03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 2 ARALIK 1990 Tabu!.. HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU Tabu, Polinezya dilinden Batı Avrupa dille- rine, oradan da dilimize geçmiş bir sözcüktür. Polinezya'daki kullanımı, dinsel nitelik taşıyan kişi, hayvan ya da nesneler için olup bir tür do- kunulmazlık ve ayncalık (imtiyaz) belirtisidir. Batı'daki ve bizdeki kullanımı ise genellikle do- kunulmasında, eleştirümesinde korku salan, te- kin olmayan kişi ya da kuruluşlar içindir ve bu anlamda yaygınlaşıruştır. Günümüz Türkiyesi'nde iki kurum ve kuru- luş vardır ki bunlar öteden beri "tabu" sayıl- mıştır: Birisi din, öteki Silahlı Kuvvetler. Osmanlı Imparatorluğu'nda da durum başka türlü değildi. Bu imparatorluğu ilmiyye, mülkiy- ye ve askeriyye olmak lizere üç zümrenin bir ara- da yönettiği, az çok tarih okuyanlarca bilinir. Bu üç zümrenin üstünde olan padişah ise bun- lar arasındaki birliği, daha doğrusu, uyumu ve dengeyi sağlayan ve hepsinin amiri olan kişidir. Çünkü padişah, hem mülki yönetimin başı (özel- likle Yavuz Sultan Selim'in halifelik sanını al- masından sonra), hem ilmiyyenin en yüksek mer- cii hem de ordunun başkomutanı yetkilerine sa- hipti. "Mülkiyye"nin yani sivil yönetimin başı sad- razam, "ümiyye"nin, yani dinsel zümrenin başı şeyhülislam idi. Adalet işleri (mahkemeler), eği- tim ve öğretim işleri (medreseler) bu alanın çer- çevesine girdiği için imparatorlukta ilmiyye sı- nıfının büyük etkinliği vardı. Ordunun başı ise yeniçeri ağası idi. Bununla birlikte savaş duru- munda orduya yeniçeri ağası değil ya padişah ya da onun vekili sayılan sadrazam komuta ederdi. Okuyuculanmın bıiyük bir bölümünce bilinen bu durumlan yinelemekle güttüğüm amaç, o dö- nemde padişah başta olmak üzere bu üç zümre- nin tabu niteliği taşıdığmı vurgulamaktır. Padi- şah zaten başhbaşına bir tabu idi. Halktan hiç kimse padişahı ve sözünü ettiğim üç yönetici zümreyi eleştiremezdi. Yalnız "şikâyetname"- ler yollanabilirdi. • * • Günümüzde padişah yoktur. Türkiye Büyük Millet Meclisi, halkın temsilcisi olarak devletin başındadır. Cumhurbaşkanını o seçer ve cum- hurbaşkanınca kendisine sunulan hükümet lis- tesini o onaylar. Hükümetin icraatını da o de- netler. tlmiyye sımfının bugünkü yönetimde yeri yok- tur. Bu sınıf Diyanet İşleri Başkanlığı olarak, halkın ibadet gereksinmesini sağûamakla görevli- dir. Ne yazık ki yavaş yavaş bu görevinin dışına taşmış, dini politikaya alet edenlerin dayanağı durumuna gelmiştir. Günümüzde askeriyye sımfının da yönetim- de yeri yoktur. Bu sınıf doğrudan doğruya yü- rütme erkine bağlı ve ulke savunmasıyla görevli geniş bir kuruluş durumundadır. Gerek din işlerinde, gerek askerlik işlerinde günümüzdeki yasal durumu böylece belirttikten sonra şurasını vurgulamak istiyorum: Bugün yu- rütmenin başı olan cumhurbaşkanı ve başbakan tabu değildir. Yasama organı olan TBMM de ta- bu değildir. Yargı organlannda da tabu niteliği yoktur. Çünku bu saydıklanmjn hepsinin icra- atı eleştirilebilir. Bu kurul ve kuruluşlar ve bun- lann başında bulunanlar hakkmda türlü yönler- den düşünce yürütülebilir. Gelgelelim Silahlı Kuvvetler ve onun uzantı- lan olan MİT, butün kademelerdeki askeri mah- kemeler, hele hele sduyönetim mahkemeleri ve yarı askeri nitelikli Devlet GUvenlik Mahkeme- leri hakkmda söz söylemek, eleştirilerde bulun- mak tekin değildir. Çünkü bunlar 21. yüzyıla adım atmak üzere bulunan Türkiye. Cumhuriye- ti'nde hâlâ "tabu"durlar. Bu niçin böyledir? Nedeni açık: Tabu'yu biz yaratıyoruz. Geçen hafta sayın Bülent Ecevit'le ANAP'lı Safa Gi- ray arasında geçen ve gazetelere de yansıyan tar- tışmada Ecevit'in "Özel Harp Dairesi" konu- sundaki açıklamaları üzerine Safa Giray; "Baş- bakanlık gibi yüksek bir görevde bulunmuş ki- şinin eksik bilgilere dayanarak açıklamalarda bu- lunması doğru değildir, gerçeği bilse de söyle- memesi gerekir" yolunda sert bir çıkış yaptı. Ecevit ise Safa Giray gibilerin tutumunu haklı olarak "askerden çok askerci" diye niteledi. Bi- lindiği gibi bu deyiş ilk kez 1789 Fransız Devri- mi'nde "kraldan çok kral yanlısı" biçiminde kullanılmış, o dönemden beri de türlü kişi ya da kuruluşlar için kullamlagelmiştir. Ülkemizde de aydın geçinen pek çok kişi ve politikacı "asker- den çok asker yanlısı" görünmeyi kendi çıkar- larına uygun bulur; ihtiyatlı olmak gerekir. Türkiye'de Silahlı Kuvvetler, ülke çapında ör- gütlü en buyuk silahlı güç olduğundan, "ne olur ne olmaz" günün birinde yönetime müdahale ederse, böyle bir durumda "militarizm karşıtı" bir geçmişe sahip olmamak bu gibilerce en uy- gun yoldur. Düşunmezler ki militarizmin egemjn olduğu yerde demokrasi olmaz, olmaz ama yi- ne de "ne olur ne olmazcılar" bu yolu seçerler. Türkler için ötedenberi "asker millet" nite- lemesi icullanılır. Bununla övünürüz. Tıpkı "er- kek adam", dahası "erkek kadın" nitelemesi- nin hoşumuza gittiği gibi. Araplar Türkler için "seyf-ül İslam" (Islamın kılıcı) derlerdi. Böyle- ce Turklerin "savaşçı" yönu ön plana çıkarıl- dı. Oysa Turkler İslamdan önce de örgütleme, devlet kurma ve kurulan devletin yönetimi için gerekli düzenleme ve kuralları oluşturma alanın- da usta bir ulustur. Rahmetli Mareşal Fevzi Çakmak Genelkur- may Başkanıyken, silahh kuvvetler yönünden ge- len her istek, bir buyruk niteliği taşırdı. Ankara- Antalya demiryolu bu yüzden yapılamamıştır. Dahası o tarihlerde TBMM'de, Milli Savunma Bakanlığı ve dolayısıyla Genelkurmay Başkan- lığı bütçesi aynntıli olarak göruşülemez, yalnızca toplam odenek kaç lira ise o sayı onaya sunu- lur, alkışlarla kabul edilirdi. Askerin bütçesi bile tabu'ydu. Askerler arasında "emir ve komuta zinciri" de tabudur. 27 Mayıs Devrimi'nin bu zincirin ku- rallarına uygun olarak yapılmaması, Milli Bir- lik Komitesi'nde yüzbaşı, dahası, üsteğmen rüt- besindekilerle general rütbesindekilerin eşit oya sahip olması, Silahlı Kuvvetler tarafmdan hiç af- fedilmemişti, bunun acısı on yıl sonra 12 Mart faşizmi döneminde eski Milli Birlik Komitesi'- nin iki genç üyesinin bir bahaneyle sıkıyönetimce içeri alınarak falakaya çekilmesiyle çıkarılmış- tır. Emekli Kur. Yarbay Talât Turhan da o dö- nemde işkence görmüştür. Üst rütbeliler emir ve komuta zincirini bozanlara karşı çok acımasız- dır. Çünkü bu zincir onlar için 'tabu'dur. Ge- çede TV ekranında izlediğim bir filmde gördüm ki. 1923'lerde ABD'de de durum böyleymiş. An- cak, o filmde bağımsız bir hava kuvvetleri ko- mutanhğı kurulması için emir ve komuta zinci- rini kırarak savaşım veren ve bu yüzden askeri mahkemece yargılanan subay ne dayak yemiş ne de eziyet görmüş, yalnızca askerlikten çıka- rılmıştı. Filmin gerçek bir olayı yansıttığı belir- tiliyordu. Demek ki 'tabu'ların tekinsizliği ABD'de, Türkiye'ye oranla daha az çarpıyordu kişileri. Askerliğimi Ikinci Dünya Savaşı sırasında yap- mış olduğum için birisi iki yıl olmak üzere, üç kez ordunun içinde bulundum. Üst rütbeli su- baylardan dostlanm oldu. Ancak bu dostlukla- rın 'tabu'lara dokunmamak koşuluyla sürebile- ceğini öğrendim. 1949 yılında bu sütunlarda çı- kan iki yazıda, o tarihten dört-beş yıl önce evi- me bir dost aracıhğıyla sokulan MAH (şimdiki MİT) ajanından söz etmiştim. Geçen yıl bu ya- zıların bir bölumünü yine bu sütunlara almayı gerekli gördüm. Vay efendim, ne mektuplar, ne mektuplar... Imza yerine: "Eski bir MÎT görev- lisi". Kimisi çok kibar, ama 'tabu'ya dokundu- ğumu uygun sûzcüklerle anlatıyordu bana. Ama bir tanesi "kabadayılık mı taslamak istiyorsun" diyordu. Oysa benim o yazılarımda kabadayıh- ğın zerresi bile yoktu. Bir olguyu anlatmıştım. Demek bir yazıda yalnızca MIT'ten söz etmek- le bile 'tabu'ya dokunmuş oluyordum. Tabulaşmanın önüne ancak askeri eğitimde- ki yöntemlerin ve "imtiyaz" alışkanlığımn de- ğiştirilmesiyle geçilebilir. Atatürk'ün ölümü sı- rasında askeri lise öğrencisi olan bir yeğenim beni ziyarete geldiğinde, sınıf öğretmenlerinin kendi- lerine: "Ismet Inönü'nün cumhurbaşkam seçil- mesini başta Mareşal olmak uzere generaller is- tedi. Onlar istemeseydi sivillerin toplandığı Mec- lis hiçbir şey yapamazdı, askeri üniformanızın şerefini, üstünlüğünü ve kıymetini biliniz" de- diğini anlattıydı. Günümüzde Özel Harp Dairesi ve Kontrgerilla konusu yüzünden çıkan tartışmalar, Silahlı Kuv- vetler'in her dairesinin birer 'tabu' olduğunu gösterdi. Şunu söyleyeyim; sivil ve asker birçok kişide bu ttstünlük ve ayncalık zihniyeti süriip gittikçe ülkemizde militarist 'tabu' sona ermez ve bu 'tabu' sona ermeyince de biitün koşullanyla çağ- daş demokrasi kurulamaz. Olsa olsa sivil kılıklı yeni tabular oluşturulur. Kenan Evren gibi ana- yasa oylamasıyla birlikte cumhurbaşkanı seçil- me düşleri kuran Özal'a ne dersiniz? EVET/HAYIR OKTAYAKBAL TYS'nin Yazariar Şölenine Çağrı Sanıyorum ülkemizde ilk kez bir uluslararası yazariar top- lantısı yapılacak. 1971'de, zamanın Kültür Bakanı Talat Hal- man Uluslararası Pen Kulübün istanbul'da toplanmasını sağ- lamıştı. Batılı yazariar bu çağrıyı sevinçle karşılamışlardı. Ne var ki Halman görevden ayrılıp yerine İsmaıl Arar geldi. Ya- şar Nabi, Macit Gökberk ve ben yeni bakanı görmeye gittik. Halman'ın, Pen Kulüp üyelerini Türkiye'ye davet ettiğini anım- satıp bakanın bu konuda ne gibi yardımlarda bulunacağını öğrenmek istedik. Sayın Arar. 'Kblay kolay' deyip durdu. Ama inandırıcı bir şey söylemedi. Bakanın yanından çıktığımızda Yaşar Bey "Bu iş olmaz. Vazgeçsek daha iyi olacak. Baksa- nıza bakan ne dediğimizi, ne istediğimizi bile anlamadı" de- mişti. Pen merkezine bir mektup yazıp, çağndan vazgeçtiği- mizi bildirmek zorunda kalmışttk. Türkiye Yazariar Sendikası şimdi Asya ve Afrika yazarları- nı İstanbul'da bir araya getiriyor. TYS eski Genel Başkanı ve Asya Afrika Yazartarı Birliği Başkanlık Divanı Üyesi Azte Ne- (Arkası 16. Savfada) O EMTEIirailZME VE OUGMIŞİVE KA*»I MVCADELE KATILLERİN KIMLİĞİNDE KONTRGERİLLA YAZIYOR • CIA, NATO, GLADİO'nun, emperyalizmin uluslararası terörizmi siyasal cinayetler, katliamlar ve cuntaları yönlendirdiği açığa çıktı. Bu gerçek ülkemizde de değişmemiş, 1 Mayıs 77'ler, Kahramanmaraş'lar, Cömert, Aksoy, Emeç vb. katliam ve cinayetlerinin ar- kasından KONTRGERİLLA ismi çıkmışlır. HAZİRAN YAYINEVI'nin çıkardığı, sadece ABD'li subaylara "gizli" olarak dağıtılan FM serisinden 90-8 numaralı KONTRGERİLLA OPERASYONLARI isimli ki- tapta konunun derinliği ele alımyor. ) Yoğunlaşan Körfez kriziyle birlikte baskılar da giderek artıyor.lşçilere karşı lokavi ilan edilirken, memurların sendika hakkı gasp ediliyor, öğrencilerin demokratik üniversite istemine gözaltılarla cevap veriliyor. BASKI VE TERÖRE KARŞI GENEL BİR OİRENİŞ HATTI YARATALIM. A U t o C A D e dayalı Bilgisayar Destekli Tasarım, Çizim, Mühendislik ve İmalat konularında Yazılım ve Donanım satışında görev alabilecek, İngilizce bilen MAKİNA MÜHENDİSLERİ aşağıdaki telefona başvurabılirler. 175 17 40 MNG Bilgisayar A.Ş. 9. SAYIMIZ CIKTI DUYURU GAZİANTEP İŞ MAHKEMESİ » HAKİMLIĞİ'NDEN Güneydogu T.S.K Genel Müdürlü|u tarafından Kürşad Solak ve Fehmi Yücesoy aleyhlerine açılan 103.657.920— TL.lik Tazminat Da- vasında: Davalı Fehmi Yucesoy tum aramalara rağraen bulunamadığından ilanen tebligat yapılmasına karar verilmiştir. Mahkememiace 5.10.(990 tarih 1990/578. fcaparla- davanıp 103.657.92Or- TL. üzerinden aynen lcabulune karar verilmiş olduğun- dan davalı Fehmi Yucesoy'a karar tebliği yerine kaim olmak uzere du- >"urulur. Basın: 48850 PENCERE Amerikan Üsleri Başımıza Bela... Beyinsel soluklanma için arada sırada bir incir çekirdeği doldurmaz soruların 'bilmece bildirmece, dil üstünde kaydır- maca'sı yararlıdır. Soru: — Gargara ile çiklet arasında ne fark var? — Çiklet susuz, gargara sului — Başka? 4 — Gargarayı yaptıktan sonra hemen tûkürürsün, çikletie sa- atlerce geviş getirirsin. Geviş getirmek ağır bir deyim. Ne yazık ki bizim toplumun siyasal edebiyatına denk düşüyor. Kimi konuyu bir ömür bo- yu sakız gibi çiğneriz; eloğlu ise gargara yapar; ama, yut- maz, hemen tükürür. Lockheed skandalı, kontrgerilla ya da Amerikan üsleri gibi yıllar boyu gündemden eksilmeyen ko- nularda geviş getirmekten başka bir iş yapamadığımızı itiraf etmek gerekmez mi! * Çeyrek yüzyıl Türkiye'de Amerikan üssü tartışması yapıl- dı, neler söylenmedi: — Amerikan üssü yoktur. — Üs yok, tesis vardır. — Anahtarı bendedir... 1958'de Lûbnan'da ayaklanma başgösterince Vaşington, incirlik Üssü'nü Ankara'ya haber vermeden kullanmıştı. Be- yaz Saray'ın amacı neydi? Lûbnan'da Amerikan yanlısı dü- zeni korumak! Koruyabildi mı? Beyrut'un bugünkü durumu sorunun yanıtıdır, ama ABD, Türkiyeyi 1958'de bal gibi kul- landı. Olay, 1960'lardan sonra ülkemizdeki yabancı üsler ko- nusunda tartışmayı alevlendirdi: Bu üsler ancak bir NATO sa- vaşında komünist saldınsına karşı savunma için kurulmamış- lar mıydı? Artık bu söylence de noktalandı. Çünkü bugün ortalıkta ne Varşova Paktı kaldı, ne de NATO'nun kıymet-i harbiyesi var. Komünizm tehlikesinden artık kim söz açabilir? Dünün dünyası yıkıldı, yeni bir dünya kuruluyor; ama, ne görüyoruz: Amerikan üsleri yine devrede değil mi? Gargara suyunu tükürmenin, çikletı ağzımızdan çıkarma- nın, geviş getirmeyi bırakmanın zamanıdır. Demek ki ülke- mizde Amerikan üsleri varmış; hem komünizme karşı değil, İslam dünyasına karşı kullanılacak; üstelik 1958'deki gibi giz- lice değil, apaçık ABD'nin hizmetine gıreceğiz, Anadolu'da- ki Amerikan üsleri 1990 yılında Türkiye'yi sınır komşusu Irak'la savaşa götürecek altyapıyı oluşturuyor. Al gözüm seyreyle! • Eşref saati gelip çattığında Türkiye'yi etkilemek için hemen biri öter. Daha "ne oluyoruz?" diyemeden NATO Genel Sek- reteri Manfred VVörner baklayı ağzından çıkardı: "— NATO'nun toprak bütünlüğüne Avrupa dışından gelen tehditleri bölgedışı diye önemsemezlik edemeyiz. Türkiye cto<V rudan tehdit altındadır ve Güney bölgemiz, tüm ittifak çıkh.$> larını ilgilendiren önemli bir bölgedir." Vay, vay, vay... Bugüne dek Türkiye'nin savunmasını hep yokuşa süren NATO birdenbire niçin celallendi? Tehlike Sovyetler'den gel- miyor; ama, Irak'ın tehdidi altındaymış ülkemiz, öyleyse Ana- dolu'daki üsleri Vaşington'un emrine verip kendimizi sava- şın göbeğine atmalıyız, değil mi? • Uzun yıllar sonra Türkiye'deki Amerikan üslerinin ülkemi- zin başına bela olduğu anlaşıldı; daha önce söytenenlerin ne kadar gerçek olduğu sergileniyor. 1991in eşiğinde Türkiye hem tehdit altında değildir; hem Irak'tan -sözde- gelecek bir saldırıya karşı kendisıni savuna- cak güçtedir. Vaşington'un Körfez'e yönelik savaşında Ana- dolu'yu Amerikan uçak gemisi gibi kullanmak bu ülkenin ta- şırra, toprağına, insanına, Mehmetçiğine ihanet olur,a-.-iv Siz hâlâ annenizin margarinini m± kullanıyorsunuz? Zaman değiştr, a/ışkanhklar da değişîyor. Biz annemizden fark/ı yaşıyoruz. Pratîk ve sağlıklı çözümlere önem veriyoruz. İşte bu yüzden Luna bizim margarinimiz. Çok hoş bir kutusu var. Pit diye açıyorsun, kapatıyorsun. Hava ile temas ederek bozulmuyor, erimiyor, etrafı kirletmiyor. Buzdolabından çıktığı zaman bile yumuşak. Lezzet/i ve hafif. Hem kahva/tılarda hem yemeklerde harikai Luna Atargarin bizim seçimimiz. Luna'nm, içinde 5000 ı.u Siz de hemen deneyin. Vitamin A ve 250 I.U Vıtamin D var. Vifamin A / özellikle gözler için çok yararlı. Hem çocuklar hem de yetişkinler için önerilen günlük doz 5000 I.U. En çok gereksindiğimiz vitaminlerden biri olan Vitamin D ise vücudun kalsiyum metabolizması ve kemikler için çok önemli. Büyüyen çocuklar ve kadınlar için özellikle gerekli olan Vitamin D'nin günlük alım dozu80 I.U' nun altına düşerse sağlık sorunları baş gösterebilir. LunaMargarin. YeniYumuşakMargarin. Y6R
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle