19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/8 21 NİSAN 1987 Prof. Yalçım Islamda reform gerekmezErikten Karnı Ağrıyanlar... MUSTAFA EKMEKÇİ 1 Aydınlar Ocağı harekelinin başından itibaren önemli bir yere sahip olan ve bu harekete aktifolarak katılan Profesör Yalçın, Profesör Kafesoğlu'nun ölümünden sonra tstanbul Aydınlar Ocağı Başkanlığı yapmaktadır. Profesör Yalçın ile Türklslam sentezi ve Aydınlar Ocağı üzerine yapılan söyleşiyi sunuyoruz. Türklslam sentezi, özellikle sizin derneğiniz tarafından geliştirilen ve savunulan bir göriiş. Bu sentez yeni bir şey midir, yoksa 1000 sene önce ortaya çıkan toplumsal oluşuma bir geri döBiişü mii içermektedir? SÜLEYMAN YALÇIN Hadisenin, kendi şahsımızda, hayatımızda, çevredeki arkadaşlarımızda özellikle Avrupa'da ya da Amerika'da yaşarken karşılaştığımız yönü çok açık. Bunu, yani söz konusu sentezi duyuyoruz, yaşıyoruz. Türklerin Müslüman oluşu 1200 senelik bir tarihe dayanıyor. Büyük cihan devletlerinin kuruluşuna baktığımızda, Büyük Selçuklular'da, Anadolu Selçuklulan'nda, Osmanlı Imparatorluğu'nda hep aynı olayı, aynı inancı görüyorıız. Osmanlının teokratik ve katı bir devlet olmadığı açık. Sonra cumhuriyet gelmiş, laik cumhuriyeti kurmuşuz. Laik cumhuriyeti kunıncaya kadar geçen, özellikle Müslüman Osmanh tmparatorluğu'ndan vatanın kurtanlması için, devletin tesisi için sarfedilen gayretlerin Türklük şuunınun, lslam inancının ve vatan toprağının tnukaddesliğinin Türklüğü meydana getirdiğini görüyoruz. Kurtuluş Savaşı sırasında Bitlis'ten, Mardin'den, Diyarbekir'den gelen insanlar "Gavuru kovmaya gidiyonız" diyorlardı. Yani Müslüman olmayan ve bu vatanın dışında olan zihniyeti kovmak söz konusuydu. Mehmet Akif, İslamcı düşüncedeydi; Ziya Gökalp ise 'ben Türküm, dinim, cinsim uludur' düşüncesindeydi. Biz bunu müşahede ettik ve söylediğim gibi Türkün, dinini kaybettiği zaman, inancını kaybettiği zaman kaybolduğunu biliyoruz. Bunun tarihte çok örneği var. Bir Türkün, inanmasa bile, milletimin imanıdır diye dine hürmet etmesi gerek ve eğer bu hürmet olmazsa Türklük çok zarar görüyor. Yani Türktslam sentezi yeni bir arayış değil, eskiye ddnttş oluyor. SÜLEYMAN YALÇIN Evet, eskiye dönüş oluyor, 1000 yıluk tarihin yoluna girmek oluyor. Derneğiniz tarafından geliştirilen sentez görüşüne göre milli irade, milli kültüriin türevi oluyor. Yani milli kıiliur. milli iradeyi belirlemiş oluyor. Şimdi iilkede çoğunluk olan bir harekel kalkıp, sizin tanımladıgıntz milli kültürden farklı bir tanım yapsa, milli irade sayılabilir mi? SÜLEYMAN YALÇIN ö n c e milli kelimesi üzerinde mutabakata varmak lazım. 55 milyon insanın 2628 milyonu böyle istedi diye milli kavramı üzerindeki mutabakat değişebilir rni? Bu mutabakat üzerinde, ölmüş, artık toprağın altına girmiş milyonlarca Türkün söz hakkı yok mu? 1200 senelik tslamTürk tarihi içinde ortaya çıkmış bir çizgi var. Tarihimiz içinden gelen ana çizgi dışındaki görüşleri, inançlan miUi kültür politikası içinde mütalaa etmek kabil değildir. Çoğulcu demokrasiden yanayız ve her türlü fikre hürmetkânz. Fikirleri ve bu fikirleri savunan insanları tahkir edici düşünce ve davranışta bulunmak, bugün yaşayan bir insan için affedilecek bir tutum değildir. Ama ben ille Türkiye'yi bir ideolojiye oturtacağım diyenlerin demokrasi içinde itibar görmesi mümkündür. Milli kültürün içinde itibar görmesi farklıdır. Batıda Hıristiyan demokratlar var, sosyalistler var, marksistler var ve kendi aralarında kavgalar ediyorlar. Bize göre Türkiye'deki gerçek sosyalistler veya sosyal dengeleri en ideal şekle getirmek isteyenler Türkün inanç dünyasına ters düşmüyorlarsa, elbette makbul kişilerdir. Ama Türkün inanç dünyasına ters düşen, 1200 senede geliştirdiği sanat ve kültür değerlerini kökünden yıkacak hareketlere karşıyız. Bakın Rusya'ya, bir ihtilal yapayım dedi ve 35 sene tuttu, sonra tutmadı; şimdi tekrar geriye dönüş yaptı, yani birtakım değerlere sahip çıkmak zorunda kaldı. Efendim, son milli mutabakat belgesinde ilginç bir ifade var, faiz kurumunun çağdaşlaştınlmasından söz ediyorsunuz. Halbuki diğer taraftan da Islamda reform olmaz, ilahi bir mükemmeliyet vardır diyorsunuz. Acaba bir çelişki mi söz konusu? Köy Enstitüleri'nin neden kapandığını, Kuy Enstitülü oğretm«n arkadaşım Durmuş Demiray şu fıkrayla anlattı: "Taşkentfi Nafiz Caner, Sazaklı Mustafa'ya aralarında çoğu erik olan fideleh vermiş: Mustafa, al bunları benim bahçeye dik! demiş." Bahçe de, Taşkent'in yakımndaki Boscas diye bir yer var, oradaytnış. Durmuş Demiray anlatıyor: "Mustafa, fîdanlan almış, Boscas'a gitmiş, ficte dikmek için kazmış, her şevi yapmış, ancak fıOelen dikmemiş, oradaki öuvann üzerine bmtkıp aynlmış. Nafiz Caner, ertesi gün, 'Şu fidelere bir bakayim" diys bahçeye gitmiş, ne görsün, fidehr duvann üstünde öylece duruyor. Nafiz, fideieh dikmiş, birkaç gün sonra karşılaştığı Sazaklı Mustafa'ya: Yav Mustafa demiş, fideleri niye dikmedin! Onların çoğu erik fıdesiydi ağabey, demiş Mustafa, erik benim kamımı ağntır, eriği sevmem!" Fıkra burada bıtiyor. Köy Enstitüleri de bazılannın karnını ağrıttığından mı ne, kapandı gitti işte. Fıkrayı, Durmuş Demiray'dan Kbnya'da dinledim, "ffnisan" toplantısında Toplantı Şahin Sineması'ndaydı. SMP il Başkanlığı ile, Emekli öğretmenler Demeği düzenlemişterdi. Ankara'dan, SHP MKYK üyesi Fikr&t Ûnlü, Köy Enstitüsu eski müdürlerinden Şevket Gedikoğlu, bir de ben katılmıştık. SHP'nin bırçok yerde, 17 nisan kutlamalanna öncülük etmesi, çok iyi bir davranıştı. Konya'da, 1979'lardan beri bir kutlama olmamış. Şahin Sineması salonunun yansı boştu. Baltonda kimsecikler yokiu Buncağız kalabalığı da toplayabilmek için çok uğraşmışlar. İl Başkanı Recai Ersoy, iyi bir sonuç alamayacağını görünce, eşi Dr. Cumhur Erso/a: Bu 17 nisan kuttamasından vazgeçeceğiz, kimseyi bulamıyoruz! demiş. Olmaz, demiş Cumhur Hanım, bu işe ginştinrz, başarmalıaımz! Son Köy Enstitülü Mehmet Köse, tüm eski Köy Enstitülüleri dolaşmış. Gelmelerini söylemiş. Dr. Cumhur Ersoy'un babası Mehmet Ali Akademir, Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nde oğretmenlik yapmış, çevirileri varmış eğitim üstüne. Içimden, "Koy Enstitülü babanın kızına etkisiolmuşdemekf diyegeçirdim. "FuarLokantası'ndaakşamyemeğinde birçok okurta yüz yüze gelıp konuştum. Eleştirilerim dinledim. Şahin Sineması'ndaki toplantıda, açış konuşmasını SHP il Başkanı Recai Ersoy yaptı, Rauf inan'm da kutlama mesajını okudu. SHP il Sekreteri Mesut İzgili, emekli ilköğretim Müfettişi Osman Durmuş, emekli öğretmen Bahattin Alıcıgüzel, Mehmet Köse, Konya ekibi olarak tonuştular önce. Sonra, Şevfcet Gedikoğlu, F'tkret Ünlü konuştu. Tam karşıdaki locayı, görevli polisler tutmuşlar. harıl hanl not alıyorlardı. Yolda Fikret Ünlü anlattı, Köy Enstitüleri, ilköğretmen okullarına dönüstürüldükten sonra da, kolay kolay uygulamalar değışmemiş. Uygulama bahçeleri, uygulama okulları, meyve bahçeleri öytece dururmuş. Kapatmışlar kurumları, ama yapılanları ne yapsınlar? Tutmak zorunda kalmıştar. Pazarören'de, ılk yapılanlarm çoğu terk edilmiş, kumes olmuş oralar da. Enstitülerin kuruluşunda inönü'nün buyuk payı, etkisi var. Anlatacağım olayı Hasan Ali Yücel, Tonguç'a, Tonguç da, Rauf inan'a anlatmış. 1930'lu yıllann sonunda, Trakya manevralarından dönen İnönü, Hasan Ali Yücel'e şöyle demiş: Manevmlar sırasınde gördüm ben, birçok yeni silahlar var ki, okumuş erier istiyor. Biz aslında köylü çocuklannı başka nedenierie okutmalrysz ya, bu silahlan öğrenip kullanabtlmek için ryi eğitim görmek gemk. Eğitmen projesi de iyi sonuç verdi. Sen bana aceie bir proje hazırta. Aradan birkaç ay geçtikten sonra Hasan Ali'ye sorar: Ne oidu hazırlayacağın proje? Hasan Ali karşılık verir: Paşam, harp çıktı! Ne demek harp çıktı? Bir Kere biz harpte değiliz, girmedik. Girsek bile bu projeyi savsaklamayıp gerçekieştireceğız. Aylardan şubat, yıl 1940, İnönü Yücel'e Sakarya savaşlarına ilişkin bir anısını da anlatır o ara: Sakarya Savaşında yaralılardan bazılannı Bohı'da okullara yatırmışlardı. Hemen önledim bunu, 'Başka yere kaldırın yaralıları, çocuklar okuyacak!' dedim. inönü gerek Köy Enstitüleri, gerekse teknik öğretim girişimterini savaşyılları içinde yapar. Partı, tek parti dönemi de olunca, Milli Şef'in çıkmasını istediği yasa kolayhkla çıkar Meclisten, yürürlüğe konur. Köy Enstitülerı Kuruluş Yasası, 17 Nisan 1940'ta çıkar. Tartışmalara baktım da Meclis tutanaklannda konuyu anlayan pek az gibi. O birleşimde, Meclis Başkanı Semsettin Günaltay'dtr. Oncelik ve ivedilikle göruşülmesi benımsenir tasarının. Kazım Karabekir, tasarıyı destekler görünür ama, sözlerinin sonunda, "köylü", "sehirii" aynmı yapılmamasını da ister. Köy Enstitüleri tasarısı Meclisin 426 üyesirvden 278'inin oytarıyta benimsenir. Çekimser yok ama, Meclis Cıyelerinden 148'i gelmemiş, oy vermemiştir. Oylamaya katılmayantar arasında Adnan Menderes, Celal Bayar, Fuat Köprülü,fahyaKemal Beyatlı da var. Hasan Ali Yücel'in, Mecliste kulisçılikte hiçde acemi olmadığını gosterir örnekler var. Özel idare bütçesınden yuzde 2 oranında yoksul çocuklara para aynlmasına Faik Öztrak karşıydı. Hasan Ali, Faik öztrak'ın, o zaman Ankara'dakı liselerden birinde okuduğunu öğrendiği bir yeğeni de vardı. Yeğen sorun bir çocuktu. Hasan Ali, lisenin müdurünu bulur, Meclise getirir, şöyle der. Aman, Meclisin giriş kapısında dur, Faik öztrak gelince onu lata tuti Az sonra Faik öztrak sökün eder. Mudürü görünce, yeğeninden açar. Müdür konuşur, o konusur. Derken Faik Öztrak'ın usuna o gün görüşulecek yasa tasarısı gelir. Tam aynlacağı sırada Hasan Ali'yi görür. Hasan Ali güler, "Biz adamı böyle uyuturuz aslanımV gibisine bir işaret yapıp geçer. Köy Enstitüleri, egemen güçlerce aslında kuruluşundan attı yıl sonra çoktan kapatılmış, dibine dan ekilmiştir. Daha kuruluşundan üç yıl sonra, 1943'te Eskişehir Mılletvekili Abidin Potuoğlu, kendisinin Sivrihisar'da büyük toprakları vardı, şöyle demişti: Bunlar yetiştıkleh zaman, bizim kafamızı keserteri Rasat Semsettin Sırer de galiba Tonguç'a şöyle demiş: Sen bunlan (köylüleri) okutuyorsun, ama sonra başımıza iş çıkarmastnlari Kapanışa yakın söytentiler, dedikodular yoğunlaşır. Bunlar çok uzundur. Gerçekte Köy Enstituten, onu kuran CHP'nin iktidannda, yine onun ödünleriyle yozlaşır. CHP'nin sağcı kanadıyla DP'lıler işbirliği yaparlar. Demokrat Parti iktidarınm 1954'te yaptığı sadece kapanışı yasallaştırmak olur ikinci perde, birincisine göre çok daha kısa sürer. Mecliste fazla tartışma biie olmaz. Köy Enstitüleri adı, ilköğretmen okuluna dönüşur. öğretmen okullarının "Öğretmen Use/eri"ne dönuşmesi de, Mustafa Ustündağ'm bakanlıöı dönemindedir. Köy Enstitüsu uygulamasının yarıda kalması ismet İnönü'nün acı duyduğu olayların başında gelir... Aydınlar Ocağı Başkanı, faiz hariç dini inanç zincirinin akli ve ilmi verilerle değiştirilmesine karşı AMÜVRA NOTLARI Prof. Yalçın "Tarihimizden gelen ana çizginin" izinde Suleyman Yalçın kimdin Faiz sorunui Prof. Yalçın, lslamda faiz yasağınm altının değer kaybetmediği dönemde konduğunu belirterek şöyle diyor; "Son milli mutabakat belgemizde kastedilen husus, faizi hlamiyetle bağdaşır hale getirmek. lslam bankacılığı gibi. Bu istikamette bir gelişme başladı. Nitekim şimdi faizsiz îslam bankacılığına geçmeye hazırlanan bir banka var. İş Bankası'nda da birtakım hazırlıklann yapıldığını duyuyoruz..." SÜLEYMAN YALÇIN Dinde reform deyince, dinin düşünce ve inanç zincirini bugünkü akli ve ilmi veriler ile değiştirmek anlaşılmalıdır. Bu anlamda Islamiyetin reforma ihtiyacı olmadığı açıkür, bizim bir reform girişiminde bulunmamız söz konusu değildir. Ancak faiz için tartışılan bir nokta var. Faiz yasağı, paranın altın olduğu devirde konmuş ve altın değer kaybetmediği için faize gerek yok. Ama şimdi durum değişik, bugünkü 1000 liranın alış değeri 2 sene sonra 1/3 ya da 2/3 düşüyor. Bu durumdan dolayı Müslüman bilim adamlan, birlikte oturup bir çözüm bulmahdır deniyor. Bu, sizin anladtğınız veya söylemek istediğiniz manadaki bir reform değildir. Son milli mutabakat belgemizde kastedilen husus faizi İslamiyetle bağdaşır hale getirmek. lslam bankacılığı gibi. Bu istikamette bir gelişme başladı ve Türkiye'de de bu gelişme izleniyor. Nitekim şimdi faizsiz, lslam bankacılığına geçmeye hazırlanan bir banka var. Iş Bankası'nda da birtakım hazırlıklann yapıldığını duyuyoruz. Aydınlar Ocağı Başkanı Profesör Türk sağırun önde gelen aydmlarından ve halen Aydınlar Ocağı Başkanlığı görevini yürüten Profesör Süleyman Yalçın. 1926 yıhnda Çanakkale'de doğmuştur. 1950 yılında İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitiren Profesör Yalçın, 1 yıl sonra aynı fakültede asistan olmuş ve başarıh bir mesleki çizgi sürdürerek iç hastalıkları dalında ihtisas yaptıktan sonra patoloji dalında doçentliğini almış ve 1968 yıhnda profesörlüğe atanımştır. Bu arada 196466 ve 197073 yıllannda ABD'de çeşitli üniversitelerde çalışmalar yapan Profesör Yalçın, özellikle karaciğer hastalıkları üzerinde uzmanlaşmıştır. Halen Patoloji Biüm Dalı Başkanlığı görevini yürütmekte olan Profesör Yalçın'ın çok sayıda bilimsel yaymı bulunmaktadır. SCRECEK Milli Kültür Raporu'nda yer alan Türklslam sentezi görüşleri inanca dayanmayan bilimsel çalişmayı reddediyor 'Dinsiz ilim, hıyanettir' 3 Türklslam sentezinin yanılgılan büyük ölçüde Ocağın tarih felsefesinden kaynaklanıyor. Tarih ilmini değişmenin, kalkınmanın ve gelişmenin ilmi olarak görme, 18. ve 19. yüzyıllann tarih anlayışını yansıtmaktadır. Tarih, topluma ait bütün olaylarla ilgilenen, olguİarı inceleyen bilimlerin bileşkesi ve bilincidir. Bu yüzden bir kez yapılan (yaşanan) tarih, her çağda yeniden yazılır ve yorumlanır. Türk tarihinin bölünmezliği, evrensel bir dünya tarihi çerçevesine oturtulmalıdır. Zamanmekândan, olup bitenlerden soyutlanmış bir milli tarih, milli gerçeklerin görülmesini zorlaştırır. Milli övüncü sağlarken, güvenci sarsar. Böyle durumlarda da yapılan, yazılan ve okutulan tarihlerin bilincine varılamaz. Tarih sürekli olarak yeniden yapılmalı, yazılmalı ve yorumlanmah ki, kişiler geçmişle bugünün ilişkisini kursunlar, milli kimliklerini yenilesinler. Kimliklerini bilsinler. Tarih felsefesi ve bilinci açısından milli eksikliğimizi Prof. Mehmet Kaplan (1983) güzel dile getiriyor: "Tarih bizi üç medeniyet arasında bir terkibe (senteze) zorluyor. Fakat biz bugün bunun nasıl olacağını bilmiyoruz. Herkes terkibe giren bir unsura önem verirken ötekini yok farzediyor." Türklslam Sentezi BOZKURTGÜVENÇ, GENCAYŞAYLAN, İLHAN TEKELİ, ŞERAFETTİN TURAN Din ile ilim arasında çatışma olmadığı savı aldatmacadır. Buradaki ilim, bilim ve fen değil, kutsal kitaplardaki hakîmane bilgiler, din felsefesidir. Aslında inanca (imana) dayalı din ile şüpheye (sorgulamaya) dayalı bilim arasında doğal ve kaçınılmaz bir çelişki vardır. Bu çelişkiyi aşmak önce onun varhğını kabul etmekle mümkün olabilir. Din ve bilim arasında gerçekten çelişki yoksa eğer, Miüi Kültür Raporu, bilim ve fen adamlanm neden dolayı "din ve iman düşmanlığı" ile suçluyor? Kendinden farklı düşünen herkesi "dindevlet, milletiffet düşmanlığı" ile suçlamak ne uzlaşmaz bir nülliyetçiliktir? Aynca, kadastro haritalan bile yapılmamış bir ülkede yapılması önerilen din haritalannın ne amaçla kullanılacağı sorusu son derece düşündürücüdür. Önerilen din haritası bir mezhep kavgasuıdan başka neye yarayabilir ki?.. Refahı yükseltmenin ve çağdaş uygarlık düze>'ine erişmenin yolu, sentezcilere göre, sanayüeşmekten geçmektedir. Bu doğmdur. Ancak sanayileşmenin kültür temelleri konusunda sentezciler, bilimsel ve tarihçi görüşlere değil, dinci, maneviyatçı ve mukaddesatçı fikirlere öncelik vererek; sanayileşmiş Batının kültür temellerini din ve ahlakta buluyorlar. A YDINLAR OCAĞI'NINMADDİ DESTEĞ1: ÜYE OLMA YANLAR Gtnel Sekreter Metin Eris, Aydınlar Ocağı dergisinin mart sayısındaki yazısmda faaliyetlerini bâsanyla sürdürmelerine katkıda bulunan herkese ve üyelere tesekkür ederken şöyle diyor: "Hatta üye olmamakla beraber Aydınlar Ocağı'nın her ricasına evet diyerek maddi desteklerini esirgemeyen gönül dostlan ve dostlarm büyüyen halkasuun çahsma ve hizmete hazır olma şevki asü sebep ve güç kaynağıdır." Savunulan milletin tüm kültür varlığı lslam ile belirlenince, amaçlanan sentezin Türk boyutunda "ihtida etmiş" (ya da ettirihniş) Türkçeden başka ne kalıyor? Türkİslam sentezi yandaşlarının Türkçe yerine, sentezin ürünü olan Osmanlıca üzerinde ısrarla durması, ulusun milletten farklı bir varlık olduğunu kabul etmemekte direnmesi, hatta ulus sözcüğünün yasaklanması nasıl açıklanabilir? Bundan dolayı değil midir ki imparatorluk egemenliğinden kurtulan çoğu cemaatler, ulusal birliğin temelini, dinde değil, dilde bulmuşlardır. Çağdaş Batı uluslan, din birliği geleneğinden doğmuş dil birlikleridir. Türkler de ulusal varlıklarını dinleriyle değil dilleri ile korumuşlardır. Öyleyse milli kültürün dine değil, dile dayalı olması gerekir. Oysa Türklslam sentezi din ve ahlak üzerine kurulmaktadır. Aydınlar Ocağı'nın UEylüVe ideolojik armağanı Ulus sözcüğü bile yasahlantyor: Türklslam sentezi yandaşlarının Türkçe yerine sentezin ürünü olan Osmanlıca üzerinde ısrarla durması, ulusun milletten farklı bir varlık olduğunu kabul etmemekte direnmesi, hatta ulus sözcüğünün yasaklanması nasıl açıklanabilir? Kaplan'ın görüşü doğru, fakat eksiktir. Ocakçılar Batı kültürünü salt teknoloji alanına indirgerken, Türklerden önceki Anadolu kültürlerini gündeme bile getirmiyorlar. Dolayısıyla şu soru açıkta kalıyor: Türklerden önce bir Anadolu kültürü yok idiyse, Ön Asya'da önce Müslümanlaştınlan, sonra TUrkteştirilen unsurlar hangileridir? "Milli mutabakat" (1986) çağrısı, Türklslam sentezine bir Batı boyutu ekliyor. Ancak Türktslamın değişmezliğine karşıhk Batının değişkenliği vurgulanıyor. Japonya'nın Batıdan yalnız bilim ve teknoloji aldığı inancı, şayet maksatlı bir yanıltma değilse, çok büyük bir yanılgıya yol açıyor. ÇALISANLAR1N SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL Milletulus ikilemi Milleti millet yapan öz, Türkİslam sentezine göre, milletin kültürüdür. Milliyetçilik, milli kültürü sürdürme çabasıdır. Bu, yanıltıcı bir görüştür. Çağdaş anlamda millet (nation), bir inanç ve din cemaati değil, laik bir toplum, siyasi bir birlik, yani ulustur. Atatürk, ulusun laik ve sivil kimliğini milletin dini ve cemi karakterinden ayrı tutmaya çahşmışu. Şu son yıllarda ulusun bırakılıp millete dönülmesi, milliyetçi ideolojiye uygun ise de ulusçuluğa ters düşen bir hareket olmuştur. Çünkü Arapça "milla"dan gelen millet, yapı ve işlevleriyle ulustan farklı bir oluştur. Milliyetçilik gibi ulusçuluk da milletten "Bu iki ödeneği de kestiler" Soru Bir ortaokuldı ögretmen iken 1982 ydında 2/3 maaşl» ıçıga •lındım. Halen açığını siınnektedir. Maaşımın yanıoda bana ödenen sosyal yanumlardan her gelen mutemet ve okul idaresi ayn uygulama yaptı. Bu konuda yapbgım başvurulara da bir türlü vnoıl alamadım. Geçmiş dönemlerde y»n ödeme ve eğitim tazminatından 2/3 oranında yararlaanordum. Şimdi ise bu iki odenegi de kestiler. Ben bu durumda eğitim ve öğretim tazminaU ile yan ödemelerden yararianabilir miyim? H.Y. YANIT: Devlet Memurlan Yasasının 164. maddesi uyannca: "Memurlara aylıkları her ayın başında peşin ödenir. Emekliye avrılma ve ölüm hallerinde o a>a ait peşin ödenen aylık, geri alınmaz!' . 2377 sayılı "ögretmenlere Eğitim ve öğreüm Tazminaü Odenmesi Hakkında Kanun"un 2. maddesi gereğince de "Eğitim ve öğretiro Tazminatı"nın gene aylıklar gibi "her ayın başında ve peşin" olarak odenmesi öngörülmüştür. Sayıştay Genel Kunılunun 12.12.1983 tarihli ve 4312/2 sayıh karannda uygulamamn nasıl yapılacağı açık ve seçik olarak belirlenmiştir. " (...) 657 sayılı yasada, ayhgın esas itibarıyla hızmetin karşıhğı olduğu ilkesi benimsenmiş: ancak, aynı yasanın değişik 141'inci maddesinde, görcvden uzaklaştınlan, görevi ile ilgili olsun veya olmasın herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına ahnan memurlann ayhklan, bu hallerüı özelliğı dikkate alınıp istisnai bir şekilde düzenlenerek aybklarının üçte ikisinin odenmesi öngörülmüş: Anılan Bakanlar Kurulu kararında da, zam ve tazminaüarın ödenmesınde ve bunlara hak kazanmada aylıga ilişkin hükümlenn uygulanacağı belirtilmiş bulunduğuna göre, bu süre içinde iş güçlüğü, is riski, temininde güçlük zammı ile mali sorumluluk taznünaumn üçte ikisinin odenmesi gerektnektedir. (...) SONUÇ: Görevden uzaklaştınlan, görevi ile ilgili olsun veya olmasın herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına ahnan memurlara, bu süre içinde, iç güçlüğü, iş riski, temininde güçlük zammı ve mali sorumluluk tazminatının üçte ikisinin odenmesi gerektigine çoğunlukla: özel hizmet tazminaıımn da aynı şekilde odenmesi lazım geldiğine oybirliğiyle karar verildi!' Devlet Memurları Yasasının "K1SIMVl"da yer alan "Sosyal Haklar ve Yardımlar"dan biri olan "yakacak yardımı"na ilişkin Sayıştay Genel Kurulunun 3.5.1985 tarih ve 4388/1 sayılı kararı da şöyledir: "Görevden uzaklaştınlan, görevi ile ilgili olsun veya olmasın herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alman memurlara yakacak yardımının Yakacak Yönetmeliğinin 3'üncü maddesinde yer alan düzenleme dikkate ahnmaksızjn cam olarak odenmesi gerektigine karar verildi!' Dini öz ve kültürel biçim Türkİslam semezcilerine göre din kültürün özü, kültür ise dinin formudur. (Milli Kültür Raporu s. 514) Bu açık seçik beyanla, plan boyunca ne tür bir cevher ya da değer olduğu merak edilen özün İslamiyet olduğu gerçeği, nihayet açığa vurulmuş olmaktadır. Türkİslam sentezi önerisine göre Atatürk, bu gerçeği gördüğü için Öğretim Birliği Kamınu ile dini okula sokmuş, MGK ise aynı gerekçe ile din derslerini mecburi hale getirmişti. Plancılara göre, yurdumuzdaki tefekkürsüzlük, din kultürünün yokluğundan kaynaklanıyor. Dinin, milli birlik telkin eden bir terbiye verdiği görüşünü savunan sentezciler, bilim öncülerini din ve ahlak düşmanlığı ile suçlamaktadırlar: "Ansiklopedistler, pozitivistler, siyantistler, (bilimcilerscientists), Marksistler, evrimciler, Freudcu psikolog ve hekimler, din ve ahlak düşmanıdırlar." O kadar ki: Dinsiz ilim felakettir, hıyanettir. Din ile ilim arasında asla çelişki ve çatışma yoktur. Oysa, ülkede bir dinahlak bunalımı oiduğuna göre, bir kültür (dinahlak) planlamasına gerek vardır. Ülkeyi Kaplan'ın "büyük Türkiye" rüyasmda gördüğü "modern Velî" tipi kurtaracaktır. Ülkemizde din adamı (yetiştirrne) geleneği olmadığma göre insanlarımızı dindar yapacak milli eğitim devrimi, dinahlak bunalımını da kökten çözecektir. İşe bir din haritasından başlanabilir. Din, kültürün özü, kültür de dinin formu ise, Türkİslam sentezinin milli kültür taslağında Türke (Türklere ve Türklüğe) ne kalıyor, sorusu akla gelecektir. Mustafa Kemal'in dinin mekteplerde öğrenilmesi ile ilgili sözleri, hilafetin kaldınlmâsından ve medreselerin kapatılmasından önce 1923 yıhnda İzmir'de söylenmişti. Mustafa Kemal öğretimi birleştirirken, din öğretimini okulİann dışında tutmuştu. Öyleyse mecburi din dersleri öğretimin birliği kanununa (en azından kanunun ruhuna) uygun değildir. Yakınılan düşünce sığlığının yalnızca din kultürünün yokluğundan ileri geldiği görüşü nasıl savunulur? Din bir tefekkür kültürü değil, iman ve inanç öğretisidir. İslam tefekkürü imanla sınırlıdır. Başkaldtrtna ve Batt kültürü: Bugünkü sanayikent medeniyetinin temeli, din ve ahlak değil, dinlerin dünya ve insan görüşüne başkaldıran karşı düşünceler ve devrimler olmuştur. Bütün bunlar hür aklın, yerleşik inançlara, güçlü din ve ahlak kurallanna başkaldırmasıydı. Ne var ki, din ve ahlakla yükselen Batı, bugün artık maddeci felsefenin etkisiyle çökmeye yüz tutmuştur. Öyleyse, ülkemizde girişilen kalkınma hareketinin kültürel temeli, din ve ahlak, din ve milli şuur (bilinç) olmalıdır. Kalkınma planlan din ile ilmi, mana ile bedeni dengede tutmalı, ahenk içinde birlikte yürütmelidir. Denge ve ahenge kimsenin bir diyeceği olmazsa da, bu önermede önemli bir yanılma ve saptırma bulunduğunu sanıyoruz. Bugünkü sanayikent medeniyetlerinin temeli, din ve ahlak değil, dinlerin dünya ve insan görüşüne başkaldıran karşı düşünceler ve devrimler olmuştur. Hemen her ülke bu büyük dönüşüme bir şeyler katmış, ondan etkilenmiş ve ortak temeller üstüne bir şeyler inşa etmiştir. Örnek olarak, İtalyan sanatında Rönesans, Alman dininde Reform, İngiliz ekonomisinde sanayi devrimine yol açan buhar makinesi, Fransız Devrimi'nin tohumlannı atan aydınlanma (ışık) çağı vb. gibi. Bütün bunlar hür aklın, yerleşik inançlara, güçlü din ve ahlak kurumlarına başkaldırmasıydı. Din ve ahlak, Batı kultürünün temeli değil, olsa olsa engeli olmuştur. Din ve ahlak, yalnız bilimsel devrimlere, tarihe değil, ulusçuluğa ve her türlü yenileşme hareketine de karşı çıkmıştır. Türk Kurtuluş Hareketi, halife ve şeyhül islamın dediği ile değil, kurulu din ve ahlak düzenine karşı savaşarak zafere ulaştı. Cumhuriyeti kuran, yıkılan Osmanh devleti değil, (ulusçuluk anlamında) milliyetçilik akımıydı. Bu anlamda Türkler, kendi kurduklan Osmanh yönetiminden kurtulan son ulus olmuştur. Özetle, çağdaş Batının kültür temelleri, devrimciliğe ve ulusçuluğa dayanır, dine, ahlaka ve dini ahlaka değil! Raporu'na göre dinin milli birlik telkin eden terbiyesini bozan din ve ahlak düşmanları şöyle sıralanıyor: Ansiklopedistler, pozitivistler, siyantistler (bilimciler), Marksistler, evrimciler, Freudçu psikolog ve hekimler. doğar, fakat hedefi milleti sakınma değil, ulusu yaratmaktır. Bu anlamdaki ulus, doğal bir cemiyet tarzı olmadığı gibi geleneksel de değildir. Ulus, Endüstri Devrimi ile Fransız Devrimi'nin ortak çocuğu olarak dünyaya gelen, imparatoriukların zayıflamasıyla gelişen, laik bir siyasi birlik toplumudur. Millet, ortak bir milli (dini) kültüre dayandığı halde, ulusçuluk, kendi ulusal kültürünü yaratır. Milliyetçilik geçmişi savunurken, ulusçuluk, ulusu (geleceği) yaratır. Ulusçuluk temelde devrimci, milliyetçilik ise koruyucudur. Tarih ve felsefe araştırmalan, çağdaş uluslann ulusçuluk hareketinden doğduğu görüşünü doğruluyor. Gerçi ulusçular da bir "ulusal kültür"den söz ederler, ama bu, geçmişin milli kültürü değil, geleceğin ulusal kültürüdür. Sorunun nıhu buradadır. E. Renan'ın ulus tanımma karsı çıkan milliyetçileTİmiz, "aym kültür"ü paylaşan her cemiyeti millet olarak tanımlıyorlar. Oysa tarihi anlamıyla millet: Aynı dini (Islamı), aynı (lslam) devleti yönetiminde ve lslam medeniyet dairesi içinde paylaşan topluluktur. "Dini cemaat olarak tanımlanan millet, Osmanh döneminde, yalnız tslamdan gayri azınlıklar için kullamlmıştır:1 Din ve ahlale düşmanlart: Milli Kültür StRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle