25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 3 KASIM 1990 60 Yaşımlaki Çocuk: Türk Beledıyeciliği 1980-1990 arası, belediyeciliğimiz yönünden tam bir geriye gidişi, 40 yıl öncesine dönüşü simgeleyen örneklerle dolu. Bunların başında kuşkusuz, 1982 Anayasası'nın 127. maddesindeki, seçilmiş yerel organların belli durumlarda İçişleri Bakanı'nca görevden ahnmasına olanak veren kural geliyor. Hükümetler birkaç yıldır "görevle ilgili suç" kavramını kendilerince yorumlayarak, tutum ve davranışlarından hoşlanmadıkları belediye başkanlarının görevlerine son verebilmektedirier. Prof. Dr. RUŞEN KELEŞ 1 Eylül 1930'da yurürlüğe giren Belediye Ya- sas, 60 yaşını bugünlerde doldurmuş bulunuyor. Osmanlı yasalarından olan "Vilayat (Taşra) ve Dersaadet (tstanbul) Belediye Kanunları" hem imparatorluk hem de cumhuriyet dönemini kap- sayacak biçimde 1877'den 1930'a değin tam 53 yıl yürurlükte kalmışlardır. Cumhuriyetin ilk Mahalli Idareler Genel Müdurlerinden olan K. Naci, 1930'larda yazdığı bir kitapta şöyle diyor: "Bu eylül, >anm asırlık ihtiyar bir kanunun olii- miinii ve en son içtimai terakkiyata nazaran ha- zırlanmış genç ve dinç bir kanunun dogumunu selamlıyor. Biz de, vamalı bir derviş hırkası ka- dar eskiyen ak sakallı belediye kanununu, 1 ey- liilden itibaren tarihe devrederek yenisini alkış- lıyoruz." Erginleşemeyen çocuk "Kent yonetimi" anlamına gelen belediye, Os- manlı trnparatorluğu'nun, Tanzimat'tan sonra Batı'dan aldığı kurumlardan, "naklini" yaptı- ğı "organlardan" biridir. Böylece, kent hizmet- leri vakıflardan ve esnaf örgıitlerinden alınıp be- lediyelere verilmiş oluyordu. İlk belediyenin Is- tanbul'da kuruluşu üzerinden 135, Belediye Ya- sası'nın çıkanlması üzerinden ise 60 yıl geçti. Saçı sakalı ağarmış olan bdediyeciliğimiz, bu 60 yıl-' lık ömrün 20 yılmı tek partıli bir siyasal ortam- da, 40 yılını ise çok partili bir parlamenter de- mokratik düzen içinde geçirdi. Ne yazık ki hâlâ erginleşemedi. Yaşını başını almış kişilerde rastlanan çocuk- su davranış bozukluklanna onda çok sık rast- lanması, bu "organ naklini", vücudun henuz ge- regi gibi benimsemiş olmadığını gösteriyor. 21. ytizyılın eşiğinde, belediyeciliğimiz, Biafra vb. Afrika ülkelerindeki, açüktan ölmek üzere bu- lunan, bir deri bir kemik kalmış, kol ve bacak kemikleri bir yerlerinden kınhverecek kadar in- celmiş yoksul çocuklar gibı çelimsiz. Bundan da önemlisi, yerel yönetimlerin için- de bulunduğu sıkıntıların temelinde, demokra- tikleşme tempomuzdaki yavaşlığın ve zikzakla- rın yatıyor olması. Bundan dolayı, devletle ye- rel yönetimler arasındaki ilişkilere hem yetki ve sorumluluklann hem de kaynakların paylaşılma- sı açısından çağdaş, adaletli ve demokratik bir yapı hiçbir zaman kazandırılamadı. Temel hiz- metler yurttaşa yeterli ölçulerde sunulamadığı gi- bi, halkın, kentinde ve kasabasında, karar sü- reçlerine yoğun ve etkin katılırm da sağlanama- dı. Belediyelerimizde hemşeri, bir yabancı ko- nuktan hemen hemen farksız. İlgisini uyandıra- cak ve yönlendirecek katılım yolları açılmış de- ğil. Bunda, merkez yonetimlerinın ve siyasal par- tilerin olduğu kadar, belediyecilerin ve halkın kendisinin de önemli sorumluluk payları var. Belediye mi, taşra örgütü mü? Çok partili siyasal doneme gelinceye değin be- lediyeler, merkezden kumanda edilen birer "taş- ra örgütü" gibiydiler. Hukümetin isteği uzeri- ne belediye meclisleri dağıtılabiliyor, başkanlar görevden alınabiliyordu. Görevlerini yerine ge- tirebilmeleri, merkezden kaynak sağlanmasına bağhydı. Bu durum, 1950-1960 arasında da bü- yük bir değişikliğe uğramadan surmüştur. 1%1 Anayasası, seçilmiş organların görevden alınmalannı yargı güvencesine bağlayarak, ye- rel özerkliği siyasal iktidarlann partizanca ka- nşmalarından korumak istemiştir. Ama anaya- sada tersi öngörülmüş olmasına karşın kaynak sıkıntısı ve bağımlılık bu dönemde de sürdü. Si- yasal dalgalanmalara koşut olarak, siyasal erki ellerinde tutanlar, türlu yöntemlerle muhalif be- lediyeleri, haklan olan kaynaklardan yoksun bı- raktılar. Çağdaş bir Belediye Gelirleri Yasası'- nın TBMM'den geçirilmesi 20 yılda başarılama- dı. Bundan halk ve demokrasimiz geniş ölçüde zarar görmüştür. 1970'li yıllarda yapılan iki yerel seçimde (1973 ve 1977) büyük belediyelerin yönetimi, çoğun- lukla sosyal demokrat kadroların eline geçmiş- tir. Bu dönemde geliştirilen ve "Yeni Belediyecilik" diye adlandırılan, "katıhma", "demokratik', "üretici", "birlikçi" ve "kent- sel rantlan kamuya aktaran" belediyecilik ilke- lerine büyük kent belediyeleri sahip çıkmışlar- dır. Bu ilkelerin, o dönemde de yaşama geçiril- mesinde başan gösterildiğini öne sürmek güçtür. Aynca 1978-1979 arasında iki yıl ayakta kala- bilen Yerel Yönetim Bakanhğı deneyi de, yerel yönetimlerin daha özerk ve daha demokratik kı- hnabilmesi için yukarıdan asağıya doğru bir iyi niyet girişimini simgeliyordu. 12 Eylürün bakış açısı Her türlü yoksunluğa karşm 1970'li yıllar, tu- tucu hükümetler karşısında, büyükçe belediye- lerin, kişiliklerini kanıtlama yolunda önemli adımlar atmayı başardıkları bir dönemdir. 12 Eylül'cülerce suçlanmış ve dışlanmış olmalah- nın nedeni de, zaten, merkez karşısında alma- şık (seçenek, alternatif) güç odakJan olarak var- lık göstermelerinden kaygı duyulmasıydı. Ger- çekten, her askeri yönetim gibi 12 EylüPün mi- marlan da, yerel yönetimlerin seçilmiş organla- nnın görevlerine derhal son vermiş, belediyele- ri salt yerel hizmet üreten aygıtlar olarak algıla- mışlardır. 1980-1990 arası, belediyeciliğimiz yönünden tam bir geriye gidişi, 40 yıl öncesine dönüşü sim- geleyen örneklerle dolu. Buniarın başında kuş- kusuz, 1982 Anayasası'mn 127. maddesindeki, seçilmiş yerel organların, belli durumlarda İçiş- leri Bakanı'nca görevden alınmasına olanak ve- ren kural geliyor. Hükümetler birkaç yıldır "gö- revle ilgili suç" kavramını kendilerince yorum- layarak, tutum ve davranışlarından hoşlanma- dıklan belediye başkanlarının görevlerine son ve- rebilmektedirler. Yargınm ağır işleyen hakem- liği, başkanların aylarca açıkta kalmasına; do- layısıyla, yerel özerkliğin hiçe indirgenmesine yol açabiliyor. Bu da gösteriyor ki, bir Ulkede, demokrasi- nin kendisi varlık yokluk savaşımı vermektey- se, orada yerel yönetimlerin gerçek anlamda de- mokratik siyasal kuruluşlar olmasını beklemek gerçekçi değüdir. Oturmamış demokrasilerde ye- rel demokrasiyi kurmanın olanaksızlığını, bir si- yaset bilimcimiz, kutuplarda buz yetiştirmeye benzetmişti. Parti ideolojisinin önemi Belediyeciliğimiz bir süredir kimi ideolojik so- runlarla da karşı karşıya bulunuyor. Dunyada- ki "çağdaş" gelişmelere ayak uydurmak gibi ge- rekçelerle, ülke çapında geçerli kılınmaya çalı- şılan, özelleştirme, yap-işlet-devret, tapu belge- si verme, arsa satışı, imar haklan ve rant kazan- dırma, iç ve dış borçlanma, iş bitiricilik vb. li- beral yöntemlere karşı belediyelerimizde artan bir ügi var. 1984-1989 arasmda çoğu belediye- ler bu yöntemlerden yararlanma yarışına girdi- ler. lktidar partisinin acık ve seçik yeğlemeleriyle çok tutarh görünen bu yönelişleri yadırgamak olanaksızdır. Ancak sosyal demokratlar cephesinde duru- mun biraz daha değişik olması gerekır. Bu alan- lardaki hareket özgurlüklerinin sınırlarını belir- leyecek çerçevenin, onlar için henüz çizilmiş ol- madığı anlaşıüyor. Böyle olunca, sosyal demok- rasiye uygun düşse de, duşmese de, her beledi- ye, kendi yolunu çizmek için kendini özgür say- makta haklı olur. Sosyal demokrat bir parti, kentleşme ve yerel yönetimler alanında, hem öteki partilerinkinden değişik olması gereken kimliğini iyice tanımla- malı; hem de kendi denetimindeki belediyeler- de değişik uygulamalara yoi açan düşünsel da- ğınıklığı sona erdirmelidir. Örneğin, belediyeler, altyapı yatınmlan sonucunda ve imar planlanyla yarattıkları kentsel rantlan kendileri mi almalı, yoksa bireylere mi bırakmalıdır? Rantı, beledi- yenin bireylerle paylaşması hoş karşılanabilir mi? Yerel kamu hizmetlerinin özel ortakhklara gör- dürülmesi yolu alabildiğine açık mı tutulmabdır? Fiyat belirleme yetkisinin esnaf örgütlerine ak- tanmı hangi koşullarda doğrudur? "Yenilikçi" yaklaşımlara uyum sağlamak ba- hanesiyle bu tür sorularm hepsine olumlu yanıt- lar verilebilir. Ama o zaman, CHP'nin 1970'lerde saptadığı "kentsel rantlan kamuya mal etme" ve "üretici belediyecilik" ilkelerinin artık terk edilmiş olduğu sonucuna varmak ge- rekmez mi? Acaba, bugünkü görünüm, bu ko- nulann bilinçle yapılmış bir değerlendirmesine mi dayanıyor? Öyle ise yansız kamuoyu bunla- rı bilmek, anlamak ister. Açıktır ki, sosyal demokrat belediyeler, yurt- taşa rant sağlayarak, ondan karşıkğında destek bekler ya da kendisine birkaç kat vaadinde bu- lunarak "gecekonducuyu zengin etme" yanşı- na girerlerse, kamuoyunun guvenini yitirirler. Kaldı ki bu tür yöntemlerden çoğu, sağlıksız kentleşmenin önünü almaya elverişli de değüdir. Böylece, bireyciliğin kentleri yozlaştınc; etkile- ri sürüpgider. Sonuçta, özendirilen, "katılımcı demokrasi" olmaz, "katılım yoluyla yağmacılık" olur. Oysa plancılık, halkın öznel ve bireycil eğilimlerinin peşinden gitmeyi değil, toplum yarannı gözeterek onları yönlendirme- yi amaçlayan bir uğraştır. Katılımdan beklenen toplumsal yarar, ancak böyle bir çerçeve içinde sağlanır. Sonuç Yerel yonetimlerimizde sonın, Belediye Yasa- a'nı degiştinnek sorunu değildir. Yapısal ve kök- tenci bir yeniden duzenleme için geç bile kalın- mıştır. Önce, siyasal hesaplarla belediye sayısı- nın arttırılmasına son verilmelidir. Daha önce nasılsa kurulmuş olanların birleşmeye özendiril- meleri, gUçlerini arttınr. ll özel yönetimleriyle köylerin, birer yerel yönetim türü olarak varlık nedenleri yeniden tartışılmalı, çokluğun yarat- tığı savurganlık önlenmelidir. İlçelere tüzelkişi- lik kazandırmak hem kaynakların etkin kulla- nımı hem de katılım özlemlerinin karşılanması yönünden olumlu bir adım olur. Bunlara ben- zer bütün önlemlerin başansı, ülkemizde demok- rasinin yerleşmesine bağlıdır. Yerel demokrasi antidemokratik ortamlarda yeşeremez. Kurur. Belediyeciliğimizin sürekli emekleme çağındaki bir çocuk olmaktan çıkması, bunlara Ve siyasal kültur düzeyimizin yukselmesine bağlıdır. EVET/HAYIR OKTAYAKBAL Büyük Sopa Politikası ABD'nin Birleşmiş Milletler'dekı Büyükelçisi Pickering, ba- kın ne demiş: "Bir devletin, vatandaşlannı kurtarmak için kuvvete baş- vurması yasakjır." Irak ve Kuveyt'teki sayısı yüzü bulan Amerikalıları kurtar- mak için ABD Silahlı Kuvvetleri saldınya geçecek mı? Önde gelen bir sorumlunun böyle bir söz söylemesı ABD'nin sa- vaş kararı verdiğini mi gösterir? Böyle bir karara öteki dev- letler de katılıriar mı? Türkiye'nin durumu ne olur? Bileme- yiz. Kimbilir bu yazı yayımlanana kadar savaş başlamıştır bi- le!.. Benim öncelikle üstünde durmak istediğim konu başka. ABD'nin kimseye tanımadığı bir hakkı kendine tanıması ye- ni bir durum değil! ABD Silahlı Kuvvetleri, önceki yıllarda da çıkarlannı korumak için başka ülkelerın topraklarına baskın- lar yapmışlar, havadan bombalamışlar, beğenmedıkleri ikti- darları devirmişlerdır. 'Görevimız Tehlıke' TV dizisinde gör- düğümüz gibi CIA'lar eliyle başka ülkelerde karışıklıklar çı- kartılması, devlet başkanlarının ortadan kaldınlması... Üste- lik bunu saklamıyoriar; filmlerie, krtaplarla, konuşmalarla açık- ça belirtiyorlar. Son örnek Panama olayı... Panama diktatörü General No- riega, Amerikan askerlerinin yaptığı bir baskınla ele geçiril- di. Oysa Panama, bağımsız bir ülke, ABD hangi hakla böyle bir ülkenin sınırlarını aşarak başkentine askerlerini gönder- me yetkisini kendinde bulur? Panama diktatörünü bir elçi- likte sıkıştınr, yandaşlarını öldürür? Bugün Norıega Ameri- ka'da bir hapishanededır, yargılanacaktır. Gerçi Noriega'nın CIA'nın eski bir ajanı olduğu bıliniyor. Bu açıdan ABD'den para alan bir görevli de sayılabilir, ama ne de olsa bağımsız bir ülkenin güçlü adamıydı. Bir başka ülkeye saldınp kişilere zorla el koymak ise bambaşka bir olay... Irak'taki yüz kadar Amerikan yurttaşını kurtarmak için kuv- vete başvurmak nasıl yasal bir davranış sayılabilir? ABD yö- netimi böyle bir hakkı başkalarına tanır mı? Örneğin Kıbrıs1 ta Türk halkıntn yıllardır çektiği acılara, uğradığı kıyımfara zor katlanan Türkiye'nin, Kıbns'ta bir çetecinin işbaşına gelip Türklerı ortadan kaldırmaya kalkışması üzerine adaya asker çıkartmasını doğal bir hak, yasal bir hak saymayan ABD de- ğil mi? Bir adanın yarı halkının kıyımdan kurtarılması yüz Amerikalının tutukluluktan kurtarılması kadar da önemli sa- yılmaz mı? On altı yıldır Türkler Kıbns'ta işgalci olarak bulunuyorlar' diyenler, bizım Ada'dan çekılmemızin gerekli olduğunu vurgulayanlar en başta Amerikan hükumet adam- ları... Batı'nın emperyalist ülkeleri, sömürge yönetimınden kal- ma alışkanlıklarını yirmi birınci yüzyılın eşiğinde de sürdür- meye hevesleniyoriar. Güney Amerika ülkelerine istediği za- man 'müdahale' eder, bu ülkelerde rejimleri, devlet adamla- nnı devirtir, Küba'ya çıkarma yapar, Libiya'nın başkentıni bom- bardıman eder! ABD'nin 'büyük sopa' politikası yeni bir şey değildir. Theodor Roosevelt döneminden beri böyle... ABD, elinde büyük bir sopa taşıyan Sam Amca'dır. Kendi kafasına uymayan, sözünü dinlemeyen olursa sallar sopasını! Irak'ta Saddam Hüseyin yönetimi hiç kuşkusuz bir dikta... Komşu Kuveyt'i bir anda yutuvermış. Kuveyt nedir? Bir şeyh- lik, Sabah ailesinin elindeki bir toprak parçası. Buradakı pet- rol zenginliğinden kim yararlanıyor? Belli bir kesim! Ya halk? Sürünüyor! Bu açıdan Arap dünyasında Saddam'ı bir çeşit halk kahramanı sayanlar var. Petrol zenginliğini yaygınlaştır- mak, birkaçşeyhin, emirin malı yapmamak... Ama bu amaç diktatörce davranışlar, silahlı zorlamalarla gölgelenmektedir. Saddam da petrol gelirini aşırı silahlanmaya harcayarak Arap halkının petrol zenginliklerinden yararlanmasını önlemekte- dir. Bütün bunlar, Amerika yönetiminin silahlı kuvvetleri kul- lanmasını haklı kılar mı? Filistinlilerin ezilmesine, Lübnan1 daki kanlı olaylarda halkın yıllardır acılar çekmesine aldırış bile etmeyen Amerika ve onun izinde giden Batılı ülkeler Ku- veyt olayında nıye bu denlı duyarlıdırlar? Nedeni belli? Pet- rol paylarının tehlikeye girmesi... Birkaç yüz kişıyı kurtarmak için kuvvete başvurmak bir hak sayılırsa dünyada ne barış kalır ne de huzurlu bir yaşam! Gü- cü gücü yetene saldırır, özfenen banş dünyasını yaratmak bir hayal olur. ABD'nin 'kuvvete başvurma' hakkını tekelinde tut- ması ise ibret verici, 'mazlum halkları' uyandırıcı, bilinçlen- dirici bir gerçektir... BİR AÇIKLAMA 22 Ekim 1990 günü yayımlanan "Bakü İzlenimleri: (Arkası 19. Sayfada) II" baş- Perıbacaları'na bir gezi... Kapadokya'da kış koleksiyonları • Kadife giysiler • Sportiff bir stil...Esin Maraşiıoğlu • Ceketler...» Çetin Altan ile röportaj • Kışın gözdeleri.. Beyoğlu anıları... • Adler mûcevherleri Türkiye'de... • Genç yönetmen Nedim Saban ile söyleşi... • Gazeteci Barlaslar'ın Kavacık'taki evleri... • Oxford da bir haftasonu... • Çizer Selçuk Demirel ile söyleşi» Adı NECMETTİN Soyadı ÇOBAN Doğum tarihi: 31 Aralık 1954 Muhasebecı, bekâr, Şişli Siyasal Bilimter Yüksek Okulu son sınıftan terk. Adli mahkûm statüsüyle 29 Mayıs 1990'da sapasağlam ve 86 kilo ağırhğında girdıği SİİRT CEZAEVİ'nden, 10 Ağus- tos 1990'da 46 kilo ve duymayan, konuşmayan, tüm me- lekelerini yitirmış bir insan olarak tahliye oldu. Cezası topu topu 70 gündü Adana. Mersin, Ankara ve Bakırköy Akıl ve Ruh Hastalıkları hastanelerınden sonra ÇAPA TIP FA- KÜLTESİ ACİL CERRAHİ SERVİSİ'nde 1 Kasım 1990 ta- rıhinde hayatını kaybettı. Slirt Cezaevi'nde nasıl o hale getirildi? Tedaviye muh- taç olduğu halde, neden tutukiuluk süresi içinde bir tür- lü hastaneye sevki yapılmadı? Neden vücudunda açılan yaralardaki iltihabm kana karışması önlenemedi? NECMETTİN'İ KİM ÖLDÜRDÜ? Ardında yanıtlanması gereken sorular ve açığa çıkartılma- sı zorunlu sırlar bırakarak aramızdan ayrıldı. Necmettin Çoban'ı 3 Kasım Cumartesi günü, Merter Ca- mi'sinde kılınacak ögle namazından sonra Günesll Kö- yü Mozarlığı'nda uğurluyoruz. İNSAN HAKLARI DERNEĞİ Istanbul Şubesı YÖNETİM KURULU Ctfutş nriiUM HALİT ÇELENK • HUKUKSUZ DEMOKRASİ 3.BASI 5000 lira (KDV içinde) ödemeli gönderilmez. ÇAĞDAŞ YAYINLARI Türk Ocağt Cad. 39-41 Cağaloğtu-ÎSTANBUL CAĞOAŞ YAYIUUkRI İLHAN SELCUK GULÜ 10.000 lira (KDV içinde) ödemeli gönderilmez ÇAĞDAŞ YAYINLARI Türk Ocağı Cod. 39-41 Cağaloğlu-İSTANBUL AHMET KAHRAMAN HA&ALETLER PRENSİ \TKSO V\VI\( 11 1K A.S. DAĞITIM • ADAŞ • CEMMAY • ARKADAŞ • • TEKİN • İLERİ • DOST • İMGE • • CUMHURİYET KİTAP KULÜBÜ • ÇAtM$ TAYHUUII Doç. Dr. NAZAN AKSOY İGİRÖNESANS İNGİLTERE'SİNDE TURKLER Bu kitaptan birkaç ana başlık: • 16. yüzıyla değin Hıristiyan Avrupa'nın Müslüman Doğu'ya Bakışı... • 16. yüzyılda Osmanlı-İngiliz ilişkileri... • Kraliçe Elizabeth çağında İngiltere'de yayımlanan tarih kitaplarında Türkler. • 16. yüzyılın seyahatnameleri... • 16. yüzyıl İngiliz edebiyatmda Türklerle ilgili oyunlar. 5.000 Lira (KDVıçinöe) ödeırMİİ gdnderifmez ÇAĞDAŞ YAYINLARI Türkocağı Cad. 39-41, Cağaloğlu-İSTANBUL İLAN SAMSUN İŞ MAHKEMESİ HÂKİMLİĞİ'NDEN 1989/830 Davacı Emine Usta vekili ta- rafından davalı Melek İstif ve ar- kadaşlan aleyhine açılan alacak davasının verilen 1.10.1990 tarih 1989/830 esas 1990/434 karar sayıh ilamı ile 741.335 lira taz- minat alacağı ve tnahkeme mas- raflan ile birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline karar ve- rilmiş olup hükmün davalılar- dan Yusuf Ekşı'nin gıyabında karar verilmekle tebligat yerine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur. Basın: 48519 EVİMDE Bakıma muhtaç yaşlılara İtına İİ€ bakıyorum. 384 33 90 Sivil Toplum ve De\ let NecdetUğur ŞahinAlpay 3 Kasım 1990 CemalReşitRey KcHiserSalonu • AltKaf Harbiye • Saat: 14:00 Bifgiçin 17495 75-76 DOPLERÜ, RENKLİ EKOKARDİYOGRAFİ HOLTER , EFORLU, EFORSUZ ELEKTRO... V En ileri Standartlarda Kalp Sağlığı Hi2metleri Sunar. Tel: 175 12 4 4 / 4 5 TÜRK KALP VAKFI 148 58 66
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle