19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 KASIM 1988 CUMHURİYET/13 Kopenhag'dan Cafe Rosa müdavimleri 6 8 insanlarının bir bölümü yıllar geçtikten sonra iyi birer iş sahibi ve sorumluluklarının bilincinde vatandaşlar oldular. Şehir merkezinden uzak, mutena semtlerde evlere îaşındılar. Sonra çocuk sahibi olmanın zamanının geldiğini farkederek sevgililerini teke indirip cıvıl cıvıl çocuklar yaptılar. FERRUH YILMAZ KOPENHAG Eskiden Kopenhag şehir merkezinde, parlamentoyu çevreleyen kanalın öbür yakasında Cafe Rosa adında bir cafe vardı. Bu cafe adını, ünlü Alman devrimcisi Rosa Lnxenıburg'dan alır, pervazlarının tumünü Rosa'nın belli bir afışi süslerdi. 6O'lı yıllarda hippilerin bedava geceleyebilecekleri bir yer olarak düşünülmüş olan bu yer daha sonra bar haline getirilmişti. Daha 8 yıl önce zencilerin sanşm kız bulmaya geldikleri, içerideki kesif esrar dumanından, daha ikinci birayı içmeden kafa yapılan Cafe Rosa'nın karanlık, loş ve tıkış tıkış salonunun duvarlannı da Lenin'in, Mara'ın boy boy resimleri, işçi sınıfının mücadelesini simgeleyen bilumum diğer afışler süslerdi. O zamanlar dış görunuşe önem vermek pek revaçta olmadığından, Cafe Rosa'nın döküntü görünümüne, içeridekilerin de pespaye giyinişleri eşlik ederdi. Cafe Rosa, "Husel" (Türkçe'de ev) denilen dört katlı bir binanın alt katlarından birindeydi. Cafe Rosa'nın hemen yanıbaşında ise hoş bir caz kulübu, Vognporten bulunurdu. Onun üstünde yine, 68 kabntısı uzun saçlarıyla, 79'Iarın sonu 80'lerin başı olmasına rağmen, tek tek ya da çiftler halinde küçücük dairelere sığjnmaktansa, hâlâ kolektiflerde yaşamayı sürdüren Danimarkalılarla yabancılann düştüğü Huset'in ban, bann yanında bir sergi salonu, onlann üstünde Huset'in sinema ve tiyatrosu, onlann üstunde de daha çok rock müziği gruplannın caldığı Musikcafeen vardı. Di'li geçmiş kullanmama bakmayırt, bu yerlerin hepsi hâlâ var. Parlamentoyu çevreleyen kanalın öbür yakasındaki Huset, yine insanlarla dolup taşmaya devam ediyor. Her akşam konserler, filmler, tiyatrolar, barlar her akşam yine yüzlerce insanı ağırlıyor. Ne var ki, bu insanlar artık başka insanlar. 68 kalıntısı uzun saçlanyla giyimlerine aldırmaz görunumleriyle ve de sırt çantalarıyla Huset'i dolduranlann hemen hepsi artık iyi birer iş sahibi ve sorumluluklarının bilincinde insanlar oiarak şehir merkezinin dışındaki görece mutena semtlerde evler alıp yerleştiler. Çocuk sahibi olmanın zamanının geldiğini de fark ederek sevgili sayısını bire indirip, birlikte cıvıl cıvıl çocuklar yaptılar. Huset'e geri donelim. Huset şimdi ev işgalcisi anarşist gençlerle, punkçuların kalıntılarının bir araya geldikleri yerlerden biri. Ama sadece o kadar değil. Düzenli olarak kuaförlerini ziyaret ettikleri hemen belli olan iyi giyimli genç kızlarla, kısa saçlı, giyimlerine aldırdıklarını fazlasıyla gösteren genç erkekler de şimdi Huset'in müdavimleri. Cafe Rosa'ya gelenlerin büyük bir çoğunlu tstanbuVdan Bübao'dan Relıiıı, jaıııboıı kralı ETA 'nın elinde sekiz ay rehin kalan jambon kralı Revilla, sekiz ay sonra, on milyon dolar ödeyip çıkageldi ve başladı konuşmaya: "Hükümet bir an önce ETA ile görüşme masasına oturup konuşmalı; örgüt süren bu didişmeden bıkkın, anlaşmak istiyor." nin en büyük yayınevleri telif hakkıru alabılmek için birbirlerini çiğniyorlar kapısının önünde. Asıl gurültü bu aruların yayımından sonra kopacak. ETA bunca parasını alıp tarihindeki en uzun rehinliği yaşattığı, tam bir "self made man" olan, yeminli kapitalist Revilla'ya hangi yöntemlerle bu hoşgörüyü aşıladı kendisi hakkında, öğreneceğiz. Biz bir şey öğrenmesek bile Revilla orgüte odediği fidyenin bir bölümünü bu yolla kapatmış olur. Çünkü ailesi, işadamının başma istenen fidyeyi bulabilmek için değil, ama ödeyebilmek için çok çile çekti sekiz aydır. Fransa'nın Bayonne kenti üstünden ETA'ya ulaştırmaya çalıştıklan 7 milyon doları, 25 nisanda Fransız polisi yakalayıp el koydu. Paris üstunden ödeme>re çalıştıkları 900.000 dolarhk ikinci dilim ise 4 temmuzda yine Fransız polisinin eline geçti. Üçüncü denemede Revilla ailesi bu kez kimseye kaptırmadan ETA'yı doyurmanın bir yolunu buldu. Son zamanlarda ekonomik sıkıntıya düşen örgütün elinde şimdi tonla para var. Hapisteki "gudarilerini" ve ailelerini yine kuşsütüyle besleyecek. ETA'nın guvenilirlik ölçütlerinden biri de bu zaten: Her ay hapisteki her uyesine 200 dolar, ailelerine 150'şer dolar, Fransa'daki serbest gezen militanlarına ise 350 dolar karşılığı para odüyor. Revilla'nin parasıyla cici silahlar da yenilenecek. Önümüzdeki aylarda kimsenin kuşkusu yok, bol bol araba havaya uçacak, litre litre polis kanı akacak. Başına patlayacak yeni kabakları (ya da bombaları) beklerken, Ispanyol polisinin de eli armut devşirmiyor tabii: Revilla'nin torbasından çıkan çikolatalı ve elmalı pastayı mıncıklıyor, unun ve kakaonun nerden geldiğini araştmyorlarmış. MtNE G. SAULNIER B1LBAO Şubat ayının son cuma akşamı evıne 200 metre kala bir arabaya bindirilen Emiliano Revilla, sekiz ay sonra başka bir arabadan evine 100 metre kala indirildi. Üzerinde teröristler tarafından kcndisine armağan edilmiş yeni bir takım elbise, elindeki torbada da terörist elceğiziyle yapılan çikolatalı ve elmalı pasta tasıyordu. tspanya'nın en zengin adamları arasında sayılan eski jambon kralı, sekiz ay öncesinin gayri menkul imparatoru Revilla, 249 gününü geçirdiği iki metre karelik ETA oteli için tam on milyon dolar ödedi. Ve çok mutlu. "Bana çok iyi dsrvrandılar" diyor, başka bir şey demiyor. Sekiz ay boyunca radyo dinletmemiş, gazete okutmamışlar. tspanya onun için birbirine girerken Emiliano Revilla "müessesenin lıediyesi" defterlere sulu boya resimler yapmış, ihtiyaçlannı bir kamping tuvaletinde (oturağın büyükçesi) gidermiş, minik bir leğende yıkanması için su ve sabun bile vermişleT! ETA'nın kaçırdığı rehineleri sakladığı yerlere ZULO diyorlar. Baskça bir sözcük, lspanyolcaya da aynen geçmiş. Belki bizim "zula"nın da kökeni. Bu zulolar, normal görünüşlü evlerin içinde açılan gizli bölmeler. Evde çoğunlukla kendi halinde (gibi) insanlar yaşıyor. Emiliano Revilla'nin zulosu, duvarları ses geçirmez iki bölmeden oluşuyor; iki metre karelik küçüğünde Revilla, ötekinde teröristler kalıyormuş. Teröristler zaman zaman bölmelerinden çıkıyorlardı kuşkusuz. Ama Revilla tam 249 gün, tüm donanmışlığına karşın penceresiz, banyosuz, avuç içi kadar bir bölmede kocaman bir oturakla yaşadı. Milyarderlik yaşamında buna auşmamıştı herhalde. Peki bu adam niye hoşnut kendisini bunca zaman hapsedip bunca parasını alanlardan? Karısı Margarita, sekiz ayda yirmi yaş çöktü. Revilla ise tatilden gelmiş gibi formunda. Gelir gelmez ilk sözlerinden biri, "Hükümet bir an önce ETA ile görüşme masasına oturmalı. Örgüt yirmi yıldır süren bu didişmeden bıkkın, anlaşmak istiyor" demek oldu. Işadamına göre kendisini kaçıranlar gerçekten aklı başında, iyi niyetli insanlar. Hani kendini tutmasa eski jambon kralı, evinin balkonu altında geçmiş olsun, hoş geldin demek için toplanan yüzlerce kişiye, gazetecilere, belki de onlarla birlikte, "En büyük ETA, başka büyük yok!" diye bağıracak. Bu garipliğin bir açıklaması var elbette: Stockholm sendromu. Uzun süre tutukJu kalan, en doğal gereksinimlerinden yoksun bırakılan, işkence edilen kurban, kendisine azıcık insanca davranan zorbaya şükran duygularıyla bağlanıyor. Eğer bu duygular karşısındakiler tarafından akıllıca kullanılırsa, sonuçta zorbalann davasına bile inanıyor. Stockholm sendromu örnekleri Ispanya'da, özellikle ETA kurbanları arasında yaygın. Ne var ki Emiliano Revilla'nin sendroma vakalandıgı kesin değil. Polis, işadamının konuşmalarına bakarak "Stockholm olmuş" diyor, Revilla'yı denetleyen aile doktoru ise"hayır". Basın kararsız. Kesin olan, ETA'nın Revilla olayı ile bir kez daha "sevimli ve insanca" çehresini takınıp bir kez daha Ispanyol polisini rezil ettiği. Madrid'i didik didik edip boş bir ihbar sonucu çatır catır kırdıklan bir dairenin içinde fil hastalığına tutulmuş bir kadının yağ tabakalarında kurşun delikleri açtıktan aylarca sonra jambon kralınm, elinde pastasıyla evine tıpış tıpış gelişi ince bir alay değil de nedir? Revilla, sekiz aylık zulo anılarını yazmaya hazırlanıyor. Ülke Chicago'dan ğunun daha önce Rosa Luxemburg'un adını bile duymadığına eminim. Zalen Cafe Rosa'mn pencere pervazlanndaki Rosa Luxemburg, duvarlanndaki Marx ve Lenin posterlerinin yerinde şimdi parlak metal çerçeveli post modernist resimler asılı. Cafe Rosa artık karanlık veloşdadeğil. Caz kulübu Vognporten'ın yerinde de yeller esiyor. Onun yerinde duvar boyu aynalarıyla 80'lerin narsisizm meıkezleri olarak pıtrak gibi açılan Fransız tipi cafelerden biri var. Ahşap ağırlıklı "good old days" barların aksine, Cafe Rosa'nın yanında açılan cafede tahta kırıntısı bulmak zor. Çünkü zamanımıan masalan sandalyeleri parlak metalden yapılmış olmak zorunda. Parlak metalden yapılmış olsun ki, giyimine ozendiğini fazlasıyla göstermeye çalışan yuppie kopyası gençler, Nergis gibi kendi akislerine bakıp bakıp, kendilerine bir kez daha hayran olsunlar. Üst tarafta yer alan barın hemen yanındaki sergi salonu ise çoktan diskotek oldu bile. Sahi işçi sınıfının siyasal mücadelesine ne oldu dersiniz? İşçi sınıfı adına siyasi mucadeleyi yurüten 68'in solcu kesimleri, mutena mahallelere taşınırken, onu da Cervaırtes «e kahramanlan Cervantes'in ayağının dibinde Don Kışot ve Sanço Panço rahvan gldıyorlar. yanlannda alıp götürdüler. işçi sınıfı ise neredeyse kendisine yaklaşan işsiz kesimin kara bahtına bakıp bakıp, 80'lerin Danimarkası'nda iş bulabilmiş olmanın verdiği imtiyazın mutluluğunu yaşıyor ve şimdiye kadar yaptığı gibi Sosyal Demokrat Parti'nin kendın." diye yazıyordu 1937'de, di adına yürüttüğü siyasi mucade Bir duş alıp yemeğe çıkmadan önce Madrid düşerken. Prado, Velasleyi arasıra sandık başına giderek Madrid'in gezmek istediğim yerlerini quez'lerin, Goya'ların, Bosh'ladestekliyor. işaretledim planda. Prado Müzesi'ni, Puerta rın, El Greco'ların tapınağıydı. Şimdi butün bunlara bakıp, Plaza del Mayor'un parke taşladel Sol'u, Cybele Alanı'm, Plaza del "solculuk" öldü mü demeyin sarına II. Philippe'in gölgesi vurukın. Çünkü "solcnluk" da Mayor'u... Ve oturup telefonun başında yordu. Ve gölge uzayıp gidiyor80'îeriebirlikte içerik değiştirme Sanchez'in aramasını beklemeye başladım. du sokak fenerleriyle sivri kuleler boyunca. Cybele alanını da biliye başladı gibi sanki. Artık eskisi rinde kendi hallenndeydiler. Ha yordum, hiç görmemiş olsam da. gibi ekonomik düzeydeki smıf ay [sj£0İjyj G Ü R S E L vuzun durgun suyuna karşı rah Tanrıça aslan yontularıyla çevrirımına dayanan siyasi kamplaşMADRİD Madrid'e yağ van gidiyorlardı. malar yerine, daha çok yönetenli savaş arabasının üzerinde nasıl Paris'ten satın aldığım Madrid da gorkemliydi! Jorge Semprun'yönetilenler ilişkisinde alınan ye murlu bir günde geldim. Hava erre göre belirleniyor siyasi tavırlar. ken kararmış, uçak alanından rehberinde kentin görülecek yer un "Bayılma" adlı romanının Bu anlamda, "solculuk" da sos otele doğru yol boyunca gördu leri arasında Cybele alanı, Prado kahramanı Manud yıllar sonra yalizmi hedefleyen siyasi bir terim ğüm eski taş yapılarda ışıklar yan müzesi, Plaza del Mayor, Puerta Madrid'e döndüğünde ilk gizli olmaktan çıkıp, iktidarın mıştı. Bir duş alıp yemeğe çıkma del Sol'u işaretledim. Buralann buluşmasını bir haziran gunü bumerkezileşmesitopluma dağıtıl dan kentin gezmek istediğim yer birer ad olmaları dışındayazınsal rada, çeşmenin sularıyla ıslanan ması eksenine göre belirlenen si lerini planda işaretledim. Ertesi çağrışımları da önemlıydi benim aslanların önündeki bu serin kahyasi kanatlardan ikincisinin tanı gün tspanya alanına gidecektim için. Puerto del Sol'a ilk Nâzım vede vermişti. Sonra Castellana mı olmaya doğru kayıyor. Eğer önce. Orada, piramide benzer çir Hikmet'in bir şiirinde rastlamış caddesi boyunca da yürümeliyöyleyse, Cafe Rosa'ya gelen genç kin gökdelenin altındaki parkta tım: "Kar yağıyor / ve sen böyle dim. Juan Goytisolo'nun anılalerin çoğu yine de "solda" kah Cervantes elinde bir kitap tutu 'No pasaran' deyip / Madrid ka rında söz ettiği ağaçların altından yorlar demektir. 68 kalıntısı abi yordu. Kitabın kahramanlan ya pısına dikilmeden önce / herhal geçip bir terasta oturmak için. Yaleri ve ablaları, buralardan çıkıp zarın ayaklarının dibindeydiler. de vardın. / Ne bileyim / meselâ zar, büyük grev dalgasının tüm giderken yanlarında sadece, ken Don Kişot sivri sakalı ve sarkık / Astorya kömür ocaklarından tspanya'yı sardığı 196^ yılında di tanımladıkları "solculuk"u bıyıklanyla atınm üzerinde yor gelmiş olabilirsin. / Belki alnın Franco polisinin köşe bucak araalıp goturdüler. Çünku Cafe Ro gundu. Yorgun ama inançlı. Yel da kanlı bir sargı vardır ki / ku dığı Federico Sanchez'e bu kahsa'nın yeni mudavimlerinden bir değirmenlerine saldırmadan önce zeyde aldığın yara>ı saklamakta ve tejaslarından birinde rastlamışkısmı, Rosa Luxemburg'u tanı mızrağını elinde tartıyordu. Ya dır. / (...) Belki Puerta del Sol' tı. Kimbiu'r ben de, gizli komünist madıklan halde polisle çatışmaya nında seyisi Sanço Panço vardı. da küçük bir dükkânın vardı / partisi artık yasallaştığına göre, Biri atının, ötekiyse eşeğinin üze renkli tspanyol yemişleri satar uçakta bana gülümseyen o kıvırdevam ediyorlar. cık saçlı sanşın kadına rastlardun belki. solum araç. Feridun'un arabasmı şuradan bir çıkarıp yakamı arapsaçma dönmüş bu trafikten kurtarabilsem, Nobel almış gibi olacağım. Kaç gündür İstanbul trafîğindeyim. Sağım Şuradan çıkabilsem DOGAN ABALIOGLU İSTANBUL "Söylediğini kendi de çok begenmiş olmalı ki durmadan yineliyordu" der Dostoyevski. Ben de bir kez değindinı, bu ikincisi, ama geçen gün Er • kanla köprüden karşıya geçerken,: nedense Bogaz'ı yönlendirmek aklıma düştü. Biz iki yakayı Anado lu, Rumelı diye adlandırmışız. Su yolları; sağına soğan, soluna sanmsak takmadan akış yönüne dönüp saptanıyor. Yani Boğaz'ın çeşitli alt akıntılarına boş verip Ust düzeyine baktığımızda; Avrupa yakası sağ, Asya kesimi sol oluyor. Acaba bundan mıdır ki parababalan asırlardır yedi tepe üzerine bağdaş kurup oturmuşlar dersiniz? tstanbul'dayım. Bu sözcüğü kişi ağzına aldığında Orhan Vctfyi anmadan edemiyor. Nedim'den Yahya Kemal'e kadar her ozanımıza esin kaynağı olmuş bu kent trafik anarşisi içinde. Asıl bu konu için aylardan birini seçip 12'ncı günü darbe yapılamaz mı? 10 yılın dolmasına şurada ne kadar kaldı ki? Feridun sağ olsun, arabasını verdi. Oraya buraya gidip, sözüm ona işlerimi çözümlüyorum. Ancak hiçbir yere zamanında varamıyorum. Isviçre'deki alışkanlığımı sürdürmek istemem korkunç bir strese neden oluyor. Normal düzenimde çok içmediğim halde burada sigaranın birini söndürüyor, diğerini yakıyorum. Araçtaki küllük kaçına kez doldu, boşaldı. Neyse ki buluşacağım kişiler sonsuz hoşgörü içindeler. 1 saat (60 dakika) geciktiğim yerlerde bile, "Af dilemenize gerek yok, olur böyle şeyler, burası İstanbul" diye karşılanıyorum. 30'lu yıllann başında General Motors ve Good Year'in satın aldıklan "Los Angeles tramvay idaresi" aklıma geliyor. Hemen ertesi yıl sökümüne başlarmşlar. "Kiiçnk Amcrika" olmanın yolu rayları kaldırmakla eşanlamlı herhalde. Yapacaklanmın ne kadannı tamamlayıp döneceğimi şimdiden kestirmeme olanak yok. Söz verip de gidemediğim, bu nedenle telefon bile etmediğim dostlardan özür dilerim, beni bağışlasınlar. Çoğunlukla kaldığım yöredeki tarudıklan aradıra. Ataköy'de açılan çarşıyı meslek yönünden görmek istedim, ama bu bana Zürih'e gitmekten daha zor geldi. Hani kahvaltıya çağıranlara akşam yemeğine ulaşmak gibi bir düşünceye kapıldım, vazgectim. Ancak bir çabam var. Feridunun arabasını; Avrupa'da, yani Boğaz'ın sağındaki diğer ülkelerde ehliyetlerinin kesinkes alınacağını söyleyebilecegim sürücülerin katkısıyla daha da arapsaçına dönüşen bu trafikten sağ salim çıkanr, çarpmadan, çizmeden bırakabilir, bunu başarabilirsem Nobel almış kadar sevineceğim. Telefonda beklemek MadricVden Amerikah 9 neyle övünür'i Amerikalıların "rüzgârlı" ya da "ikinci" şehir olarak andıklan Chicago'nun sakinleri şunlarla övünür: En yüksek binalar, tersine akan ilk nehir, en çok Polonyalı, en sevilen beyzbol takımı, en büyük caz festivali... ŞEBNEM ATİYAS CHİCAGO "Üzerine silah çevirirlerse, sen onlara top göslereceksin, üzerine beş adamla gelirlerse sen geri yirmi adamla gideceksin". Al Capone'lu içk; yasağı yılları Chicagosu'nun yasaları değişti mi değişmedi mi bilinmiyor. Ama Chicago'da hâlâ o yıllara ait anılarla karşılaşmak mümkün. Dünyanın en yüksek binası Sears Tower'ın bir sokak önünde Chicago'nun işlek caddelerinden biri olan La Salle'de "otelsadece erkeklere" ilanı bu anılardan biri örneğin. İlanı fark eden Amerikalılar büyük bir meraka kapılıp "Bu da nereden çıktı?" diye resepsiyonu soru yağmuruna tutuyorlar, ama verilen tek cevap, "otelde sadece erkek müşteri tercih edildiği"nden öteye geçmiyor. Olur ya... Amerikalıların "rüzgârlı" ya da "ikinci şehir" diye andıklan Chicago'da yediden yetmişe herkes mimari hakkında fikir sahibi. Gölün kıyısında, New York'la yanşan bir estetikle dizilen birbirinden güzel binalara bakan Chicagolular kendilerini mimari estetiğin detaylı tartışmalarına kaptırıveriyorlar bir anda. Rüzgârlı şehrin özellikleri dışarlıklılara şu sıra ile anlatılıyor: a) Dünyanın en yüksek binalan Chicago'dadır. b) Dünyada tersine akan ilk nehir Chicago'dadır. Chicagolular mimari olayıru öyle abartmışlar ki, 1900 yılında inanılrnaz bir teknikle Chicago Irmağı'nm akışını tersine çevirmişler, şimdi övünçle ters akmakta olan ırmağı herkese gösterıp doğaya hâkim olmakla övünüyorlar. Yine aynı şekilde Chicago'nun Saint Patrick gunünde ırmağı, Irlanda'nın yeşiline boyayan tek şehir olması ile de övünüyorlar. En yüksek blna Oünyanın en yüksek binası Sears Tower ın sokağından yoruma açık bir göruntu... kımı Chicago Cups'tır. iığı için adından söz edilen Illi tığını izleyebilmekte. e) ABD'nin bir numaralı hara nois Valisi James Thompson, ABD'nin ilk siyah belediye burgercisi McDonalds'ın merkezi Paris'teki Georges Pompidou başkanına sahip olan Chicago, Chicago'dadır. Kültür Merkezi'ni andıran eya her zaman politikanın bir güney f) Dünyanın en buyuk bedava let binasından şöyle bahsediyor: sıcaklığında devam ettiği bir şecaz festivali Chicago'dadır. "Bu bina mimaride kendi başı hir. Butun rüzgârına rağmen na bir şe> ifade etmektedir. Bu 1968'deki demokratik kurultayg) Dünyada ilk kez posta ile ısamacla yapılmıştır." Silindiı da yaşananlar, ABD'nin direnen marlanan satış işi, Montgomery gençliğinin geçmişteki kahraWard 1892de Chicago'da kıırul cam gökdelenin en ilginç yanı, manlık hikâyesinin en onemlisineresinde olursanız olun, bütün muştur. Bövlece hızlı ve zahmetni oluşturuyor. O zamanın Belesiz lükctim olayının sağlam le katları ve odaları rahatça göre diye Başkanı Dail>, kurultayın bilmenin mümkün olması. Kısamelleri Chicago'da atılmıştır. cası "mahremiyet ve özel onunde gosteri yapan gençlere c) Varşova dışında dünyanın Bir dahaki seçimlerde Cumhu mekân" anlayışmı tümuyle yıkan karşı polisi goz yaşartıcı bomba en kalabalık Polonyalı nüfusuna riyetçi Parti'nin iddialı bir ada bir iç estetiğe sahip. Asansör de ve silah kullanmaya teşvik edınsahip şehri Chicago'dur. yı olacağı söylentileri dolaşan, dahil binanın içinde herkes nere ce, kanlı Chicago protestoları d) En çok sevilen beyzbol ta son seçimlerde başkan yardımcı de, kimin olduğunu ve neler yap gerçekleşmiş. Yıınan TV'sinin gözü her yerde STELYO BERBERAKİS ATİNA Yunanistan da diğer Avrupa ulkeleri gibi, geçen ekim ayı sonlanndan bu yana artık bütün dünyayı TV ekranlanndan seyredebiliyor.. Yunanistan'ın radyo ve televizyon kurumu ekim ayı başlarında aldığı "yıldınm" bir karardan sonra yine aynı yıldınm hızıyla Atina'nın biri Hymmetus diğeri Parnitha Dağı'na birer uydu alıcısı yerleştirdi ve tam iki hafta içinde dünya televizyon yayınlannı Yunanlıların TV ekranlarına getirdi. Atinalılar şimdi ltalyan RAI, Amerikan CNN, Alman Sat1, Ingiliz Süper Channel, TV 5, SKY ve Sovyet Horizon televizyonlannın yayınlannı seyredebiliyor.. Atina'dan once Selanik ve Yannena kentlerinde, belediye başkanlarımn aldıkları önculükle uydu yayınma geçilmişti.. Atina'da kurulan iki dev alıcıdan sonra şimdi birkaç bölge haricinde, bütün Yunanistan'da uydu TV seyredilebiliyor. Üstelik hiçbir ek ucret ödemeksizin.. TV meraklılarının yapması gereken tek şey, ortalama 80 bin lira ödeyerek ek bir anten satın almak ve bu anteni Yunan TV kanallannı alan antene "aşılamak" sonra TV başına oturup kanallan aramak.. Ve "Gel keyfim gel" diyerek sabahın erken saatlerine kadar istediğin dilde istediğin renkte ve ölçüde doya doya TV seyretmek.. Ancak Yunan Televizyonu'nun her iki kanalının, uydu TV'ye geçtikten bu yana programlarıru kaliteleştirme çabasında olduğu da gözleniyor. Gerçi Yunanistan'da rerek "Diğerlerinde ne var?" sorusunu sormadan yapamıyor.. İşte Yunan TV'sinin ileri gelenleri, "Batı'dan gelen bu tehdidi" savmak amacıyla kendi milli kanallannın programlannı daha kaliteli yapma uğraşısını gösteriyor. Dizi filmleri dahacanlı, "esprili" yapılıyor.. "Yunan Televizyonu'nun uydu TV yayınına hiçbir ucret almadan başlaması tak Atina'dan Atina'da kurulan iki dev alıcıdan sonra şimdi birkaç bölge haricinde bütün Yunanistan'da uydu TV seyredilebiliyor. Üstelik hiçbir ek ücret ödemeksizin. TV meraklılarının yapması gereken tek şey, 80 bin lira ödeyerek ek anten 1 satın almak ve Yunan TV kanallarının antenine 'aşılamak . yabancı dil bilenlerin sayısı o kadar yüksek değil.. Atina, Selanik, Patras, Pire gibi büyük kentlerin dışında kalan yerlerde lise öğrencileri dışında Ingilizceyi ya da Almancayı anlayanların sayısı yok denecek kadar az.. Ama merak bu ya.. Ekim ayı sonundan bu yana TV izleyicilerinin yuzde 99'u günde mutlaka yedisekiz kez kanal değiştedirle karşılanırken, kimine göre de "Yunan TV'si kendi kazdığı çukura kendi diişecek".. Çünkü, Yunan TV'si bu yeni edindiği "davetsiz 67 kanallık misafirleri ile" kalmayacak, 13 yeni kanal ı daha Yunan TV ekranlarına getirecek.. Bu arada uydu TV'lerine rekabet yapmak amacıyla Yunanistan'da da tez zamanda özel TV istasyonlarının kurulmasına izin veril mesi bekleniyor.. Yunanistan iki yıl once ozel radyo istasyonlanna yayın izni vermeye başladı.. Bu iki yıl içinde devlet radyolarının programları eskiye oranla oldukça düzeldi.. Yani daha kaliteli programlara, bilumum tabuları kırarcasına yeni bir doneme geçildi.. Bu arada oze| radyoların da hakkını yememek lazım.. Özel radyoların, haber bültenlerinin, devlet radyosunun haber bultenlerinden daha ayrıntılı ve renkli olduğu kuşkusuz.. Müzik eğlence programları ve yarışma saatleri ise oldukça ilgi çekiyor.. Yalnız Atina'da şu anda 50'den fazla özel radyo yayın yapıyor.. Ama TV için izin verilmesi o kadar kolay olmayacak.. Çunkü Yunanlılar şimdi uydu TV programlannı seyredebiliyor ama çoğunluğu tek bir kelime anlamıyor.. Spor programları dışında... Ancak ozel TV yayınları Yunanca yapılacağından, devlet denetimi altındaki TV'nin her iki kanahnı da zor duruma sokacak.. Yunan TV'si bu gelişmeler karşısında 3. kanalını da hazırlarken, Yunan TV'sini seyredebilen 5 milyona yakın Ege sakini Türk de ek bir UHV anteni takarak istediği programı izleyebilecek.. Jean Monnet (18881979), özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan sonra, Fransa ile Batı Almanya arasında bir daha savaş olmaması amacıyla komür, demir ve çelik üretim ve dağıtımım tek elde toplayan "Avrupa Kömür ve Çelik Biriiği"nin başındayken bugünkü AT'nin temelini atmıştı. Avrupa Topluluğu yöriünde ilk toplantı 710 Mayıs 1948'de Lahey'de yapılmış ve Türkiye'den de bir tek gazeteci Ahmet Emin Yalman katılmıştı. Yunanistan dahi, iç savaşa doğru sürüklendiği ve tam bir karmaşa yaşadığı sırada toplantıya 15 kişilik seçme bir heyet yollamıştı. Yalman, "Avrupa'nın emniyeli ve içtimai terakkisini temin etmek üzere azami süratte bir Avrupa Birligi kunılması zaruridir. Bütün Avrupa memleketlerinin hükümranlık haklanndan bir kısmını bu birliğe devretmeleri ve bu haklann, müşterek maksatlar uğruna kullanılması zamanı gelmiştir" diyordu. AT'nin bu 1948 ruhunu surdür"Biraz gezelim mi?" dedim. meye çalıştığı, o tarihte konuya "Kenti gezmek ister rnisin?" •E>et ' dedi Brett. "Madrid'i soğuk ve ilgisiz bakan lngiltere'görmedim. Görmeliyim Mad nin de yine aynı tutumu sürdürdüğu görulüyor. rid'i." Kültür bakanıyla randevum saat ondaydı. Erkenden kalkmış, iki dirhem bir çekirdek giyinip kahvaltımı ettikten sonra soruları gözden geçiriyordum ki telefon çaldı: "Alo! Bay Gürsel'le mi konuşuyorum?" "Evet benim, buyrun!" "Bakan çok özür diliyor, bu sabahki randevunuzu iptal etmek zorunda kaldı. tngiltere Kraliçesi'ne Prado'yu gezdirecek!" Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. "İyi ama ben onunla bu röportaj için ta Paris'ten kalkıp geldim!" "Bngün bir başka randevu vermek için mutlaka arayacak sizi. Bizzat kendisi telefon edecek. Otelden aynlmayuı lütfen!" Sessizce kapandı telefon. Çaresizdim. Dışanda Madrid, uğultusu odama dek gelen bir duş kentti artık. Alanlar, geniş caddeler, müzelerle taş yapılar, Castellana'da güneşli bir kahvenin terasında beni bekleyen sanşın kadın... Tümü silindi hayalimden. Giysilerimi çıkarmadan kendiırü yatağa bıraktım. Öğlene dek öylece, hiçbir şey düşünmeden, hiçbir şey ummadan bekledim. Telefon çalmadı. Bu uzak kentte bir karabasan mı yaşıyordum yoksa! Ne geçmişi ne de geleceği olmayan bir garip yolcu, bir yabancı mıydım! Şato'dan haber mi bekliyordum Kafka'nın romanındaki gibi! Sahi, duvara asılı eski bir tablo muydum, ben neydim? Yok, bir Tüık yazanydım işte. Dağıruk bir otel odasında kentin görmediğim yapılannı, guneşli ve kalabalık alanlarıru, gece sokaklarda sanşın bir kadınla beraberliğımi duşleyerek telefonun çalmasını, Semprun'un dost sesinin ozur dileyerek "Öğleden sonra gelemez misiniz, Kraliçe> i size veglemek zonındayım!" demesini beküyordum. Yanımda getirdiğim Hemingway'in "Güneş de Doğar"ım açtım, orasından burasından gelişigüzel okumaya başladım. Paris, içki, dostluklar ve aşklar. Sonra İspanya, otel odaları, kadınlar, boğalann kent sokaklarına salınışı, yakıcı guneş altında ölüm. Evet olum. Birden " M a d r i d ' d e Ölmek" filmındeki o korkunç sahne canlandı gözümde. Yıkılmış kenti, junkerslerin ezip geçtiği insanları, İspanya'nın "bir kanlı gül" olduğu yılları düşündüm. A , ş ve kan yıllarını... Hemingway romanda, İç Savaş'tan sonra yeniden geliyordu tspanya'ya. Daha doğrusu, yazarın tüm özelliklerini taşıyan roman kahramanlanndan Jake, onu bırakıp giden sevgilisi Bretl'in peşinden Madrid'e geliyordu. Romanın sonunda bir otelde buluşup sevişiyorlardı, eski gunlerdeki gibi: Londra'dan Avrupa'nın 'habasr' EDİP ÖYMEN LONDRA Avrupa Topluluğu'nun "babası" Fransız devlet adamı Jean Monnet'nin 100. doğum yıldönümu törenine tngiltere Başbakaru Margaret Thatchcr katılmadı. lngiltere'nin Avrupa Topluluğu'nda adeta "zoraki ve mecburen" yer alıyormuş şeklindeki tutumuna karşıhk, Paris'te düzenlenen törende Batı Almanya Başbakanı Helmnt Kohl, tspanya Başbakanı Felipe Gonzales, Yunanistan ve Portekiz Cumhurbaşkanlan, diğer üye ülkelerin başbakanları ve lngiltere'yi 1973'te AT üyesi yapan tngiltere eski Başbakanı Edward Heath hazır bulundular. AT'ye "uzak durmaya çalışan" tngiltere, devlet bakanı düzeyinde temsil edildi. Törende, 9 yıl önce ölen Monnet'nin külleri, Fransız büyüklerinin gömülü olduğu "Pantheon"a nakledildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle