25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 EKÎM 1989 PAZAR YAZILARI CUMHURİYET/15 Gulag sosyalizminden gulaş sosyalizmine HADİ ULUENGİN BUDAPEŞTE Gulaş türleri çeşitlidir. Soğanlısı olduğu gibi sosyalizmlisi de raevcuttur. Sosyalizmlisinde kuşbaşının iri doğranması gereklidir. Et mideye oturmamalı ve hazımsızlık yaratmamalıdır. Lezzeti, beş yülık plan hedeflerine göre saptanmalıdır. Aksi takdirde sade suya tirittir. Böylesi Gulag'da Ekim Bayramı tayinidir. Üstelik kasenin içinde Gürcünün bıyıklanndan vardır. Halbuki aslında ünlü yahninin Kari Marx teorisiyle hiçbir ilgisi yoktur. Orta Avrupa yemeği, büyük impatorluğumuzun Tuna boyunda bırakmış olduğu mirasa dahildir. Kelime, etimolojik olarak Türkçedir ve "knl aşı" sözünün, merkezi Avrupa lisanlarında "gulaş"a dönüşmesinden türemiştir. Yeniçerilerimizin kaynattığı kazan, Budin'den Viyana'ya kadar yerli ahalinin damak tadını belirlemiştir. Gulaş, Osmanlı mutfak şefaatindendir. Gulaş, Macar gastronomi kriterlerine göre esasında dana etinden pişirilmiş olmalıdır. Ne var ki sosyalizmlisinde devlet kooperatiflerinde semirtiltniş sığırları tercih etmek lüzumu doğmuştur. Sığırlaı ökuze dönuştukçe de gulaşlardaki kolektivizm lezzeti pekişmiştir. Kemer etler kolhozlann kurulmasına, körpe parçalar ise tarımda liberalizasyon politikalanna tekabOl etmiştir. Yine de en makbul kısım, süt danası budu kalmıştır. Sekiz yuz gram kuşbaşı için yüz gram yağ. Iki orta soğan, iki domates, yüz elli gram yeşil biber, bir fıncan ekşi krema, yanm fîncan taze krema, otuz gram un, bir tutam paprika biberi ve tuz gereklidir. Eıi kuşbaşı parçalara kesip önce soğuk suda bekletmek zorunluluğu vardır. Doğranmış soğanları paprika ıle kavurduktan sonra da hayvani mahlukat tencereye atümalıdır. Tuz bu arada konulmalıdır. Etin iyice pişmesiyle birlikte de ince kıyılmış domates •ve yeşil biberler eklenmeli, bir taşım kaynatmadan sonra da un ve kremalar ile operasyon sona erdirilmelidir. Bu sonuncusu, pişmenin en netameli safhasını oluşıurmaktadır. El melekesinin önemi belirleyicidir. Budapeşte'den New YorkHan Gulag sosyalizminden , el aman diyenler, 'gulaş sosyalizmi'ne çok ihüyatlı yaklaşmakta. Kendilerinin biftek, pirzola ve "shnietzel" tadamamasından hep çok acılı aş pişirenleri sorumlu tutmaktalar. Bu yüzden de gulaşlardan gulaş değil, genel olarak yemeklerden yemek beğenmek istemekteler. servisi lüzumludur. Tokay şarabı ise bana gore biraz ağtrcadır. Tercihen Kafltas ya da Bulgar şarabı gereklidir. Moskova Meydanı'ndaki salaş lokantanın "orman gulaşı" da, "Karpatia"nın veya "Savoy"un şaşaalı listesindekilerden çok daha lezzetlidir. Egzotika turisüerinin Çigan mılziğinden yoksa da gulaşın içinde fazladan tavuk ciğeri, mantar ve hardal vardır. Lenin Bulvarı üstundeki "Hungaria"da ise yahninin ahım şahımlığı mevcut değildir. Ne var ki "Hungaria", savaş öncesindeki Budapeşle "intelligentsia"sının Bunlar, acının iştah bastırdığı kanaatindedir. 1956'da pişirdikleri bir yahnide, sade paprika gulaş tarifı bile yapmışlardır. Ancak şırndi pek çok azınlıkta kalmışlardır. Yemek davetlerinde de evlerine hiç misafir uğramamaktadır. Diğer bazıları ise tencereyi kaynatırken bir dirhemle yetinmek taraftandır. Bu ikinciler ezici çoğunluktadır. Sutten ağzı yanıp da yoğurdu üfleyerek yiyenkr kategorisine dahildirler. "Gulag sosyalizmi"nden el aman çektikleri için "gulaş sosyalizmi"ne de çok ihtiyatlı yaklaşmaktadırlar. Hatta ve hatta, yahnilerinin nispeten yenilebilir olduğunu kabul etmekle birlikte, kendilerinin biftek, pirzola ve "schnielzel** tadamamasından, hep çok acılı az pişirenleri sorumlu tutmaktadırlar. Bu yüzden de buluşma mevkii olduğundan ve gulaşlardan gulaş beğenmek değil, "jugenstil" uslubunda dekorasyon genel olarak yemeklerden yemek pek çok estetik kaldığından, bu beğenmek istemektedirler. rada yenilecek gulaşın iezzeti son derece ikincildir. Gece başlangıBüyük imparatoriuğumuz Tuna cında ve Lizst konseri çıkışında boyuna "knl aşı"nı gotürdü. "Gu"Hungaria"nın gulaşı değil hal ve laş"ı merkezi Avrupa'ya bıraktı. oluşu onemlidir. Yemek standart, "Gürcü, "Gulag gulaşf'ndan pişarap haraâlem, "jugenstil" deko şirdi. Janos Kadar, Macaristanrasyon ve kadınlar ise harikulade da "gulaş sosyaiizmi"ni icat etti. dir. Tuna'nın doğusu, kuzeyi ve güneyi Evlerde yenilen gulaşta ise pap gulaşa tok. Tuna'nın doğusu, kurikanın' dozu ve et ideoloji ilişkisi zeyi ve batısı değişik yemekler ve tayin edicidir. Macarlardan bazı değişik lezzetler talep ediyor. Zaları. hâlâ biberi yemeğin içine man, standart damaklar dönemitumturaklı miktarda koymaktadır. nin bittiği zamandır. Mick Jagger'e göre rock and roll sadece siddet ve enenıden ibaret. Stadyumda 70 bin kişi, herkesin üzerinde dudaklı atletler. Yaş ortalaması bir hayli yüksek. Buna rağmen kalabalık müthiş bir enerji üretiyor. Shea Stadyumu 'nda Mick Jagger, Keith Richards, Bill Wyman, Ron Wood ve Charlie Watts var. ŞEBNEM ATİYAS NEW YORK Shea Stadyumu'nun bütün ışıklan karardı. Bir anlık sessizlik, çığlıklarla yarılıyor. Dudaklar sahnede, stadyumu dolduran 70 bin kişi birden ayağa kalkıyor. 50 metre yüksekliğindeki dekorun iki yanındaki ekrana, Keilh Richards'ın ayaklanan insanlardan duyduğu hazzı yansıtan sıntması yayılıyor, stadyumda bir anda herkesin yüzünden aynı sırıtmayı görmek mumkun. "Sad, Sad, Sad", "Sted Wbeds" albumünün ilk parçası ile Mick Jagger, meşhur dudaklarıyla Uç saate yakın devam edecek olan çılgın uçuşuna başlıyor. Batman filmınin Gotham şehrini andıran sahne dekorunun iki tarafindaki borular uçuş için ateşlenmiş durumda. Hızla yükseliyoruz... Mick Jagger, Keith Richards, Bill Wyman, Ron Wood ve Charlie VValts, "bir avuç yaşı geçmiş the rolling stones" sahnede çelik tekerleklerin, rengârek ışıklarla boyanan dumanlann arasında yükseliyor. "Kanma, Mick ile birlikte şarkı yazmak üzere Barbados'a gidece Orta yaşlı rock and roll ğim dedim. Ya iki hafta kalacağımı ya da iki gün sonra dönecegimi soyledim. Çünkii ne olacafı belli degildi. Eminim Mick d« oc olacağım bilmiyordu, ama daha ilk aksam birkaç gitar, bir piyano ve bir ka>ıt te>bi ile çalışmaya başladığımızda elimizde bir kaç şarkı için son derece iyi fikirler oluştuğunu fark ettik. G«risi kendi kendine yuvarlanıp gddi. Elimizde çalışmak için yeteril malzeme olduğunda Charlic'yt (Watts, davul) getirdik, birkaç gün sonra Bill (W>man, basgitar) ve Ronnie yi (VVood, gitar) çagırdık. Charlie başlar başlamaz ona dinleyince fark ettim ki bu iş kesinlikle olacak" Mick Jagger ile arası bir hayli açık olan Keith Richards, Steel Wheels albümünü nasıl yaptıklarıru Request Dergisi'nde böyle anlatıyor. Stadyumda herkesin üzerinde dudaklı atletler. Yaş ortalaması bir hayli yüksek. Buna rağmen kalabalık müthiş bir enerji üretiyor. Ara sıra orta sıralarda bir yumruklaşma, itişip kakışma dalgalanması görülüyor. Dalgalann merkezine hızla ilerleyen kırmızı ruzgârlıklı görevlilerin yakapaça dışarı attıklan, kıpkırmızı yüzlu insanlar, Mick Jagger'in Rolling Stones Dergisi'ndeki "... şiddet ve enerji, işte gerçekten Rock and Roll bnndan ibaret" sözlerini anımsatıyor. Bir kat a denizi, sahnedeki borular ın, balkonlann, merdivenlerin, dehlizlerin, kanallann arasında dolaşan, bir an sol tarafta en tepede beliren, sonra aniden sağ taraftaki borunun içinde koşturan Mick Jagger'ı bulup kaybediyor. Her ortaya çıkışında çığlıklar. Sahne desinatör grubu, ses desinatör grubu, ışık desınatörleri, aralarda emir komuta zinriri içinde tek sıralar halinde yürüyerek sahne üzerindeki işlerini yapıyorlar. Mick Jagger ve Charlie Watts gösterinin görsel düzeni ile bizzat ilgilenmişler. tlk çizimler Barbados'ta başlamış, Londra ve New York'ta tamamlanmış. Sahne yapımında 40 ayn şirket görev yapıyor. Tur 65 kamyonluk bir kafile ile yol aüyor. 40'ar kişilik iki grup vardiyalı sahne ışıklan ru düzenliyor. Bunlar 22*si S0rekU hareket eden spotlann kontrolünden sorumlu. 4x6 kilowattlık projektorler çelik ağların üzerinde sürekli değişen görüntüleri sağlıyor. Projektörlerin verdiği görüntüler Mark Norton ve George Harris tarafından çizilmiş. "Steel Wheels" türü bu nedenlerle gelmiş geçmiş en büyük ve karmaşık tur olarak tanımlanıyor. Sahnedeki dev eser, projektörlerden gelen imajlarla görüntü değıştiriyor, bazen terk edilmiş bir endüstri kompleksini, bazen bir savaş gemisini andınyor. Keith Richards, Bill Wyman ve Ron VVood'un gitar sololanyla birlikte 46 yaşındaki Mick Jagger durmadan dans ediyor. Zıplıyor, borulara tırmanıyor, bir uçtan bir uça koşturuyor. Konser ırk ayrımına karşı kendine göre bir mesaj vermek üzere örgutlenmiş. Jajuka topluluğu ile açılan konser New Yorklu siyah Rock Grubu "living Colour" ile devam ediyor. Irk aynmına karşı son derece gelişmiş bir Rock örneği oluşturan grup gelenekselliğe karşı yaratıcılıklanyla tanınıyor. Jagger sinik tutumuyla izleyicisine Rolling Stones'tan müzikten başka bir şey beklememeyi öğretmiş; " . . . bizim için bir şakayı paylaşmaktan ibaret olan şeyi, insanlar son derece ciddiye aİıyorlardı... Nostaljileştirenlerden söz ediyorura, fiili bu olmalı değil mi o kelimenin (kendi kendine güluyor ) herhalde bu olmalı. Bak, diiriist olmak gerekirse öyle kültürel değisiklik peşinde fîlan değildik biz, zaten >aşanan bir değişim vardı ve >aşayanlann dogal olarak onunla ilgilenmesi gerekirdi, biz bir göriiş belirliyorduk, o kadar. En azından başlarda bunu entelektüelleştirdiğimizi hiç sanmıyorum. Esas itici guç meşhur olmak, bir yığm kız edinmek, yıgınla para kazanmaktı, bir de müziğimizi elimizden geldiğince dünyaya yaymaktı" sözleri herkesin aklında. Bu nedenle konseri politik mesajlanyla değil, mükemmel bir gösteri olarak izliyor herkes. Konserin en son iki parçası "Satisfaction" ve "Jumpin' Jack Flash". "Satisfaction" biter bitmez herkes sanki konser bitmişçesine sahneyi terk ediyor. Kapkaranlık, sadece mavi sahne ışıklan yanıyor. Bütün stadyumun yavaş yavaş çakmaklarla aydınlanmaya başladığı sırada sahnenin her yanı bir anda ateşleniyor. Son atış... "Jumpin' Jack Flash" ın sonunda ise beş dakikalık bir havai Fışek gösterisi ile fınal kutlanıyor. Konser bittiğinde ortada bütün bunlardan artakalan, mükemmel bir gösteri, üç saat boyunca bütün karmaşıklığına rağmen tıkır tıkır işleyen bir mekanizma, iyi bir müzik, neredeyse uçarak stadyumdan ayrılan 70 bin kişi ve milyonlarca dolar var... Kor üstünden koşar adım geçenler Nefeslerin tutulduğu sırada "Thimmühi" töreni başladı. Her şey bilimkurgu fılmlerinde olduğu kadar düşseldi. Çıplak ayaklı binlerce insan geçti o giin içi kor dolu havuzdan. HALİT DERİNGÖR insanların umutlarını yok etmemişti. Yüzyıllardır yapılan ayin, her şeye karşııı bugün de yapılacaktı. Az sonra, büyük tapınağın önündeki havuzun içinde ateş yakılacak ve sonra insanlar Tanrıça Draupadi'nin "iffetini korumak için" yaptığı gibi, çıplak ayaklarla havuzu dolduran ateşin içinde yürüyeceklerdi. Nitekim öyle oldu. Öğleden sonra saatin 15.00'i gösterdiği anda Hindular törenin başlamasını beklediler. Ancak yağmurun alabildiğine hırçın yağması, havuz içinde ateş yakmayı guçleştirdi. Saatler, ayini bekleyen Hindular için geçmek bilmedi belki. Sıkıntıdan ve "ayinin yapılamayacagı korkusundan" kaynaklanan sessizlik tam 3 saat sürdü. Saatler 18.00'i gösteriyordu ki Sri Mariamman Tapınagı'run önündeki kutsal havuzdan yavaş yavaş alevler yükselmeye başladı. Işte o an, sağanağın tek düze sesini bozan çığlıklar birden bire yukselmeye başladı. Hindular için ateşin yanmaması belki bir uğursuzluk ve tannlann öfkesi idi, ancak korkulan başa gelmedi. Sevinç çığlıklan ve zılgıtlar arasında havuzun içindeki odunlar git gide yandı, yandı ve havuzun içi kor doldu. Nefeslerin tutulduğu sırada "Thimmithi" töreni başladı. Her şey, bilim kurgu filmlerinde olduğu kadar duşsel gibiydi. Çıplak ayaklı insanlar, davul ve tamtam sesleri arasında ateş korunun üzerınde koşar adım yürumeye başladı. 4x4 metre boyutlanndaki kor dolu havuzdan o gün binlerce insan geçti. Hepsi derin bir "huşu" içinde, acıyı hissetmediği imajıyİa, ama her nedense "koşar adım" yürüdüler havuzda. Havuzdan çıkan, hemen dışarıdaki sığ suların içine giriyor, tenleri de saçları kadar siyah erkekler, kadınlar, omuzlarına atılmış sarı şallarıyla, büyük Singapur'dan SİNGAPUR Griden çok siyahı andıran gökyüzü, kutsal ayine katılabilmek için bekleyen kalabalığın uzerine beklenmedik bir sağanak boşaltmaya başladı. Ayine katılanlar bunu "Tannlann laneti" olarak düşündüklerinden olsa gerek, kutsal havuzun çevresinde bekleyen herkesin yüzune tedirginlik hâkim oldu. Ayinin coşkusu, uzunca bir süre yeBudapeşte lokantalarında, ge rini suskunluğa bıraktı. nel olarak gulaş tezzeti standart1S0 bin Hindu'nun yaşadığı Singapur'un China tır. Ancak öteki ülkelerin sosyaL list damak ortalamasından kat ve Town kentindeki tarihi Sri Mariamman Tapınağı kat üstün olduğu da kesindir. Ya na sabahın erken saatlerinden itibaren akın akın gelnında, erişteden bozma "gnocchi" meye başladı insanlar. Ansızın başlayan yağmur bile sınavdan geçmiş olmanın mutluluğuyla burukça gülümsüyorlardı. Hindular için ateş dolu havuzda yürümek, yerine getirilmesi gereken önemli bir görev. Hint mitolojisine göre, iffetini kanıtlamak için ateş üzerinde yürüyen Tanrıça Draupadi'ye bağlılıklannı, Hindular böyle kanıtlıyorlar. Töreni izleyen yabancılar dehşete düşuren bu "kanıt" töreni, Singapur'da her yıl aynı coşkuyla yapılıyor. İnsanlar bc sınavdan geçebilmek için birbirleriyle yarışıyorlar. 12 yaşından bu yana törenlere katıldığını söyleyen 28 yaşındaki Singapur Hava Kuvvetleri görevlisi K. Sathimoorthy, şöyle anlatıyor bu "ateş dansı"nı: "tkiz erkek kardeşim ölduğünde, annem ve babam tannlara beni gözetmeleri için dua etmişler. Ve 12 yaşıma geldiğimde ateşle yunıyeceğime >emin etmişler. O günku şaşkınlıgımı unutmuyorum. Korknya gelince.. Korkuyu hissetmek için çok kâçüktüm." Kopenhag'dan Salzburg'dan Okullann tatile girdiği geçen haftayı, ev işgalcisi BZ'ci gençler eylem hafîası ilan etti. Polis de aynı haftayı BZ'cilere karşı eylem haftası ilan edince çıkan olaylarda gazeteciler de tartaklandı. FERRUH YILMAZ KOPENHAG Kopenhag'daki ev işgalcisi gençler yine ortalığı karıştırdılar. Danimarkaca "işgal et" anlamına gelen "besaet" kelimesini ses olarak çağnştırdığı için kendilerine BZ'ci diyen gençler, okullann sonbahar tatiline girdiği geçen haftayı eylem haftası ilan ettiler. Polis de aynı haftayı BZ'cilere karşı eylem haftası ilan edince dananın kuyruğu koptu. Şimdi toplumun geri kalan kısmı, tartışmaiarla kuyruğu yerine takmaya çalışıyor. Aslında Danimarka kamuoyu, gençleri işgal ettikleri evden atmaya çalışan polislerle, onlardan daha gözükara gençler arasında sık sık çıkan çatışmalara alışık. Sorun belki biraz da buradan kaynaklamyor. Gazete sayfalarıyla televizyon ekranlannda sık sık yer alan "polise taş atan çapulcu genç" hatta klozet attıklan bile görüldüimajı topluma iyice yerleşince, halk arasmda BZ'cilerin iyice kaşındıkları kanısı yaygınlaşmış oldu. Bunu, bulvar gazetelerinin tam objektif olmasa da bir anlamda kamuoyu yoklaması sayüabilecek okur mektuplan köşelerinden anlamak mümkün. Polis de bunun farkında. Ee, BZ'cileri de heT zaman toplu şekilde savunmasız elö geçiremiyor. BZ'çiler ise haftanın beş günü gösteri yürüyüşü düzenleyerek bu fırsatı polisin eline vermişler. Polis hazır bu fırsatı ele geçirmişken rahat durur mu? BZ'ci gençlerin gözünde yitirdikJeri "saygıyı" sağlamaları gerek. Tabii ki çocuğunu döven babanın kazandığı zora dayalı saygı anlamında. BZ'ci gençler durumun farkında. Düzenledikleri mitinglerin konuları da hiç kötü değil hani. Bir gün "otornobillerden anndınlmış sehirler" için yürürken, ertesi gün gelişen ırkçüığı protesto edecekler. Polisin kendilerini provokasyona getirmek istediğınin bilincinde, olay çıkarmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ne var ki polis hazırlıklı gelmiş. Daha ilk günden bazı BZ'cilerin attıklan ses bombalannı bahane ederek mitingi orta yerinde iptal ediyorlar ve ellerindeki megafonlardan mitingin dağümasını istiyorlar. Miting dağılmaya dağılacak da dört yandan polis tarafından sanlmış, polis geçit vermiyor. tki dakika geçmeden de polis, coplan çekerek göstericilere saldırıyor. Sonuç: 9 BZ'ci hastanelık. Olaydan sonra konuşan polis memurlan hiç olmazsa bir kere olsun BZ'cileri rahatça dövebildikleri için oldukça memnunlar. Nasıl olsa kamuoyu da hazır. Ne var ki polis hızını alamıyor, gösterilerin üçüncü ve dördüncü gunünde sadece BZ'cileri dövmekle yetinmiyor, olaylan izleyen ve göriintüleyen gazetecilere de saldınyor. Dananın kuyruğunun koptuğu nokta da tahmin edersiniz ki burası. Şimdilerde Danimarka kamuoyu yoğun bir şekilde polis şiddetinin sınırlannı tarüşıyor. Polis, BZ'cilerin kendilerini provoke ettiğini öne sürüyor, ancak gazetecileri neden dövdükjerini pek kolay açıklayamıyor. Gazeteciler Sendikası da polisi Adalet Bakam'na şikâyet etti. Sosyalist Halk Partisi milletvekilleri konuyu parlamentoya getirdi. Ve olay basit bir polisBZ'ci çatışması olmaktan çıktı, insan haklan ve demokrasi tartışmasına dönüştü. Polisin, gösterici kendisini proyoke etse bile şiddete başvurma hakkı var mıdır? Polis, başka durumlarda şiddete başvurduklan bilinse bile uslu uslu yürüyen göstericilere saldırabilir mi? Polisin görevi, yasal bir gösterinin güvenlik içinde devam etmesini sağlayarak söz hakkı gibi temel deraokratik bir hakkın güvencesi olmak değil midir? Bu ve bunlara benzer bir sürü soru, demokrasi ve demokratik haklar konusunu tekrar gündeme getirmiş durumda. Temel sorun, devletin kime karşı olursa olsun, ideolojik düzeyde şiddeti savunan kesimlere karşı bile fol yok yumurta yokken zor kullarup kullanamayacağı; kullanmak zorunda olduğu durumlarda bunun sınırları. Bu tür temel sorunlar, Uluslararası Af örgütünün yıllık raporuna girmeyen bir ülkede dahi tartışılmaya devam ediliyor ve örgütlü zoru temel alan devletler varolduğu sürece de devam edecek. Polis, BZ'çiler ve gazeteciler Salzburg Mozarf tır girdiği, 25 yaşında çıktığı, Makart Meydam'na bakan iki katlı evin ikinci katında izlediğimiz bir video fılminde soylendiği gibi Salzburg, "Mozart'ın kentidir." Öyledir, tepeden cırnağa öyledir. Salzburg'a gelip de Mozart'la ilgili olan, Mozart'ın amlannı taşıyan yerleri gezmek isteyenler için basılmış ozel kitaplar var. Sözü bestecinin gençlik eviyle açtım, amagezmeye, doğduğu e\le başlamak gerekir. Onun için de dar, ama cıvıl cıvıl alışveriş sokağı Getreidegasse'yi hızlı hızlı ya da bordo renkli kâğıdının üzerinde Mozart'ın resminin bulunduğu, boy boy "Mozartkugeln" çikolatalarından, dostlarınıza Avusturya, Salzburg anısı olarak götürmek üzere satın alıp biraz oyala'narak geçeceksiniz, Hagenauer Meydam'na varacaksınız; biletinizi aldıktan sonra gurbette Ahmet Haşim'in şürini anımsadığmız için değil de giriş çok dar ve çok kalabalık olduğu için ağır ağır çıkacaksınız merdivenleri, gezeceksiniz o müzik müzesini; harika çocuğun, boyu daha iki kanşken, babasının terslemelerine karşın eline alıp, kemancı Andrens Schachtner'in parmağını ağzında bırakıp, mükemmelen çaldığı kemanı, sakın ha atlamadan. Az önce "Moıartkugeln" çikolatalanndan söz etmiştim ya, işte onlardan biraz fazlaca aldıysanız ve aklınız da kutunun içindeyse, 1 çıkann birkaç tane de, Salzburg un ortasından bakın nereden nereye, bizim Artvin'deki Çoruh Irmağı gibi boz bulanık ve müthiş akan Salzach'ın üzerindeki Mozartsteg Köprüsü'nde yiyiverin. Salzburg'ta bir de "Sihirli Fliit" evi var. Mozart, "Sihirli Fliıt" adlı operasını orada bestelemiş de onun için bu adı taşıyor. Kulübe gibi bir şey. llginç olan şu ki gezgin bir kulübe bu. Salzburglu değil Viyanalı. Prens Camillo Starhemberg tarafından Freihaus Tiyatrosu'nun karşısındaki bir bahçenin içinde yaptırılmış, sonra 1873*te sahibi tarafından Eferding'deki şatonun parkına taşınmış, sonra Salzburg'a gelip, Kapuzinerberg'e kurulmuş, savaşta 1948'de gazi olmuş, onarılmış; şimdi ise "MozarteunTun bahçesinde. Ta başta da söyledira ya Salzburg, Mozart'tır. işte bir kilise: Besteci orada vaftiz edilmiş, babasıyla birlikte orada keman çalmış, birçok yapıtı, ilk kez orada seslendirilmiş. İşte bir başka kilise: Mozart'ın kısacık yaşamına sığdırdığı sayısız bestelerden birkaç tanesi de ilk kez orada çalınmış, dinlenmiş. İşte, mayıs 1769'da "La Finta Semplice", nisan 1772'de "İl Sonio di Scipione" Operası'nın ilk oynanışına tanık olmuş olan Carabinieri salonu. Avusturya müzığe, operaya doymaz; Salzburg ise Mozart operalarına. Bakınız ilk tohumlan Mozart'ın, Mozart Meydam'na 4 Eylul 1842'de bir heykeİinin dikilmesinden sonra atılan ve bir Mozart Festivali olarak başlayan Salzburg Festivali'mde 1987'de yapılan bir hesaplamaya gore 1604 opera oynanmış ve bunlann 792 tanesi Mozart'ınmış. Müzik dünyasının harika çocuğu Mozart Salzburg'da doğmuştur. "Mozartkugeln" çikolatalarından, kiliselere, kütüphanelerden salonlara kadar her yerde Mozart var. GÜRHAN TÜMER SALZBURG Hugo von Hofmannsthal, Avusturya'nın Salzburg'u için, "Avrapa'nın kalbinin kalbinde... Kentle kasaba... Tarihseilikle çağdaşlık arasında bir ülkedir. Orta Avrupa'da daha güzel bir bolge yoktur... Mozart'ın burada doğması gerekiyordu" der. Bu gereklilik yerine gelmiştir; adı müzik dünyasında dıllere destan, harika çocuk Wolfgang Amadeus Mozart, Salzburg'da doğmuştur. Mozart ailesinin 1773'ten başlayarak 8 yıl yaşadığı, demek oluyor ki Wolfgang'ın 17 yaşında Müzik dünyasının hanka çocuğu VVolfgang Amadeus Mozart. Stockhohn'den Ölüme mahkum edilen dava YAVUZ BAYDAR STOCKHOLM Dört yıla yakın bir süredir zihinleri didik didik eden "Palme cinayeti davası" ölüme mahkum oldu gibi. PKK'sı, Ustaşa'sı, Şili'si, CIA'sı, KGB'si, Güney Afrika'sı vesairesiyle hayli inişli çıkışlı, komedi ve dramlı bir seyir izleyen soruşturma sonunda ölume değilse bile, ömür boyu hapse mahkum edilen biri vardı, o da geçenlerde serbest bırakıldı. 42 yaşındaki katil zanlısı Christer Pettersson, şimdi sereserbest Stockholm'ün kuzeyindeki Sollentiuna banliyosündeki evinde sessiz sedasız bir hayat sürdürüyor. "Temyizde aklandı, rahat bırakın ve bırakaiım" çağnsından sonra peşinde pek kimse kalmadı. Şu anda ne yapıyor, pek bilen yok. Palme davasında bundan sonra ne yapılacak, onu bilen de yok. Eldeki tüm malzeme, son damlasına dek tuketilmiş durumda. Sunulan malzemeyi de temyiz mahkemesi yeterli bulmuyor. Bir insam mahkum etmek için bir başkasının onu gördüğünü kesin olarak ifade etmesi de yetmiyor. Ortaya çıkan sonuç bu. Aslında, perşembenin gelişi çarşambadan belliydi demek daha doğru. Alkol ve uyuşturucu muptelası, cinayet ve soygun sabıkalısı Pettersson'un alt mahkemedeki sansasyonel duruşmasında tanık ifadeleri ile sınırlı ve destekli savcılık iddianamesi, 8 kişilik mahkeme he>retinin 6 sivil üyesi tarafından akla uygun bulunmuştu. Oysa geri kalan hukukçu iki üye, hiçbir delil bulunamamışken ve üstelik aradan üç yıl gibi hafızaları zayıflatan bir süre geçmişken tanıkların sözlü ifadelerine tek başına güvenilemeyeceğine kaniydiler. Suçluluk konusunda kuşku varsa, uygulanacak ilke mahkum etmektense aklamaktı. Öyle oldu, ama bir üst mahkecak. Basın yayından adım ve resmini bütün dünyaya yaydıkları, devletten de yaklaşık 10 ay özgurluğune ei koyduğu için para isteyecek. Şimdi bazı yayınevlerinin başından geçenlerle ilgili bir kitap yazmasmı istedikleri de ortaya çıktı. Bu da başka paralann kaynağı olacak elbette. Pettersson gunun konusu. Adından o kadar çok söz edildi ki bir içki karışımına ona atfen "kafakıran" gibi bir ad takılarak Olof Palme'nin katil zanlısı Christer Pettersson artık serbest. Evinde sessiz sedasız bir hayat sürüyor. Davada bundan sonra ne yapılacağını bilen yok. Eldeki tüm malzeme son damlasına kadar tuketilmiş durumda. mede. 7 hukukçu yargıç, daha gerekçeli kararlannı açıklamadan Pettersson'un salıverilmesini karara bağladılar ve uyguladılar. Palme davasının ilk kurşundan bu yana yaratageldiği iriii ufaktı şoklara böylece bir yenisi eklenmiş oldu. Pettersson şimdi serbest. Ve milyoner adayı. Basın yayın organları ve devlet aleyhine açacağı tazminat davalarından herhalde şöyle bir 1.5 milyar TL. kazanaStockholm barlannda piyasaya süruldu. Pettersson, serbest bırakıldığı günün akşamı evine dönmüş ve elinde bir şişe votkâ, birkaç şişe birayla gazetecilere pozlar vererek komşusunun evinde felekten bir gece çalmıştı. İşte bu içki karışımının temel maddelerıni de bu görüntü ortaya çıkardı: Votka ile bira kanştırılıyor. Bütun bunlar şamata boyutlannda sürerken, Olof Palme'nin eşi Lısbeth, tahmin edileceği gibi ateş püsküruyor. Son gelişmeler karşısında o kadar sinirlendi ki gazetecilere bugüne dek Palme cinayeti konusunda tek bir sozcük söylememesine karşın. geçenlerde TV'de yarım saat konuştu. Lisbeth Palme, tahmin edileceği gibi basını ve ozellikle de başta Stockholm eski Emniyet Mudüru Hans Holmer olmak uzere bazı polisleri "riişvet yemekle" suçladı. Davanm baş tanığı olan Palme, katilin Pettersson olduğundan "yıizde yüz emindi." Şimdi herkes bu çıkmazdan nasıl çıkılacağını tartışıyor, ama eozum yolu yok gibi. Pettersson'un durumu bir anlamda Özal'ınkine benziyor. Hukuki açıdan haklı, ama ya ahlaki açıdan bakarsak? Tek çare, polisin herhangi bir delili ortaya çıkarmasında. O da artık "bu saatten sonra" olacak mı acaba? Pettersson, kendisinin söylediği gibi suçsuzsa? Bu son soruva "pöh" deyip geçenler, İsveç yasalanna bol bol küfür savurmakta şu günlerde. Bugüne kadar delil değerlendirmesini incelemeyi reddeden İsveç yargıtayı HD'nin bu özel davayı ele alacağı da çok kuşkulu. İs\eç'e güvenlerinin köküne kibrit suyu ekilen yeni protestocular, "Palme cinayeti hukuk devleti ka\ramının ne kadar kof olduğunu göslerdi" diyorlar da başka bir şey demiyorlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle