Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ
9 0 R D l Z I K - H A K
22 NÎSAN 1990
K A H A
Yeni sezonda problem turizmiÇevre kirliliği, enflasyon, personel açığı, altyapısızhk, masterplan ve tanıtma eksikliği, siyasi istikrarsızlık, çifte rezervasyo
İZMİR — Turizmciler "ha)al licareti" di-
yorlar işlerine, "Hayalleri pazarlamak, hayal-
leri satmak..."
Tanıtım broşurlerinde bu hayallerin fotoğ-
rafları; gunbatımının kızıllığı, eşsiz kutnsal-
lar, maviden laciverte bir deniz ve alabildiği-
ne yeşil... Sonra duygular; özgürlük, sonsuz-
luk gibi ve yeni hazlar...
tnsanlar tatillerinde "cennef'ler isterler.
Herkesin cenneti farklıdır elbet. Tatil mekân-
ları, düşlere ve isteklere göre ayrıntılandırıla-
bilir...
Monika Fischer sekiz yıl önce ilk kez gel-
diği Turkiye'de hiç de hayal kınklığına uğra-
mayacaktı. O zaman yaptığımız soyleşide,
"Ufak aynntılan saymazsak umduğumu bul-
dum. Eşsiz güzelliklere sahipsiniz" diyor, şu
hatırlatmayı yapmaktan da geri kalmıyordu:
— Umanm ıspanya gibi olmazsınız...
Turizm eğer tur operatörlerinin söylediği
gibi bir "hayal ticaretiyse", turizm cennetleri-
ni ışgaJ eden beton ve giderek artan kirlilik bi-
rer kâbustur.
Türkiye bugün Ispanya gibi değil. Ama bu
doğrultuda hızla yol alıyor. Geçen zaman, Mo-
nika Fischer'in kaygılarının ne denli yerınde
olduğunu gosterdi; devlel eliyle verilen büyuk
kredilerle kıyılarda beton setler oluşmuş, tu-
ristik şirin beldeler kimliklerini yitirmiş, eş-
siz koylar dayanılraaz >apı yoğunluğu ve ye-
tersiz altyapı yüzunden hızla kirlenmeye, ikinci
konut sevdası büyuk bir çılgınhğa dönüserek
ormanlar, verimli tarımsal alanlar yağmalan-
maya başlanrruştı. Bugun açıkça ortada olan
bu tablo, her şeyi bır kenara bırakıp "yatak,
yatak" diyenlerin kısa vadeli çıkarlar için tüm
ülkeye ödettikleri bedeli ortaya koyuyor. Ve
şimdi kafalarda takılı soru işaretlerin çengel-
leri: "Türk turizminin geleceği ne olacak? Bu-
güniin moda ulkesi Türkiye yann İspanya gi-
bi betonlardan kurtulmak için milyariarca li-
ra odedigi (esisleri yıkmak zorunda mı kala-
cak? Herkesin gordıığu, ama bazılannın ka-
bul etmekte zorlandığı, gelirler sekteye uğrar
dive gizledigi yerve kirliliği, Türk turizminin
sonunu mu htzırlıyor?"
Bugün bu tur kaygıları taşıyanlar Türkiye
için olumsuz göstergelere karşın umutlannı
koruyorlar. Turizm Bakanı tlhan Aküziim'den
sektorun temsilcileri arasında geleceği düşu-
nenlere değin Türkiye'nin umndu, çevreyle
uyumlu bir turizm hareketi geliştirmek...
Ancak Turk turizminin geleceğini etkileye-
cek sorunlar bu çerçeveyle sınırlı değil. Işte ön
plana çıkan sorulardan bazıları:
— Avrupa Topluluğu'nun 1992'de tek pa-
zar olmasıyla Turkiye'ye gelecek turist sayı-
sındaki azalma tehlikesi, Turkiye'deki olum-
suz siyasi gelişmeler, enflasyonun düşürüleme-
yişi, kur-enflasyon dengesinin yarattığı olum-
Bodrum, çok degfl bandan 5-6 yıJ önce sevfmli, jirin bir beMeydi. Bngun^e beıon bloklar guzelHklere geçit vermiyor. (Foloğraf: ÜmJt Otan)
Türk turizminin geleceği ne olacak? Bugünün moda ülkesi Türkiye, yann İspanya gibi milyariarca lira
ödediği tesisleri, betonlardan kurtulmak için yıkmak zorunda mı kalacak? Herkesin gördüğü, ama bazı
kişilerin kabul etmekte zorlandığı, 'gelirler düşebilir' korkusuyla gizlediği çevre kirliliği ve bir dizi sorun Türk
turizminin sonunu mu hazırlıyor? Bu kaygıları taşıyanlar,olumsuz göstergelere karşın umutlarını koruyorlar.
suz etkiler, yabancı tur operatörlerinin Türk
pazarını ele geçirme girişımleri, 61 bin kişilik
eğitilmiş personel açığı, turizmde Türkiye'yi
kapsayacak bir master planının olmayışı, alt-
yapı sorunlan, tanıtma eksikliği ve çifte rezer-
vasyon...
Son yıllarda turizmde hızlı bir gelişme gös-
teren Türkiye için turizm ne denli önemli?
Turkiye'de turizm gerçeklen büyuk bir umut
kapısı. Geçen yıl 4.5 milyon yabancı turistten
sağlanan 2.S milyar dolar gelir, ülke ekono-
misi açısından önemli. 198O'de Türkiye'nin
toplam ihracat gelirlerı içinde turizm gelirle-
ri yüzde il.2'lik paya sahipti. I989'da ise bu
oran yüzde 20.2'ye ulaştı. Diğer bir anlatımla
ihracat gelırlerinin yaklaşık beşte biri turizm-
den sağlanıyor. Ancak bu buyume yine de
Türk turizminin gizli potansiyeline bakılarak
haklı bir değerlendirmeyle yeterli gönilmüyor.
Her yıl 180 milyon turistin ziyaret ettiği ve
40 milyar dolar gelirin sağlandığı Akdeniz ül-
keleri içinde Türkiye'nin durumuna bakalım.
Veriler İspanya'nın bu toplam içinde gelen tu-
rist sayısı açısından yuzde 20.8, turizm gelir-
leri açısından da yuzde 30 pay aldığını göste-
riyor. Türkiye'nin bu toplam içerisinde turist
sayısı açısından payı yüzde 2.1, gelirler açısın-
dan da yuzde 5.7.
Avrupa ülkelerinin turizm gelirleri ise yıl-
hk toplam 100 milyar dolar. Türkiye'nin bu
pazardan aldığı pay tspanya, Avusturya, Al-
manya, ttalya, Fransa, Ingiltere ve Isviçre'nin
gerisinde kalıyor. Ancak 1988-1989 yıllarında
sağlanan gelişme hızı battmından konuya ba-
kıldığmda, Türkiye açısından daha olumlu bir
tablo ortaya çıkıyor. Turkiye bu yıllarda tu-
rizmden sağladığı gelir artışıyla ön sıralarda
yer alıyor. Sağlanan gelişme yüzde 8.5.
Peki Turkiye, turizmi ne denli önemsiyor?
Son 33 yılda 30 turizm bakarunın değiştiği
ülkemizde bu soruya ışık tutacak bazı veriler:
1990 devlet bütçesinden Turizrri Bakanlığı'na
117 milyar lıra ayrıldı. Aynı bütçeden Diyanet
tşleri'ne ayrılan para ise 1 trılyona yaklaşıyor.
Örnekleri sürdürelim: Tanıtımın büyük rol
oynadığı turizmde bakanlık bütçesinden bu
alana ayrılan pay ne kadar dersiniz? Yan des-
teklerle yaklaşık 1 milyar lıra olduğunu söy-
luyor yetkililer.
Bır de Alman televizyonlarına bile turizm
reklamı veren İspanya'nın tanıtıma ayırdığı
paydan söz edelim. Toplam turizm gelirleri-
nin yuzde 10'u. Yani yaklaşık 1.6 milyar do-
lar...
Türkiye tanıtımda bugüne değin ne yaptı?
Musteşar Türkmen'in deyişiyle "Dune kadar
çok az şey." Ya bugun? Turizm Bakanlığı ar-
tık en önde gelen göre\inin "tanıtım" oldu-
ğunu vurguluyor. Geçen mart ayında Berlin-
de düzenlenen dünyaca ünlü turizm fuarına
Türkiye'nin verdiği önem, sektörün birçok
temsilcisi tarafından övgüyle karşılandı. Tür-
kiye ilk kez uluslararası platformda tanıtımı
bu denli önemsemiş, hazırladığı otantik özel-
likli standla büyuk beğeni toplamış ve açılan
yanşmada birincilik kazanmıştı.
İstikrarsızlık korkutuyor
Tanıtım derken, ülkemizde son aylarda ken-
dini hissettiren siyasi istikrarsızlığın ve terör
olaylarının, "iyileşraeye başlayan ulke" ima-
jını zedeleyeceği kaygısı, bu sezon gündeme
geldi bile
Sektördeki temsilcilerin büytık bir çoğun-
luğu istikrarsızlıktan ve tırmanan terörden
kaygı duyduklarını vurguluyorlar. tşletmeci
Yılmaz Ersin, "Bir yandan tırmanan terör, di-
ğer yandan Cnmhurbaşkanlığı makamıyla il-
gili tartışmalar, iktidar partisindeki sorunlar
biz tnrizmcileri urkutüvor. Çunku bizim işi-
raizde en önemli konu istikrar" diyor. Akde-
niz Seyahat Acenteleri Derneği Sözcüsu Ab-
dtıllah Tekin'in sözleri oidukça çarpıcı:
"Duyarlı bir sektör olduğu için turizm, ul-
kedeki sosyal ve ekonomik bozukluklardan yo-
gun bir şekilde >e çok farklı bovutlarda etki-
lenebilir. Bu etkilenme turizmde rizikonun
yuksekligine işaret eder. Bunu somut bir ör-
nekle belirtmek gerekirse, anti laik tablolann
yogunlaşıp, sozgelimi kimi yakın komşulan-
mız örnegi bir yapı\-a ulasması noklasında tu-
rizm sektörunde çok hızlı bir olumsuzluğa ta-
nık olunabilir. Sektör anında irtifa kaybede-
bilir."
Yann: Turizmde
D E Ğ 1
Semtleriyle, evleriyle,
dili, kültürü ve insanıyla
E N İ S T A N B U L O Z L
îstanbul'u ankibulasın— ı —
Babam 1913'te, sanırım Balkan
Savaşı sırasında, annesiyle birlik-
te gelmiş Istanbul'a. Henuz beş
yaşındayken. Antakya, Belan ta-
rafından. Babaannemin kardeşi
Azize Hanım ise çok daha önce.
Annemin nufus kaydı Çankın'nın
Taş Mescit Mahallesi'ndedir, ama
o tstanbul'da doğınuş, sanırım aıı-
nesi de. Annemin dedesi fstanbul-
da çalışan kadılardan biriymış.
Onun 1876 Anayasa (Kanun-i
Esasî) çalışmalarına katıldığı söy-
lenir. Babamın, Halepli olan ba-
bası I. Dunya Savaşı sırasında
kaybolmuş
Ben 1935 yılmda Vefa'da doğ-
dum. Ünlü bozacının önünden
yirmi metre kadar Şehzadebaşı
yönüne doğru yürürseniz, bir çık-
maz sokak vardır, orada, şimdi yı-
kılmıs olan bir tahta evde. 1940 yı-
lına kadar İstanbul'da kaldım.
Sonra annemle Burdur'a gittik.
Ardından Hasan Âli Yücel'in eği-
tim politikasına hayranlık duyan
aüemJe Simav'a, fzmir'in ilçesi —
eski Rum kenti— Ödemiş'e. İstan-
bul'a yeniden donup de Kabataş
Lisesi'ne yatılı olarak yazıldığım-
da, o ünlu 1950 yılı yaklasıyordu.
Bunlan İstanbullu olmanın ko-
lay olmadığını belirtmek için ya-
zıyorum. Yoksa soyum sopum pek
kimseyi ilgilendirmiyor. Istanbul-
dan ayrı kaldığım on yıl içinde —
(1940-1950) arası— (bu babam
için 1952'ye, annem için 1953'e ka-
dar sürdü), yıllar geçtikçe baba-
mın Istanbul özlemirün arttığını,
bu yüzden Milli Eğitim Bakanh-
ğı'ndaki bürokrat arkadaşlarının
odalannı aşındınp durduğunu, Is-
tanbul'a naklini istediğini hatırlı-
yorum. Ankara'da bakanlıktaki
odalarda, çoğu defa ben de yanın-
da bulunurdum. Babamın, orada
bürokrat arkadaşlarıyla olan uzun
konuşmaJan sırasında içime hafa-
kanlar basardı. Henüz çocukluk-
tan ılkgençlik yıllarına doğru gi-
den yaşlardaydım. Annemse bu
konuda daha dayanıkhydı. Bazen
de babama "İstanbul'u neden bu
kadar istiyorsun?" diye sorduğun-
da, babamın karşıhğı hep "fstan-
bul kültür kentidir" olurdu. Öyle
sanıyorum ki babamın karşılığın-
da yer alan, bu "kültür kenti"
tamlamasına. sadece üniversite.
okullar. kütıiphander.. değil, mi-
mari, (ram>a\lar, kahveler, arka-
daşlar.. da dahildi.
On dört ya^ını birkaç ay geç-
miştim ki çocukluğumun hayal
meyal hatıriadıgım Istanbuln'na,
Ortaköy'deki lisede, >^tılı öğren-
ci olarak yeniden dondüm ben.
Ama ne İstanbul'du bu! Ne buyük
bir gorkeradi!
İstanbullu olmanın kolay olma-
dığını belirttim. Yabancı ülkede
yasayan bir insana bile orada
beş yıl oturdu mu, başka koşulla-
rın da bir araya geimesiyle o iil-
kenin \*atandaşlıgını veriyorlar.
Ama İstanbullu olmak için bu bü-
yıiltâ kentle beş yıl oturmak yeter
mi? Hiç sanmıyorum. Öyle sanı-
yorum ki İstanbullu olmak, (a-
nımlanması zor bir kultür ortamı-
na girmekle mıimkundur. Gunde-
lik hayata da yansıyan bir kültür,
bir davraıtıs tarzı elde edebilmek-
tir. Sırf tstanbul'a özgü olan bir
davranış tarzı. Ama elbette bir di^
de. Sanıyorum bu yüzden, ben,
gerçek tstanbulluyu dünyanın ne*
resinde görürseın göreyim tanı-
rım. Başka bir hamurdan yoğrul-
muştur o.
1950 yılının İstanbulu
O zaman, kente giriş yolları çok
azdı, ama bu yolların kıyısında,
hep, bugun için inanılmaz olan bir
levha asılıydı: "tstanbul Nufus:
776.000;' Bugun iıısana bir söylen-
ce gibi geliyor.
Beş yaşında Anadolu'ya gitmek
uzere ayTildığım lstanbul'un, ben-
de kalan solgun hayalleri daha
çok Vefa semtinin, Kıztaşı'nın,
Bozdoğan Kemeri çevresinin so-
kaklan, anneannemle gittiğim
Şehzadebaşı sinemalan, çok sık
ziyaret ettiğimiz Harbiye Nezare-
ti'nin bahçesi, Kumkapı'da, sahi-
le kadar uzanan dar sokakların
ucunda, deniz kıyısında —samnm
denizin de üstünde— yer alan
kahveler, Gedikpaşa ile Cağaloğ-
lu'ndaki dostların evleri o zaman-
ki havuzlu Beyazıt Alanı, kıyısm-
daki Kulluk kahvesi, Fatih Camii-
nin, medres€İerin çevrelediği, he-
nüz taş döşenmemiş gehiş avlusu,
Kadıköy'de Altıyol ağzına yakın,
kuçuk bir bahçe içindeki bir ak-
raba evı \e Şehzadebaşı'ndan öte-
lere, Şişhane'ye, Şişli'ye gıden
tramvaylarla —sonsuzca yol alan
tramvaylarla— ilgilı hayallerdi.
Tünel'ın kayışınıtı kopmuş olma-
sının açtığı felaketten, Şişhane'de
raydan çıkan bir tramvayın, yoku-
şun asağısındaki dukkânlara gire-
rek neden oiduğu kazadan hep
bahsedilirdi.
1940 yılının tstanbulu'nda, he-
nüz Cağaloğlu, kibar insanlann
oturdukları bir mahalleydi. Oyle
I.stanbullu olmak
için bu büyülü
kentte 5 yıl oturmak
yeter mi? Hiç
sanmıyorum. Öyle
sanıyorum ki
İstanbullu olmak,
tanımlanması zor
bir kültür ortamına
girmekle
mümkündür.
Gündelik hayata da
yansıyan bir kültür,
bir davranış tarzı
elde edilmektir. Sırf
İstanbuFa özgü bir
davranış tarzı. Ama
elbette bir dil de.
İstanbullu başka bir
hamurdan
yoğrulmuştur.
4fl'lı yıllarda Cumhuriyet Caddesi'nden Taksim Meydam'na bakıldığında bu goriintü vardı.
anımsıyorum. Buna Fatıh'i, Gedik
paşa'yı, sonra da Şişhane ile Be-
yoğlu'nu eklemeliyim. O dönemin
İstanbul'u —sonradan kendini ko-
rumuş kentlerde görduğum gibi
(ornekse: Nürnberg, Stockholm)
kentin eski gumruk kapılarından
dışa yayılmamış bir şehırdi. Yani
Edirnekapı'dan (Karagümrük'un
ötesinden), Topkapı'dan, Eyup'ü
dışarda ayn bir mahalle olarak tu-
tarsanız Mevlânakapı'dan, kısaca-
sı kentin esas Istanbul bölümuıı-
de surların dışına taşmamış bir
yerleşim bolgesiydi. Bu kapılan iş-
levlerine göre çoğaltabilirız: Kum-
kapı, Yenikapı, Azapkapı.. vb.
Karşıda. Beyoğlu yakasında, kent
elbette, ortalama ikiyüz yıldır Ce-
neviz surlarının dışına taşmıştı.
Ama orada da Şişli'yi bir 'kapı' gi-
bi alırsak, daha öteye uzanmıyor-
du tstanbul. Rüzgârlann durma-
dan değişik yönlerden estiği güze-
lim şehir!
Oraya yeniden döndüğum ara-
hk 1949'da, yatılı olarak Kabataş
Lisesi'ne tıkılmıştım. Ama ikinci
dönem başlamadan önce, yılbaşj-
na doğru uzanan tatilimi Mecidi-
yeköy'de teyzem Refia Hanım'ın,
bir bağ evini andıran iki katlı evin-
de geçırdim. O zaman —şimdi
Chicago'yu andıran— Mecidiye-
koy bağlık bahçelik bir yerdi. Te>-
zemin buyuk kızı Belma ile (Di-
ren) ya da küçuk kızı Gulçin'le
(Eczacıbaşı) evden çıkıyor, bir sure
yürüdükten sonra Beyoğlu'na inen
bomboş tramvaya biniyorduk.
Belma beni, beş yaşında terk etti-
ğim için lyice ansıyamadığım Be-
yoğlu'na, Istiklâl Caddesi'ne, ba-
zı sinemalarla resim galerilerine gö-
türmuştü. Tramvayla yapılan UTUII
yolculuklardan sonra o zamankı
bakışımla yapılannı çok yüksek,
çok görkemh buldu&nnı Istiklâl
Caddesi'nin vansıttığı buyukşehir
buyusü karşısında ezildiğimi, ona
hayran olduğumu, ama onu tanı-
mayı sonraya, önümdeki yıllara
bıraktığımı hatırhyorum. 1950 yılı
yaklaşırken kim derdi ki bu ihti-
şam karşısında ezilen ben, sonra-
ları o caddenin her deliğinde yıl-
larca yaşayacağım ve o semti he-
men hemen her taşına kadar ya-
kından tanıyacağım. Bütün tapı-
nakları (dinsel ve cınsel) meyha-
neleri, barları ile.
Şaşılacak bir şeydir, ama Gala-
ta'nın güzelliğini ve bence gizli ih-
tişamını 1953 yılı sonbahlannda
fark ettim. Unpakapı Köpnisü'n-
den Azapkapı'ya doğru duşunce-
li düşünceli yururken birdenbire
eski Galata'yı, kulesi, araya sıkış-
mış tapınaklan, eski ve yeni yapı-
larıyla görüverdim. Bu göruntü-
nun beni büyülediğini, onu hiçbir
zaman unutmak istemediğimi,
unutmayacağımı düjündiim ve bu
görünuşun eşsiz olduğunda karar
kıldım. Ancak baa Akdeniz kent-
lerinde olabilirdi bu geriye doğru
çekilen, açık renk büyuleyici go-
rünüş. Ama gene öyle samyordum
ki tstanbul'daki tekti.
O zamanlar, sık sık Fatih'teki
evimizden Beyoğlu'na Unkapanı
Köprüsu üzerinden yürüyerek çı-
kardık. Hilmi Yavuz'la, Ergin Er-
tem'le ya da yalnız. Sonralan bu
gorunüşü, birçok defa Sirkeci'den,
Eminönu'nden, Galata Köprusü'n
den seyrettim. Galata'ya, araba
vapuruyla Harem'e ya da Kadıkoy
vapuruyla Haydarpaşa'ya, Kadı-
köy'e giderken baktım. tki defa da
Karaköy'deki yolcu salonunun
onünden kalkan bir gemiyle Mar-
silya'ya giderken o unutulmaz gö-
runtuyu doya doya seyrettim: 1961
sonbaharında ve 1974 kasımında.
öyle çekici bir görüntüydü ki be-
nim için sırf onu yeniden gorebil-
mek için Istanbul'a dönmeye de-
ğerdi. Marsilya'ya giden gemiler,
daha Marmara Denizi'ne açıldı-
ğında gurbet başhyordu bir İstan-
bullu için. Kendinizi oyalamak
için yol boyunca bir Akdeniz, bir
limanlar romantizmi yaratmanız
gerekiyordu.
İşte bu 1950*li yıllarda, çocuk-
luğu boyunca çamurdan kentler
yapmış bir Istanbul tutkunu ola-
rak kendine özgu bir (tstanbul ta-
sanmı) oluşmuştu ahnimde. Özel-
h'kle, Demokrat Parti'nin uygula-
malan başlayıp da kırlardan kente
göç, kendine özgü "sanayilesme"
başlayıp, tstanbul'un dışındakı
mahalleler oluşmaya başlayınca.
Sanınm ki bunlann tstanbul ta-
rafında oluşan ilkler, Taşlıtarla ile
Sağmaleılar'dır.
Bu tasarım da çok basittı:
"sanayileşen" tstanbul'un, kuze-
ye, Terkos Golü ile Karadeniz'in
kıyısına kurulması, fabrikalarla
işçi mahallelennin oraya yerleşti-
rilmesi ve esas İstanbul ile bu ye-
ni kentin hızlı trenlerle birbırine
bağlanması.. Öyle sanıyorum ki
1950'lerin başındaki tstanbul, —
geçmişte birçok güzelim yapısı ne
denli savrukça harcanmış olursa
olsun— yenilenmeye, restore edil-
meye, varlığı korunarak mukem-
melleştirilmeye çok elverişli bir
kentti. Örneğin, benim hayalime
göre Eminönu Alaru'ndaki o kü-
çuk yapılar olduğu gibi korunu-
yor, restore ediliyorlardı.
(İstanbul uzerine bilinç, geniş
anlamda yeni yeni oluşmaktadır.
Elbette tstanbul'un her dönemi
ayrı ayrı incelenmelidir. Neler bu-
lunabilirse. Bu incelemeyi, ben de
elbette yapmış değilim. Ama bu-
rada, yığınla kayıp arasında, Çe-
lik Gulersoy'un "Tramvay
İst^nbul'da" adlı kitabmda, 104 ve
105'inci sayfalarda yer alan büyük
fotoğraftaki yapılan örnek ver-
mek isterim. 1940"ta "İstanburda-
ki ilk büyük imar openısyonu" sı-
rasında Eminönu'nde vitirilen bi-
nalann fotoğrafı, lstanbul'un zen-
gin imar yapısının, nasıl duşunül-
meksızin harcandığının en büyük
kanıtlarından biridir).
Ama 1950'li yıllarda genç bir
edebiyat meraklısımn aklından,
hayalinden geçenler kimi ilgilen-
dirirdi. Bizzat Başbakan (Adnan
Menderes) nasıl bir tasarıdan ha-
reket ettiği asla anlaşılmaksızın,
güzelim kente biçim veriyordu:
Beyazıt Alam'm bozuyorlar, Fa-
tih'te Fevzi Paşa Bulvan'nın ağaç-
lannı kesiyorlar, Aksaray'daki gu-
zelim ağaçlıkiı yolu ynkıyorlar. tş-
levi belirsiz, iki dumduz cadde:
Vatan ve Millet caddelerini açıyor-
lardı. Oysa Bizans zamanında ol-
duğu gibi benim çocukluğumda
da bahçelikti o yoreler. Elbette
başka çok güzel biçimlere sokula-
bilirdi.
Modernizmimiz gerçek bir mo-
dernizm değildir. Köksüz ve kap-
madır. Ve butün bu dönemde çift-
lik yönetenler, buyük kente biçim
vermeye kalkışmışlardı.
Altgeçit denilen felâket (kentin
içindeki altgecitleri kastediyorum)
de bu dönemde tstanbuPa geldi.
Saraçhanebaşı'run eski halini unu-
(amam. Burada Atatürk Bulvarı
ile Fatih'e doğru çıkan bulvar ke-
siştiğinde, uzun yıllar, bu hem
Marmara'yı hem de Haliç'i gören
güzelim, geniş alana bir biçim ve-
rilemedi. Sadece şimdiki Belediye
Sarayı'nın karşısındaki boşluğa,
Horhor tarafına bir park yapıldı.
O parkta Asaf Çiyiltepe ile Hil-
mi Yavuz'la çok oturmuşuzdur.
Varın: Istanbul'la