14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/6 DİZt-RÖPORTAJ 28 EKÎM 199a Türk tangosunun unutulmaz ismiNecip Celal 18-19 yaşındadır, sevdiğiAlman kız Istanbul'u ansızın terk eder. 'Mazi kalbimde bir yaradır..' NEDİM ERAĞAN Bana tanıdıklarımın zaman zaman sor- duklan bir soru vardır, "Tango merakın ne zaman başladı?" Ben de onlara. soyieşiler- de ozellikle sanatçıların verdiklerı cevabı tekrarlarım, "Çok kuçuk >aşta". Aslında bu soru "Müziğe merakınız ve- ya yakınlığınız ne zaman başladı?" olma- lıdır. Çünku müzik bir butundur. Dahage- niş anlamda sanat bir butundur. Bir turu sevip de diğerinden anlamam ve zevk al- mam demek bır gudük anlayıştır. Resmi se- verim de edebiyatı sevmem, şıır sevmem. Klasik muzik dinlerim de hafif muzik sev- mem veya Turk sanat muziği dinlerim, türkülerimizden hoşlanmam... gibi. Böyle bir şeyi kabul etmek istemiyorum. Ne demiştik, sanat bir butundur ve sa- natçı da bu butunün içinde yoğrulan ve ge- lişen insandır. Tango derken söz nereye gel- di. Gelin biz gene tangoya donelim ve be- nim gibi aynı yılları, aynı yaşam dilimleri- ni paylaşan insanlar gibi, once bu zevkle- rin nasıl algılandığını anlatalım, bir öyku gibi... Kadıköy'de, Acıbadem'deki evımizin ça- tı katında, Kalamış koyuna, Fenerbahçe'- ye ve adalara tepeden bakan bir balkon var- dı. Bu çatı katının bir kenannda da "Sa- hibinin Sesi", halk arasındaki deyimi ile "köpek marka" bir gramofon vardı. Mar- kanın amblemınde, borulu gramofonun önunde plak dinleyen bir kopek resmınden dolayı adı böyle anılırdı. Çevremden bir şeyler algıladığım günler, hani o çok kuçuk yaş gunleri... Bu gramofondan o guzel manzaraya karşı annem, babam oturup plak dinliyorlar... "Sarahaten acaba söy- lesem darılmaz mı?.." Ali Rıfal Çağatay'ın "Tereddüt" isımli fantezi şarkısı. Yarulmıyorsam Miinir Nu- reddin Bey'in ilk plaklarından. Sonra ar- kasından plak değışıyor, bır hanım sesi, bu da bir fokstrot.. "Sordum ismi san yapın- cakmış / Belli kaç gencin kalbini yakmış" ve Seyyan Hanım soylüyor, Türkçe tango- lann ilk kadın solisti, bugun bizler için ef- sane olmuş bır ses. Plak gene değişiyor ve gene Seyyan Hanım'msesı.. "Mazi kalbim- î J n 5 ; , 7 ' j , î c t i n v p ' v p de bir yaradır / Bahtım saclarından kara- , " & - „ d ' ^ " » y Ç > c dır..." MAZINASIL DOĞDU? Necip Celal, Mazi'nin doğuşunu şöyle anlatıyor: O zamanlar 18-19 yaşında bir talebeydim. Taksim Gazinosu'nda bir Alman kız ile tanışarak sevişmeye başladık. Bu kızcağız bir fabrikatörün kızıymış! Babası onu zorla sevmediği biriyle nikâhlamak istediği için soluğu İstanbul'da almış. Tanışmamızın on beşinci günüydü. Tarih Temmuz 1928. Onunla . buluşmuştuk. İpek gibi san saçlarını dizimin üstüne yayarak, lacivert menevişli gözlerini gözlerimin ta derinliklerine çevirerek uzun uzun baktı. "Necip içim sıkılıyor, bana öyle geliyor ki bir daha seni hiç göremeyeceğim" dedi. O zaman bu sözlere 'saçma' demiştim. Üç gün sonra randevumuz yardı. Oraya gelmedi. Deli gibi pansiyona koştum. Babası gelmiş ve kızı zorla götürmüştü. Geç vakit B ğ ' İ i ' TANGOLAR San Yapıncak "San Yapıncak", Necip Celal Andel'in İlk bestesi; 17-18 yaşlarında yazmış. "Bu benim bestem" dedığinde inanmamışlar ama. "Mazi" ise ilk tangosu 18-19 yaşla- nn heyecanı ile bestelenmiş, o kadar çok sevilmiş ki bu fokstrot ve tango dillerden düşmemiş yıllarca. "San Yapıncak"ın no- tasının üzerinde uç bininci baskı yazıyor. Ama ne yazık ki tarihi yazmıyor. 1920'lerin sonu ve 30'ların başı, ama hangi yıl üç bi- ninci baskı olmuş, bilemiyoruz. "S»n Yapıncak"m ve "M«ri"nin söz- lerini de Necdet Rüştü Efe yazmış. Şimdi gene eski yıllara donelim. 1950'lerde yayım- lanan Radyo dergısinde A. Vedat Akın'ın Necip Celal ile yaptığı soyleşiden "Mazi"- nin nasıl doğduğunu bestecinin sözlerinden okuyalım. — Necip Bey dedım, hangi hissin tesiri altında kalarak tango bestelediniz?.. Duşündu... Derin bir nefes aldı. Bütun dikkatime rağmen, bir yaraya diken batır- mışım gibi onun mustarip ruhuna dokun- duğumu anlamıştım. "İlk tangomu 1928 senesinde besteledim" dedi ve ilave etti: " O zamanlar 18-19 yaşlarında bir tale- beydim. Taksim Gazinosu'nda, ismini zik- retmeyeceğim bir Alman kızı ile tanışarak sevişmeye başladık. Bu kızcağız bir fabri- katörun kızıymış. Babası onu, zorla bir adamla evlendırmek istiyormuş. Kız zora- ki nikâhtan kurtulmak için soluğu İstan- bul'da almış. Taruştığımızın on beşinci gü- nuydu. Tarih temmuz 1928. Onunla buluş- muştuk. Ipek gibi san saçlarını dizimin üs- tüne yayarak, lacivert menevişli gözlerini ğ y y döndüm. Karşıkı sırtlardan yükselen mehtabın sulara serptiği san benekler koyu yeşıl dalgaların üzerine uçuşuyordu. San pınltılar büyüdü ve karşımda meçhule uçup §iden sevgilinin hayali elirdi. Artık ağlıyordum. Kafamm içinde akisler yapan melodinin peşi sıra hemen piyanoya oturdum ve ilk tangomu, 'Mazi'yi besteledim. — Necip, içim sıkılıyor. Kalbim göğsu- mu parçalayacakmış gibi vuruyor. Bana öy- le geliyor ki seni bir daha göremeyeceğim. O zaman bu sözlerini saçma olarak va- sıflandırmıştını. Teselli ettim ve uç gün son- ra buluşmak uzere aynldık. Her zaman ol- duğu gibi o gun de uç gün değil otuz sene- lik bir hasretin doğurduğu heyecanla ran- devu verdiği yere koştum. Saatlerce bekle- dim... Heyhât ne gelen var, ne giden. Deh gibi pansiyonuna koştum. Ev sahi- bi madam, onun hiçbir adres bırakmadan memleketine gittiğini söyledi. Bu gidiş de şoyle olmuş: Kızın babası ve nişanlısı bu- raya gelerek zorla götürmüşler. "Mazi" doğuyor Necip Celal'in "San Yapıncak" şarkısanın nota kapağı • PÖKTRENEDtM ERAĞAN Latin Amerika kökenli tango, muziği *e dansı ile butun dunyada hâlâ yaşayan bir efsane gibidir. (Fotograf: Yakup Ertunga) Pansiyondan aynlarak geç vakit Boğaz'- gözlerimin ta derinliklenne çevırerek uzun da çok sevdiğim İstinye'ye döndüm. Kar- uzun baktı ve inleyen bir sesle şöyle dedi: şıki sırtlardan yükselen mehtabın akan su- lara serptiği san parlak benekler koyu ye- şil dalgaların üstünde kâh uçuşuyorlar, kâh batıp biraz sonra yine beliriyorlardı. O zaman sağlam olan gözlerimi, bu san panltılann üstune tespit ettim: Zerreler bu- yüdu ve karşımda bana iki satır mektup bile yazmadan meçhule uçup giden sevgilinin hayali belirdi. Bir muddet ona baktım. Az sonra bu hayalle gözlerimin arasında git- tikçe kalınlaşan bir buzlu cam belirdi. Zi- ra ağlıyordum. Kafamın içinde akisler ya- pan melodinin peşi sıra hemen piyanoya oturdum ve ilk tangomu, 'Mazi'yi bestele- dim." Işte ilk Türk tangosu olarak kabul etti- ğımiz "MazT'nin öyküsunu bestecisi, bir haftabk magazin dergisıne böyle anlatıyor- du. Bu tango bestelendiği gunden bu yana tam 62 yıl gecmiş. Ama hâlâ dipdiri yaşı- yor, ölümsuz bir eser olmuş ve bestecisini de olumsuz kılmış. Ben, Necip Cdal Andel'i 1955 yazırun bır gecesinde tanıdım. Cağaloğlu'ndakı Emi- nönu Halkevi'nin salonunda, bir arkada- şırruzın düğunünde. O zamanlar hep arka- daş duğunleri veya nikâhları olurdu, şim- di ise hep cenazelerde buluşur olduk. Pi- yanoda tangolannı seslendirdi Necip Celal, dans etmek isteyenler oldu, haber gönder- di piyanonun başından, "Ben tango çalar- ken liitfen dans edilmesin". O çalarken dans etmek, onun muziğini hafıfe almak gi- bi geliyordu herhalde. O çok kuçuk yaşla- rımdan tangolarına hayran oldyjğum insan- la karşı karşıya idim ve taruşmıştım. O yıllarda bizim bir koromuz vardı. 1933'lerde Kadıkoy Halkevi'nde kurulmuş ve hocamız Hulusi Öktem'in buyuk eğitim- ci yonu ile idealizmi sayesinde 1959 yılın- daki ölumune kadar devam etmişti. Necip Celal'i tanıdığun yılda Turkiye Mılli Tale- be Federasyonu korosu olarak çahşmala- rımızı surdüruyorduk. O akşamki duğun de yine bir koro arkadaşımızın duğunüydu. Necip Celal'i bir koro çalışmamıza davet ettik, bizi kırmadı geldi. Hulusi Öktem ho- camız ve diğer arkadaşlanmızla tanıştı. Kendisi de bizleri Sukanahmet'teki evi- ne davet etti. Sultanahmet Camii'nin denize bakan yamacında guzel bir apartmandı bu- rası, eskiden bir konak varmış, sonra yeri- ne Necip Celal'in babası bu binayı yaptır- mış. Çalışma odası, girişte, bahçe katında, kuçuk fakat muzik ve tarih kokan bir yer- di. Duvarlarda dunyamn en unlu muzisyen- lerinin ona imzaladıkları resimlerden şim- dı anımsadıklanmı duşünuyorum da. Pablo Casals, Gaspar Cassado, Vasa Prishoda ve şimdi aklıma gelmeyen çok unlu isimler. Yıllarca tangolannı buyuk bir zevkle din- Müzik yönetmeni 1932 yılında İstanbul'da, Kadıköy'de doğdu. Güzel Sanatlar Akademisi, vuksek resim bölümü, Cevat Dereli atölyesinden 1957 yılında mezun oldu. 1950-59 yılları arasında Hulusi öktem korosunda muzik eğitimi ve 1955-58 arası Devlet Operası istanbul studyosunda Apollo Granforte ve Gıuseppe Momo'dan şan eğitimi gördü. Ocak 1960'da İstanbul Şehir Operası'mn kuruluşu ile opera korosunda görev aldı. 1960 kasım ayında tstanbul Radyosu'nda spiker olarak goreve başladı. 1964'te TRT kurumu kuruhınca operadan aynldı. İstanbul Radyosu'nda 1960-70 yıllan arasında spiker ve başspıker, 1970-80 arası hafif muzik bolumu müdürlüğu, 1980—86 arası yayın- yönetim müdürlüğu görevinde bulundu, Nisan 1986'da emekli oldu. PORTRE FEHMİAKGÜN • Tango'dan esintiler 1935 Gelibolu doğumlu. Kabataş Erkek Lısesi ve tstanbul Hukuk Fakultesi'nde okudu. Halen ticaretle meşgul. Kuçük yaşlardan beri ilgi duyduğu müzik ^anatına icracı olarak başladı. 1948'den ıtibaren akordeon dersleri aldı. 1953'te İstanbul Radyosu'nda "Ağız •\rmonikasi Triosu"yla adını duyurdu. •\rjantin tangosuna eğilimi nedeniyle 1976-81 arası tspanyolca eğitimi gördü. 1982 yılından ıtibaren gunümüze kadar surecek radyo programcıhğına başladı. t Bu programlarda tangonun 100 yıllık geçmişini açtklamalı olarak dinleyicilere sunmakta. 1989 yılında Buenos Aires'te kurulu Gardeliano adlı tango derneğine onur uyesi seçıldi. TRT 3'te her pazar saat 17.25'te Tangolarla Yaşadılar adlı programı 1991'de de surecek. lediğimiz, o tangolarla sevip hayaller kur- duğumuz, romantik günlerimiz, sevınçleri- miz v e acılanmız, hepsi bir anda toplanmış- lardı sanki ben ve arkadaşlanm Necip Ce- lal'in çalışma odasında, onun çaldığı piya- nosu ile beraberken. Güzel tangolannı hep beraber soylüyorduk. Mazi, Suna, Yıllar, ', Özleyiş, Kimse Sevgimi Bilmez ve diğerleri. Necip Celal, koroyu çok severmiş ve bi- zimle tanışması da ona tangolannın bazı- , larını koro için dört sese aranje etme ilha- j mını verdi ve yaptı da. önce "Özieyiş"i dü- zenledi, "se\dim bir genç kadını"... söz- leri ile başlayan bu çok unlu tangosuna, ben "Türk Cumparsitası" derim aradan bu ka- dar yıl geçti bugün bile hâlâ dipdiri yaşı- • yor. j Yarut: Her >anda j karanlık ı Her kentin kendine özgü bir müziği, bir rengi, havası vardır, Arjantin, bütün dünyaya kendi muziğini tanıtmıştır. Buenos Aires tangolarla nefes ahrü ANİBAL TROİLO — Sonsuz gecelerde şafaklara kadar çalışan, viski bardağını bırakıp ardından gazeleve ve sütlu kahveye el atan bir bü>ük şehir çocuguydu. — 1 — FEHMt AKGÜN Her kent, tarihi, efsaneleri, abide ve cad- deleri, kendine özgü birçok özellikleriyle di- ğerlerinden ayrılır. Hiç kuşkusuz sanatı ve müziği de farklılık gosterir. Gerçekten, ba- sit bir melodi bize bir yöreyi, bir şehri anım- sattığı gibi onu duşlerimizde yaşatabilme- miz ve hiç görmemiş olsak da özleyebilme- miz için yeter de artar bile. Böylelikle "Viyana valslerinden", "Napo- liten şarkılardan", "Habanera"dan, Madrid- lilerin "chotis"lerinden soz edebiliyonjz. Her kentin muziğinde o yore insanının kim- liğini bulabileceğimiz gibi, sokaklannda kendiliğinden doğmuş mınltıların, seslerin, sevinç ve huzunlerin herhangi bir melodj- de somutlaştığını gorebiliriz. lşte, bir dönemde bütün dunyaya arma- ğan ettiği bir müziği, tangoyu, yalmz hatır- latmakla kalmayıp hâlâ onunla yaşayan, onunla nefes alan bir şehir: Buenos Aires... Temmuz ayında, guney yanmkurede ve Buenos Aires'te kış egemendir. Soğuk ve nemli bir sis, Rio De La Plata'dan geçerek seyrek gökdelenler ve betondan iskeletler gi- bi duran kat-otoparklarının arasından su- zulüp gitmekte. Gecenin ilerleyen saatlerinde Cano 14 adlı gece kulubündeyiz... Dunyamn her tarafm- dan gelen tango meraklılarına ve tunstlere "Neslor Roldan - Carlos Figari - Reynaldo Martin - Leopoldo Federko" gibi ustalar ge- ne tangolar çalmakta ve soylemekte. Bura- sı unlu şarkıcı Edmundo Rivero'nun kur- duğu ve ölumune kadar hem şarkı soyleyıp hem de patronluğunu yaptığı FJ Viejo Al- macen'e eşdeğer bir salon. Buenos Aires'e gelen turistlerın yarısı (tango duşkunleri) El Viejo Almacen'e di- ğer yarısı buraya, Cano 14'e getirilir. Cano 14... Yani 14 Boru. Garip bır ad. Ama tan- goyu bilenler veya yeni öğrenenler böyle esp- rilere, karamsar mızaha ve buruk şakalara ahşmak zorunda. Bugun 10 milyonu geçen kentin kanali- zasyon boruları, siyah, ust uste piramit şek- linde yığılmış demir dökum borular, yuz- yılın başından beri daima yoksullara, esrar- cılara, evsızlere ve gececilere mesken olmuş- tur. Linyeras denilen sokak serserilerinin bütün nesilleri, taşralı yersiz yurtsuzlar, Ka- labria'dan gelen meteliksiz tanm işçileri, Pa- ris veya Bukowina'dan gelen başarısız yan- kesiciler bu kanalizasyon borulannda ba- zen aylarca yaşarlardı. Tangoyu konser mü- zifi olarak zevkle dinlemeye gelen bir azın- leri uzerine yerleştirmiş, grubun diğer mü- zisyenleri sahneye çıkarken yan masadaki İngilız hanım, Pretty Lugubrious These Gentlemen şarkısını mırıldaruyor. Gerçek- ten, hiçbiri elli yaşın altında olmayan, kla- sik koyu renk kruvaze elbiseli, soğukkanlı ve anlaşılmaz tavırlı.bu sekiz beyefendi, hiç de müzisyene benzemiyorlar. Daha çok bır iş yemeğinde buluşmuş, eski Chicago'nun mafya elemanları gıbidirler. Sankı birazdan kara keman kutuları açıla- cak ve içlerinden makineli tabancalar çıkı- verecek... "Anibal Troilo'yu bizzat dinkdim" sozü, Paris, Tokyo, New York ve- ya Berlin'de her tango dostu için gıpta ile karşılanır. Arjantin'in başkenti Buenos Aires'e gelen turistlerın yarısı Tango Duşkunleri Kulübü'ne, yarısı da Cano 14'e gider. Yıllar önce burada garsonlar parlak altın düğmeli, kırmızı ceketleriyle dolaşırlarken... Anibal Troilo, bandoneon çalardı. "Anibal Troilo'yu bizzat dinledim" sözii dunyamn her yanında tango dostları arasında gıpta ile karşılanır. lığın uğrak yerı olan seçkın bır gece kulu- bune isim olarak 14 Boru denmesi, doğru- su kotu bir şaka.... Evet... Bundan yıllarca once de garson- lar dunya klasında bir tavır ile dolaşırdı bu salonda. Şu, parlak altın duğmeli, siyah kır- mızı ceketli, dümduz taranmış ve ortadan bıçakla kesilmiş gibi ayrılmış saçlanyla şef garson, nasıl da merasimle "Scotch"u ikram ediyor. Gumüş ağızlıklı şişeden 'vvhisky'yı bir metre yuksekten hiç etrafa damlatma- dan bardağa akıtıyor ve bu arada maksatlı olarak başka tarafa bakıyor, belki de sah- neye. Orada Anibal Troilo, bandoneonunu diz- Tıpkı pıyano tanatıklerının Horovvitz'i Moskova Konservatuvar Salonu'nda son konsennde veya Arthur Rubinstein'ı Cenev- re'de son sahneye çıkışında dinledim sozle- rindekı gibi. Ama Troilo, gerçekten 30'lu yıl- lardan başlayarak butun zamanlann en bu- yuk bandoneon ustası ve buyuk Astor Pi- azzolla'nın erişilmez ideali ıdi. Cano 14'te (Catorce) son sahneye çıkışından bırkaç ay sonra mayıs 1975'te Buenos Aires'te 60'ına varamadan oldu... Ustanın çehresi yuvarlakça idi, ama sağ- lıkh değıldi. Sonsuz gecelerde şafaklara ka- dar çalışan, viski bardağını bırakıp ardın- dan gazeteye ve sutlü kahveye el atan bir bu- yük şehir çocuğu idi. O hep "Picnuco" (Ar- jantin'deki lakabı), 30'lu yıllann "Teena- ger"ı olarak kaldı. Solgun, şışman, zarıf, la- cıvert gomlekli, şarabi kravatlı ve kuçuk parmağındaki siyah taşlı altın yuzuğu ile... Troilo'nun dikkatli, mahmur gözleri, yan sarkık gozkapaklan arasından şüpheci, dü- şünceli, çaldığı müziğe kendini kaptırmış bakışlarla salonun karanlıklarını suzerdi. Parmaklayan, yoğuran elleri arasındaki bandoneondan ne ihtiras ne ofke ne aşağı görme gibi kaba ve ince duygular yayılmaz, yalnızca uçuk benizli ustanın yüzüne biraz olsun yansırdı. O, yalnızca bandoneonu, şi- kâyet ve inilti dolu korüklü kutuyu konuş- tururdu.. Bandoneon». Bu garip enstrüman, 150 yıl kadar önce Almanya'da Krefeldli müzik öğ- retmenı (sonraları akordeon fabrikatörü) Heinrich Band tarafından yapıldı. Ve söz- de Ruhr komur havzasındaki fakir köy ki- liselerinde orgun görevini ustlenmesi düşü- nulmuştu. Fakat her nasılsa yolunu şaşırdı ve liman kenti Buenos Aires'e vardı. Ve orada dunyamn hiçbir yerinde olma- yacak şekilde kendini buldu hem de yeni, heyecan verıci bir müzığin kalbi, ruhu ola- rak. Tango muzisyenleri bu alete bazı ad- lar yakıştırırlar: Fuelle (korük) veya jaula (kafes) gibi. Bu sonuncusunu yazar Julian Centeya şoyle açıklıyor: "Bandoneon bir ka»' festir, çunkıi onun içinde >üz kor kuş şarkı söyler." (Gözleri ozellikle kör edilmiş kuş- ların çok daha hisli ve guzel öttukleri inan- cından). Tangoya girişinden bugune kadar onun vazgeçilmez sazı, bir anlamda simge- si olan bandoneon, tango edebiyatına ve sözlerine de gırecektir. Bando-alma de ban- doneon - Bandoneon amigo - Bandola zur- da - Che bandoneon, bandoneon için ya- zılmış sayısız tangodan sadece birkaçı. Yaruı: Bandenean dostları
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle