25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER tünü ile ele geçirmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Imparatorluğu yenilince, yazgısı ona bağlı olan İttihat ve Terakki partisi de yok olur. "Araa" diyor Tunaya, "ittihatçılar vardır... Ülkenin ber yanında örgütlenmiş olduklan için ve ayakları yere bastıgı için havada kalmamışlardır. Taban sağdır, canlıdır." Bu var oluş ve canlıhk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet'in ilk yılları boyunca değişik ölçülerde kendini gösterecektir. İttihat ve Terakki ile muhalefet arasındaki sert çekişmede bugünün siyasal ortamında da gfeçerli hayli benzer örneklere rastlanmaktadır Tunaya'nın yapıtında. Anayasa değişikliği istekleri, meclisin fesholunabileceği tehdidi, sıkıyönetimin gizli işkence usulleri, devletin mali itibarının yerinde olduğu iddiaları, çıkar sağlamalar ve suiistimaller gündemde kalan yakmmalardandır. Bunlardan biri de iktidarın Taksim Kışlası'nı yabancı şirketlere satma çabalarıdır. Muhalefetten büyük tepki alır: Muhalefet devlet çıkarlarına aykırı bulduğu gjrişimden kaygılı ve kuşkuludur. Lutfi Fikri, maliye bakanının çevresini eleştirirken, "Yarın Maliye Bakanlığı'nın Savunma Bakanlığı'ru satmaya kalkışması"ndan söz eder. Satışın amacı kaynak bulmaktır. Oysaki aynı Maliye Bakanı Tunaya'nın "Ekonomik Teselliler" adı altında topladığı bir savunmayı başka bir nedenle yapar: "Fakir zannettikleri ve bu devleti yaşatmaz zannettikleri bu mübarek Anadolu kıtasında, bugünkü yirmi beş milyonluk nüfusunu değil, ondan daha üç, dört mislini refah ve mutluluk içinde besleyebilecek servetler vardır!' tktidarla muhalefet arasında; bugünün takviminden alınmışa benzer karşıhklı suçlamalar tablosu ise asıldığı yerden hiç inmez. Tunaya, partinin siyasal anatomisini ele alırken, onu Batı'nın klasik öiçüleri dışında tutmaya özen göstermektedir: Gerçekten ittihat ve Terakki, Batı'nın klasikleşmiş siyasal partilerinden herhangi birinin ölçütleri (kriterleri) içinde düşünülemezdi. O ülkelerde, partiler geçmişten gelen bir oluşum olarak ortaya çıkmışlardır. Oysa îttihat ve Terakki öyle bir siyasal yaşamın kucağına doğmamıştır. Siyasal bir temelden gelmediğinin yanında amaçlarını gerçekleştireceği siyasal bir temel üzerine de oturamamıştır. Bunun için ancak Abdülhamit despotizminin yıkılması, meşrutiyetin getirilmesi ve "dokunulmaz" olan kapitülasyonların elden geçirilmeye başlanması, bazı Batı örneklerinin alınması gibi dar bir çerçeve içinde sıkışmış, geniş bir siyasal ufka yönelememiştir. Şunları söylüyor "imparatorluğun en uzun on yılı" üzerine Yucel Demirel ile yaptığı bir konuşmada Tarık Zafer Hoca: "Bütün bu çoğulculuk fırtınaları içinde tttihat ve Terakki'nin bir yandan otoriter bir parti rejimine dönüşürken bile hukuksal olanaksızlıklar karşısında, örneğin ısrarlı bir laiklik politikası izlemesi, herhalde aleyhine kaydedilecek bir not değildir. Bu arada birden fazia kadmla evlenmeyi yasaklama; dini hurafelerden kurtarıcı girişimler ve nihayet kapitülasyonlardan temizlenmiş bir 'ulusal ekonomi'nin yolunu açabilmiş olması da üzerinde durulması gereken nitelıktedir." Tunaya'nın anlatımı ile bunlar "daha sonraki bir dönemde işe yarayan köprü başlan olmuşlardır" ve bu partinin "Türkiye Cumhuriyeti'ne bıraktığı miras" her zaman gündemdedk. Şu da var ki: "Milü devlete geçiş dönemine adeta yapışık olan İttihat ve Terakki döneminin muhakkak ki Türkiye"nin gelişmesindeki" olumlu yanları da "darbeci bir zihniyetle, yönetimi diktatörlüğe dönüştürdüğü" iddiası da çok dikkatle ve titizükle ele alınmaiıdır. imparatorluğun Afrikası'ndan Balkan yanmadasına, Sarıkamış'tan Mondros'a kadar süregelen savaşları, milliyetçilik savaşımları, çağlaşan bir dönemin dağınık ideolojileri, partileri, siyaset sahnesinin bitmez, tükenmez kavgalan, bir şeyler yapma çabaları, yanılgıları, bir türlü bir yere varamayan başarılan, halklan, aydınları, devlet adamlan, "paşalar kuşağı" askerleri, bürokratları.. ile yeni şeyler söylüyor bize Tunaya'nın "Türkiye'de SiyasaJ Partiler"in elimizdeki III. cildi. Ara seçim, erken seçim, cumhurbaşkam seçimi bağırtılannın politika arenasında tozu dumana boğduğu, demokrasinin arabeskleştiği, haccın da laik Atatürk şemsiyesi altına sığınmayı bile göze aldığı bugünlerde kaderin bir uyansı gibi gelen Tunaya Hoca'nın bu altı yüz yetmiş üç "yakın tarih" sayfası; özellikle siyaset sahnesinin aktörleri, aktristleri, politikacılan, partilileri için ibretlerle dolu. Ama tarih de ibret almayanlarla dolu! Akifin deyişi ile "Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar / Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi!" Ara seçim, erken seçim, cumhurbaşkam seçimi bağırtılarının politika arenasında tozu dumana boğduğu, demokrasinin arabeskleştiği, haccın da laik A tatürk şemsiyesi altına sığınmayı bile göze aldığı bugünlerde kaderin bir uyarısı gibi gelen Tunaya Hoca 'nın bu altı yüzyetmiş üç "yakın tarih"sayfası;özelliklesiyasetsahnesininakîörleri, aktristleri, politikacılan, partilileri için ibretlerledolu. Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Parriııiıı Tarilıi PENCERE DikineTıraş... 31 EKİM 1989 DUNDARAKUNAL Birçağm, birkuşagm, bir partinin tarihi Bu kuşak da parti de, yaşadıkları zaman dilimi de bugün toprağın üstünde değil. Ama hataları, sevapları, gelecek kuşaklara, geleceğin siyaset dünyasma, partilerine bıraktıklan ibret rairası ile kendilerinden sonrasının tarihinde canlılıklarını sürdüruyorlar. Profesör Tarık Zafer Tunaya'nın "Türkiye'de Siyasal Partiler f ttihat ve Terakki" kitabından söz ediyorum. Tunaya Hoca, "Bir çağın, bir kuşağın, bir partinin tarihi"ni deeklemis bu ada. Bir dönemin siyasal dünyasma ışık tutan önümüzdeki yapıt, yalnız bir parti ve kuşağın teknik yaşamını anlatmıyor; bir kuşağın paşalarmı, askerlerini, devlet adarnlarını, siyaset îipJerini de sahnedeki yerli yersiz, başarılı başarısız rolleri ile ele alıyor. Abdülhamit döneminin son yıllarında Osmanlı Imparatorluğu kaos içerisindedir. Koca imparatorluk, içinde bulunduğu çağın dışındadır da. Bu kaostan nasıl çıkılır, dışında kalınan çağın içine nasıl girilir?.. Bunlar sorulmakta, öte yandan kaos da büyümektedir: Balkan yanmadasında Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Karadağlılar, Arnavutlar, Rumenler ayağa, hatta atağa kalkmıştır. Panislamizm, panhelenizm gibi akımlar milliyetçi kaynaşmaların odak noktasını oluşturmaktadır. Bağımsızlık ayaklanmasında ise bayrağı gözüpek Makedonlar taşımakta. Etnik gruplar Osmanlı ile olduğu kadar kendileri ile de çekişme, hatta çatışrna içerisindedir. Sosyal, ekonomik, kültur düzeyi Batı uygarlık düzeyinin çok aitındadır. İmparatorluk kapitülasyonların, surekli borçlanmalann kıskacı içinde "yarı sömurge"dir. Batılı devletler yüzyıl boyunca dile getirdikleri "reform" isteklerini yinelemeyi sürdürmektedirler. Bu ortamda, bırkaç yıl önce kurulmuş bir partinin, İttihat ve Terakki'nin yazgısı ile imparatorluğun yazgısı bir noktada buluşur, giderek iç içeleşir. Gerçekte, Ikinci Meşrutiyet'in ilanı, İttihat ve Terakki döneminin de bu partinin ülkede söz sahibi olmasının da başlatıcısı olur. Bu dönemin adamları, siyasal yaşama egemen olarak, dönemin etnik grupları üzerine eğilirler; imparatorluğun çokuluslu yapısını korumayı sorunların önüne geçirirler, ülkeyi sosyo ekonomik planda kalkındırarak rejime, günün anlayışı içeriğinde, demokratik bir karakter kazandırma çabasına girerler. Bu amaca yönelmelerinde, ellerinin altında, yıllarca sürecek, sonra da Birinci Dünya Savaşı ile birleşecek olan sıkıyönetim vardır. Partinin doğmasında ise asker kökenlilik siyasal iktidarda daha da önem kazanıyordu. "Çünkü" diyor Tunaya, "hareketin yaratıcısı ordudurf' Daha sonra, imparatorluğun kaçınılmaz bunalımlı yıllannın da etkisiyle bu parti, giderek inandırıcılığını ve giicünü yitirir; kendi içinde artan muhalifleri birey olarak, parti olarak karşısına geçer. İktidar partisi sertleşir; karşısına dikilen kim ve ne varsa ezer. Padişahın ulkesinde, ilk kez çoğulculuğu başlatan bir parti, tekçi bir sivasal iktidarı bir daha bırakmamak üzere, bü Cenap Şahabettin "kinayeli" yazar, sağı solu iğnelemesini pek severdi. İstanbul'u betimlediği bir yazısında diyor ki: "Kadıköy cihetine baktm; Haydarpaşa Hastanesı gözüme ilişti. içimden Arf dedim, 'Selimiye KışJası'ndan Karacaahmet Mezariığı'na çıkan yttfların işte en kestirmesi." Karacaahmet sözcüğü eskiden korkulu çağrışımlara yol açardı. Nice "hortlak, gulyabani, cinayet, esrar" öyküsüne mekân seçilen Karacaahmet, bugün kentin ortasında oksijen çadırı gibidir; çevresindekı yollardan geçerken bir soluk alırsınız. Geçen gün bır dostum dedi ki: Artık Karacaahmet benim gözüme mezarlık değil, yeşil bir park gibi görünüyor Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'du. Yabancı devlet elçı/ıklerinin Beyoğlu'nda kışlıkları, Boğaz'da yazlıkları vardı. O yıllarda "Dersaadef'te toprağınfiyatıkimbilir kaç akçe? Kentin dört bır yanı bağlık bahçelik. Elçılik yapılan da yüksek duvarlı geniş bahçeler ve korular içinde yükseliyorlardı. Ne var ki zamanın çarkı dönüyor. Artık Dersaadet'in yerinde yeller esiyor. Elçilikler Ankara'ya taşındı. Yedi yüz bin nüfuslu İstanbul, taşradan göçle kırk yılda yedi milyonluk bir büyük köye dönüştü. Langa bostanlarından Erenköy bahçelerine değin her yer taşlaştı. Buna karşın, bırer konsolosluğa dönüşen sefaretlerin eski yapılan da, bahçeleri de, koruları da yerli yerinde duruyor. Peki, bu durumda ne demeli: İyi ki vakti zamanında İstanbul'un en gözde yerlerini yabancılara vermişiz; hiç olmazsa korunuyor. • Az gelişmiş ülkelerdeki tarih hazinelerini çalıp Avrupa'daki müzelere taşımak Batılı için bir tür uygarlık görevi sayılırdı. Ünlü yazar Andre Malraux'nun karısı Clara anılarında anlatır: Evlendiklerinde Malraux, cebi delik bir yazarmış. Zenginleşmek için ne yapmalı? Genç karı koca tarih hazineleriyle ünlü Kambocya'ya giderler. Amaçları eski tapınaklardan çaldıkları paha biçilmez parçaları Fransa'ya taşıyıp satmaktır. Ancak işler ters gider; hırsızlık yaparken yakalanıp tutuklanırlar. Yargılama sonucunda üç yıl kürek cezasına çarptırılırlar. Clara Malraux açlık grevine başlayıp aydın çevrelerin yardımlarını sağlar; Fransız resmı çevreleri araya girerler; baskılarla Kamboçya yönetimi hizaya getirilir; üç yıllık hapıs cezası bir yıl göz hapsıne cevrilir. Daha sonra Andre Malraux, General de Gaulle hükumetinde Kültür Bakanı olacaktır. Osmanlı döneminden bu yana Türkiye'den Batı'ya tarihsel eser kaçırılır; Batı müzelerini susleyen çalıntıların haddi hesabı yoktur. Arkeolog Heinrich Schliemann, koskoca Truva kentini yağmaladı. Ama geçenlerde her konuyu dikine tıraş eden birisi dedi kı: İyi ki az gelişmiş ülkelerin tarihsel hazinelerini Batı'ya kaçırmışlar ve korumuşlar. Yoksa hepsi yok olacaktı; biz degerlerini biliyor muyduk? Kimi zaman ters fikirler, bir gerçeği ortaya çıkarmak için yararlı işlevler yüklenirler. Gerçekten az gelişmiş nice ülke yeni uyanıyor; Doğulu toplumların çoğunun gözleri ancak açılıyor. Biz eskiden tarih hazinelerimize sahip çıkamazdık; bugün de hem kentlerimizin eski dokusunu koruyamıyoruz, hem ülkemizin doğasını yok ediyoruz, Peki, ya Batılılar? Batı'nın uygarlık düzeyinde daha bilinçli ve ilerde olduğunu söyleyebiliriz. Ancak ne gariptir ki, bilgisayar devrimiyle robot uygarlığına ulaşan bu ülkeler doğayı yıkıp yok etmekte bizden daha ileridirler. Bu gidişle ne deniz kalacak, ne dağ, ne göl, ne nehir; ne de bütünüyle gezegenimiz. Uygar sanılan ülkelerin insanlığı yok etmek için hem silah üretiminde, hem de tepemize bir ozon deliği açmada az gelişmişlerden önde olmalarına ne demeli? HESAPLAŞMA BURHANARPAD İstanbul'un en buyük sorunu şehırde gidiş geliş. Hastalık, yangın, bu/uşmalar, işyerine saatinde varabilmek... Ve benzeri durumlarda hep ulaşım sorunuyla karşı karşıya geliyoruz. En hızlı cankurtaran arabaşı bile canavar düdüklerine karşın yol kavşağında takılıp kalıyor. Önemli bir randevuya yetişmek zorunda olan ışadamı ulaşım tıkanıklığına takılıp kalıyor Okula ko şan öğrenciler kırmızı ışıkta durmak zorunda. Yangın arabaları bile kargaşadan sıyrılıp alevleri bastırmak görevini yerıne getiremiyor. Nedenlerini araştırıp ulaşımı düzene koymak pek mı zor dersiniz? Hiç değil! Sorunu ciddılıkle benimsemek koşuluyla... İstanbul'un ulaşım sorunları, kültür dünyasının büyük şehırlerinin sorunlarından pek farklı değil. Ne var kı oralarda bilim ve günlük yaşam koşjlları birbirini bütünlüyor. Bizlerde ise kimi kitaplar şöylesine bir karıştırmakla yetiniliyor. Oysa, İstanbul Teknik Üniversitesı'nde bir Trafik Kürsüsü' bile var. Ama kürsüde öğrenilenler günlük yaşam da uygulanmıyor. Ya da öylesine bır uygulamayla yetiniliyor! Hiçbır bilim dalının günlük yaşamdan uzak kalamayacağını unutmuş görünen kimi aydınlar var. "En gerçek yol gösterici (aydınlatıcı) bilimdir: Kemal Atatürk!" Yığın, kimi aydınlann yanlış tutumunu nasıl da acı acı iğnelıyor: "En hakikı mürşit, bozacı Hurşit'tir!" İstanbul Mimar Odası'nın 4 ekim günü yaptığı toplantıda sorunlar tartışıldı ve kimi kararlara varıldı. İstanbul Ulaşım Kurulu: Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, Gemi Mühendisleri Odası, inşaat Mühendisleri Odası İstanbul $ubesi, Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, Mimarlar Odası İstanbul Şubesi yönetim kurulları kararıyla kurulmuştur. Kurul, ulaştırma konusunda uzman, bilgi sahibı, uygulamanın içinde bulunan, deneyimleri olan, araştırmageliştirme ve proje çalışmaları yapan kişilerden oluşur. Üniversiteler, yerel yönetimler, kamu ve özel kesim kuruluşları ile benzeri öbür kuruluşlarda görevli üyelerin, kurulda kurumlarını temsil nitelikleri bulunmamaktadır. Her üyenin kendi kişiliğiyle bağlı temsili esastır. Kurul, yukarıda adı geçen meslek odalarının tüzel kişiliğinin organizasyon ve sekreterlık hizmeti desteğinde, bağımsız, bilimsel gerçekler ve toplum çıkarları öiçüleri çerçevesinde ulaşım konusunda izleme, inceleme, araştırma, değerlendirme, çözüm önerileri geliştirme çalışmaları yapan sürekli bir organdır. Ulaşım Kurulu araştıradursun! Ben kimi İstanbul serntlerinde yan yollar olanağını düşündüm. Bir örnek vereyim: EmınönüAksaray arasında gidiş tek bir anayoldan yapılıyor. eski tramvay yolunda. Oysa, özellikle yayalar için bir başka yol var: Eminönü^Sultanhamam Mercan Yokuşu üzerinde Süleymaniye yoluyla Bozdoğan KemeriŞehzadebaşıLaleliAksaray. Teknik üniversıtelilerın ağırlıkta olduğu Ulaşım Kurulu, İstanbul'u iyi değerlendirırse daha nice yan bağlantı yolları bulabilir. Benden duyurması! Anla> an Beri Gelsin Prof. CAHİT TALAS 1. Bugünlerde usuma hep Dıogenis ile Montaigne'in şu iki özdeyişi takılıyor. Diogenis diyor ki, "Sen de benim gibi lahana ile yaşamasını bilseydin, bir zalime dalkavukluk elmezdin." Montaigne ise, "Bir insanın özunde soyluluk olmadı mı dunyanın tacını giyse gene çıplak kalır" diyor. Günümüzun Turkiye ortamında bu koşullarında bu iki ünlü düşünüre hak vermemek ne mümkün? 2. Başbakan Sayın Özal, zaman zaman bütün cumhuriyet dönemini, onun devrimierini, toplumu çağdaşlaştırma çabalarını yadsıyor ya da küçük görüyor. Türkiye'de ne yapılmışsa hep kendi döneminde gerçekleştiğini, düşünmeden, tartıp ölçmeden ileri sürüyor. 19201980 dönemine ilişkin olarak doğru yanlış usuna ne gelirse veryansın ediyor. Kimi zaman kafası Atatürk'e de takılıyor. Belki de bilinçaltı bir kompleksin içine düşuyor, orada bocalıyor. Yerli yersiz Atatürk hakkında sanki bir tartışma açmak istiyor. "Atatürk siipermen değildir. Atatürk ilab değildir" gibi sözler ediyor. Sonra birden sanki uyanıyor. Atatürk'e dönuk olarak yaratmaya kalkıştığı tartışma ortamına ve havasına gelebilecek tepkilerden ürker gibi oluyor ve "yüce Atatürk, büyük devlet adamı Atatürk" gibi şeyler söylüyor ve sonra gerçek düsüncesini örtmeye çalışıyor. "Ne olur ne olmaz, zarar gelebilir" havasına giriyor. demokratik siyasal bir düzene ulaşmaya çalışmış, yasalara ve anayasaya son derece saygılı olmuştur. Hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemiştir. Sayın özal ise işine geldiği zaman demokrasiye sığınmıştır. tşine gelmeyince demokrasiye sırt çevirmiştir. Kurumlarını ve kurallannı tanımaz duruma sokmuştur. Başta Büyük Millet Meclisi olmak üzere demokrasinin temel kurumlarını işlemezliğe götürmüştür. Anayasaya saygılı olmamıştır. Bunun en son örneğini Büyük Millet Meclisi başkanının seçiminde vermiştir. Yasaları ihlalleri ise sayılmakla bitmez. Bütun bunlar, toplumun ve devletin yozlaşmasına göturür. Istanbul'da Ulaşım... Toplumun yozlaşması Türk aydınları şunu iyi biliyor: En hafıf deyişi ile Sayın Özal bütün tarikatçılar gibi Atatürk'u sevmiyor. Çünkü Atatürk laik, Sayın Özal anti laik. Atatürk ulusalcıdır. Dış sömuruye, emper>'alizme karşıdır. Sayın özal Islamcıdır ve emperyalizme karşı değildir. Bu nedenden ötürü ulusal devlet sanayiinin stratejik nitelikli kuruluşlannı bile yabancı sermayeye satmakta hem de yok pahasına bir sakınca görmemektedir. Atatürk laik eğitime ve eğitim birliğine bağlıdır, onu gerçekleştirmiştir. Sayın Özal öğretim ve eğitim birliğini bozmuştur, çökertmiştir. Bu arada bürokrat kadroyu partizanlaştırmış ve burokrasiyi dinsel ağırlıkiı eğitim görenlerin tekeline alma yoluna girmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı'nın bütün yönetim kadroları Türk Islam sentezcilerinin eline geçmiştir. Atatürk yaşarnı boyunca Gönül borcu Özgür ve özerk üniversitelere, gençliğe, özellikle Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne SBF, bağımsız, dinamik ve toplu iş sözleşmeciliğinin dar boyutlarını aşmış uyanık, sendikacılık hareketine ve her doğrultudaki sosyal aydınlara karşı yapılmış olan 12 Eylül askeri müdahalesi, Türk toplumuna ve toplumun siyasal yaşamına Sayın Özal'ı armağan etmiştir. Bunun (Arkaa 17. Sayfada) Cırnıhıırbaşkam Seçimi Prof. Dr. HİKMET SAMİ TÜRK Cumharbaşkanı seçimi, bir kez daha sancılı bir süreç içinde geçmektedir. Hatırlanacağı üzere, 1973 yılında cumhurbaşkam seçimi, ancak 1961 Anayasası'nın öngördüğü on beş günlük sürenin dolmasından sonra gerçekleştirilebilmiş; 1980 yılında ise altı aya yaklaşan bir süre boyunca uzayıp giden oylama turlarından bir sonuç alınmaksızın 12 Eylül dönemine girilmiş ve şimdi gorev süresi sona ermekte olan cumhurbaşkanımız, 1982 Anayasası'nın geçici 1. maddesi uyarınca anayasanın halkoylamasıyla" kabulü ile birlikte bu sıfatı kazanmıştı. 1973'te cumhurbaşkam seçimi için gerekli oy yeter sayısı, ancak iki büyük siyasal pani arasında vanlan anlaşma sonucunda 15. turda elde edilebilmiş; 198O'de ise böyle bir anlaşmaya gidilmediği için cumhurbaşkanı seçilememişti. 1961 Anayasası'nın cumhurbaşkam seçiminin herhangi bir sayı ile sımrlanmamış oylama turlarıyla sürüncemede kalmasına elverişli sistemi yerine 1982 Anayasası, 102. maddesiyle seçimin otuz gün içinde ve en çok dört turda sonuçlandırılmasını, aksi takdirde milletvekili seçimlerinin yenilenmesini öngören bir düzenleme getirmiştir. Bu dü enlemeye gö BAŞSAĞUĞI tidar partisi milletvekillerinin oylanyla kolaylıkla seçilebilmesinden kaynaklanmaktadır. Nitekim yeni cumhurbaşkanının seçimi, ilk iki turda olduğu gibi üçüncü turda da yalnız iktidar partisi meclis grubunun katıldığı, muhalefet partilerinin boykot ettiği bir toplantıda gerçekleşmektedir. Ancak bu durum, aynı zamanda şimdiki cumhurbaşkam seçiminin sancılı yanını yansıtan bir tablodur. Muhalefet partilerinin Türkiye'de bir cumhurbaşkam seçiminde ilk kez uyguladıkları bu boykotla dile getirmek istedikleri protesto, iktidar partisinin bu konuda uzlaşmaya yanaşmayan tutumunu tarih önünde tescile yöneliktir. Şüphesiz cumhurbaşkanının yalnız iktidar partisi meclis grubunun katıldığı bir toplantıda seçilmesi, yapılan seçimi sakatlayacak bir eksiklik değildir. Çünkü anayasaya göre cumhurbaşkam seçilebilmek için üçüncü turda TBMM üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyunu almak gerekli ve yeterlidir. O nedenle TBMM'nin kabul ettiği herhangi bir yasa veya verdiği herhangi bir karar ne ölçüde geçerli ise; bu seçim de, aynı ölçüde geçerlidir. Do(Arkası 17. Sayfada) re cumhurbaşkam seçilebilmek için ilk iki turda TBMM üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu (300 oy) sağlanamazsa üçüncü ve dördüncü turda salt çoğunluk (226 oy) yeterlidir. Yeni cumhurbaşkanını seçmek üzere 20 ve 24 Ekim 1989 günleri yapılan ilk iki tur oylama sonuçlan, 31 Ekim 1989 günü yapdacak üçüncu turda ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Turgul Özal'ın TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğunun altında kalmakla birlikte salt çoğunluğu rahatlıkla aşan bir oy sayısıyla Türkiye'nin sekizinci, 1982 Anayasası döneminin ikinci cumhurbaşkam seçileceğini göstermektedir. Cumhuriyet Kitap Kulübü yöneticisi arkadaşımız TAHA PARLA'nın kardeşi REHA PARLA'nın Ölümünü üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz. Kederli ailesine ve dostlarına başsağlığı dileriz. CUMHURtYET ÇALIŞANLARI VEFAT Oğlumuz Hukuki meşruluk Demek ki bu kez cumhurbaşkanı seçimi için anayasanın öngördüğü oy yeter sayısma ulaşma bakımından herhangi bir günlük veya kilitlenme söz konusu değildir. Tersine, cumhurbaşkam seçimi üçüncü turda tamamlanacaktır. Böyle olduğu halde bu seçim, aylardan beri diğer butün iç ve dış sorunları arka plana iterek Türkiye'nin 1 numarah sorunu durumuna gelmiştir. Paradoksal görünse de şimdiki sorun, cumhurbaşkanının yalnız ik ÖZGÜR BİLİK'İ zamansız kaybettik. Dostlarımızın, nice Özgürlerin başı sağolsun. Cenazesi 31.10.1989 tarihinde KartalMaltepe Bağlarbaşı Camii'nden ikindi namazmda kaldırılacaktır. ÖZLEMZUHAL MUSTAFA BİLİK I '• i Gece Mavisi Filtresi özel. Hafif, modern. PARLIAMENTİ 2O CLASS A CI6ARETTES ^•tr 1 ı I. ^. ı 11 > 111 .i • tifAl^Llail^^^^MiiJ||li RECESSED FILTER VVITH CHARCOAL Made in U.S.A. İllıll ll! IHIIII 1979 YILI İCRA PL 467 TEDBİR UYARINCA SIGARA SAĞLIĞA ZARARLIDIR.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle