22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/6 10 KASIM 1985 New York'tan Brüksel'den Cumartesi gecesi Keiın Jarrett'in konserine gitlim. Sihirbazı piyanosunun başmda görme fırsatı bir daha kolay kolay nasip olmayacağından basurdım parayı. HADİ ULUENGİN BRÜKSEL Bu kış moda harika. Erkekler, Rudolph Valenlino'ya benziyor. Pantolonlann kupu bol ve ceketler kruvaze. Renklerde de koyu tonlar hâkim. Kadmlar ise her zamankinden daha güzeller. Tayyörler, vucut hatlannı ancak belli belirsiz ortaya koyuyor. Ve yırtmaçların son iki duğmesini iliklememek, en iyisi. Kadmlar Lauren Bacall'e benziyor. Cumartesi gecesi Keith Jarrett'in konserine gittim. Sihirbazı piyanosunun başında görmek fırsatı bir daha kolay kolay nasip olmayacağından, 1240 frangı gözümü kırpmadan verdim. Butun Bruksel oradaydı. Yanı, per^embe günu " L e Monde" de eleştirisı çıkan kitapları. belki okumayacak bile olsalar, cuma günu kitapçılardan satın alabılenler; sonra tatillerde ya çöllere ya New York'a gidenler; sonra, akşamları baskalan ile beraber olsalar dahi, akşamları yalnız olanlar ve akşamları Keith Jarret'in, Koln konserini dinleyenler oradaydı. Ama Keith Jarret'in Konserindeki kış modası Louise caddesindeki kış modası degildi. Her ne kadar Keith Jarret'in konserini izleyenlerin çoğunluğu Louise caddesinde dolaşırken, Rudolph Valenüno ve Lauren Bacall'e benziyorlarsa da, Keith Jarret'in konserıne oyle icap etıiği için, " t a k ü ı " kıyafetleri ile gelmişlerdi. "Talub" olmak, Fransuca'da yeni bir deyim. Fikirde, giyimde ve her şeyde kendine Ozgü bir modayı en yakından izlemek anlamına geliyor, yanı bıraz "Bobstiltik", biraz zuppelik. İşte, cumartesi gecesi Keith Jarret'in konserinde "takılılar" vardı. 1985 kışında Bruksel'de nasıl, "takıh" olunabileceğınin tarifi genel hatlarıyla şoyle: Erkeklerde, saçlar kısa kesilmiş ve Paris'ten Caddar yüriiyüşü Her yıl olduğu gibi 31 ekim gecesi kutlanan geleneksel Cadı Bayramı'nda Nobel ödüllü yazar Isaac Singer, bir itirafta buiundu. Singer, "Yarım asırdır New York'ta oturuyorum ve romanlarımı hep cinler, periler, cadılar üzerine kuruyorum. Ama bugüne kadar bir tek cadıyla bile karşüaşmadım Ama hâlâ New York'ta hayaletlerin dolaştığına inanıyorum'' dedi. TANJU AKERSON NEW VORK Her yıl olduğu gibi 31 ekim gecesi kutlanan geleneksel Cadı Baylamında Nobel Ödülü sahibi yazar Isaac Bashevis Singer önemli bir itirafta buiundu. Nobel'i 1978'de alan Singer şöyle dedi:"Yanm asırdır Ncw York'ta otunıyorum ve romanlanmı hep cinler perfler üzerine yazıyorum, şiradiye dek bir tane bite olsun bir bayalete rastlamadım. New York'ta bu tür yaraüklara rastladığımı soylesem büyiik bir yalan atmış olurum. Ama bâlâ Psew York'ta hayaletlerin dolaştığına inanıyonım. Ne var ki bu kadar çok makine ve otomobilin çahştıgı New York'ta bunca gürültii arasında hayalet bulmak çok güç." özellikle İrlandalı göçmenler tarafından Amerika'ya getirilen Cadı Bayramı, Hıristiyanük öncesi bir töreye dayanıyor. Yılda bir kez cadıların, hayaletlerin insanlara yardımcı olacağına, iyilik edeceğine inanıimasından kaynaklanmakta. Her yılın 31 ekim gecesinde yapılan evliliklerin mutluluk getireceği inancıyla düğunlerin bu tarihe özellikle rastgetirılmesine çalışılmış. Hıristiyanlıkla beraber bu töre, azizeler gunü adını almış ama yine cadılara, hayaletlere dönük özünü korumuş. Artık günümüzde Cadılar Bayramı yalnızca çocuklarla büyüklerin birlikte eğlendiği bir karnaval niıeliği taşımakta.. Drakula'dan başlayarak tarihteki gelmiş geçmiş tüm kötü ruhları temsil eden kıhklara bürünmıiş küçük çocuklar ellerinde şeker, çikolata sepetleri kapı kapı dolaşıp para topluyor. Bunu yaparken belirli bir sihirli cümle söylüyorlar. Karanlık ruhlar dünyasından gelen bir slogan. "Bana iyi davranmazsan, başına iş acanm" gibisinden bir tehdit. Büyükler ise çocuklannkinden daha özenli kılıklar içinde partilerde toplanıyor, yürüyüşler yapıyor, sokaklarda birbirlerine köpük sıkıyor. 12 yıl önce bir avuç mahallelinin başlattığı Greenwich Village'daki cadılar yürüyiişüne bugün binlerce kişi katılmakta. Cadılar Bayramında her şeye rağmen bir hayalet bulacaklarına inananlar yok değil.. Bunlar tarihten örnek gösteriyor. New York'un daha New Amsterdam diye anıldığı günlerde son Hollandalı vaüsi olan ve adı şimdi sigara markasına dönüşen Peter Stuyvesant ölümünden kısa bir süre sonra 31 ekim gecesi ortaya çıkmış. Sen Mark Kilisesi'nin çanlannı sabaha karşı büyiik bir gürültüyle çalarak kent halkını uyandırmış. Kiliseye gelenler zangocu korku içinde bir koşeye sinmiş bulmuşlar. Zangoç kendi kendine calan çanlan göstererek "Valinin hayaleii geldi, kimsenin çanlan durduramayacağını söyleyerek ipleri kesti" demiş. Çanlann ıplerinin insan elinin erişemeyeceği yükseklikte kesildiğini görenler valinin hayaletinin gerçekten geldiğine ınanmışlar. 1968 yılında 103. Caddedeki doğup büyüdüğü eve Humphrey Bogart'ın ruhu gelmış, oturanlara Kaliforniya'da deprem olacağını söylemış. Hayalet butacaklarına inanan kişıler Cadı Bayramında en çok Edgaı Allan Poe ve sihirbazlar kralı Houdini'nin evinin çevresinde dolaşıyor. Yazar Isaac Bashevis Singer, bu yıl Nobel'i kazanan Claude Simon'a da hiç rastlamadığı bir hayalet gibi bakıyor.. " O da kim? Kadın mı, erkek mi? " diye soruyor. Kendisine nasıl bir yazar olduğu anlatıldığında "tlerde bu tür edebiyatçüar kaybolup gidecek. Yalnızca oykü anlatan ve karakter çizen kitaplar kalacak" diyor. Bir edebiyat eleştirmeni Claude Simon ile Manhattan partilerinde kaç kez biraraya geldiğini caka satarak anlatıyor. Bazı canhların hayaleti bile umutsuzoluyor New York'ta... Keith Jarrett'in konserinden Insanlar henü terk edince... SABETAY VAROL PARİS Yapıların çoğunluğu 19'uncu yüzyıl sonlarıyla yüzyılımızın şafağında dikilmiş, otomobil denen aletin henüz üretılmeye başlandığı yıllarda. Geniş bulvarları öngörülmüş bu Avrupalı başkent, ölü toprağı serpilmişçesine sessiz, sanki sayım var. Oysa günlerden cuma, ayrıca Katoliklerin önemli dinsel bayramlarından biri. Tüm azizlerin günü. İnançlı Katoliklerin mezarhk ziyaretlerinde bulunup ölülerini yadettikleri gün. Tabii ilke olarak. Çünkü dinsel ve ulusal bayramlar her şeyden önce Fransa'da birer tatil bahanesi. Okullar bir haftalığına kapalıydı. Ev kadınlanyla çocuklar, tatilin başından beri nemli havaya rağmen, kıra, yeşilliğe gönderilmiş. Sonbahar bekârı beyler de perşembe aksamından diğer aile fertlerine kavuşmak üzere otolarına atlayarak bu kısa süren yalnızlığa son vermişler. Otoyollarda birkaç milyon yolcu. Paris sokakları tenha mı, tenha... Tek tük otobüsler çahşıyor. El âlemin tatil yaptığı günde nöbetçi belediye otobüsünün şoföriı sinirli. Yol yordam soran yabancıları tersliyor. İneceği durağı geçmek üzere iken uyanan yaşlı kadın, otobüs hareket ettikten sonra "İnecek var" diye bağınnca, önceden düğmeye basması gerektiği kabaca kendisine hatırlatılıyor. Öğrenmenin yaşı yok. Seine Nehrini ikiye bölen Çite adacığını, sağ ve sol yakalara bağlayan köprüleri aştıktan sonra, otobüs şoföründen bir fırça da biz yemeyelim diye, erken davranarak Chatelet durağında iniyoruz. Kaldınmlara park etmiş araçlann damları ıslak, ama yağmur yağıp yağmadığmı kestirmek kolay değil. Bu yıl geç kalan yağışlar, çekine utana nihayet kendini gösteriyor. Nehir kıyısı boyunca uzanan ünlü eski kitap tezgâhlan, sessizliğe ve soğuğa rağmen açılmış. Kitaplar, gravürler, kartpostallar raflara serilmiş. Bir de müşteri olsa... Rosier Sokağı, Paris'in en tanınan ve geleneksel Yahudi mahallesi. Cezayir ve Fas'tan gelenlerle Kuzey Afrıkalılar ağır basıyor. "Tüm azizler" günu burada yerini cumartesi hazırhklarına bırakıyor. Raflarında Akdeniz mutfağı malzemesinin egemen olduğu mahalle bakkalları, ağzına kadar dolu. Kahvehaneler açık. Çoluk çocuk sokakta. Rosier Sokağından çıkıp beşyüz metre batıya doğru gidiyorsunuz. Artık Pompidou Sanat Merkezi civarındasınız. Her din ve inançtan, ortadirek Fransızların Paris'inde değilsiniz. Avrupa'nın kultür ve eğlence merkezi olan Paris'tesiniz. Turistler, kentte yaşayan yabancılar, züppeler, çapkınlar, garibanlar, gençler. Paris modasının avangardında yaşayan milyoner çocukları, İtalyan lokan taları, sexshoplar, cambazlar, hokkabazlar, ayyaşlar, birbirine karışıyor. Paris'in bu tarafı yılm üç yüzaltmış beş gün bayram yapıyor. Londra'dan Irkçılığa sonun yıldönümü RAGIP DURAN LONDRA Ingiliz toplumunun önemli özelliklerinden biri de çok ırklı olması. Sokakta, işte, evde, çekik gözluler, siyah kalabalığın içinde belki dikkat çekmiyor ama, parlamentonun şimdıye kadar çıkardığı yasalar, bu Ulkede gerçek anlamda bir ırklararası ilişkiler sorunu olduğunu gösteriyor. Ingiliz Parlamentosu ilk kez 1833 yılında bir yasa çıkararak, o zaman imparatorluk sımrları içinde olan Hindistan'da, resmi dairelerde Hintlilerin ustduzeyli görevler almasım sağlamış. Dönemin Ingiliz Valısi, "HiBtliler pek namuslu degildir, çabşmazlar da" diye kararname çıkarmış, ama Londra'daki Meclis bu kararnameyi yururlukten kaldırmış. Cuma günu ise "Irklararası tüşkürr" başlıklı yasanın yürurluğe girmesinin 20. yılı. 1%5 yılında çıkarılan bu yasa, 60'lı yıllarda Karaib Adaları, Hindistan ve Pakistan'dan akın akın gelen göçmenlerin yaşam koşullarıru ve İngilizlerle olan ilişkilerini duzenlemeye çalışıyor. Bu yasa ile, kamu yerlerınde, ırk ve renk temelinde ayrım yapılması yasaklanıyor. 1965 yasasırun önemli yeniliklerinden biri de, yas<>mn uygulanmasını denetleyecek resmi bir komisyon kurulması. Irksal Eşitlik Komisyonu, bu alanda çıkan çeşitli sorunlara çozüm öneriyor ve İngiltere'de yaşayan ve tngiliz pasaponu taşıyan siyahların ve Asya kökenlilerin bir yandan toplumla kaynaşmasına, bir yandan da kendi öz kültUrünü sürdürmesine katkıda bulunuyor. örneğin bu komisyon, Asya Külriir Merkezi'ni finanse ediyor, Çin'ce yayın yapan bir yerel radyoyu maddi olarak destekliyor, Tamiller için ilkokul kurulmasına önayak oluyor. Komisyonun en başanh çalışması ise işverenler için hazırladığı "Yabancılara Davranı; Yontemleri" başlıklı kitapçık. Bu meün, sadece geçen yıl parlamentodan geçti ve yasa haline geldi. Yasa uyarınca, işverenler, renk ve ırk aynmı yapmadan, işe alınmada, terfıde, efitimde tum çalışanlara eşit olarak davranmak zorundalar. Yüzlerce yıl. büyük Britanya Adası'run kilometrelerce uzagında, kamçı ve hasır şapkalarıyla sefa surenlerin torunları, kralıçe hazretlerinin denizaşırı topraklarındaki kullarının torunlarıyla, uyum içinde nasıl birlikte yaşayacaklarını öğrenmek istiyorlar. Aslında çoğu da iyi öğrenmiş sayılır... KEİTH JARRETT Ünlü caz piyanisti, 1975 yılında verdiği Koln konserinde. ense tıraşlı. Yukansı mutlaka ıslak, ya da bıryamınli. Kızlarda saçlar, "alagarson" ve yine ıslak. Bu arada. saç biçiminin değişik makas oyunlanyla fantazüeştirilmesi en guzeli. Kızlann makyajları cazibeli. Dudaklar boyalı ve gözler iyi sürmelenmiş. Çok hafif bir akşam makyajı da erkekleri daha çok " t a k ı h " kılıyor. Yarı spor, şayanı tercih ise de giyimde kesin ve belirli bir kural yok. Ama, her şeyin uyumlu renkler taşıması gerekiyor. Hem kızlarda hem erkeklerde boyun atkısırun frapan olması \e çene altından gevşek bir duğumle baglanması ise genei kaıde. Diğer bir genel kaide, kızlann yeniden dtfnüp bakılacak kadar cinsel bir dışvuruma sahip olması. "Takılı" birisinin metro istasyonunda walkmanle dolaşması sıradan. Sıradan olmayan, walkman kulaklıklannın eski moda, yani büyuk olması. Muziği kulak oyuklarına sokulan küçuk cihazlarla dinlemek, "takıh" olmanın kuralı. 1985 kışında Bruksel'de " t a k ı h " birisinin okuyacagı gazete "Liberation". Dergiler de her ne kadar, "Actuel"liğini yitirmediyse de, " C i t y " daha iyi ve en iyısi " T i m e " ya da "Newsweek" ile dolaşmak. "Takıh"nın yaşı genelde 1825 arasındaysa da, sınır rahat bir şekilde. 10 yıl geriye uzanabiliyor. Her halükârda, "takıh" romanıik. Aşka inanıyor ve siyasi yelpazedeki yeri solun sağında, sağın solunda. "Takıh" butün totalitarizmlere düşman, ama dunyayı kunarmak gibi engin ve cOmert tasarrufları yok. Modalar iyidir, Keith Jarret'in konserine gitmeden önce Rudolph Valentino ve Lauren Bacall'e benzeyenler, Keith Jarret'in konserinde " t a k ı h " olanlar iyidir. Saçları biryantınli olanlar ve yenıden dönup bakılan kızlar iyidir. 1985 kışında Bruksel'de moda iyidir. Modayı izlemek gibi iddialan olmayanların bile, modasız dunyalarda yaşamaları zordur. Modasız dünyalar, karanlık dunyadırlar, modalara karşı çıkanlar ve onları prangaya vurmak isteyenler, hep kendi modaları ile tahakkum kurmak sevdasındadırlar. Onların modası da dunyalan gibi karanlıktır. Modalar çoksesliliğin çoğul goruntüleridirler. Çoğunluk iyidir, vOğunluk aydınlıktır. Leningrad'dan Bir yaşam sevıncı Leningrad'da belirli bir dinginlik, bilturlaşma noktasına gelmiş bir yaşam sevinci doldurmuş ortalığı. Batı gazetelerindeki son haberler de olmasa, Saharov'ları, Guloy'ları unutacağız neredeyse. MEHMET BASUTÇU LENİNGRADGüzün ortasındayız daha, an. Leningrad'ın havası kar kokuyor. Isı sıfırın altına inmiş bile. Guçlü bir rüzgâr, 1980 olimpiyatlarının armağanı, on beş katlı dev otelin önündekı bayrak direkleriyle başa baş bir koLguresine tutuşmuş sanki. Bir o yana bir bu yana, sallanıp duruyorlar... Paris'ten beş altı saat önce havalanmıştık. Pribaltiskaya Oteli'nin hafif Amerikan müziğiyle seslendirilmiş "çagcıl" ve "Batılı" görünumü, de Gaulle terminalini hiç aratmıyor.. iyi ki, uçaktan indikten sonra, konaklayacağımız yere gelmek için otobüsle kenti bir uçtan diğerine geçmek gerekti. Yoksa Rusya'da olduğumuzu pek anlayamayacaktık. Bir de, gümrük ve pasaport deneıimini kaşla göz arasında yapmasınlar mı? Sovyet topraklarına ayak basmak, Avrupa gezisine çıkmaktan daha kolay oluverdi. Bu durumda gecenin ilerleyen saatine ve rüzgârın inadına karşın kapağı dışarı atıp, kenti dolaşmaktan başka çıkar yol yok... Belediye otobüsünü daha doğrusu devlet otobüsünü çok beklemiyoruz. Biletler, yirmi yıldan bu yana beş kopekmiş. Biletçi aramak gereksiz, üstelik odeme yapmadan da makarayı çevirip bir bilet alma olanağı var.. Yine de, beraber olduğumuz bir iki Fransız dışında herkes parasını kumbaraya atıyor. Beş kopek de ne ki? Resmi kura göre 35 Turk Lirası eder oldukça yaygın olan karaborsa kuruna gore on liracıken düşiik ücret ise 140 bin lira... Kentin ana caddesi Nevski'de iniyoruz. Saat yirmi üç. Cumartesi gecesinin soğuğunu adımlayanlar arasında gençler ve askerler çoğunlukta. Sinema önleriyle metro çıkışları kalabalık, insanlar bir yerIere gidip geliyorlar, ama iki yudum votka ya da sıcak bir çay içecek bir "cafe" yok görünürlerde. Dil engeline karşın, derdımizi anlatmaya çalıştığımız Rusların sözlerinden, el kol hareketlerinden bir sonuç çıkaramıyoruz. Her yer kapalı gibi geliyor bize.. Bir anda karşımıza çıkan siyah Afrikalı bir genç yetişiyor imdadımıza... Güzel bir Fransızcası var. Eskiden Fransız somurgesi olan ülkenin SSCB ile yaptığı anlaşmalardan yararlanarak elektronik mühendisliği öğrenimi yapmaya gelmiş. Soğuktan biraz şikâyetçi olduğunu söylerken, beyaz dişleri gülumsüyor. Beş dakika sonra, bir "intourist" otelinin barında votkalanmızı yudumluyoruz. Içerisi yabancı dolu. Ruslar, yandaki diiğün salonunda dans ediyorlar.. Pazar güniı, çarlık Rusyası'nın görkemli sarayları önünde uzun kuyruklar var. Katedral, müzeler, kiliseler, gezilip görülecek her yer dopdolu. Yabancılar, Ruslardan daha eşit olmasa halimiz duman. Hem Rus, hem de Fransız kültürunü çok iyi tanıyan deneyimli rehberimiz, bazı gerçekleri anımsatmayı, bazılannın da altını çizmeyi unutmuyor. 1940 yılında Leningrad'ta yaklaşık üç milyon insan yaşıyormuş. Hitler kentin ablukaya alınmasmı emrettiği zaman, ancak bir milyon kişi kenti önceden terk edebilmişmiş. Geriye kalan iki milyon insanın tam yarısı, 900 gun süren abluka sonunda (evet, tam dokuz yüz gun) açhktan, soğuktan yaşamını yitirmiş, kentin üçte birini yerle bir eden bombalar altında can vermiş... Barıştan ve nükleer silahlann kısıtlanmasından sözedildiğinde, kırk yıl önce yirmi milyon ölü veren Sovyet halkının içtenliğinden kuşkumuz yok, ancak yöneticileri için aynı duyguları taşımak güç. Sovyet askerleri, Afganistan'da ölmeye herhalde koşa koşa gitmiyorlar. Vietnam savaşjna hayır diyen Amerikalılar yöneticilerinin tutumlarını geç de olsa etkileyebilmişlerdi. Rusların seslerini duyurabilecekleri ise, en azından kuşkulu... Nevski Bulvan'na donelim yine. Akşam olmak uzere, gun boyu bir hayli alçaklarda dolaşan guneş, bulutları alevlendirmiş. Buyuk bir bahçesi olan güzel, ince bir yapı dikkatimizi çekiyor. Demir kapıdan içeri giriyoruz, iki adım sonra açık yeşil mermer sütunların yükseldiği görkemli bir holdeyiz. Lenin'in bustunden kunuluş yok, karşımızda. Yaşları beş ile on beş arasında değişen kızlı erkekli çocuklar girip çıkıyorlar, solda vestiyer var, sağdaki merdivenlerden bir çocuk korosunun ince sesi iniyor. Annelerinin babalârının ellerinden kopan iki küçük kız, sütunların arasında gulerek donup duruyorlar... Belirli bir dinginlik, billurla>nıa noktasına gelmiş bir yaşam sevinci doldurmuş ortalığı... Batı gazeıelerındeki son haberler olmasa, Sakharovları, Gulag gerçeğini unutacağı/ neredeyse... CraxTnin son çıkışının nedeni Yeniden başbakanlığı üstlenen Bettino Craxi, güvenoylaması nedeniyle parlamentoda yaptığı ilk konuşmada, büyük tepkiler çekti. FKÖ'nün silahlı mücadelesini "meşru" sayan Craxi, Senato'da yaptığı ikinci konuşmada bu kadar sert değildi. NİLGÜN CERRAHOĞLU ROMA Hıristiyan demokratlar, sosyalistler, cumhuriyetçiler, sosyal demokratlar ve liberallerden oluşan 5 partili koalisyon hükümetinin İideri Bettino Craxi'nin, parlamentodan sonra ltalyan Senatosu'nda da aldığı güvenoyu ile 17 ekimde patlak veren hükümet bunalımı sona eriyor. iat'ta içinde parlamentoda aldıgı guvenoyunun ardından, senatoda da 102 ret ve 1 çekimser oya karşılık 180 oy alan ve tam anlamıyla bir önceki hükümetin "fotokopyası" olan 5 partili koalisyona, Craxi böylece 2. kez başkanlık etmek fırsatına kavuşuyor. Birkaç gün önce, güvenoylaması vesilesiyle yaptığı konuşmanın parlamentoda olay yaratması üzerine, senatoda bu kez çok ihtiyatu konuşan Craxi, her geçen gün siyasi gözlemcileri şaşırtmayı basarıyor. Hatırlanabileceği gibi eski basbakan/yeni başbakan Craxi, çarşamba günü ltalyan Parlamentosu karşısında Filistin Kurtuluş Örgütü'nun "silahlı mucadelesi"ni savunaen önemlisi, hükümetteki büyiik ortak Hıristiyan demokratlara gereğinde korriünistlerin safına katılabileceğine dair işaret veriyordu. Bu, cumhurbaşkanlığını elde eden ve en yakın geiecekte de başbakanlığı ele geçirmeye çalışan Hıristiyan demokratlar için gözardı edilemeyecek bir tehditti. Çunkü oyların sadece yuzde 12'sini almasına rağmen, Hıristiyan demokratlar dahil kimse Italya'da sosyalistlerin desteği oimadan hükümet kuramıyordu. Hafta içinde halya'da tam anlamıyla çalkantı yaratan konuşmasının ardından, amacına erişen Craxi, senaıoda hükümet ortakları ile "uzlaşmacı" bir tonda konuşma yaptı. Basında, "Sosyalistelerin uzun dönemli asıl hedeflerinin komünistlerie koalisyon yapmak" olduğu yolunda art arda çıkan yazılar üstüne de bu kez Craxi, arada belli bir mesafe bırakmayı yeğledi. Nitekim, Craxi'nin tutumundaki bu değişiklik hemen etkisini gösterdi ve bu kez de sosyalist liderin konuşması komünistlerin suskunluğu karşısında, hükümet ortaklannın alkışları arasında sona erdi. Craxi, bu konuşmasında da, Filistin halkının silahlı mücalesine verdiği desteği gizlememekle beraber, bir dizi nüansın altını çizdi. Kendi görüştrnü, Katolik kilisesinin Filistin yanlısı çizgisi, İtalyan hükümetlerinin geleneksel olarak FKÖ'yü suçlamaktan kaçınır tutumlarını ve Birleşmiş Milletler'in "Selfdeterminasyon" dan yana çıkan tavnnı ortaya koyarak destekleyen Craxi, her şeye rağmen Ortadoğu'da varılmak istenen ana hedefin "barış" olduğunu söyledi. Sözlerini "her türlü şiddet ve lerör eylemine karşıyız" diyerek sürduren Craxi, daha sonra İsrail ve Filistinlilerin karşıhklı olarak "Birbirlerinin var olraa hakkını tanımak zorunda olduğunu" belirtti. Bu çerçeve içinde, Bettino Craxi, Yahudi hükumetinden "cömertçe bir harekelte bulunarak (...) Filistin sorununa bir çözüm getirmek amacıyla (...) işgal eltikleri toprakları bırakmasını" istedi. Roma'dan Yabancı gözüyle Paris'te bir açık arttirma DOMİNİQUE PERRİN Paris, Islam sanaiı için bir pazar halıne gelmeye başhyor. Geçtiğimiz ekim ayının 29, 30 ve 31'inde Paris 1 in Salle Drouot galerisinde, Ader PJcard Tajan adlı açık antırmacıların düzenledigi buyuk bir Islam sanat eserleri satışı gerçekleşti. Açık arttırmada tslam sanaiı ve tslamla ilgili çok değerli parçalar satışa çıkarıldı. Açık amırmada yer alan eşyalar arasında, Bayan L.Y'.S'ye ait 18. ve 19. yüzyıl Türk gumuş kaplamaları, Bayan R'ye ait 17. ve 19. yüzyıl Osmanlı işlemlerı, P.H. Delaporte koleksiyonundan 14. ve 19. yüzyıl elyazmaları ve metal eşyalar, Schramm koieksiyonundan meraklı bir uzman tarafından toplanmış geniş bir Islam kitaplıgJ bulunuyordu. Bir Osmanlı paşasının eşi olan Bayan L.Y.S:nin koleksiyonunda bazıları Sultan Abdulaziz devrinden kalma ve eski sahipleri oian Mısır Prensi Hüseyin Kâmil ve Hadiye Sultan'ın isımlerini taşıyan gumuş şerbet fıncanları ile örneklerı yalmzca Topkapı Sarayı müzesi'ndebulunan 18. yuzyıla ait elmas ışleme saplı gumuş kaplamalı fîncanlar da dikkat çeken parçalar arasındaydı. Bunların yanı sıra gümüş kaplamalı 19. yüzyıl mucevherat kutuları, II. Sultan Mahmut, Abdülmecid, Abdülhamid ve Abdulaziz'in tuğraları bulunan 20 gumüş ayna da açık armrmada satışa çıkarıldı. Bu aynalann arasında 1920 yılında İstanbulda Türk hukumeti tarafından satüan Osmanlı tmparatorluğu'na ait eserler arasında bulunduğu tahmin edilen Sultan II. Abdülhamid'e aiı buyük bir ayna da bulunuyor. Tüm bu eserler 18. ve 19. yüzyıl Osmanlı saltanatı ve aristokrat yaşamısının birer belgesi niteliğinde. Eski bir Osmanlı ailesine mensup ve ÇanakkaJe savaşlarına katılan bir Fransız subayla evli olduğu belirtilen Bayan R'nin koleksiyonundaki işlemelerle birlikte, 18.yüzyıl Moğol sanatının orneklerinden altın, inci ve degişik değerli taşlardan oluşan mücevherler, 19. yüzyıl Fas mücevher sanatı örnekleri, 18481853 yıllan arasıoda Kahire Başkonsolosluğu yapmış bulunan bulunan Oelaporte'nin koleksıyonundan eski Mısır'dan kalrru bir gerdanlığın da yer aldığı mucevherler, Fas'ın Agadır bölgesinde y^amış olan misyoner bir aileye ait oiduğu sanılan Schramm koleksıyonundan Berberi mucevherleri de satışa sunulan eserlerden bazıları. Eşsiz eserler arasında Kahire'deki bir camiden 9. yuzyıla ait çam ağacı üarine kazınmış Kuranı Kerim ElBakara suresinden 133. ayet de yer alyordu. Bu eserin eşinden bir adet Lauvre Müzesi'nde, beş adeı de Kahire'deki Arap Müzesi'nde bulunuyor. En son ortaya çıkan bu p;uTa>layedincısi dc gun ışığına çikanlmış ddu. Zürih 'ten Kim, ne kadar yatıyor? İstatistikçilere akıl erdirmek kolay değil. Her şeyin hesabını yapıyorlar. İnsanlar kaç gece yatakta yatıyorlar, bir ülkede kaç kişi uyuyor gibi sorulann ' yanıtlarını arıyorlar. DOĞAN ABALIOĞLU ZÜRİH Yabancıların bu Alp eteklerindeki göl kenarı kentinde 1984 yılı gecelemeleri, 2 milyon 356 bin 787 kişi/yatak olarak istatistiğe geçmiş. İsviçre içinden olan 354 bin 328 kişiyi düşersek toplam 2 milyon kişi Zürih'te yatmış. Bunlarla birlikte kentin 350 binlik nüfusu da yatmış. İşte problem yabancıların değil de İsviçrelilerin bu yatmalarından kaynaklanıyor. Bir yandan para girdisi, diğer yandan nüfus azalması. Hesaplar açık açık yapıhyor. Avrupa anakarası 920 bin 716 gecelemeyle diğer anakaralara göre başı çekiyor ve Türkiye de, Almanya, İtalya, Fransa, Avusturya'dan sonra 35 bin 237 gece/yatakla 5'inci sırada. Bizi 40 yenen Lüksemburg'a bile 32 bin fark yapmışız. Abu Dabi'den "FKÖ'nün silahlı mücadelesine, meşru olmaması nedeniyle değil, bunun etkin bir yol olmaması nedeniyle karşıyım" diyen Craxi, bununla da yetinmeyip, ulusal bağımsızlık mucadelesi içinde olan halklar için "silahlı mücadele"nin "meşru bir \ol" olduğunu ima etmiş ve İtalyan birliğinin en büyük liderlerinden biri olan Giuseppe Mazzini'yi rak epey tepki yaratmıştı."Terorizm" ve "silahlı mücadele" arasındaki farkı açıklığa kavuşturmadan, Rüyular ülkesinde ne yok ki? Körfezin kıyısındaki yedi emirliğin oluşturduğu küçük ülkede, otobüs, tren yok, vergi de yok. Hırsızlık hiç olmuyor. Trafık suçu diye bir şey akıllara gelmemiş. Eğitim bedava. Konut yaptırana, işyeri açana, tarımla uğraşana büyük teşvikler konmuş. Devlet, bayramda yurttaşlarma para veriyor. Hatta yağmur yağdığında bile... YALÇIN BAYER ABU DABİ Korfez'in kıyısındaki yedi emirliğin oluşıurduğii bu kuçuk ulkede otobus yok. Tren yok. Vergi de yok. Hırsızlık olayı hiç olmuyor. Trafik suçu diye bir şey düşünülmemiş. Eğitim bedava. Üstelik Oğretim yapana bol para \ar. Konut yapıırana, işyeri açana, tarımcılık işine girene, büyuk teşvikler konmuş. Bayramda yurttaşına para veriyor zenginlikten. Haıta yağmur yağdığında bile. (Bu arada belirtelim, Abu Dabi'ye üç yıldır yağmur duşmemiş) Ute bunlar Abu Dabi Emirliği'nin dağıttığı "ulufeler". Bu topraklar benimdir. halkım da yaşasın anlavışı egemen, bu diyarın en zengin. dünyanın en zengin ülkesinde. Abu Dabi'ye gelenler 21. Asrı yaşayan bir Ulkede olduklarını hemen fark ediyorlar. Siz isterseniz "Kuçıik Amerika" ve "hayal ulkesi" \eyahutta "suni devlet" diyebılirsiniz. Petrolün dışında hiçbir şey yok. Ama kasası petrodolarla dolu. Her şey iicaret için. Çol orlasında yukselen luks binaları, geniş bulvarları ve de en onemlısi ytşılliği ile yaşlı dunyanın "bir gülü" gibi korfezde açmi). Deve sırtlanndan Amerikan \e Japon arabalarına atlayan bu Bedevi toplumu, geçmişiyle de ovunç duyuyor. BAE'nin Devlet Başkanı olan Şe>h Za>ed,deve, keçi \e horoz be>leyene buyuk odüller veriyor. Bir deve için yılda 30 bın Dırhem (I. dolar 3.6 Dirhem) verildığıni duyunca, sa^ırmamak clde değil. Bu bir kredi değil "bahşi>.." Ama bunun ak>ı de var. Bir de\enin kazara olumunc sebcp olursanı/ 35 bin dirhem ceza odüyorsunu/. Ağaç katledenlcr için de aynı cezalaı geçerli. Gerçi Abu Dabı'de deve gormedik, ama şol'örlerin ne kadar dikkaıli olduklanm go/ledik. Bızi gezdiren Pakistanlı şotor Muhamnıed bu ulkenın bir ferdı olmuş artık. 10 yıldan berı burada calışıyor. esi ve çiKukları Pakiıtan'da. Aynı bı/in\ "Alnıan gurbetvileri" gibi. Yıida bir iki ke/ ülkcsıııe giJıyor. onlara para gondcmoı. "Burada İH'karlık çok /ordur. Karıııı/ı. çıtluk vmu)>unu/u uj'ijrıım/Nİni/. vunkıı >UMiUlır' diyoı. Kir olay somıcu p.ı\aporıunu/ elinizden alındığında bu ulkede kalama/suu/. Bu ııcdenlc U/akdoğu'dan gelcn "humclli )>ruplan" çok ııysal. dikbaşlılık yapumıyorlaı. Lıı buyuk korkuian ulkedcn kovtılmak ve kazanylarmdan yoksun kalnıak. Yaklaşık 200 bın yerliye 1 milyon dolayındaki goçmen hizmet veriyor. Ama tasarruflan burdaki zenginliğin yanında bir hiç. Çolun ortasında yediği hurmadan, sutunu içtiği deveden petrol sayesinde kurtulan bu loplum, son 10 yıl içinde "super liiks" içinde yaşıyor. Kapalı bir aile düzeni var. Son yıllarda azınlıkta da olsa yurt dışında okuyan gençler tarafından bu gelenek kırılıyor. Birden çok kadınla evlilik yavaş yavaş tek esliliğe donuşuyor. Giysisi ipek, gerdanı inci, kolu altınla dolu bu kadın artık çağdaşlığın getirdiği olanaklardan yararlanmak isliyor. Okuyor, bir şey ler öğrenmek isliyor, son yıllarda öğrenim gören kadın sayısının hayli arttığı soyleniyor. Dubai'den ve Abu Dabi'den yayın yapan 4 televizyon kanalında Avrupa ve Amerika'daki reklamları görmek mümkun. Yalnız filmler hâlâ sansurlu. Büyük otellerin iç yayınlarında açık filmler oynatılabiliyor, içki içilebiliyor. Bulvarların uzeri modern camilerle dolu. Ortalama 40 eve bir cami duştüğu bildirilıyor. Daha bir asır Once korsanların cirit attığı, orıa buyüklukteki Ulkemizin sımrları kadar bir alanda kurulu Abu Dabi Enıirliği, adeta ülkenin, imparatorluğu sayılıyor. İç ve dış politikada Şeyh Zayed'in ağırlığı büyük. Korfez Sava^ı'ndan sonra sahnede adım adım yer almaya başlayan ulke, ticaretin binbir turlüsünü yapıyor. Fransadan parfum alıp, Japonlara saıabiliyor. Pakistan pamuğunu Amerika'ya pazarlayabiliyor. De\ antrepoları ile ree\port ticaretıni buyuk olçude avucunun içine almış sermayesiyle. Hiç kimseye "»enden bu malı alırım. ama karjilıgında pelrol \eririm" anlayışında değil. "Ondan alınnı. buna salanm" anlayışını egemen kılmış. Sunulan bir yatırım projesini guvenli bulursa parasını kullannıaktan çekinmıyor. Yaser Arafat'la karşılaştırmıştı. Aynı zamanda koalisyon hükümetindeki ortaklarından Cumhuriyetçi Parti'nin kurucularından biri olan Mazzini'ye göndermede bulunan Sosyalist Parti Genel Sekreteri Craxi, sözlerini "Lnutmayın ki, Mazzini gibi soylu bir şahsiyet bile, iktidara karşı siyasi cinayetler planlayarak savaşıyordu..." diyerek tamamlamıştı. Craxi'nin bu sözleri bardağı taşıran son damla olmuş ve başta kendi koalisyon ortaklığı içinde yer alan cumhuriyeıçiler olmak üzere, Hıristiyan demokratlar, liberaller ve faşist ltalyan Sosyal Hareketi Parti'si«in "çoksesli tepkiler" ile komünistlerin Meclisi inleten alkışları arasında sosyalistlerin İideri kürsüyü terk etmişti. Sahibinden acele satılık daire. Tel: 356 16 71 V8I26 nolu ehlıycuıiıi kaybcttinı. HukuniMi/dıır. )L.\Ol. ULM1KLL Güvenoylaması sırasında Craxi'nin aldığı bu "hararetli FKÖ yanlısı" tutum, daha bu aşamada yeni bir hükümet bunalımına yol açmak tehlikesini yaratmış ve gozlemcileı ve basında "tek çıkış yolunun erken seçjm" olduğu konusundaki kanıları guclendirmişti. Bu kesimlere gore, Craxi bir yandan geleneksel olarak FKÖ yanlısı bir lutum sergilemiş olan solun goruslerini vurgularken, bir yandan da hükumc. krizine yol açan cumhurijetcilere gözdağı veriyor fakat lir nıi? Bu zor bir soru. Henuz her iki ulke için erken şeyler.. Türkıye'yi gözluyorlar, Evren'e güvenleri iam. 200 firma 10 yıldan berı bu ulkeyi boydan boya inşa etmiş. Biz Ortadoğu'da bazı muieahhitlik işleri almamıza rağmen burada lıiç atniamışı/. İlk kıpırtı, GAMA tirmasının bir lermık sanıralı ihalesinde ışi baiıran Çekoslovak firmaMiıın yerini almasıyla gorülnıuş. ENKA ve DOGUŞ firıııalan karadan bir adacığa asma kOprunun vapınıı içııı açılan bir ihaleye girme gayretindeler. Gorulduğu kadarıyla işlerinJe, ınşaat ışlerındc eski cantılık katnıamiş. Önce konutlar vapılmış. Svinra kanali/jsyon işleri ve yollar. i>ler bumis.. Petrol liyatlarındaki ecrileme >aııında urennıdc de bir duşuş olduğundaıı parasal ka\naklar. arnk baska ka>ııaklara aktarılmava başlaııımş. bkononıinın bıı bılmı olduğunu ka\ramı>lar. Onuıı için ı\i\\oııeı. vcıınılı v.uıum alaııljrı lercılıleri olınu>. Kııkraılı ıılkeieı anyoriuı yatıııın iviıı. Ki^^M de dıı^tınnuıvori.ır Jepı! \bıı D.ıbı'dekı bir vabaiKi baıık.ıcının Mnlcdu'i aıbı "Miıııunjlıın j \ n ayrı sepvlc ko>up rıski a/allnıak UlMorbr." !>te Lvren'ııı /lyaıeı edeıeu.. kuçuk. a:ıı.ı ılt>n\au:ıı en /eıısm iılkc'ı. Ancak Zurihlilerin (ki Almanca konuşmazlar) kendi dillerini müzeye koymamak için yatmanın salt uyumak için olmadığının bilincine varmalan gerekiyor. En iyisi İsviçre İstatistik Derneği'nin bültenini karyolalarının üstüne asmalarını veya 16 kanal TV yerine erkenden yatmalan için Toskay'ın TRT'sini önereTürkiye, BAE'nin mali kaynaklarından yararlanabi lim. Halep orada, sayılar burada.'Oturma müsaadeli" yabancılarla toplam 6,5 milyon insanın yaşadığı Trakya'dan az büyük bu ülkede, doğum azlığı, ölüm yaşının uzam'ası sonucu 2025 yılında 5 milyonun altında vatandaş sayılanabilecekmij. Şu vur kırlı dünyada, kaçanları İsviçrelileştirerek Alp'leri gene de koruruz düşüncesi de var ama esas istek her kadının (çocuk, bekâr, yaşlı, kısır çıktıktan sonra) 3.36 çocuk yapması halinde şimdiki standart bozulmayacakmış. Ozal enllasyonu aşağı çekmeyc çabalarken, Givom Tell'in çocuklarınm dertlerine bakın.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle