Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 25 EKİM 1990
Çekap Savurganlığı
Büinçli bir araştırıcı için tanjya ulaşma ve tedavide yön gösterici
katkısı akıl almaz boyutlara varan teknolojiyi geleceğimizin de
habercisi olan bir falcı sanmayalım.
Dr. ORYAL GOKDEMIR
Bilinçli bir araştırıcı için tanıya ulaşma ve te-
davide yön gösterici katkısı akıl almaz boyutla-
ra varan teknolojiyi geleceğimizin de habercisi
olan bir falcı sanmayalım.
Yüzyıllar önceki toplumlarda, insanlann has-
talık sırasında başvurdukları kişi, büyücüden
başkası değildi. BiÛnmez güçleri benliğinde top-
lamış olan bu garip kılıklı adam, kendi araların-
dan çıkmış da olsa bir başkaydı onların gözün-
de. Gerci elinde birkaç hayvan kemiği, birkaç tüy
ve acayip sesler çıkaran deniz kabuklarından baş-
ka ilginç bir alet yoktu, ama ondan medet uman
dertlilerin de günlük yaşamlarında tanış olduk-
ları eşya onunkilerden daha ilginç değildi.
Uygarlık tarihi çileli yoîunda adım adım iler-
ledikçe toplumdaki iş bölümü, farklı işlevler yü-
rüten farklı kişiler üretti. Ve büyücünün onlarca
görevinden biri olan sağlık konusundaki işlevi de
doktorlara devroldu. Oldu olmasına da kitlele-
rin, yeni kavramlara ayak uydurmak için eski
alışkanlık ve düşünce biçimlerinden kurtulma-
da gösterdikleri geride kalma özelliği bunda da
sonucu etkiledi: Birçok toplumda doktor,
büyücü-sihirbaz kimliğini, kimi zaman da ken-
disi körükleyerek sürdürdü.
Bu, herkesin bildiği ve yaygın olarak kullanı-
lan bir yorumdur.
Aynalıdan bilgisayarhya...
Dünyada ilk ciddi tıp merkezi olarak bilinen
Bergama Asklepion'da hastalar uzun bir dehliz-
den geçirilir, bu sırada gaipten sesler gelirse iyi-
leşeceğine inandırılırdı. Bu işle görevli rahip-
bügeler de ayrı bölmelerden gizemlı sesler çıka-
rarak hasıalan etkilemeye çahşırlardı. Ama iyi-
leşme umudu olmayan gerçek hastaları daha ön-
ceden elemede kusur etmezlerdi. Bu işten de kü-
çümsenemeyecek bir gelir sağlarlardı (Bunu has-
taların tedavisinde, psikolojinin önemini yıllar
önce kavramış olmak gibi iyi niyetle yorumlayan-
lar da vardır). O gün bugün tıp adamları, biraz
ileri biraz geri adım atıp mesleklerini yürüttüler.
Bu daldaki teknolojik gelişmeler ise deniz kabu-
ğundan bilgisayara, insanlığın hizmetinde sayı-
sız yararlar sağlarken becerilerinin çok üstünde
bir güveni sürdüregeldi. Ve her yeni buluş da ye-
ni bir ölümsüzlük şerbeti olup karşımıza çıktı.
Çok yakın zamana kadar Anadolu'da "ayna-
lı doktor", geçmişi ve geleceği tüm aynntısına de-
ğin bilen bir akıl almaz falcıydı. Hangi nedenle
gitmiş olursanız olun doktorun karşısmda büyük
sabırsızhkla beklediğiniz an, yalniz ve yalnızca
içerdeki karanlık odaya çağrılmanızdı. O gerek
görmese bile ek ücret ödeyip yaptırmayı siz is-
terdiniz. Azarlasa bile yalvanrdınız. Ve dokto-
run yüzünde "Eh benden günah gitti" gibisin-
den bir yarım gülümseme belirmesiyle yandaki
odaya seyirtirdiniz. Peşinizden o da girer, kapı
kapanırdı. "Belden yukarısım çıkar" derdi, kısa
ve kesin. Zayıf bir kırmızı ışıkta, göz gözü gör-
mezdi önce, oraya buraya çarparak üstünüzde ne
varsa atardınız. Sonra gözünüz alışırdı, başlar-
dınız tek tük beyazlan seçmeye. Doktorun göm-
leği, varsa bir lavabo ve aletin parlak metal par-
çalan. "Geç şunun arkasma" derdi, yerdeki tüm-
seği söylemeden. Tökezlenerek girerdiniz iki so-
ğuk levhanın arasına. O anda arkada yanan kır-
mızı lamba da sönerdi. Zifıri karanlık olurdu her
yer. Denge duyunuz bozulur, arkaya kaykılırdı-
nız. Bir soğuk maden çıplak sırtımza değer irki-
lirdiniz. Bu kez öndeki buz parçasına yapışırdı-
nız. Üç beş dakika da bu karanhğa alışmak için
geçerdi. Sonra arkanızda bir yerlerde şalter sesi-
ne benzeyen tak tuklar başlardı. Ve ayna (!) göğ-
sünüze sürtünerek sağa sola, aşağı yukan dolan-
maya başlar, bazen çenenize çarpardı. Bütün bu
hoyratlıklar, ilkel kabilede erişkinliğe geçme tö-
reni gibi katlanmayı seve seve istediğiniz dene-
yimlerdi. Doktor, kapalı kutudakini açığa çıka-
rıyordu. Içinizdeki tüm gizleri çözüyordu işte.
Hele bir de sağlam muştusu vermişse yeryüzün-
deki en sağlıklı kişi siz oluyordunuz. Sonunda
hiçbir kötülüğün ele geçiremediği bir yüce var-
lıktınız. Şimdi ilk iş, geçer not almış sınav öğ-
rencisi gibi mutlu bir yüzle dışarı koşmak ve içer-
deki olağanüstü aletin marifetlerini ona buna an-
latmaktı. Böylece ayna ve aynalı doktor kulak-
tan kulağa yayılıp efsaneleşiyordu.
Yıllar sonra aynanın bir işe yaramadığını bile
tartışmaya fırsat vermeden yerine yeni aletler
oturtuldu. Maksat, büyü bozulmasın.
Yalniz yeni alet mi? Kolunuzdan bir tüp kan
ahnıyordu, içinizde ne çıfıthk varsa çıkıyordu or-
taya. Modern laboratuvarlarda (!) araştırmalar
insanoğluna (!) bırakılmıyordu. Her şey elektro-
nikti. Raporunuz bile bilgisayar puntolarıyla ya-
aLyordu. Bir zamanlar doktorun arkasında, mu-
şamba örtülü bir masa üzerinde duran üç beş tüp,
üç beş renkli şişe ve bir kaminotun yerini, koca
salonlar ve garip aletler almıştı. Büyücü, insan-
la birlikte büytidükçe büyüyordu. Kendine de ye-
ni bir mask bulmuştu: ÇEKAP. Kırsal kesim bu
yeni sözcüğü biraz yadırgamış ve televizyon rek-
lamlarmdan tanıdığı ketçapla kanştırır olmuş-
tu. Oysa kapağı ondan bir kuşak önce İstanbul'a
atmış olan işbilir hemşerileri çekapı çoktan tn-
giltere ve Isviçre'de tanımışlar ve dönüşlerinde
ballandıra ballandıra anlatmışlardı. Tabii oralar-
daki çekapın tadı bir başkaydı, ama komşu ka-
pısı da değildi ki. Üstelik her mevsim mağaza-
larda ucuzluk yoktu. En iyisi ciddi kuşkular ol-
duğunda atlayıp gitmek, sağlam raporu alınca
çarşı pazar maratonuna girişmekti. Ama.belir-
gin kuşkular yoksa her medeni (!) insan gib*i ara-
da bir burada da baktırılabilirdi. Bizde de artık
epey bir şeyler yapıhyordu. Yeter ki siz çekap yap-
tırmak isteyin. Boy boy, renk renk, her isteğe uy-
gun çeşitleri vardı. Her keseye göre 10 çeşit, 20
çeşit kan analizi, ultrason, tomografi, ne ister-
seniz. Bu işin denetçisi var mı yok mu, gereği var
mı yok mu, neyi gösterir neyi göstermez düşün-
meden iman ederek üfürükçüye teslim oluyor-
dunuz. Aynalı doktor, olmuştu bilgisayarh dok-
tor. Bu, kabile büyücüsünün çakmak edinmesi
kadar büyük bir aşamaydı.
Muayenenin önemi
Çekap kavramı, ilke olarak hastalanmadan ön-
ce önlem almayı amaçladığından, başka bir de-
yişle bir koruyucu hekimlik yelpazesi, altın künye
ve kolye takarak üç günde sanayici olmuş lah-
macun tosunları'nın Doğu Avrupa ülkelerinde-
ki kaçamaklarına kalbinin dayanıp dayanama-
yacağı endişesini, öbür uçta üç bin yılhk kara-
saban çağını atlamaya çalışan vatandaş Memed1
in dört karısından olan on sekiz çocuğunun kı-
zamık, yaz ishali, difteri gibi sorunlarını kapsar.
Konumuz bu geniş yelpazede konıyucu hekim-
lik ilkelerini tartışmak değil. O zaten hem bizim
boyumuzu aşar hem de gazete makalesine sığ-
maz. Yoksa gerçek anlamda bir koruyucu hekim-
liği elbette yürekten destekliyoruz. Biz boş ye-
re sineye çektiğimiz bebek ölümlerini, trafık ca-
navannı vs yendiğimizi, sokakta kuduz köpek ta-
rafından ısınlmadığımızı, sanki gelişmiş ülkeler-
deki normal erişkinler olduğumuzu varsayıp ora-
da bile yapılmayan bir savurganlığa değinmek is-
tedik. Ve istedik ki kalp, yüksek tansiyon, kan-
ser gibi erişkin dönemin en öldürücü hastalıkla-
rında işi oluruna bırakmayalım, ama fal baktı-
rarak da avunmayakm. Ölümcül bir hastahğa ya-
kalanma olasıhğını ve iş işten geçmeden tanı kon-
masını sağlamak amacıyla her ay röntgenler çek-
tirip ikide bir endoskop denen borularla
midemize, bağırsağımıza baktırmak kolay mı?
Bu zahmeti göze alsak bile örneğin bir akciğer
kanserine, mide kanserine erken tanı koyma ga-
rantisi verilebilir mi? Laboratuvar açısından da
rahim ve prostat kanserleri dışında pek şanslı de-
ğiliz. Oysa basit muayene bulgulan meme, rahim,
rektum, prostat, tiroid kanserlerinde çok değer-
lidir. Kalp hastalıklan da öyle. Kendi başımza
yaptıracağımz testlerle bir şeyler yakalamanız,
yemsizaoltayla balık tutmak gibi bir şans ister.
Ancak kan yağları, gizli şeker hastalığı gibi bazı
risk faktörlerini, hastalanmadan önce öğrenebüir
ve önlem alabilirsiniz. Ama güvenilir bir labora-
tuvarda ölçüm şarttır. Güvensizlik sözü doğal
olarak "Neden güvenmiyorsun" sorusunu çağ-
rıştmr. Çoğu kez de verüecek somut bir yanıt
yoktur ve suçlama kokusu taşır. Oysa insanları
bu tip duygusal ilişkiler ve kırgmhklardan uzak
tutmak için uygar ülkelerde, laboratuvarlar ilgi-
li kurumlarca sık sık denetlenir ve gereği yapılır.
Ancak bizde böyle bir denetim düzeneğinin (me-
kanizmasımn) olmadığını itiraf etmek zorunda-
yız. Yani sizden alınan kan arka tarafta lavabo-
ya dökülse, ertesi gün de size rasgele sayılar ya-
zılı bir rapor sunulsa ya da girip çıktığmız test
aletinin başındaki kişi bu aletle ilgili en ufak bir
eğitimden bile geçmiş olmasa nereden bileceksi-
niz? Ne yapacaksınız? Hiç. Böyle oluyor demi-
yorum, ama iyi kötü, yalan yanlış zaman zaman
her şeyin bir denetimi yapıldığı söyleniyor ülke-
mizde. Inşaatta çimentonun dozu, lüks otelin
mutfağı, ünlü çikolatacımn imalathanesi... Ama
laboratuvarlarda? Ben duymadım.
Diyelim ki her şey yolunda, sonuçlar sağlıklı.
Peki neyi, ne sıklikta yaptıralım? Magnezyum-
dan inorganik fosfora sadece tarihsel değeri kal-
mış karaciğer testlerinden sözümona kanser test-
lerine kadar onlarca araştırma. Amaçsız bir is-
tem ritmiyle ruhsal tatminden başka neyi sağlar?
Bugün hâlâ birçok öldürücü hastalıkta taru ko-
nabildiğinde iş işten geçtiğine göre ne sıklikta
araştırılacaktır? Yapılacak iş belli yaşlarda belli
aralıklarla doğru düzgün bir muayene olmaktır.
Eğer doktor herhangi bir konuda kuşkulamyor-
sa, o yönde birkaç araştırma isteyebilir. Yöntem
akılcı bir mantıkla ve adım adım ilerlemelidir.
Yoksa bir sabah kan verip, bilgisayarlı tomogra-
filere girip, ultrasonlardan geçip kasaya yüklü bir
para ödeyerek gelecekteki durumumuzu öğren-
meyi ummak safça bir iş olur. Bilinçli bir araştı-
rıcı için tanıya ulaşma ve tedavide yön gösterici
katkısı akıl almaz boyutlara varan teknolojiyi ge-
leceğimizin de habercisi olan bir falcı san-
mayalım.
Sonuç
Burada işin içyüzünü bilen bizler için asıl me-
rak konusu nedir bilir misiniz? Hani asansörde
karşılaştığı apartman komşusuna selam vermek-
ten ürkecek kadar, yakıt parasını verirken "Bir
de siz saym" diyecek kadar birbirine güvensiz bir
topluluğun, en baştakinden en sonuncuya değin
bunca ütülmesine karşın sağlık gibi bir konuda,
hâlâ Bergama'daki büyücüye bu denli inanması.
Asklepion tünelinden geçerken ilahi bir uğul-
tu duyarsamz bir şeyciğiniz kalmayacak. Bastı-
rın paraları. Sırayı bozmayın, kuyruk olun...
EVET/HAYIR
OKTMAKBAL
ÜçokCinayetininAnlamı...
Bahriye Üçok'un öldürülmesini Trabzon radyosunun yayın-
lannda duydum. Ülkemizde yobaz kafasının işi nerelere var-
dırabileceğini düşünmek hiç de zor değildi. Muammer Ak-
soy, Çetin Emeç, Turan Dursun... Ardından Bahriye Üçok...
Bif kara el bu adları bir yere yazmiş. Sırâyla ortadan kaldırı-
lıyor Atatürk devrimcileri, teker teker...
Şimdi sıra kimde? Bahriye hanım bir bilgin bilim kadınıy-
dı. llahiyat Fakültesi öğretim üyesi olarak İslamlığı derinliği-
ne bilen biri... Yobazlıkla gerçek Müslümanlığın ilgisi olma-
dlğını sürekli anlatan, yazan bir Atatürk kuşağı kadını... Hep
aklımdaydı günün biriride Bahriye Hanım'ın günden güne ar-
tan yobazlık dalgasına kendini kaptınp kaptırmayacağı... Özel-
likle Aksoy, Emeç, Dursun cinayetlerinden sonra...
Ne oldu, hangi gerçek ortaya çıktı? Katillerin biri bile ya-
kalanabildi mi? Şimdi Ardalı'yı görevden almışlar, Ağar gel-
miş yerine... Oysa Ankara'daki cinayetler de çözümsüz kal-
mıştı. Ağar, Ardalı'nın başaramadığı bu sorunu nasıl çöze-
cek? Beklentimiz her türlü kanlı olayın aydınlığa çıkartılma-
sıdır. Cinayeti işleyen kim olursa olsun, hangi hesapla, han-
gi niyetle yapmış olursa olsun, cezasız kalmamalıdır. Adam
öldürmek bir politika olamaz. Olsa olsa bir toplumda karga-
şalık yaratarak bambaşka sonuçların doğmasına yardım et-
mek sayılır.
Bahriye Üçok'un evine bombalı paket göndererek öldür-
mek terörcülerin gizli amaçlarında direndiklerini bir kez da-
ha gösterdi. Toplum bir karanlığa sürüklenmek isteniyor. Ata-
türk'ün uygarlık yolunda yürüyen, Türkiye toplumunu çağ-
daşlığın gerektirdiği bilgilerle donatmaya çalışan, her türlü
yobazca düşüncelere karşı yüreklilikle çıkan insanlar karan-
lık güçlere hiçbir zaman yenilmeyecektir. Bahriye Üçok'lar,
Emeç'ler, Aksoy'lar, Dursun'lar gibi daha'nice bilimden, in-
sanlıktan, Atatürk devriminden yana savaşçımız var.
Evet, bir savaş veriliyor, Atatürk devriminin düşmanlarına
karşı bir savaş. Kim bu devrimin yanındadır, kim ülkeyi geri-
cilik karanlığından kurtarmak için yazmakta konuşmaktadır,
herkes bu savaşımda yer alacak. Bahriye Üçok İslamlığı pek
çok kişiden daha iyi bilirdi. Kendilerini 'dindar' sayan nice
gericiden çok daha iyi... Yıllardır yazılarıyla, konuşmalarıy-
la, dersleriyie şehatçılıkla dindarlığın eş olmadığını anlatmaya
çalışıyordu. Geçen yıl TV'deki bir açıkoturumda yanında otu-
ran başı örtülü bir kıza başörtüsü konusunda düşüncelerini
anlatmıştı. Kız direniyordu iyiden iyiye. Başörtüsünü bir si-
lah gibi kullananlardandı anlaşılan... Üçok, ona başörtüsü
takmakla İslam olmanın ayrı ayrı şeyler olduğunu en açık bi-
çimde öğretmişti. Ama boşuna!..
Geçen gün bir şoför anlattı: Çarşaflı bir genç kadını ara-
basına almış. Bir de ne görsün, genç kadın arabada soyu-
nuyor! Çarşafın altından gündelik bir kadın giysisi çıkmış.
Bakmış ki şoför bu duruma şaşkın, açıklamış. Evden çarşaf-
la çıkıyor, sonra uygun bir yerde çarşafı çantasına tıkıyormuş.
Mahallenin, ailenin baskısı işi bu noktaya getiriyor işte!..
Nurullah Ataç 25 Mart 1955'te başörtüsü konusuna değin-
miş, dikkatleri daha o zamandan, otuz beş yıl önceden bu
konuya çekmişti. Şöyle yazıyordu Ataç:
"Geçen gün gazetede okuduk, resmi dairelerden birinde
çalışan kadınlara bundan sonra işlerine başları örtülü gel-
meieri tembih edilmiş. Hemen inanmak istemedim bu ha-
bere, yanlıştır dedim. Bu kadarına gidemezler dedim içim-
den. Biliyorum, gidiyorlar, daha da ileri gidiyorlar. Meclis'te
feraizin, Mecelle'nin savunulacağı kimin aklına gelirdi. Onu
bile göze aldılar. Dört gündür yalanlanmadığına bakılırsa,
doğruymuş haber. "Bizde çalışan kadın memurlar başlarını
örtsünler, komşuiara, öteki kadınlara da örnek olurlar, yavaş
yavaş bütün ülke kadınlarının örtünmesini sağlarız, eski te-
sertüre gene kavuşuruz" diye düşünüyorlar. Kadını yine es-
kisi gibi sımsıkı kapayacaklar, sonra da gene yarım kişi say-
maya başlayacaklar, yarım tanık, mirasta da yarım hak. Sonra
ne olacak? Sonra 'kadın çalışamaz' diyecekler, 'kadın soka-
ğa çıkmasın' diyecekler. Pencerelere kafes konmasını iste-
yecekler".
Ataç'ın otuz beş yıl önce yazdıkları birer birer gerçekleşti-
rilme aşamasında... Emeç'lerin, Aksoy'ların, Dursun'ların,
Üçok'lann öldürülmesi yıllardır gösterilen kayıtstzlığımızın acı
sonuçlarıdır.
Yazımı Ataç'ın şu sözleriyle bitirmek istiyorum: "Utanıla-
cak bir durumdur bu. Anamızı, bacımtzı, karımızı, kızımızı bi-
zim gibi birer kişi gibi görmemek, onların biz erkeklerden aşa-
ğı olduğuna inanmak, insanlığın yarısına aşağı diye bakmak
utandırmaz mı insanı?"
Özgürlüklerin Korunması
Yürürlükteki anayasanın ve demokratik yaşamı düzenlemesi
gereken öbür yasaların antidemokratik içeriğinden ötürü
ülkemizde hak ve özgürlüklerin tam anlamıyla bir hukuksal
güvenceye kavuşturulduğu söylenemez.
NEVZAT HELVACI İHD Genel Başkanı
yanında derneklerin de önemli rolleri var-
djr. Aynı amacı paylaşan kişiler, bu amacı
gerçekleştirmek için bir örgüt içinde bir ara-
ya gelince, örgütün üyeleri kamu gücü kar-
şısında tek başlanna değillerdir. Ortak ama-
cı oluşturan hak ve çıkarlar böylece artık
örgütlü bir biçimde savunulabilecektir. De-
mokrasinin çoğulcu yapısı içinde birer baskı
grubu olarak bu örgütler, türlü yollarla yö-
netim üzerinde etkili olmaya çalışırlar, et-
kinlikler düzenleyip kamuoyu oluştururlar.
Bu nedenle demokrasinin kurulması, geliş-
tirilmesi ve korunmasında sivil toplum ör-
gütlerinin önemi yadsınamaz. Onların de-
mokratik olma niteliği de buradan gelir.
İnsan haklarının kazamlmasına ve korun-
masına yönelik savaşım, insanca yaşamak
iste>
r
enlerin önünde önemli bir görev olarak
duruyor. tnsan Haklan Deraegi bu bilinç
içinde kurulmuştur. Ülkemizde gerçek an-
lamda bir demokrasinin yaşama geçirileme-
diği biliniyor. Yasalarımız antidemokratik
hükümlerle dolu. Uygulama, bunlann da
gerisinde bir çizgi izUyor. Tüm bu olumsuz
koşullara karşm İnsan Haklan Derneği'rün
önemli işler yaptığını söylersek abartma
yapmış olmayız sarurun. Derneğin kimi ku-
ruluşlarca birkaç kez ödüllendirümiş olması
da bundandır. Bu sözlerden, "yapdması ge-
rekenlerin tümü yapılmıştır" anlamı çıka-
rılmamalı, ama yapılanlar da yadsınma-
malıdır.
Belirtmeye gerek yok ki dernek biçimin-
de örgütlenmiş kuruluşlardan dernekçilik
yapmalan beklenir. Onlara başka işlevler
yüklemenin çok ciddi sakıncalar doğurdu-
ğu yaşanarak görüldü. Dernek üyeleri, tü-
zükte yazılı amaç çevresinde bir araya gelir
Demokrasilerde otorite ile özgürlükler
arasında oldukça duyar4ı bir denge vardır.
Otoritenin güçlendirilrhesi, özgürlüklerin sı-
nırlandırılması sonucunu doğurur. Bu ne-
denle insan haklan hukukunda özgürlükle-
rin korunması sorunu, önemle ele alınan ko-
nuların başındayer ahr. Birleşmiş Milletler,
bu gereksinmeden yola çıkarak kendi bünyesi
içinde bir insan haklan komisyonu oluştur-
] du ve 1946 yıhnda üye ülkelere, "hükümetler
dışı insan haklan örgütlerinin kurulmasının
özendirilmesi, kurulmuş olanların
desteklenmesi" çağrısında bulundu. Bugün
bu çağn uyannca kurulmuş çok sayıda insan
haklan örgütü etkinliklerini sürdürüyor.
Özgürlüklerin korunması, bir başka anla-
mıyla devlet gücünün sınırlandınlması de-
mektir. Devlet gücünü sınırlandırmanın tür-
lü yolları vardır. Bu yollardan birisi, anaya-
sa ve öbür düzenleyici tasarruflarla hak ve
özgürlüklerin güvence altına alınmasıdır.
Yürürlükteki anayasanın ve demokratik ya-
şamı düzenlemesi gereken öbür yasalann an-
tidemokratik içeriğinden ötürü ülkemizde
hak ve özgürlüklerin tam anlamıyla bir hu-
kuksal güvenceye kavuşturulduğu söylene-
mez. Yürutmenin güçlendirilmesi amacı öne
çıkarıldığı için denge, özgürlükler aleyhine
bozulmuştur. Elbette sınırsız özgürlük söz
konusu olamaz. Yaşama hakkı ve düşünce
özgürlüğü aynk tutulursa, öbür hak ve öz-
gürlüklere sınır konabilir. Ancak bu sınırla-
manın amacı, hak ve özgürlükleri bir kişi,
zümre ya da sınıfın değil, ayrımsız olarak
tüm insanların kullanabilm?sini sağlamak
olmalıdır. "Kamu düzeni" kavramını da bu
anlamda algılamak gerekir.
Özgürlüklerin korunmasında, basın, ka-
muoyu, sendikalar ve meslek örgütlerinin
ve onu gerçekleştirmeye çaüşırlar. Bizler de
tnsan Haklan Derneği'nde, "insan hak ve
özgürlükleri konusunda çalışmalar
yapmak" için bir araya geldik. Tüzüğümüz-
de yazılı amaç budur, bu amaç oldukça
açıktır ve satır aralannda okunacak başka
hiçbir şey yoktur.
Siyasal partiler, siyasal iktidan elde etmek
için doğrudan savaşım veren kuruluşlardır.
Bu yoldaki savaşımı, dar anlamda siyaset
olarak tanımlayabiliriz. Demokratik kitle
örgütleri, ^pılanmaları ve niteliklerinin el-
verişsiz olması nedeniyle dar anlamda siya-
sal etkinlik gösteren örgütler değillerdir.
Gerçi hiç kimse ve bu arada demokratik kit-
le örgütleri, geniş ve genel anlamda siyase-
tin dışında tutulamazlar. Ama kendi siya-
sal görüşünü Ulkede yaşama geçirmek iste-
yenler, bu işlevini siyasal örgütler içinde
yapmalıdır. Bunu demokratik kitle örgüt-
leri içine taşımak, örgütü asıl amacından
uzaklaştınr, daraltır, etkisizleştirir. Bu tür
yaklaşımlar giderek onların "demokratik"
olma ve "kitle örgütü" olma niteliklerini de
ortadan kaldırır. Bu örgütler içinde
"demokrat" kimliğimizle bulunmak yeter.
Örgüt üyesi olarak hiç kimse, bir başkası-
nın siyasal görüşüne hizmet etmek zorun-
da değildir. Bu önemli nokta, gözden uzak
tutulmamalıdır.
Anayasal bir kural olarak siyasal parti-
ler, demokratik yaşamın vazgeçilmez öğe-
leri sayılır. Bu tanımlama elbette doğmdur.
Ancak demokratik düzende vazgeçilemeye-
cek başka kuruluşlar da vardır. Sendikalar,
meslek örgütleri ve demokratik kitle örgüt-
leri bunlardandır. Demokrasinin belirgin
özelliklerinden çoğulculuk, katılımcılık ve
çoksesliliğin sağlanması bu örgütlerin var-
lığına bağlıdır. Barış, demokrasi ve insan
haklan, hepimiz için gereklidir. Bunlann
gerçekleştirilmesinde önemli payı bulunan
örgütlerimize sahip çıkmaü ve onları gö-
zümüz gibi korumalıyiz. Küçük siyasal he-
saplardan ve dar grupçuluk anlayışından
uzak durduğumuz sürece, daha büyük ba-
şanlara ulaşabiliriz.
PENCERE
BizeKuleler Verin Yükleyeliml
İnşaatları, dev kuleleh ve ticaret merkezleri il<
büyük kentler...Ve^omatsu Forkliftler! Şurada^{
çimento yüklüyor, burada g^^^^3emir indiriyor. Yükselen her
katta emekleri var. Siz de fttkmtf Komatsu ile yükleyia
taahhüüeri bekletmeyin...
Kaküntva
KapaslteU
Komatsu
FD20HT-U
FD25MT-U
F D 3 0 M T U
•H KOMATSU
G Ü Ç V E G Ü V E N D O L U
KOMATSU FORKIİFTLER TÜRKİYE'NİN YÜKÜNE TALtE
Saddam Neci?..
Süleyman Nazif, Türkçülere çok kızarmış:
"Üzümcü üzüm satar, karpuzcu karpuz; İürçüler de Türk
mü satıyorlar?"
Dil, durduğu yerde durmuyor; Süleyman Nazif'in öfkelen-
mesine karşın, herkes her yerde bir şeyler satıyor; Leninci,
Keynesçi, Atatürkçü, Marksçı, Humeynici, Friedmancı, Pop-
perci istediğin kadar...
Peki, Saddam ne satıyor?
İlk bakışta BAAS'çı.
Ama bu tanım yetmiyor, kimine göre Saddam, "Şarkın Hit-
ler"\, kimine göre antiemperyalist.
Saddam neci?
*
Çoğumuzun kafası Batı'nın çamaşır makinelerinde çitile-
nir. Örnek mi istersiniz? İsrail'in alabildiğine silahlanması, he-
pimiz için doğaldır. Her çeşit füze, İsrail'in elinde oldukça so-
run değildir; ama Irak silahtan yana palazlanınca Amerika,
kamuoyunu şartlandırmaya başlar. Biz de propaganda ma-
kineli tüfeğinin ateşi altında eziliriz:
—Saddam'ın elinde korkunç füzeler varmış...
—Ne yapacak?
—Türkiye'ye bir sallarsa mahvoluruz, hem kimyasal silahla-
rı da var..
—Vay... Vay...
Hiç kimse Irak'ın elindeki silahların Ortadoğu'da belki İs-
rail'e karşı az buçuk denge oluşturabileceğini aklının ucun-
dan bile geçirmez. Çünkü Amerikan gazeteleri, hiçbir zaman
böyle bir yoruma yer vermezler. Neden versinler ki Ameri-
ka'da basın, Musevilerin denetimi altındadır.
Gerçekte Vaşington, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni de hiçbir za-
man yeterli oranda donatmaz; kırk yıldan beri özenle bu ku-
ralı uygular; çünkü Türkiye'nin elindeki silahları gerektiğin-
de ulusal çıkariarı yönünde kullanabileceğinden korkar; ama
bizler bir türlü ayılamayız.
•
Üstüne vazife değilken Özal'ın, Körfez krizinde öne fırla-
masıyla Türkiye, Irak'a karşı düşmanlıkta birinci sırada go-
rüldü; Batı'dan bol alkış aldık.
Hesabımıza göre yeryüzünün egemeni Amerika, Bağdat'a
tepeden inecek, Saddam'ı ayağının altında sigara izmariti gibi
ezecek, Ortadoğu'da yeni düzeni kuracak, kendisine hizmette
kusur etmeyen Türkiye'yi ödüllendirecekti.
"Düvel-i muazzam"dan gayri tanrı tanımayan Babıâli pa-
şasının mantığı, 1990'da hortlamıştı.
Ne var ki aradan aylar geçiyor, Vaşington, Saddam'ı hak-
layamıyor; "Ortadoğu sorunlarının barışçı yollarla çözümü"
agırlık kazanıyor: iş uzadıkça Türkiye'de gerilim artıyor; sa-
bırsızlık elle tutuluyor:
—Haydi Bush!..
—Göreyim seni...
—Kıpırdasana...
Savaş gerilimi öylesine ağırlaştı ki toplumsal yaşama sin-
di; okul duvarına 'savaşa hayır' diye yazan on altı yaşındaki
öğrenciyi tutukluyoruz; yazıhanesinin camına 'savaşa hayır"
dövizini yapıştıran muhasebeciyi gözaltına alıyoruz.
Umutlarımızı savaşa bağladık.
Peki, ya barış sürerse...
Türkiye'nin hesabı yaş çıkacak; Sayın Özal'ın durumu gün
geçtikçe güçleşecek...
•
Ne olursa olsun, savaş ister çıksın, ister çıkmasın, Türki-
ye'nin bu duruma düşürülmesi kötü...
Saddam, devletler hukukunu çığnedi, ama bir şey kanıt-
ladı: Yeryüzünün egemeni Amerika'ya karşı çıkılabilir!.. Bo-
yun eğmek, yazgı değildir; küçük devietlerin de yeryüzün-
deki ağırlıkları hesaba katılmahdır.
Saddam antiemperyalist mi?
Öznel açıdan hayır; ama Saddam Hüseyin, nesnel açıdan
bakıldığında, emperyalizmin Ortadoğu'da kurduğu düzenin
tekerine çomak sokmuştur.
Tarih, son yıllarda hep Batı'da yazılryor. Peki, Doğu'ya sıra
gelmedi mi?
Dünya-Türkiye-Sosyalizm
Sorunları Konferansı
Açılış
Tektaş Ağaoğlu
Sunuş
Çağatay Anadol
Konferans tezleri
Hüseyin Hasançebi
Konuk konuşmacılar
Aren Sadun, Berktay Halil,
Ekinci Tarık Ziya, Gerger Haluk,
Koç Saim, Kutlu Haydar,
Kürkçü Ertuğrul, Nesin Aziz
27-28 Ekim 1990
10.00-17.00
Anıl Düğün Salonu Köyiçi Caddesi No.21,
Büyük Beşiktaş Çarjısı, Beşikcaş-İstanbul
Rıza ZELYUT
Öz Kaynaklarına Göre
ALEVİLİK• Birinci elden bilgi sahtbi olmak için kaçınlmaz bir
fırsat Rıza Zelyut'un kitabı
• Nokta
• Zelyut Alevi felsefesini, kültürünü, tarihini 'militan
bir Alevi savunusuyla" iç içe anlatıyor
•Tempo
• Tarihi belge Alevilik Bitdirgesi nin son şekli ve son
imzalarla...
• Dört ayda 4. baskı dağıtıcı ve kitapçılarda
Anadolu Kültürü Yayınları
MEM U Z1N
Ehmede Hani
3. Bası çıktı.
Türkçesi: M. EMlN BOZARSLAN
Genel Dağıtım: TÜM-DA Tel: Sll 79 16
Isteme Adresi:
Hasat Yayınları
P.K. 1384
SİRKECİ-JSTANBUL