Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER yük bir evresini kapsar. Bu kadar uzun bir süre içinde tstanbul, guzelim çeşmeleri, medreseleri "selatin camileri", oya gibi yalılan, kentin türlü yerlerinde açümış küçük fakat önemli kitaphklan ile gerçek bir Türk ve Müslüman kenti durumuna getirilmişti. Her yıl Fetih kutlamalanna ne gerek vardı? Artık îstanbul bizimdi ve bizim kalacaktı. Bundan şüphe mi ediyorduk ki, tstanbul'un bizim olduğunu güya kafalarda perçinlemek için onu her yıl "Fetih Kutlamalan" ile dünyaya ilan etmek istiyorduk. Ne gerek var buna? Fethin 550, 600, 650. yıldönümleri gibi yuvarlak yıllarda kutlasak, yine bir diyeceğimiz olmaz. Ama böyle her yıl her yıl Fetih Kutlama törenleri yapmanın, bu işi ayağa dökmek, önemsiz bir tören durumuna getirmekten baska bir etkisi l • •* Bilindiği gibi Türklerin tkinci Viyana Kusatması'na 1683 yılında son verildi ve Viyana kurtuldu. Bir rastlantı sonucu olarak 1933 yılında benim gibi Avrupa'da doktora öğrendsi olan arkadaşım rahmetli Prof. Dr. Hüseyin Cahit Oğuzoğlu ile birlikte Viyana'ya gittiğimiz sırada, kentin 1683'te Türklerden kurtuluşunun 250. yüı kutlanıyordu. Baa konferanslara gittik. Ne Osmanlı Devleti'ni ne de bugünkü Türkiye'yi kırgmlığa düşürecek herhangi bir söz duymadık konferansçüardan. Baa sergileri gezdik. özellikle Kahlenberg'de, içi o sırada Osmanlılardan alınmış bayraklarla donatılmif bir kiiiseyi gezdirdiler. Orada konferans veren birisi, Türklerin nasıl ve hangi yönden gelip Viyana'yı kuşattığını, kuşatmanın nasıl kırüdığını, ama kuşatma kınlıncaya kadar kent halkının hangi koşullarda ve nasıl direndiğini anlattı. Kısacası, vaktiyle tarihlerde okuduğumuz Viyana Kuşatmasrnı bize her yönüyle yeniden somut olarak yaşattılar. Garip bir rastlantı sonucu 1983 yılı yaz aylannda çok sevdiğim bir yakınımla birlikte yine Viyana'da oldum, yine aynı pansiyonda kaldım, yine aynı yerleri dolaştım. Kurtuluşun 300. yılı kutlanıyordu. Elli yıl öncesine göre önemli bir fark olarak, Osmanlı Başkomutanı Kara Mustafa Paşa'nın otağının (büyük çadınmn) benzerini çok yüksekçe bir şekilde Viyana'mn tam göbeğine yapmışlar ve Osmanlı komutanlannın mumdan ya da alçıdan yapılmış ve eski biçime göre giydirilmiş, yani kuşatma dönemindeki kılığa sokulmuş renkli heykellerini otağın üst katında yan yana dizmişlerdi. Bir de (elli yıl öncesine göre bir farklılık olarak) Kahlenberg'de aynı kilisede büyük haritalar üzerinde, savaşın nasıl geliştiğini, silah ve top sesleri ile ve tekniğin her türlü olanaklan ile gösteriyorlardı. Yine hiçbir kıncı söz ve suçlama duymadık. Her ülkeden gelmiş turistler seyrediyordu bunlan. Elli yıl önce görmüş olduğum türltV,sergiler daha geliştirilmiş biçimde kentin önemli merkezlerinde yine yer almış bulunuyordu. Bütün bunlan gezip dolaşırken İstanbul Fethi'nin 1952'de kurulan kutlama komisyonundaki önerileri anımsadım ve elimde olmayarak acı acı gülümsedim, niçin böyle ağırbaşlı kutlamalar yapamıyoruz diye. • •* Aimanya'da Freiburg Üniversitesi'nin kuruluşunun 500. yıldönümü kutlanacakmış. Yıl 1956. Beni de çağırdılar. Burada konuyu gerçekten canlandıran o mükemmel programı uzun uzun anlatamam, gerekli de görmem. Yalruz şu kadannı söyleyeyim ki, üç gün süren kutlama törenlerinin son gününde dünyanın dört bir ucundan davet edilmiş profesörler ve Alman profesörleri kendi profesörlük cüppe ve kepleri ile dört sıralı bir yürüyüş yaptık. Abartmasız söylüyorum, Freiburg halkının hemen hemen hepsi geçit resminin yapıldığı caddenin iki yanında yer almış, bizleri ve kendi üniversitelerinin 500. yıldönümünü alkışlıyorlar ve böylece onlar da kutlamaya katılmış oluyorlardı. O gün orada üniversite ile halkın bütünleşmesini, bilimin halka nasıl mal edilmiş olduğunu görerek hayran kaldım. 100 yıl sonra, yani 2056 yılında kutlama töreni yinelenecekmiş. • * * Böyle ağırbaşlı kutlama törenlerine tanık olduktan sonra şimdi bizde ortaokul temsi 1leri düzeyinde yapılan ve her yıl aynen tekrarlanan birtakım kutlama törenlerini televizyonda seyrederken gerçekten çok üzülüyorum. Böyle resmi törenleri çağdaş düzeyde, anlayışta kutlayacak yaratıcı gücümüz de mi kalmadı nedir, diye hayıflanıyorum hep! 29 Hfayıs HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU 35 yü önce (1953'te) Istanbul Hukuk Fakültesi'ndeikinci kez dekaniık görevi yapıyordum. 1952 yılının son aylannda üniversitede bir "Fetih Kutlama Komisyonu" kurulmuş, ben de o komisyona üye seçilmiştim. Amaç, tstanbul'un 500. Fetih Yıldönümü'nü dört başı mamur (üyelerden kimisinin dediği gibi, "mükemmel ve aliyülalâ") bir şekilde kutlamak için program hazırlamaktı. Haftada bir kez toplanıyor, programın ana çizgilerini saptıyorduk. Bir arkadaşın önerisi üzerine komisyona üniversite dışından da "mütehassıs" (ne mütehassısı ise?!) birkaç üye alındı. Çoğaldık. Derken her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Bizans suriarının, tstanbul'a iik girişindeki yeri ve yöresini onartmayı önerenler bile vardı. Oysa 29 Mayıs 1953 tarihine 78 ay kadar bir süre kalmıştı. Üstelik koınisyonun elinde böyle bir onanmı gerçekleştirecek kaynak da yoktu. Ne hükümet ne de belediye bu gibi onanm işleri için ödenek ayırmıştı. Ayırmış olsaydı bile, bu kısacık süre içinde yapılacak onanm, devede kulak kabilinden bir şey olacaktı. Uzun tartışmalardan sonra onanm sonınu kapandı. Ama şimdi de, tstanbul'un türlü yerlerine "zafer taklan" yaptırmak düşüncesi ortaya atıldı. Yeniçeri kılıgına girecek gençler, o sırada yeni kurulmuş olan Mehter Takunı'nın öncülüğunde bu taklan n altında gecit resmi yapacaklarmış; düşünce buydu. Birkaç hafta bu toplantılara gittikten sonra bir gün söz alarak aşağı yukarı şöyle konuştum: "Efendim, Istanbal'un Fethi gibi önemli larihsel olaylar gösterişli kutlamalardan çok, fikir kutlamalanna vesile olmalıdır. Atalanmız Fatih Sultan Mehmet'in önderliğinde tstanbul'u almış, böylece 1000 yıllıi Doğu Roma Imparalorlugu'na, yani Bizans'a son vermiştir. Bu olay, ortaçağm sona erip yeniçagın başlaması tarihi olarak kabul edilmektedir. Vani Türkler bu fetih ile diinya tarihinde yeni bir çag açnuşlardır. Bu nedenle İstanbul Fethi'nin 500. yıldöniiraümi bu tarihsei görüşe nygun olarak kutlamak gerekir. Bizans surlannm onanmı, taklar yapılması batta Osmanlı Donanması'na bağlı gemilerden bazısının Bogaz'dan Haliç'e indirilmesi gibi sahnelerin tekrarlanması bence büyiik bir anlam taşımaz. Bizler mümkiinse lstanbul'un birçok yerinde, dahası bazı bnynk Ulerimizde tstanbul Fethi'nin tarihsei, siyasal ve kiilrürel önemi üzerinde konferanslar verdirmeliyiz. Bunlan hazırlayabilraek için önümüzde alo aydan fazla zaman var. Fatih Sultan Mehmet bilime deger veren, güzel sanatlan seven, birkaç Batı dilini bilen bir padisahtı. BOginleri kornmuştu. Onnn bo üstün yönünii vnrgulayacak belgelerie sergiler açmalıyu. Kısacası, tstanbul Fethi'ni teatral olmaktan çok düşünsel ve sanatsal yöade kntlamalıyız." Komisyonda soğuk bir hava esti. Biliyordum ki, Fatih Kanunnamesinin bile orijinaJ nüshası tstanbuTda olmayıp Viyana Devlet Kütüphanesi'nde bulunuyordu. Tarihi Osmanî Encümeni Meanuası (E>ergisi) bu kanunnameyi Türkiye'de yayımlayabilmek için Viyana Kütüphanesi'nden izin almak zorunda kalmıştı. Bu kanunnamenin orijinali de emanet olarak getirtilip sergilenebilirdi. O gunden sonraki birkaç haftada gördüm ki benim düşüncelerim gerçekleşmeyecek, bunun üzerine komisyondan çekildim. Benim yerime kimi seçtiler bilmiyorurn. Ancak sunu biliyorum ki, kutlama başanlı olmadı. Çok eleştiriye uğradı. Oysa bu kutlama ile çağdaş Türkiye'nin sesini Batıya ve bütün dünyaya duyunnak için elimize büyük bir propaganda fırsatı geçmişti. Kullanamadık. *** Şimdi başka bir noktaya gelelim: tstanbul'un Fethi, 35 yıldan ben mehter mızıkası ile yapılan geçit resimleri, Ulubatlı Hasan'ın surlardan birinin üzerine bayrak çekmesi gibi gösterişli bir biçimde dramatize edilerek kutlamp dunıyor. 500. yılda kutlamanın bir anlamı vardı: 500 yıl, diinya tarihinin bü PENCERE 29 MAYIS 1988 Uzun Lâfın Kısası... ilkokuldayım. Eve iki gazete alınryor. Biri Cumhurtyet, ikincisi değişiyor; Vatan, Tan, Son Posta olabiliyor. Akşam üstü işten dönen babam beni çağırıyor, gazeteleri okutuyor. Neden böyle yapıyor? Yeni yazıyı rahat okuyamadığı için mi, yoksa gazete okuma alışkanlığını küçük yasta bana aşılamak için mi? Okumaya başyazılardan başlıyoruz. önce Yunus Nadi. Arkasından çoğunlukla AhmetEmin Yalman. Okuduğumu anlamıyorum. Canım sıkılryor. Kurnazlık yoluna sapıyorum. Ahmet Emin'in yazılan uzun. Kimi zaman tümceleri, bazen bölümleri atlıyorum. Babam farkında değil. Daha o yasta anladım: Ahmet Emin lâfı gereksiz yere uzatıyor. Büyuyünce Frenk bilgesinin bu konudaki özdeyişini öğrenecektim. Adam arkadaşına yazdığı mektuba not düşmuş: "Vaktim yoktu, uzun yazdım." Kısa yazmak kolay değil. EVET/HAYIR AKBAL OKURLARDAN Karacaovah ya yanıt Sayın Meriç Karacaovah, 17 Mayıs 1988 tarihinde yayımlanmış "Filistin Sorunu ve Tevrat" başltklı yazınızı üzülerek okudum. Size bu mektubu bir Yahudi insanı olarak yazarken, dinlerin bansçı yorumlarla, kargaşa dohı dünyamıza ve insanlığa ıştk tutması dileğindeytm. Yahudi tarihi ve dini hakkmdaki engin bilginizi takdirle karşüadtğım halde, yorum ve yakiftırmalarımım 9 Şiir Eskimez "Söyleyin herkese En güzel türküleri cağıracağım bugün dostlarım için" İki bin altı yüz yıl önceden bize ulaşan bir sesleniş... isa'dan Önce, VI. yüzyılda yaşamış kadın şair Sappho'nun dizeleri nasıl da böylesine taptaze kalmış! Zaman bir şey yapamıyor şiire, sanata... Bunu Sappho dahao günden bıliyormuş, bir başka şiirinde şöyle diyor. "Sappho yeter, dedim Boşuna ne uğraşıyorsun yumuşatmaya • o taş yüreği Belki de unutursun sen ama bil ki gelecekte birtakım insanlar anacaklar bizi." Cevat Çapan şairdir, bir şiir tutkunudur, bir sanat adamıdır. "Çir^ den Peru'ya Dünya Şiirinden Çeviriler" adlı küçük, ama yoğun bir kitap... Sappho'dan Octavia Paz'a kadar bir şiir resmigeçitindeyiz sanki. Çapan, usta bir şair, bir o kadar da usta bir şiir çevirmeni... Bu çeviri şiirler bugün yazılmış gibi yepyeni. Yüzlerce binlerce yıl öncenin duyariıklarını tattınyor bize... Aşkı, ötümu, yaşamın güzelliklerini... Yüzlerce, binlerce yıl önce de aşk vardı, sevişmek vardı, ölüm vardı, dostluk düşmanlık vardı, bugünkü insanoğlunun tattığı yaşadığı bütün duygular vardı. Hem de şimdikinden daha güçlü biçimde... Çünkü o insanlar doğaya bizlerden daha yakındılar. Uygarlıkları dogaya karşıt değildi. Yine 2600 yıl önce Urla'nın güneyinde Teos'ta doğan Anakreon ölüm kuşkusunu, korkusunu bakın nasıl dizelerde yaşatmış: "Şakaklanma kır düştü saçlarım döküldü Gençlikten hiç iz kalmadı artık yüzümde Bir ihtiyarınkiler gibi sallanıyor dişlerim Günlerim sayılı olmaJı şu güze) yeryüzünde" Şu güzel yeryüzü! Bir anı gibidir yaşam. Belki de bir düş! İçimizden biri çekip gidince önce bir korku duyarız. Demek ölüm diye bir gerçek var! "Ben nasıl ölürüm anlamıyorum" diye soran Dağlarca gibi bir kuşku... Ama zaman zaman ölumü kaçınılmaz bir dost gibi anımsamadan da edemeyiz. Binlerce yıldan beri duyan, düşünen insanoğlunun değişmez duygusu budur, hep bu! "Nasıl titriyorum korkudan ölümü düşündükce Ürpertici geliyor bana o karanlık boşluk Ve o boşluğu düşün, bir kez vardın mı cehenneme Dönüş olanaksız Sen de Kleinorides, yurdunu sevdiğin için gittin Güneyden esen yelin darbesini yedin şu karakışta Ûmrünün baharında daha dünya evine bile gimnemiştin Dalgalar alıp götürdü gencecik guzelliğini" isa'dan önce, İsa'dan sonra, binlerce yıl önce ya da sonra, duyan, düşünen, düş kuran, bu yeryüzünün güzelliklerini tatmak için çırpınan tek yaratık, insandır. İnsan mıdır? Hayvanlann gizli dünyalarını kim gereği gibi biliyor? Belki onların da bambaşka bir hayal kurma, düş kurma biçimi vardır. Daha çözülmedi yaşamın gizleri... İ.S. & yüzyılda Bizanslı şair Mabeyind Pavtos bir epigramında 'Boş Yücetikier'i ne güzel vurgulamış. Ha yüzlerce yıl önce, ha sonra! Boş yüceliklere değer verenler bugün de çoğunlukta; bunların önemsiz, değersiz şeyler olduğunu bilenler ise bir küçük azınlık!.. "Adım ne, yurdum neresi, sana ne bundan? Soyum alçak olmuş ya da yüksek, ne çıkar? Belki herkesten yiıce biriydim Belki de bir hiç n'olacak şimdi? Yabancı, bil ki gördüğün bir mezar İçinde kim yatsa cansız yatar." Şiirlerle, şiirlerde yaşamak güzel şeydir. Yaşamın anlamı şiirterdedir. Varsa, bir anlamı! Şiirsiz bir yaşamayı gerçek bir yaşam saymak olası mıdır? Baudelaire'in dediğine kaülırım: "Sağlıklı bir kişi yirmi dört saat ekmeksiz durabilir, ama şiirsiz asla". Milyonlarca insan demek ki sağlıksız! Öyle olmasa şiirden uzak bir dünyada milyonlarca insan bir çıkmaz yolda bocalar durur muydu? Kendini 'yaşamın güzelliklerini duyan' biri sayabilir miydi? Midillili Alkaios'u, İ.Ö. & yüzyılda yaşamış Aikaios'u unutmak olur mu hiç? Günümüzün bir şairi gibi! Yakınımızda bir duyartı kişi sanki! 'Zaman' boş bir aldanıştır. Yıllar, yüzyıllar insanoğlunun uydurduğu bir aldatmacadır. "Batsın şu soğuk kış, yığ kütükleri ocağa Su kat kanrengi şaraba, kuştüyü Yastıklar döşe başının altına ve iç Aldırmayalım şu kötü zamana, Bakhos Sendedir, senin kırmızı şarabındadır bizim çaremiz Üzümdür bizim ilâcımız. İç durmadan kana kana iç" Bir başka şiirinde de yine "iç dostum Melanippos ve unut benimle birlikte Bir kez gectin mi Akheron nehrinden öteye Ne parlak güneşi görürsun bir daha ne de yurdunu" diyor. İki bin altı yüz yıl önceden bugüne getirmiş bu birbirinden güzel şiirieri dostum Cevat Çapan... Kıyı Yayınları'nda çıkan "Dünya Şiirinden Çeviriler"i okursanız şiirin niye her zaman yeni, yepyeni olduğunu anlayacaksınız. Belki de tek eskimeyen değerin şiir, yani sanat olduğunu... Ortadoğu'da varolmaya çahşan uîus ve toplutrüara banjçı yaklasımlar taşımasım, benim gibi birçok insanın umudunu dile getirmiş olmasutı tercih ederdim. Binlerce yıllık bir geçmişe sahip bir dinin oluşumunda ve sürecinde savaşlar, mazlumiyetler, soykınmlar, sürgünler gerçeklerini günümüzün polMkalan ile paralelUklerini çizmenin insanlığa müsbet katkılan olmayacağı inanctmın paylasümasınt isterdim. Yahudiliğin tümünü, sadece 40 yaşmda ve bes milyon nüfusu olan tsrail Devleti'ne ve onun politikasına bağdastırmak, dünya Yahudilerine ki sadece Birlesik Amerika'daki sayılan 6 milyon kadardır yapılmış bir haksızhk sayümaz mı? Yahudilerin en çağdaş faciası olan soykınmın acısının henüz dinemediğini, insanlığın bu ayıbının bir İnsan Haklan Evrensel Beyannamesi ile bile örtbas etmenin mümkün olmayacağına inanıyorum. Banşsever bir dünyanm ferdi olmak isteyen tüm düşünce ve kültür sahibi kişiler, savaş yerine barışı körüklerlerse, daha aydınhk ufuklara yönelebiliriz. Bir kadın ve bir anne olarak çocuklanma, dini öğretilerin ışığmda, yanaş kehanetlerden sakınıp, t'yi yorumlarda bulunarak banş dolu bir dünyaya sahip çıkmalannı vasiyet ederken, onlara bırakacağımız mirasın, çağdaş, müsbet ve huzur dolu bir ortam olması temennisindeyim. Günümüıde savaşan tüm dünya gençlerhün Füistin ve îsrailliler dahil analarmm acılartm kalben paylaştr, tüm insanlığı banşa katkıda buuınmaya çağınnm! Saygılanmla. N. TARABLUS İSTER DANS EDİN * İSTER GÖBEK ATIN CİM B0M B.OM'un Tel:52647 97520 86 86 ŞAMPIYON ESEN PLAK'ta KASETİ benden hesap dufuncenin pe>md* doUşrı k Soluk ba> bu eftilme/ b*> la ovle ıı >jrho> ba/ « i bir (ıfccc df hevip Rune>in , (>u dfjier, bu m»dr ikrjm edrbtldtm k de hesap • vumdum «.eklıkUrı r/iveitt\ ki kirr^enın cwrm«rtt \»k Vu surup ftiden Kılım bıU kıpırddrrudın btr j kfndımı Bil'etn ki 4H, bende "Kırmızı PazartesT Gabriel Garcia Marquez1n son romanı. 120 sayfalık bir basyapıt. 1982'de okumuştum. Bugünlerde yine okuyorum. Şiirte dolu gerçeklik. Yalın bir olay. Roman, röportaj yöntemleriyle yazılmış. Ne bir tümce fazla, ne bir tümce eksik. Betimleme çok az. Kişileri tanıtmak için uzun lâfa gerek duyulmamış. Marquez'in annesi de romanın kişilerinden. Kadının birkaç tümcesi tanınmasınayetiyor. İnsanlar kimliklerini konuşurken ele verirler. "Anne" iki kız kardesten söz açarken diyor ki: ' Kusursuz kızlar. Her erkeği mutlu edebilirler. Çünkü aa çek meyi bilecek biçimde yetişMkHlsr" Yalnız bu iki kız kardeşin paylaştıkları küçük bir kusur var: Yatmadan önce uzun saçlarım tarıyorlar. Anne eleştiriyor: ' Bayanlar, geceleri saç taranmaz. Bu, denizdlerin geri dönmelerini gedktirin" Uzun soze ne gerek var? "Anne"yi tanıdınız değil mi? Böytesi Türkiye'de de çok bulunur. İşte bu yöntemle, büyük bir basyapıt 120 sayfaya sıgıyor. Ancak "Kırmızı Pazartesi" bizi aMatmasın; yüzlerce sayfalık basyapıt ların değerterini gözümüzde eksiltmesin; kısa yazmak, gereği kadar yazmak demektir; kimi zaman bu gereğin 120 sayfayı aştığı, 500 sayfayı geçtiği de gorülür. Çok yinelenmiştir: Bir oyunda, sahnedeki masanm üstunde dolu bir tabanca dunıyorsa, paflamah... Patlatılmasa bile, o tabancanın oyunda bir işlevi olmalı. Artık bu tür kurallar okullarda öğretiliyor: Bir yazıda gereksiz sözcük, tümce, yineleme, noktalama da sahnedeki lüzumsuz silah gibidir; yazarın elinde patlar. * Temel, yeni açtığı dükkânın kapısma levhayı asmış: "Burada taze balık satılır." Müşterinin biri sormuş: Bayat balık mı satacaktın? Temel düşünmüş, sonra levhadaki "taze" sözcüğünü silmeye başlamış, ama o sırada dükkânın önünden geçen biri durup bakmış: "Burada" sözcüğune de lüzum yok. Bahklan bir başka yerde mi satacaktın? Temel bu eleştiriyi de içine sindirmiş: Bu herif de haklı!.. Ne var ki gelen geçen levhaya bakıyor. Bir başkası: Yahu, diye çıkışmış, "satılır" sözcüğü ne işe yarıyor? Balıklan satmayıp koleksiyon mu yapıyorsun? Temel "satılır"\ da silerken, sallana sallana gelen bir sarhoş dükkânın önünde durmuş: Ulan, demiş, balığı da sil, meretin kokusu sokağın başından duyuluyor. Yazının burada bitmesi gerekiyor. vaktim yoktu, yetiştireyim diye hızlı yazdım, sözü uzattım. Okuyanlar, kimbilir ne kadar çok işlevsiz tümce, gereksiz sözcük bulacaklar. toplu şllrtefl dlzM 1 FRANSIZCA YOĞUN DİL KURSLARI FRANSIZ KÜLTÜR MERKEZİ tstiklâl Cad. 8 Taksim Tel: 144 44 95/149 48 95 YAZ DÖNEMt 6 haziran 13 temmuz 1115 yaş arası öğrenci kurslan 13 haziran 13 temmuz Kayıtlar: 234 haziran RffiKTIfiAZ yarenlik OZEL SELİN OKULLARI MEZUNLARI 18. yıhmızda sizlerle gurur duyuyoruz. özlem gidermek için Selin Ana OkuluSelin IlkokuluSelın Ortaokulu mezunlarını ve ailelerini çilek gOnUnıuze bekliyonız. TARtH: 5 Haziran 1988 Pazar SAAT : 13.0017.00 arası YER : OZEL SELÎN LÎSESİ (Yeni binamızj Hactosman Baytn No: 74 SARIYER Rezervasyon için: llkokul Tel: 164 20 89 • 168 41 01 Lise Tel: 162 09 45 B.RAHMİ VE E.EYÜBOĞLU MÜFİDE AKSOY AKT HOTEL Baskı Kolleksiyonundan seçemeler Deri El Sanatlan Sergisi 15 MAYIS 4 HAZİRAN 1988 MARCO POLO Çınar Yayınlar BİRKAN YETKİN LİSESİ ANA VE İLKOKULU 1, 2, 3, 4, 5. sınıflara kayıt için ön mülakatlara başlamıştır. Seher Yıldız Sok. No: 43 Tel: 163 48 86 169 10 07 164 19 56 Antalya •K m r .e e Kızıltepe MevkiiKemer 07980 Antalya Sanat Merkezi Tel: (3214) 26118 hat Seyahat acentesi bünyesinde çalışacak yüksekokul mezunu, çok iyi tngilizce bilen bayan elemanlar aranıyor. Şahsen Müracaat: Gençtürk Caddesi Mimarbaşı Sokak No: 12 Laleli DUYURU ANKA ADEM YAVUZ HABER YARIŞMASI Kıbns Banş Harekâu'nda şehil düşen muhabirimiz Adem Yavuz'un anısına düzenlediğimiz haber yanşması bu yıl da yapılacak. Yarışmaya, ANKA Ajansı çalışanları dışında tüm gazeteciler, 1 Temmuz 1987 ile 30 Haziran 1988 tarihleri arasında gazete ve dergilerde yayımlanmış haberleriyle katılabilecekler. Yanjmanın secici kurulu şu kişilerden oluşuyor: Eren Güvener, Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı. Altan öymen, Milliyet Gazetesi Genel Koordinatörü. Hasan Cemal, Ci'mhuriyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü. Uluç Gürkan, Sabah Gazetesi Ankara Temsilcisi. Oktay Kurtböke, Hürriyet Gazetesi Damşmanı. Orhan Duru, Güneş Gazetesi Yayın ve Yanm Müdürü. Müserref Hekimoğlu, ANKA Ajansı Genel Müdürü. Secici kurulun haberini en başanlı bulduğu gazeteciye 1 milyon lira Odül verilecek. Yarışmaya katılacakların haberlerini, yer aldığı gazete ya da dergiyle birlikte 30 Haziran 1988'e kadar aşağıdaki adrese göndermeleri gerekiyor: ANKA: Ankara Haber Ajansı A.Ş. Mesrutiyet Caddesi, 21/7, YenisehirAnkara Siz, kanıtlanmış güçlü fluorid etkisiyle diş minelerini sertleştiren, diş çürümelerini önleyen, sağlıklı dişler yaratan bir diş macunu küllanıyorsunuz. İpana küllanıyorsunuz. Ağız sağlığı ve diş bakımı denince akla gelen İpana'dır. Evet,siz İpana'yı biliyorsunuz. diş macununuzu biliyoruz BEYAZ DİS