Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER mi yalmz bizde değil, bütün dünyada geçerli olmuştur ve olmaktadır. Peki sonuç? Sonuç genellikle ilkinin "akıla', ikincinin "sezgici" sayılması biçiminde ortaya çıkıyor. Ama bu tanının doğnı olduğu çok su götürür. Belli bir açıdan bakarsanız asıl Dostoyevski "akılcı" çıkmaktadır. Çünkü onun romanlarında tartışma çok açık olarak verilir. Felsefe dergisinin ekim 87 sayısında çıkan Dostoyevski'nin Mirası" ve "Dostoyevski'nin Sanatsal Düşüncesi" başlıklannı taşıyan iki çeviri yazı, merak edenler için, bu konuda düşündurücü savlan içeriyor. Bunlardan Boris S. Meylah'ın yazısından, önce şu tümceyi almayı yararlı buluyorum: "Bu dunımda Dostoyevski'nin sezgici ya da* akılcı olup olmadıgı tartışmalarının, sanatsal dirşiincesindeki gerçek özgunlıigü görmezlikten geldiği sonucuna varabiliriz." Elbette öyle, bir romancının akılcı ya da sezgici diye tanımlanması girişimleri, konuyu basite indirmekten, başka bir deyişle, kolaycüığa düşkün olanları rahat ettirmekten başka bir işe yaramaz. A. Gide de Dostoyevski için Dostoyevski Fransa'da daha yeni yeni tanındığında yukardakilere benzer bir yafta ortaya atıldığından yakınmıştı. Ne imiş, Dostoyevski'yi "Acı çekme dini" diye tammlayabilirmişiz... Boyle bir yafta ancak tembelleri rahat ettirir. Bir kez bu tanıma bağlandık mı, artık o büyük yazarın defterini dürduk demektir. Bu konu açıldığında söyleyiveririz o sözü, biter gider. Oysa hiç bir yazar böylesi kısa tanılarla çözümlenemez. Bir yazarı bütünü ile ele aldığımızda, gözden kaçırmamamız gereken ilk ölçüt, o yazann neyi gerçekleştirmek istediği ve bunda n£ kadar başanlı olabildiğidir. Puşkin'in dediğj gibi, bir yazar kendisi tarafından benimsenen yasalara göre değerlendirilmelidir. Bunu bir ilke olarak almalıyız. Bu açıdan bakıldığında, bütün büyük yazarlann kendileriyle yaman bir kavga, bir savaşım içinde bulundukları anlaşıhr. Bu bir bunalımdır. Bu bunalım, olumlamalarla yatsımalar arasındaki sürekli çatışmadan kaynaklanır. Karamazof Kardeşler romanının kahramanlanndan Alyoşa'nın düştüğü bir durum bunu açıkça gösterir. Oynarken bir tazıyı ayağından yaraladığı için general tarafından peşine av köpekleri saldırtılan ve annesinin gözü önünde köpeklerce parçalanan bir çocuğun oyküsüdür bu. Tannyı yatsıyan lvan Karamazof bu öyküyü anlattıktan sonra kardeşi keşiş Alyoşa'ya, bu generale ne yapılması gerektiğini sorar. Alyoşa, Incil'in çok büyük değer verilen dogmasına ters düşen şu yanıtı verir: "Kurşuna dizmeli". Gerçek te Dostoyevski'nin sıkıntısıdır bu. Onda inanç ve yatsıma, kutsal kitap ve tanrısızlık, iyilik ve kötülük, kötülüğün savunusu ile cezalandınlması birbirini kovalar. Imdi, iki romancıyı karşılaştınrken, kendi beğenimizi ölçüt olarak alırsak, yazann kendisi tarafından benimsefuniş yasalara boş vermiş duruma düşeriz. Oysa bu yasalar her yazara göre değişmektedir. Ozgünlüğün kaynağı da buradadır. Eğer bütün yazarlar için tek bir ölçüt bulunsaydı, özgünlükten söz edemezdik. Bu yüzden de sanat birbirini yineleyen sözüm ona yapıtlarla dolup taşardı. Hiç mi yeğleyemeyeceğiz? Hiç mi seçemeyeceğiz? Hayır, onu söylemek istemiyorum. Ama bizim yeğlememiz, seçmemiz için, yazın olsun, öteki sanatlar olsun, özgün yaratıcılan içermelidir. Böylece biz, "Onu değil, bunu" diye bir yeğlemede bulunduğumuzda kendi özgürlüğumüzü seçmişiz demek olur. Başka bir deyişle, özgünluklerdir bizim özgürlüğumüzü yaratan. Buracıkta şunu da söylemeden geçmeyeyim; yazann çatışkılı durumuna benzer bir durum içindedir okur, Alyoşa'nınkine benzer çelişkilere düşer, bu yüzden kimi gün bu yazarla, kimi gün şu yazarla doygunluğa erdiğini sanır. Yazarlannı, ozanlannı seçmiş olanlar da bu süreçten geçmişlerdir. Yeğleme onların belli bir dönemlerini, bir kararlı durumlannı açığa vurur. Böylece de onlar kişiliklerinin ağırlığı ile bizi yeniden düşünmeğe iterler, yaşamımız sona ermeden bize en yakın yaratıcıyı arayıp bulmamıza yön vermiş olurlar. Ne var ki, hiç de kolay değildir bu, bütün özgünlükleri bir bir denemeye zorlar bizi. Dahası da var, bir yazan yalnızca bir kez okumakla kalmamalıyız, eskiden tanıyıp kapattığımız sanatçılara, yaratıcılara yeniden yaklaştığımızda, bakarsınız ki yeni tatlar, yeni düşünler bulmuşuzdur onlarda, çünku yaşımız ilerledikçe biz de değişmişizdir. Bir şeyi unuttuk; bir sanatçıyı yeğleme, ille o türdeki öteki büyük sanatçılan yatsıma anlamına gelmez, gelmemelidir, olsa olsa kişüiğimizi tanıtlama çabamızı gösterir bu. 27 KASIM 1987 ce ile Söz Arasında MELİH CEVDET ANDAY Sabahattin Eyüboğlu, Yahya Kemal'i Ahmet Haşim'e yeğlerdi, hatta yeğlemekle kalmaz, Ahmet Haşim'e dudak bükerdi. Bir gün Sabahattin Batur'un da bulunduğu bir konuşmamızda bu yaklaşunım açıkça ortaya koymuştu; ben Ahmet Haşim'in, Bir kuş düşünür bu bahçelerde Altun tüyü sonbahara uygun dizelerini okuyunca (Haşim bu şiirini bitirmemiştir) "tşte bir o var" demekle yetinmişti. Ya ben bu iki ozanımızdan hangisini yepyordum? Bu sorunun yanıtını bugüne kadar verememişimdir, ikisini de severim, ikisi de şiirimizde kendilerine özgü sağlam yerler edinmişlerdir. Çağdaş Türk şiiri seçkilerinin hep bu iki ozanla başlaması da bunu göstermeğe yeter sanınm. Benzemezler birbirlerine, Yahya kemal'in şiiri, bizim çok önemli sayılması gereken birtakım kültür sorunlanmızdan kaynaklanır, bir tartışmadır; tarihimizin, uygarlığımızın biçimlenmesinde belli bir öneriyi, belli bir estetiği temsil eder. Bu estetiği iyice yorumlamadan onun şiirlerinin tadına varmak, o şiiri tam olarak anlamak nerdeyse olanaksızdır. Ama bu şiir, bir düşünsel temelin nazma çevrilmesi demek değildir; daha çok, düşüncenin duyguya dönüştürülmesi anlamına gelir. Bunu kendisi de söylemiştir. Daha doğrusu, bu şiir bize büyük bir düşün yükü ile gelir. Yahya Kemal şiirinin, Ahmet Haşim şiirinden daha çok tartışılmış olması da bundandır. Ahmet Haşim'i ise okursunuz ve susarsınız.O sizden bir açıklama beklemez, bir şiirle karşı karşıyasınızdır, o kadar, tadını tadar ve susarsmız. Bu ayrım, birini ötekine yeğlemeğe olanak bırakmaz bence, öylesine başka başka ozanlardır bunlar. Ahmet Haşim bir odakta durmuştur, orada boyuna sözünü arar. Onda "güller kanar", "kanlı bülbüller dalda alev gibi durur", "sular yanar", "havalar kızıldır", "süvari kan rengindedir..." "Kırmızı" uğruna çalışır, sanki izlenimci bir ressamdır o. Felsefeci Nusret Hızır, roman konusu açddığında, özellikle genç yazarlara, Tolstoy'u mu, yoksa Dostoyevski'yi mi yeğlediklerini sorardı ve karşısındakinde bir kararsızhk gördü mü, "Biliyorum, Dostoyevski'yi seçeceksiniz" derdi, sonrada eklemeden duramazdı, "Ben Tolstoy'u yeğlerim". Onun bu yaklaşımını hep mantıkçüığına vermişimdir. Çünkü Tolstoy'da olaylar belli bir mantığın çözümlenmesinden geçer, daha önemlisi, onun kişileri genellikle normaldirler, bizi şaşırtmazlar, yazgılannı yaşarlar ve eylemlerinde mantık dışı değillerdir. Buna karşıük Dostoyevski'nin romanlan, bir bakıma ruh hastası diyebileceğimiz kişilerle doludur, çoğu rahatsızdır, inanç bunahmı içindedir, başkaldırı ve pişmanlık onlarda iç içe girmiş durumdadır. Bu rahatsızhk ve bunalım dosdoğru Dostoyevski'den kaynaklanmıştır. Bu yazann Batı Avrupa romanını bunca etkilemiş olmasmın nedenini sanınm burada aramak gerekir. Freud Avnıpası idi çünkü. Ben Tolstoy ile Dostoyevski'den birini ötekine yeğlemeği bir türlü başaramamışımdır ve bundan ötürü de üzülmemişimdir. Ben de bir gün Nusret Hızır'a, "Beethoven'in Kreutzer Sonatını mı, yoksa Tolstoy'un bu addaki romanını mı daha çok beğendiğini soracak oldum ve beklediğim yanıtı almakta gecikmedim, "Biri müzik, öteki roman; bunlar karşılaştınlamazlar k i ! " Bu yanıta hazıruklı idim, " t ş t e " dedim, "tıpkı bunun gibi, Tolstoy ile Dostoyevski de karşüaştınlamaz." Çünkü bunlann ikisinin de romancı olması, böyle bir ölçüştürme için yeterli değildir. Konuyu başka sanatlara, diyelim resme uyguladığumzda da birtakım zorluklarla karşılaşacağızdır. Artık burada kişisel beğenimiz dışında bir ölçüt, nesnel bir ölçüt bulunamaz kanısındayun. Kjşiliğini bulmuş, kendine özgü yerini kurmuş iki ressamdan, iki romancıdan, iki ozandan birini yeğlemekte elbette özgürüzdür, ama özgürlüğüm ancak benim mizacımı gösterir, nesnel bir yargı içermez. Tolstoy'un, Shakespeare'i beğenmemesi de böyle açıklanabilir. Tolstoy ile Dostoyevski'yi karşılaştırma girişi PENCERE Bin Yıllık Sonınun Bin Yıllık Yanıtı... Zaman tüneline girdim, İkinci Dünya Savaşı öncesinde yaşayan Hindistan'a indim. O sırada bütün dünya Londra'nın ustalığına parmak ısırıyprdu. Sen kalk, 400 bin İngilizle 400 milyon Hintliyi evire çevire yönet, iliğine kadar sömür... Nasıl oluyordu bu? Pis bir meydanda uğuldayan kalabalık pazarın bir köşesinde yılan oynatan Hintli'yi gözüme kestirdim; masalların adamı, her sorunun yanıtını bilirdi. Sordum: Nasıl oluyor da 400 bin ingiliz 400 milyon Hintli'yi yönetiyor? Sırrı nedir? Yılan oynatan sihirbaz, bin yıllık soruyu bin yıllık yanıtla karşıladı: Bölüyor, yönetiyor. Neden bölünüyorsunuz? Bilinçsizlikten... • Uçan halıya bindim, günümüzde yaşayan Güney Afrika Cumhuriyeti'nde indim. Siyahlar meydanlarda eyleme geçryor, çocuklar, kadınlar kurşunlanıyor, bir avuç beyaz, bir sürü siyahı tepeliyordu. Güney Afrika'nın altınlarını ve elmaslarını, varını yogunu sömüre somüre doymamıştı beyaz adam... Dar bir sokakta, kıvırcık saçları bembeyaz, kara suratı çizgi çizgi bir büyücüye rastladım. Yürürken dans ediycr, dualar mırıldanıyordu. Sordum: Nasıl oluyor da 4 milyon beyaz, 20 milyon siyahı evire çevire yönetip sömürüyor. Siyah büyücü de bin yıllık soruya bin yıllık yanıtla açıklık getirdi: Bölüyor, yönetiyor. . Peki, neden bölünüyorsunuz? Bilinçsizlikten... * Uyandım... Düş görmüşüm. Yıkandım, traş oldum, gazeteye geldim, bir solcu dostla buluşacaktım. Geldi. Laf lafı açtı; dedim ki: Bir düş gördüm... Hayırdır inşallah!.. Düşümü anlattım. Güldü. İnsanlığın binlerce yıllık gerçeğini hangi dürtü bilinçaltından gelen bir uyarıya dönüştürerek rüyalaştırmıştı? Solcu dostum bilgili insandı; sömürünün, emperyalizmin, kapitalizmin tarihinden somut örneklerle k'ıtlelerin nasıl bölünüp yönetildiğini anlatıyor; artık bu tür bilgilerin çocuklara öğretildiğini dile getiriyordu. Gerçekten dünyanın çoğu yerinde, öğretim sürecindeki gençler dünya tarihini okurlarken kendilerine bilinç aşılanıyordu. Çünkü "böl ve yönef'in ne demek olduğunu bilmeyen insan, tarihi anlayamaz. Ya günümüzü anlayabilir mi? Bugün cuma, yarın cumartesi, öbür gün pazar ve 29 kasım seçimleri yapılacak... Herkes biliyor ki bu genel seçim kısrtlıdır, yasaklıdır, her şey iktidar Dartisi içindir. Türkiye'deki güdümlü çok partili rejimin patronajı Amerika'ya bağlıdır. Vaşington'un da niyeti açık: ANAP'ı beş yıl daha iktidarda tutmak istiyor. Bu tuzağı bozabılecek tek güç var' Sol kesimde biîinçlenf.f, miş halk kitleleri!.. Gazetelerdeki bütün anketler gösteriyor ki sol bölünmeden oy kullanabilirse, ANAP iktidarının sonunu getirecek, solun iktidarına yol açacak.. Ama sol bölünüyor. Rüya değil, gerçek!.. Bile bile lades!.. Kör kör parmağım gözüme sol bölünüyor. Bölünme kardeşım, bölünme.. Türkiye'nin yazgısı senin elindedir; ne olur bölünme ki binlerce yıldan beri tarihte ve , günümüzde Türkiye'de oynanmak Istenen oyun bozulsun. EVET/HAHR Kesin aday listeleri açıklartdı. Yurttaş olarak görevimiz, karşımıza çıkanlan milletvekili adaylarını hiç değilse oy vereceğimiz bolgeninkileri teker teker incelemektir. Pazar günü mahallemizdeki seçim sandığına gideceğiz dikkat edin, o partinin adaylanna değil bir partiye oyumuzu vereceğiz. İlk kez böyle bir şey oluyor. Oy pusulalarında adayların adları yazılmayacak, yalnızca parti simgeleri bulunacak. Oysa iktidarda olsun, muhalefette olsun, insanlardır görev yüklenen, sorumluluk alan. Seçmenlerin büyük bölümü hangi adayiara oy verdiklerini bilemeyecekler! Bu elbette ki yanlıştır. Seçmen, bölgesinden milletvekili seçmek istediği insanı tanımak, onun nrteliklerini öğrenmek, o güne dek neler yaptığını bilmek ister. Değeriendirme böyle yapılır. Ama 87 Kasım seçiminde kişilerden çok partilerdir ağır basan... Partilerin programlarını okumuş mudur seçmenler? Hayır. Nerde bulup okusun? Ben bile ANAP'ın seçim programını zorlukla buldum. Devtet sım gibi saklıyor iktidar partisi seçim bildirgesini! Gazeteciler bile ANAP'ın halka neler sunduğunu, neler getireceğini bilemedikten, öğrenemedikten sonra, halk ne yapsın? ANAP adlı örgüt, hiçbir zaman gerçek bir siyasal kuruluş, gerçek parti olamadı ki! Genel Başkan Özal'ın söyledikleridir program! Bir 'çağ etlamak^r gidiyor. Nasıl atlanır çağ, hem ne demektir 'çağ atlamak?' Halkımızın çok büyük bölümü, gündelik yaşam savaşında büsbütün ezilmemek, yok olmamak için direniyor. Kesin aday listeleri açıklandı. Sabırla sonuna dek izledim. Ne çok mühendis var, şaştım. Yalmz ANAP'ta değil, muhalefet partileri de mühendis adaylarla dolu... Geçmiş yılları düşündüm, Atatürk, inönu dönemlerini... Mühendis bulmak bir sorundu. Birinci, ikinci, üçüncü ve daha sonraki dönemlerin TBMM'lerinde arayın bulun bakahm mühendisleri! Sayıları ne kadardır, görün. Mühendisler mi yalmz, iktisatçılar, işletmeciler, türlü alanlarda uzmanlık kazanmış kişiler de yoktu cumhuriyetdöneminin ilk meclislerinde... Bakıyorum, adayların çok büyük bölümü yükseköğrenimden geçmiş... Politika yasamımızın düzeyi, eski dönemlere göre çok, ama çok yükselmiş sayılmaz mı artık! Yükseköğrenimden geçmek kişiyi olgunlaştınr, doğru düşünmeyi öğretir, içinde yaşadfğı toplumun gerçeklerini daha iyi anlamasını sağlar, dolayısıyla da politikaya soyunan yükseköğrenimli kişi, halkımn, ülkesinin sorunlarının çözümlenmesinde en doğru, en yararlı yolları arar bulur. Bilimin aydınlığına yücelmiş kişilerin oluşturduğu bir pariamentodan da halka yararlı işler, davramşlar beklenir. Öyle ama, son partamentoda tanığı okJuğumuz işler, olaylar bunu yalanlıyor. Anayasamn önleyici maddesine karşın bir partiden ötekine, ötekinden berikine geçenler, önceki Meclistekilerdekinden daha çoktu. MDP'den ANAP'a, derken DYP'ye, SHP'ye, ordan da DSP'ye, bir daha başka partiye geçerek rekorlar kitabına adını yazdıracak politikacılarımızı hep tanıyoruz. Pazar günü halkımızın karşısına çıkıp oy isteyen kişiler arasında böyle köse kapmacacılar pek çok. HP'den seçilip, bu partinin en hızlı sözcüsü kesilmış, amaşimdi yıllarca saldırdığı partiden kontenjan adaylığı koparmışlar mı istersiniz; yine Haikçı Parti'den seçilip soluğu DYP listesinde alanlar mı? Kişi, niye şu ya da bu partiye girer, ordan aday olur? O partinin ilkelerine, amaçlanna inandığından... Öyle olmalı, ama bizde tam tersi! Mecliste bir sandalye edinsinler, yeter onlara... Unuturlar bir süre önce en ağır sözlerte meydanlarda, hatta Meclis kürsüsünde suçladıktannı... Şimdi onlara bir sandalye koparmak olasılığını düne kadar karşısında oldukları parti vermiştir, artık bir dertleri kalmamıstırl Aday adlannı radyodan dinlerken Burdur'u bekledim. Bakalım yine krtapsız Prof. Çelikbaş'ın adı geçecek mi diye! Evet, Çelikbaş yine Burdur adayı! 1950'de DP'dendi, sonra Hürriyet Partisi'negeçti, 1957'de bu partiden seçildi; 1961'de CHP'den, daha sonra sanınm Güven Partisi'nden, en sonra da ANAP : tan... Bu kadar renkli bir politikacı, dünyada az bulunur! 1951'de Halkevterinin kapatılmasına yol açan DP'li bakan olduğunu da anımsatmakta yarar var! Ah, seçmen yurttaşlar, bu tür kişilere niye hak ettikleri cezayı vermezler! Niye, durmaksızın ordan oraya geçen ca politikacıları mimlemezler, onlara oytarım esirgeyerek he ni bildirmezler? Seçmenlik önemli bir görevdir. Otuz yıfdır | litika sahnesinde sandalyesini korumaktan başka bir amaç gütmeyen, topluma da, seçmenlerine de hiçbir yararı olmayan kişi leri ne zaman saf dışı edecek Türk seçmeni? Evet, seçmen olmak, oyunu en iyiye, en yararlıya verebilmek büyük bir sorumluluk işidir. Türk seçmeni şimdi bu yaşamsal görevie yeniden karşı karşıya... ACIBİRKAYIP Merhum Husamettin ve Nadire Şaylan'ın kızı, merhum Işık, öner ve Cemile Şaylan'ın kızkardeşleri, Nahide Bengi'nin yeğeni, Attila, Babür ve Ali Şaylan'ın halalan, Neriman ve Semra Şaylan'ın görümcesi, merhum Sabri ve merhume Güldane Gündüz'ün gelini, Fatma Biberci, Ncnnin Demirezen ve Rahmi Gündüz'ün yengesi ve Nami Gündüz'ün sevgili eşi SUPRAPHON DİSKOTÜR FONEKS İ5brlıgı SicittO D jıtai Doluy Systerr Kayöed /"ış Klasık Batı Muzıgı Kasetlerınm ilk serısı Seçmenleri Bekleyen Görev... AKBAL DNORAK Cl l IOCONCI RIO l \ I! \1IM)R RACHNUNINOY C \RI. ORFF C \ R \ 1 I W Bl R \ \ \ PI\NO tONC I R1O Vı2 BKKTHON E \ \I()I IV CONCI R7O BKKTHOVEN Pl \ \ O CüNCI.RTO "LMP1 ROR' BRL CHMENDELSSOHN CONCl R K ) IN G MINOR ( ONCf RTO IN fc MINOR BİLGE GÜNDÜZ (ŞAYLAN) 24.11.1987 günü aramızdan aynlmıştır. Cenazesi 27.11.1987 (Cüma) günü öğle namazından sonra Erenköy Galip Paşa Camii'nden kaldırılacak ve Karacaahmet Mezarlığı'nda toprağa verilecektir. AİLESİ Genel Dagıtım ISTMODERN PLAK 522 71 06 ANKADA VAYINCİLİK 132 42 72 TUYAP FUARi YENIDUNYA STANOINDA Türkiye'nin geleceği için elele Uzmanlaşan emeğe, artan iş olanaklanna, güvenlik ve refaha... ,^ \ PARTİSİ BtLSAK'TA BUGÜN 19.00 Klasik Türk Müziği Konseri: TÜRKSAZ MUSİKİStNDEN SAYFALAR Ruhi AYANGİR (KanunSantur) Fikret KARAKAYA ı (Kemençe) Mutlu TORUN (Ut) GÖRSEL SANAT ATÖLYELERİ Mehmet GÜLERYÜZ'le resim çalışmaları. 10.00 CafeFuaye Yerli basın, çay, kahve, hafif içkiler. 17.00 CafeBar GitarVokal 18.00 Jazz RestaurantBar önder FocanŞafak Dörtlüsü BİLSAK Soğancı Sokak 7 CİHANGİR 143 28 79 143 28 99 I Ülkemiz hızlı bir endiistrikşme sürecinde... Yatınmlcır hızla artıyor, yeni iş olanaklan açılıyor... 2000'lerde ileri teknolojiyi değerlendirelim. Barajlanmızı, köprülerimizi, konutlarımızı ellerimizle çoğaltmanın, insanca yaşamanın keyfini çıkaralım... Türkeyi'nin geleceğini, gelin birlikte yarutahm... SE0ME 2 GÜN KALOI SEÇKALMAK İSTBltYORSiüllZ BUKİTABI M TURKER SOYATA TURKİYE YAZARLAR SENDİKASI KÜLTÜR VE SANAT GÜNLERİ: 2 KONU: EDEBİYATTİYATRO İLİŞKİLERİ. KONUŞMACILAR: GENCAY GÜRÜN (lstanbul Şehir Tiyatrolan Sanat Yönetmeni), BOZKURT KURUÇ (lstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü), AZİZ NESİN (TUrkiye Yazarlar Sendikası Başkanı) Yöneten: AZİZ ÇALIŞLAR Tarih: 27 Kasım 1987 Cuma Saat: 17.0019.00 Yer: Taksim Sahnesi (Venüs Sineması) 2000'lere elele. ANAVATAN PARTISI İSTANBUL İL TESKİLATI YOK AŞLINDA BİRBIRlNİZDEN FARKINIZ TURKIVE D€ ALATUftKAMERIKAN PAffTHEH POLITIKACBAR VE IKTIDARLAR SEÇtMDENÖNCE MUTUKA OKUYUNUZ