçilik? "Efeadim, dışandan borç alıyorsak, milletin yüksek menfaati için alıyoruz." Hangi milletin? (...) Ulusal gelirin kaçta kaçının küçük bir azınlığa, kaçta kaçının halk çoğunluğu- na düştüğünü, arslan payını kimlerin bölüştüğünü gazeteler, resmi istatistiklere dayanarak yazıp du- ruyorlar. Bunları gören kim, okuyan kim, okusa da yüreği sızlayıp utanan kim? "Efendim bütün bu durumlar enflasyon netice- sidir. Enflasyon yalnızca bizde degil, her memle- kette var." Bizim 61 yıl önce, savaştan çıkmamızdan sade- ce yedi yıl sonraki para durumumuzla şimdiki du- rumumuzu, geri kalmış ülkelerle değil Avrupa'da ekonomik istikrarın örneği sayılan tsviçre'nin pa- rasal durumu ile karşılaştırdım yukanda. 61 yıldan beri geri kalmış birçok ülke kendi durumunu dü- zeltti, ulusal gelir dağılımını az çok adaletli bir ta- bana oturtmayı başardı. Biz ise hem çok ağır borç altına ve dolayısıyla yabancı mali konsorsiyum de- mek olan IMF'nin ekonomik denetimi altına gir- dik, ekonomik bağımsızlığımızı yitirip siyasal ba- ğımsızlığımızı tehiikeye koyduk hem de ulusal ge- lirimizi, altına girdığimiz borç yükü oranında yük- seltemedik. lşte bunun nedenini soruyorum ben. "Efendim, enflasyon Isviçre'de de var." Evet, var. 1928 aralık ayındaöraya ilk ayak bas- tığım zaman istasyon yakınında kaldığım ucuzca bir otel odasının geceliğine beş frank ödemiştim. 1983'teki en son gidişimde aynı otelin aynı odasında elli franga geceledim. Demek ki 62 yılda kira on kat yükselmiş; şimdi belki on bir ya da on iki kat olmuştur. Başka şeyierde de 8-10 kat pahalılaşma vardı. Bu sürede bizdeki artış oranını hesaplama- ya kalkraayacağım. (...) Dar ve değişmez gelirliler bunu çarşıda, pazarda, yürekleri yana yana her gün öğreniyor. (...)öte dünyada cennet vaat ederek hal- kı uyutmak isteyen tarikatçılar, inica körükleyici- leri, dolaylı olarak dış yardımlarla beslendiklerini de ah bir öğrenseler, Türkiye çabucak ne mutlu günlere ulaşırdı! (...) Ben "hasta adam"b, "kapitülasyon"lu, "diiyu- nu umumi>e"li. yani millet için "ziflet" demek olan dönemi ve kuriuluştan sonraki ulusal gurnr ve kül- türel yükseliş yıllanmızı kiiaplarda okuyarak de- ğil olaylann içinde yaşayarak gonıp oğrendigim için yeniden yan sömürgelik, yani "zillet" durumuna duşmekten çok, hem pek çok korkuvonıra ve göz- lerimin öyle bir durumu bir daba görmemesini di- liyorum." * • • Evet, üç buçuk yıl önce, 21.12.1986'da çıkmış olan yazımdan aktardığım parçalar günümüzde de geçerlidir. Üç buçuk yıl sonra da gecerli olmamasını dile- mektevim. EVET/HAYIR OKTM AKBAL • (Baftarafi 2. Sayfada) verim ben. Yaşamalı bu dünyada." Pekı, yaşamak neydi? "Balık tutmak, kahvede oturmak, yanımda çok sevdiğim köpeğım insan tanımak. Beyoğlu'nda bir aşağı bir yukarı dolaşmak. arada ıçmek, hikâye yazmak, velhasıl hiçbır şeye bağlanmadan avare gez- mek bütün gün. işte ben böyle hayartan zevk alırım, buna yaşamak derim." Sait Faik 11 Mayıs 1954'te öldü. Aylardır hastaydı, siroz teşhisi kon- muştu. O çok sevdiği rakıyı, şarabı unutmuştu, yalnızca süt içiyor- du. Bunalıyordu, üzülüyordu, ölüm korkusu içinde yaşıyordu. Son yazdığı oykülerde bu ölüm korkusu açıkça kendini duyurur. "Ölü- me kaç saat var?" diye soruyordu. daha gençti, neydi ki kırk yedi yaş! Ama birbirinden güzel öykülerini bu dünyada bıraktı, çekti git- ti. "Geçenlerde arkadaşım Eyuboğlu'na edebiyattan uğraşmaktan bıktığımı ve artık yazmayacağımı söyledim. Bana Son mütalaada seni okuyan bir lıse talebesi varsa onun için yazmalısın" dedi. Ben de şimdi onları düşunerek yazıyorum" diyordu. O 1954 yılının ilk aylarını acıyla anımsıyorum Sait Faık'in dostları da öyle anımsarlar. Biliyorduk Sait Faikin ölümcül bir hastalığın elin- de olduğunu. Ne kadar sürecektı yaşamı? Kaç öykü daha yazabile- cekti? Son kitabı "Alemdağ'da Var Bir Yılan" oldu. Otuz altı yıl geçti aradan. Yaşasa seksenini aşmış olacaktı. Sa- bahattin Ali de öyle... Ama o genç bir yazar olarak kaldı, yazın tari- himızin gençleri arasında yer aldı. Ne diyordu bir Alman yazarı. "ölü- ler genç kalır." Orhan Veli, Sabahattin Ali, Cahit Sıtkı. Sait Faik da- ha nice şairimiz, yazarımız genç kaldılar. Gençlıklerını sürdurecek- ler sonsuza kadar... Sait Faik'le ilgili pek çok yazımı okudunuz. İzlenimler, anılar. İlk kez Küllük kahvesinde tanıdığım günden, son gördüğüm 2 Mayıs 1954'e kadar geçen yıllar boyunca süren bir arkadaşlık. Saygıyla, sevgiyfe dolu bir dostluk. Zordu onun gerçek dostu, arkadaşı olmak. Yolda yürürken bir de bakardınız yitip gitmiş. Bir yan sokağa sapı- vermış siz başka yöne bakarken ya da rastladığınız biriyle konuşur- ken! Sait Faik in dert yoldaşı, gerçek arkadaşı bir kişi var mıydı? San- mıyorum Gelip geçici, anlık. saatlik dostluklann dünyasındaydı. Ken- dine faztaca yaklaştırmazdı kimseyı. Gerçek yaşamı, dünyası öykü- lenndeydi. Eskimeyen. unutulmayan, etkisini yıtirmeyen öykülerin- dedir gerçek yaşamı... Yarın, 14 Mayıs 1990 akşamı, saat 18.00'de Karaca Tiyatro'da TYS'nin 'Ustalarla Biriikte' gecesinde Sait Faik'i hep biriikte ana- cağız. Öimuş olsa da birlikteliğimizi sürdürdüğümüz kişilerdir sa- natçılar. Bir türlü ölmedikleri için. Ölüm denen şey onları etkileme- diği için... Sait Faik'ten sonra Haldun Tanerle. daha sonra da Or- han Kemal ile biriikte olacağız TYS'nin anma gecelerinde... Yarın akşam Sait Faik'ın yakın arkadaşlarmdan anılar izlenimler dinleyeceğiz. Sabahattin Kudret, Yaşar Kemal, Necati Cumalı... Sait Faık'e yakın bir kuşağın ünlü adları Hepsinin Sait Faik'le ilgili sayı- sız anısı vardır. Onların anlattıklarıyla gerçek anlamda 'biriikte olacağız' Sait Faik'le... Necati Cumalı bir yazısında Sait Faik'ın sanatırtdan şöyle söz eder: "Sait Faik, hikâyeciliğımizde bir aşamadır. Sait'e gelinceye kadar hikâye konusu olarak aklımızdan geçirmediğimiz olaylar onun ka- lemınde hikâye bütünlüğü kazanmışlardır. Gelişen yenı Türk edebi- yatının öncü klasiklerinden bin olarak kalacaktır. Bizler, yetiştiğimiz yıllarda onun her hikâyesıni tekrar tekrar okumanın tadını hiçbir za- man unutmayacağız " Cumalı'nın bu sözlerine içteniikle katılıyorum. Benim kuşağımdan hiçbır yazar Sait Faik'ten çok şey öğrendiğinı yadsıyamaz. O, ger- çekten öncü bir klasıktir. Sait Faik. 'Sanatçının düşüncesi sınırlanamaz' diyordu. Bu konuda şu örneği veriyordu: "Şu karşıki sandalı görüyor musunuz? Bakın sahile yaklaşıyor. Onu yürüten şey nedir? Kürekleri değil mi? Ya şu uçan martılar? Kanat- ları yolunsa artık uçabılir mi? Düşünce de öyledir. Dört duvar arasn na kapatılmak istenirse kanatsız kuş. küreksiz sandal oluverir ve bü- tün manasını kaybeder." Baykal 'Ozal taşeron sıfatıyla yönetiyor' İDRİS AKYÜZ ~ KASTAMONU/SİNOP — SHP Genel Sekreteri Denû B«j- kal "Tarkiye'de sosyal demokrat- lann iktidar olamayışlannın bö- lünmüşlüklerinden kaynaklandı- gını" belirterek, "bunun agır so- rumlulugu, agır vebali vardır. Tiirkiye'de sosyal demokratlann iktidannı ancak sosyal demokrat- lar engelleyebilir" dedi. SHP Genel Sekreteri Deniz Baykal, Batı Karadeniz gezisinin ikinci gününde Sinop'un Türkeli ilçesine bağlı Güzelyurt ve Gerze' de konuştu. SHP Genel Sekreteri 3 haziran- da seçim yapılacak olan Sinop'un Türkeli ilçesine bağlı Güzelkent beldesinde yaptığı konuşmada ise, Türkiye'de tüm yetkilerin Cum- hurbaşkanı Özal tarafından kul- lanılmakta olduğunu kaydederek, "Özal, Türkiye'yi taşeron sıfatıy- la yönetiyor, eger böyle yapacak- sa besap verecek sorumlulugu da olsun" şeklinde konuştu. Baykal, siyasette i*at etmenin Türkiye'ye zarar getirdiğini de vurguladı. 6 Ozal yanlış (Baştarafı 1. Sayfada) hş algılamadan kaynakiandıgı an- laşılan haber gerçegi yansıtma- makladır. Nilekim Sayın Cumhurbaşkanı komışmasında, günumüz dünya koşullannda ülkenin güçierinin, ekonomik güç, televizyon başta olmak üzere medva gücü, askeri güç ve diger güçler toplamı oldu- ğunu belirtmiş, uluslararası so- runlann çözüraünde tkinci Dün- ya Savaşı sonuna kadar askeri gü- cün kullanıldıgını. ancak eskisi gi- bi artık askeri gürün sonınlan çözmediğinin gönildüğünü, dün- yada bugiinkü sıralamada, eko- nomik güç, özellikle televizyon başta olmak üzere medya göcü- nün. askeri ve diger giiçlerin yer aldıgını söylemiştir. Sayın Cumhurbaşkam'nın bu beyanı, uluslararası iliskiler ve diinyadaki yeni dengeler konteks- tinde söylenmiş olup bu çerçeve- de degeriendirilmesi gerekir." GÖZLEM UĞUR MUMCU (Baştarafı 1. Sayfada) 16. Hukuk Dairesi Başkanı ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyesi ihsan Özmen ile aynı kurul üyesi Necdet Müthiş ve Yargıtay'a yeni secilen üyelerden Mehmet Yıldız tasanyı sa- vundular Baskın görüş yasa tasansına karşı çıkmak biçiminde belir- lendi; ancak bir oylama yapılmadı. Kurul, bir karar almadan dağıldı. Bu tasarı yasalaşırsa ne olacak? Eklenen dört daire için Yargıtay'a 35 yeni üye seçilecek; ölüm ve yaş dolumu nedeniyle boşalan yerler için seçilecek 20 üye- nin katılması ile Yargıtay'ın yapısı bir ölçüde değişecek. Yargıtay'a yeni daireler eklemek yerine "istinaf mahkemeleri" kurmak en sağlıklı yoldur. Bu yol varken niçin Yargıtay'a yeni daireler eklenıyor? Yüksek mahkemeler, yargı bağımsızlığının son kaleleridir, Bu kaleler de yıkılmak isteniyor. Şu otuz yıl içinde yaşanan olaylara bakın; 1961 Anayasası: nın getirdiği özerk kurumlar bir bir yıkıldı; 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinden bu yana "yargı bağımsızlığı" adım adım yok edildi. Anayasa Mahkemesi'nin görev alanı daraltıldı; ida- ri yargıya kısıtlamalar getirildi; Yargıtay ve Danıstay üye seçim- lerinde Cumhurbaşkanı'na üye atama yetkisi tanındı; Adalet Bakanlığı Müsteşan'nm Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu1 na girişi sağlanarak iktidann, dolayısıyla iktidarı oluşturan si- yasal partinin yargı üzerinde etki kanalları açıldı. Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı'na da "görevini tarafsız olarak yapmadtğı" ve "gruplaşmalara sebep olduğu," ayrıca "edindi- ği mallannın gelin ile mütenasıp olmadığı" Adalet Bakanlığı: nın 9.9.1983 sayılı yazısı ile belirlenen ve "sanık" olarak yargı- landığı bir davadaki "yazılı emirie bozma" dosyası da Yargıtay 4. Ceza Dairesi'nden görüşülen Arif Yüksel getirildi! Arif Yûksel'in kendi bakanlığınca saptanan bu özellikleri bir başka özellikle tamamlanıyordu. Yüksel, Antalya'nın Side ilçesinde Sırma Tatil köyünde Cum- hurbaşkanı'nın kapı karşı komşusuydu. Yüksel, müsteşarlığa işte bu birbirini tamamlayan olağanüstü özellikleri nedeniyle atanmıstı. Yüksel, 1987 mart ayından bu yana bütün yasa tasanlarını hazırlıyor. yargıç ve savcı atamalarında etkin oluyor. Üniversitesi özerk, basını özgür ve yargı organları da bağım- sız olmayan bir düzende demokrasinin güvencelerinden söz edilemez. Yargıtay üyeleri, bu tasanya karşı çıkıyorlarsa tepkılenni yasaJ yollardan kamuoyuna duyurabilir ve TBMM'de de gerekli giri- şimleri yapabilirler. Yargıtay üyeleri, şimdilik, bu tepkileri gösterecek anayasal güvencelere de sahipler. Yarın, bu güvencelerin ne olacağı pek belli olmaz! • * • Söz Yargıtay'dan açılmışken Yargıtay Ceza Genet Kurulu; nun, Cumhurbaşkanı Özal'a hakaret suçundan Kadıköy 4. As- liye Ceza Mahkemesi'nce 10 ay hapis cezasına çarptırılan Ab- dulkadir Kalpakoğlu hakkındaki 2.4.1990 tarihli son kararından söz edelim: Bu karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nce bozulmuştu. Bozma karannın gerekçesinde, bozma nedenleri olarak hakaret suçu- nun cumhurbaşkanının seçim günü işlendiği; Özal'ın yemin ederek henüz göreve başlamadığı. cumhurbaşkanlığı maka- mında Kenan Evren'in oturduğu, aynı anda iki cumhurbaşka- nı olamayacağından hakaretin "cumhurtoaşkanına hakaret" ola- rak kabul edılemeyeceği belirtilmişti. Başsavcılık, 9 CD'nin kararına itiraz etti. Dosya bu nedenle Ceza Genel Kurulu'nda ele alındı. Ceza Genel Kurulu da 4'e karşı 20 oyla daire karartnı benim- sedi; boylece, Özal'ın cumhurbaşkanı seçildığı anda milletve- killiğinden ayrıldığı, cumhurbaşkanı yemini etmediğı için de ara- da geçen bu sürede işlenen hakaret suçu "cumhurbaşkanına hakaret suçu" sayılmadı. Özal, bu karardan sonra sanık Abdülkadir Kalpaklıoğlu hak- kında Ceza Yasası'nın 480. maddesi uyarınca "yurttaş sıfatıy- la hakaret davası" açabilir. PENCERE MİLÜPİYANG019 MAYIS ÖZEL ÇEKİÜŞİ TUTTUĞUNUZ ALTIN OLSUN! BÜYÜK İKRAMİYE MILYAR 3000 ZİRAAT ALTINI OLSUN VAKIF ALTINI OLSUN HATTÂ... DÜNYALAR SİZİN OLSUN! (Baftarafi 2. Sayfada) ları bulundu; yalnız Alevi mezhebinde değil, Sünni kesımde ve tari-' katlarda etkisini duyurdu. Alevi ne der: "Aynaya bakttm yûzüme Ali göründû gözüme." Ne demek bu? Deli saçması mû Hayir. Şiir. Fefsefe. Dünya gö- rüşü. Aynaya bakan kişi hem kendisini görüyor hem de Ali'yi; daha başka deyişle insanı. Bir anda, bütün zamanı ve yaratanı. Usta ressam da ne diyor: "Bir yaprakta bütün doğa!.." Aynadan yansıyan anlık görüntü, zamana ve mekâna yayılıyor, Yunus Emre'nin deyişiyle: "£we/ benem, ahır benem.. Canlara can olan benem." Tasavvufta Tanrı, insana tepeden inme kesin buyruklar veren bir komutan ya da padişah değildir; insanlaşmıştır. Yumuşak bir yoru- mun evrenselliğınde doğadakı gizemi yakalamaya çalışıyor tasav- vuf; çelişkileri derinleştirmiyor, bütünleştiriyor, geceyle gündüzün tümlüğünde günahla sevabın harmanını yapmaya çalışıyor; hoşgö- rünün güzelliğine sığınıyor; biçimsel mantıktan diyalektiğe dönük bir titreşim seziliyor tasavvufta, hümanizmanın ışınlarından bir ala- ca oluşuyor. Anadolu halkı. islamı yorumlarken biçimsellığın içtensiz katılığı- nı bir yana bırakmış, insanlığın özüne danışmış; pek de iyi etmiş; muhabbeti zenginleştirmiş. + Ne var ki bu sevgiyi ve hosgö- rüyü yok etmek isteyenler zaman- lar boyu eksik olmadılar; 21 'inci yüzyıla 10 kala Türkiye'de devlet gücünü de arkalanna aldılar; İslam adına Ortaçağ papazı gibı davran- maya başladılar. Ne oluyor? Surat gergin . Ağız bıçak.. Kaş çatık.. Devietin doruğundan başlayıp tepeden inen buyurgan bağnaztık, saldırganlığa dönüşüyor; neredey- se elimize metreyi alıp her yurtta- şın Müslümanlığını ölçeceğiz. Oy- sa 1990 Türkiyesi'nde namaz kıl- mayan Müslüman, kılandan kat kat fazladır; bu da bir gerçek... Dinsel alanda hızla satçılığa sü- rükleniyoruz; bu gidişle Anadolu kültürünün mizahında başyaprtlar sayılan Bektaşi fıkralarını bile kim- se ağzma alamayacak... Şansta altın çağ Demirel: Erken seçiın Özal'ı götürür HAKKI ERDEM POLATLI — DYP Genel Baş- kanı Saleyman DemirH, erken se- çime karşı çıkan Cumhurbaşkanı özal ile yabancılann menfaatlerl nin birleştiğjni söyledi. "Eıken se- çim sayın Özal'ı gotürur" diyen Demirel, bakanlann "aman san- dalyeden olmayalım" derdine düştükleriru bildirdi. Demirel, dün partisinin Polat- lı ilçe kongresine katüarak bir ko- nuşma yaptı. Demirel Ankara'- dan Polath'ya giderken yol bo- yunca kendisini durduran köylu- ler buğday fiyatlanndan yakındı- lar. Demirel de iktidann buğday fiyatlannda çiftçinin sesine kulak vennek zorunda kalacağını belirt- ti. Bir vatandaşın, "bu memlekcti sen batırdın, sen knrtanrsın" di- ye seslendiği DYP lideri, gazete- cilerin sorulannı yanıtlarken de kola boykotunun Türkiye'nin de- mokratik tepki olayına susuzluğu- nu gösterdiğini bildirdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle