25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

2 AÇI C olaylar ve görüşler 6 TEMMUZ 2007 CUMA MÜMTAZ SOYSAL Limansız Kabotaj ÖYLE ülke yönetimi görülmemiştir. Şu duruma bakın: AKP iktidarı, kutlanan “Kabotaj Bayramı”nı “Denizcilik Bayramı”na dönüştürmek için yasa değişikliğine hazırlanıyormuş. Lozan’la, yani devletlerarası antlaşmayla kazanılmış bir hakkı kutlamayı “bahar bayramı” yahut Hıdrellez gibi şenliğe dönüştürmeye benzer bir ciddiyetsizlik. Konu, yabancı kökenli “kabotaj” sözcüğünü Türkçeleştirme türünden masum bir amaca yönelik olsa ses çıkarmayabilirsiniz ama, o durumda bile olsa olsa “Ulusal Denizcilik Bayramı” falan denebilirdi. Denmiyor, çünkü niyet AB’ye tam üyelik için paçaları sıvar görünüp Brüksel’e mesaj vermek, çıkmaz ayın son çarşambasında kendi kıyılarındaki deniz taşımacılığını da AB’lilere açmaya sıra gelince bu cömertliğe şimdiden hazır olduğumuzu oraya duyurmak. Yunanistan’ın, bırakın adaylığı, tam üyelikten sonra bile yirmi yılı aşkın süre bu hakkı kimselere tanımadığını göz ardı ederek. Kabotaj, teknik bir terim; bir ülkenin kendi limanları arasında yolcu ve yük taşıma demek. İspanyolca “burun” anlamına gelen “cabo” sözünden kaynaklanıyor; denizde burundan buruna, fenerden fenere seyir. İsterseniz, kaptanlık deyimiyle, “uzun yol”dan farklı olarak “kısa yol” diyebilirsiniz. 1 Temmuz 1926, Lozan Antlaşması’na eklenen “Ticaret Sözleşmesi” çerçevesinde İsmet Paşa ile İngiliz delegesi Sir Horace Rumbold arasında bütün delegasyonlar adına verişilen mektuplardaki sonucun yürürlüğe giriş tarihidir. Bu mektuplara göre, Ankara, Türk limanları arasında yolcu ve yük taşıyan yabancı şirketlerin hakları konusunda imzacı devletlerle müzakereye girişecek ve eğer müzakereler 1 Ocak 1924’ten sonraki altı ayda sonuçlanmazsa, iki yıl sonrasında bu haklar kalkıp Türkiye limanları arasındaki taşımacılığı yalnız Türkler yapacaktı. Nitekim, 29 Nisan 1926’da çıkarılan 815 sayılı yasa aynı yıl 1 Temmuz’da yürürlüğe girdi ve sadece deniz taşımacılığı değil, “limanlar dahilinde hangi mahiyette olursa olsun, çekme ve kılavuzluk gibi bilcümle liman hidematını (hizmetlerini) ifa etmek” ve her türlü liman araçlarıyla “seyrüsefer ve nakliyat icra etmek suretiyle ticaret hakkı Türkiye tebaasına münhasır” sayıldı. Oysa, birkaç yıldır Türkiye limanlarını işletme hakları harıl harıl yabancı şirketlere devredilmekte. Biraz yerli katılımla “Türk şirketi” görüntüsü verilerek. Demiryolu olsun olmasın, çeşitli usulsüzlüklerle, ihale oyunlarıyla, şaibeli yollarla, hukukun kafası gözü yarılarak, “biz yaptık, oldu” anlayışıyla. Bu yüzden açılan davaların, işten çıkarılıp düşük ücretle yeniden işe alınan ya da muvazaalı koşullara bağlanmak istenen işçilerin haddi hesabı yok. Trabzon limanı böyle öldürüldü. Mersin’deki gecikmenin verdiği zarar böyle fırladı. Şimdi İzmir gidiyor. Bu ülkenin insanları doğru mekanizmalar kurarak yurt kapılarını iyi işletemeyecek kadar beceriksiz midirler? Yoksa, hainlik mi? Kapı anahtarları elden çıkınca sıra bir gün yatak odalarına gelebilir. mumtazsoysal@gmail.com 2 Temmuz’da Yakılanlar Yeni Bir Mertlik Anlayışı Getirdiler aşam beklenmedik acıların gergefinde çekilip alındığında ne hissedersiniz? Acı, bu toprakları kan kokusuyla geleceğe bağlamışsa, kan silinmez biçimde toplumun belleğine kazınmışsa ne hissedersiniz? Bu toplumun özgürlük için bedenleri meşale olmuş aydınları, bedenlerini ateşe vermiş olanlara inat Kaknus kuşu gibi küllerinden her gün yeninden doğuyorsa, onları o ateşlerde tutuşturan ve cellat yaftasını toplumun zihninden evvel kendi yüreklerine yazmış olanların korkularını her gün yaşamaları karşısında ne hissedersiniz? Belki de yalnızca acıma... acınası kör düşüncelerin kuytuluklarında saklananlara kocaman bir yürekle acıma... Cellat olmayı gönüllü üstlenenlere şair Ataol Behramoğlu yıllar önce şöyle seslenmişti: “Cellat uyandı yatağından bir gece Tanrım dedi, bu ne zor bilmece: Öldürdükçe çoğalıyor bu adamlar Ben tükenmekteyim öldürdükçe...” Bu mısraları okurken Sıvas’ın 2 Temmuz’da bu ülkenin aydınlık için savaşan canları kendilerini feda edip, çoğalmanın büyük umutlarının müjdesini verirken ne hissedersiniz? PENCERE Fıkra mı Rüya mı?.. izah, yaşamın her tür girdisine çıktısına el atmış; bu arada doktorhasta ilişkilerine de sızmıştır; en çarpıcı ‘muayenehane fıkraları’ndan biri şöyle: Hasta hekime derdini söyler: Çok kötüyüm doktor bey... Neden yakınıyorsunuz?.. Bende aşağılık kompleksi var... Doktor hastayı evire çevire muayene eder; sonra teşhisini koyar: Sizde aşağılık kompleksi yok, siz düpedüz aşağılıksınız!.. ? Bir doktorhasta fıkrası daha: Adamı köpek ısırmış... Doğru hekime... Doktor hastayı bir güzel muayene etmiş, sonra demiş ki: Maalesef kuduz olmuşsunuz!.. Adam hemen cebinden not defterini ve kalemini çıkarıp bir şeyler yazmaya başlamış... Doktor sormuş: Ne yapıyorsunuz?.. Isıracağım kişilerin listesini yapıyorum... ? Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi Başkanlığı makamında oturan Sayın Bülent Arınç Bey demişler ki: “ Burada hırsımdan bardakları kırıyorum; meydanlara çıkmak için kuduruyorum...” Allah sağlık versin... Ne var ki yukardaki kuduz fıkrasından bir soru oluşuyor: Sayın Arınç meydanlara çıkar çıkmaz ilk kez kimi ısırdı?.. Anayasa Mahkemesi’ni!.. Kalabalığın ‘yuh’ sesleri arasında yüksek mahkemeye kürsüden verdi veriştirdi... Peki, listesinde başka kimler ve hangi kurumlar var?.. ? 22 Temmuz seçimlerinde AKP’nin kazanmasını isteyenlerin kısa listesi: Kıbrıs Rumları.. Fethullah Gülen.. Celal Talabani.. Mesud Barzani.. PKK teröristleri.. Ve Amerika.. Meydanları dolduran AKP seçmenleri ne yazık ki bu listeyi bilmiyorlar; Meclis Başkanı Anayasa Mahkemesi’ne bindirdi mi hazreti alkışlıyorlar... ? Her gün yazıyoruz, insan yazdığını unutuyor, eksik olmasın, Hasan Pulur köşesinde anımsattı; aktarıyorum: “İlhan Selçuk’un iznine sığınarak, o yazmıştı: Herifin etrafını sarmışlar, adam rezil mi rezil.. Sen 3 kuruş 30 para etmezsin.. Öteki fiyat kırmış.. Sen on para etmezsin.. Üçüncü fiyatı daha da düşürmüş: Sen beş para etmezsin.. Herif sırıtmış: Beyler, beni açık artırmaya çıkardınızsa kapalı zarf usulü ile satın!..” ? Belgesi de açıklandı; AKP’nin başını çekenler para (Amerikan Doları) karşılığında ABD’ye söz vermişler: Kuzey Irak’a girmeyeceğiz... Sözleri söz... Ve bu söz yüzünden biz Kuzey Irak’a giremiyoruz... Kuzey Irak bize giriyor... Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk böyle bir iktidarı rüyasında görse inanabilir miydi?.. B Y Prof. Dr. Muzaffer ERYILMAZ Çankaya Belediye Başkanı Evet, boğazınız bir yumruk gibi düğümlenir. Özgürlük ve eşitlik için, bu ülkenin çocukları ‘eğitimsiz ve geleceksiz kalmasın’ diye yüreklerinin orta yere serilmesine gönül düşürenlerin, farklı bir ülke inşa etmeyi bedel ödeyerek karşılayanların bu bedeline karşılık yüreğinizi ağlatır, ağlamayı yüreklerinizde hissedersiniz... Çünkü yakılan 35 canımız sevdiklerine, kendilerini yakanları, büyük Türk ozanı Nâzım Hikmet’in dizeleriyle tarif ettiler: “Onlar umudun düşmanıdır, sevgilim, akarsuyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı...” Türkiye’yi utancın kara gömleğini giyerek bütün çağların en kaba ve en karanlık lekelerinden birisine uğratanlara sesleniyoruz ki; bizler sizlerin isteri nöbetlerinizin beslediği düşmanlığınıza bile düşman değiliz... Çünkü düşman olmanın; düşmanın biçtiği rolde, çizdiği çizgide durmak olduğunu biliyoruz. Umudun ve sevdanın türküsünü dillerinde kavuşturan 35 mert, mertliğin ‘insan olma ve insan kalma’ ile sınırlı olduğunu bizlere haykırdı... Onlar Şeyh Galib’in bir mısrasını günümüz Türkçesine uyarlayıp söylersek “Mert, yeni bir yol açanlara denir” diyerek mertliğin yeni yolunu ve tarifini getirdiler bize... Şimdi Türkiye 2 Temmuz’un, yeni 2 Temmuzlara yol vermemesi için bir başka temmuz gününü, 22 Temmuz’u milat seçmelidir... Sandıkta özgürlüğün ve bütün inançların tavizsiz savunucusunu, cumhuriyetin ve laikliğin savunucusunu savundukça, işler rayına oturacaktır... Türkiye, inananların yan yana ulusal birlik çatısı altında kenetlenip hoşgörüyü bir yaşam biçimi haline getirecekse eğer, her şeyden evvel, insana kıymayı vaaz eden bütün düşünce biçimlerine karşı tek bir ses, tek bir nefes, tek bir yürek olarak durmalıdır... 2 Temmuz, cumhuriyetçi Türkiye karşıtı koronun elindeki kırmızı ve kirli bir kandır... Bizler onurlarını, inançlarının terkisine koyan ama onları asla terk etmeyen 2 Temmuz şehitlerinin vârisleriyiz... Onların yüreklerimizde bıraktıkları iz, bugün bu katliamın 14. yıldönümünde hâlâ çok barizse, yine seslenmek gerekir mi: Bir düşünceyi alevlerin göğe yükselen feryadında nefretlerine katık yaparak bu ülkenin ruhunu çalanlar, her şeyden evvel siz kendi ruhunuzu kendinizden çalmadınız mı? Türkiye yolunda yürüyecektir... 2 Temmuz’un ateşlerde bedenlerini sınayarak düşüncelerini ölümsüzleştirmiş şehitlerinin yolundan yürüyecektir. Türkiye’de, kendi inancını yaşamak isteyen cumhuriyetin büyük takipçileri, Mustafa Kemal’in, Pir Sultan’ın, Hünkâr Hacı Bektaş’ın takipçilerinin acılarını kendi göğsünde yumuşattıkça, 2 Temmuz bir ders olarak, bu topraklara ters gelen kara inançlılara galebe çalacaktır... Çünkü 2 Temmuz’un sevinçleri mavi adamları, 2 Temmuz’un o mavi sigaralı duruşuyla bize seslenen o mavi adamı, yüzde o gün alevlerin maviliğinde yakılan adamı Metin Altıok, bizler adına gördüklerini ne de güzel anlatıyor... ‘Ben şimdi biraz da Senin için görüyorum; Gökyüzünün parlak, Bakış seken mavisini.’ Evet, siz de umudun yedi göğüne bakarak bu ‘seken mavi’yi hissettiniz mi? kurgenc?yahoo.com M OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ ilan renkli CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear