Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
18 GÜNCEL C haberlerin devamı Dubai anlaşması, Türk ve ABD hazinelerinin resmi internet sitelerinde yer alıyor 6 TEMMUZ 2007 CUMA GÜNDEM MUSTAFA BALBAY CÜNEYT ARCAYÜREK Böyle Dost Düşman Başına imileri partilerin seçim bildirgelerinde terör, Kürt sorunu ve demokratikleşme ile saptamalar (vaatler) olmadığından yakınıyor. Örneğin AKP (RTE) terörle mücadeleye devam edileceğini söylemekten başka ne vaat edebilir halka? ABD sınırdan burnumuzu Irak topraklarına bir karış çıkarmamıza izin vermiyor. Elim kolum bağlı. İktidara gelirsek Bush’u Buşluktan vazgeçirmek için çabalayacağım mı, diyecek? Kürt sorununa gelince; örneğin RTE Türk olmakla değil, kendinin Gürcü, eşinin Arap olmasıyla övünüyor. “Türk milleti” demiyor, “Türk halkı” diyor. Demokratikleşme konusunun AB’ye dönük yüzünde güller açıyor. İçeride yasaları bir değil birkaç kez deliyor. Büyük sermayeden sonra medyanın dinci medyanın egemenliğine teslim olması için elinden geleni yapıyor. CHP ve MHP’ye gelince; terör konusundaki görüşleri ortada. Mücadele ABD’ye teslimiyetten kurtulmakla başlıyor. Yasal olanakların zayıflığı mı, derhal giderilmesine kadar uzanıyor. CHP ve MHP’ye göre Kürt sorunu yok, bölücülük var. Demokratikleşmeye gelince; AB ölçütlerine uyum sağlamak için TBMM’ye gelen paketlere CHP’nin verdiği desteği kendinden başka herkese karşı olan RTE bile kabul ediyor. Anlaşma Hazine’de Işık KANSU / Mahmut GÜRER ANKARA Hükümet sözcülerinin, Kuzey Irak’a girmeme koşullu 8.5 milyar dolarlık kredi anlaşmasının varlığını reddeden açıklamalarına karşın anlaşmanın duyuru metni hem Türk, hem de ABD hazinesinin resmi internet sitesinde yer alıyor. Anlaşmaya ilişkin duyuru, Hazine Müsteşarlığı’nın resmi internet sitesindeki, “http://www.treasury.gov.tr/duyuru/basin/ dei/turkabdortakaciklama 20030923.pdf” adresinde yer alıyor. Devlet Bakanı Ali Babacan imzasıyla yayımlanan 22 Eylül 2003 tarihli duyuruda,“Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’ye 8.5 milyar ABD Doları’na kadar kredi sağlayacak finansman anlaşmasını, bugün imzalamışlardır. Bu anlaşmanın amacı, Türkiye’nin devam eden ekonomik reform sürecinin desteklenmesidir. Kredi, Türkiye’nin iç ve dış borç geri ödemelerinde kullanılacaktır. Kredi, 4 yılı geri ödemesiz ve 10 yıl vadelidir. Kredi, yaklaşık 18 aylık bir süre içerisinde, 4 eşit dilimde kullanılacaktır. Finansman anlaşması çerçevesinde her bir kredi çekişi, Türkiye’nin, ABD’nin ilgili yasasında belirlenen koşulları karşılamasına bağlıdır. Söz konusu iki koşul: (1) Türkiye’nin güçlü ekonomik politikalar yürütüyor olması ve (2) Türkiye’nin, Irak konusunda ABD hükümeti ile işbirliği içerisinde olmasıdır. Türkiye’nin Irak konusundaki işbirliği değerlendirilirken Türk birliklerinin Irak’taki barışın korunması ve istikrar harekâtına katkıda bulunması gerekli bir koşul değildir” deniyor Aynı duyurunun İngilizcesi ise ABD Hazinesi’nin internet sitesinde, “http://www.treas.gov/press/releases/ js747.htm” bağlantısı ile nın karşılanmaması durumunda kullanıldı. Anlaşmanın “aktarım önkoşulları’’ başlıklı bölümünün işbirliğini askıya alma kısmında Kuzey Irak’a askeri müdahaleyi kısıtlayan bölümlerdeki ifadeler aynen şöyle: “Türkiye’nin Irak’a Özgürlük Harekâtı’nda; Irak’a insani yardım da dahil olmak üzere, ABD hükümeti ile işbirliği yapmadığına, Irak’ın yeniden inşası ve istikrarının sağlanmasında ABD hükümeti öncülüğündeki çabaları desteklemediğine dair ibarelerin bulunması ya da tek taraflı olarak Kuzey Irak’a asker göndermesi durumunda; ABD hükümeti, söz konusu bildirim tarihinden geçerli olmak üzere geçerlilik süresinin askıya alındığını Hazine’ye bildirecektir. Bu durumda. Hazine ABD hükümeti ile acil görüşme talebinde bulunabilir. Bu konuların işbirliğini askıya alma tarihinden itibaren 90 takvim günü içerisinde çözümlenmesi durumunda, geçerlilik süresi; geçerlilik süresinin yukarıdaki madde 5 (aktarım önkoşulları) hükümleri gereğince sona ermemiş olması koşulu ile söz konusu tarihte yeniden başlayacaktır. Bu konularda ‘işbirliğini askıya alma’’ tarihinden itibaren 90 gün içerisinde herhangi bir çözüm söz konusu değilse, ABD hükümeti Hazine’ye geçerlilik süresinin sona erdiğini bildirecektir.” AKPABD İlişkileri! ürk halkının “balık” hafızalı olduğu söylenebilir ama, “alık” bakışlı olduğunu kimse söyleyemez. Bunun en güncel örneklerinden biri ABD’ye karşı halkımızın beslediği duygular. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, gerek dünyada gerekse bulunduğumuz coğrafyada ABD karşıtlığında ilk sırada Türkiye geliyor! 1999 yılında dönemin ABD Başkanı Clinton Türkiye’ye geldiğinde ABD karşıtlığından değil, deyim yerindeyse yandaşlığından söz ediliyordu. Marmara depremzedelerine yaptığı ziyarette Clinton’ın burnundan tutan çocuk neredeyse ilişkilerin sembolü haline gelmişti. Bugün Türkiye’de ABD’nin politikalarını beğeniyorum, ABD’ye sempati duyuyorum diyenlerin oranı yüzde 9. 22 Temmuz söylemiyle değerlendirmek gerekirse demek ki, ABD Türkiye’de barajın altında kaldı! Doğal olarak kökten ABD’ciler de! İşin kara mizah kısmı bir yana, Türk halkı ABD’nin özellikle Irak’ta izlediği politikanın dünyayı tam bir Amerikan gölüne dönüştüreceğini düşünüyor ve ABD’ye bakışını ona göre biçimlendiriyor. K T yer alıyor. ABD ile Türkiye arasında, 22 Eylül’de Dubai’de imzalanan anlaşmada “Kuzey Irak’a Türk askerinin girmeyeceği” taahhüdü yer alıyor. Anlaşmada, ABD’nin Türkiye’ye vereceği kredi için aradığı koşullar, “aktarım önkoşulları’’ başlığıyla 5. maddede tanımlandı. Kredinin işleme girme ve geçerlilik sürelerini de tanımlayan koşulların iki temel noktası, “ekonomik politikalar ve Irak’ta işbirliği’’ olarak yer aldı. ABD, Türkiye’nin koşulları karşılamaması halinde de “ekonomik askıya alma’’ ve “işbirliğini askıya alma’’ olmak üzere iki tanım getirdi. İlk tanım, Türkiye’nin ekonomik koşulları yerine getirmemesi, ikinci tanım ise Irak’ta işbirliği koşulları BABACAN: TAAHHÜT VERİLMEDİ Devlet Bakanı Ali Babacan ise düzenlediği basın toplantısında, sorular üzerine, “Sayın Baykal zamanında ABD ile yapılan, sonra nota teatisiyle iptal edilen anlaşmayı yeniden gündeme getiriyor. Sayın Baykal doğru söylemiyor. Türkiye, ABD’ye hiçbir zaman ‘Kuzey Irak’a girmeyeceğim’ taahhüdü vermemiştir’’ dedi. ??? 6 doktor sorguda, 2. bir doktor hücresinden şüphe ediliyor... Bir doktor da Avustralya’da çıktı ??? AKP, CHP ve MHP… Üç parti mi var? DYP’den dönme Demokrat Parti yok mu siyasal hesapların içinde? DP elbette siyasal hesapların içinde yer alıyor. Ama partiler arasında farklılıklar arayan kamuoyu DP açısından şöyle bir tablo ile karşılaşıyor: DP’nin seçim bildirgesindeki kimi ana konulardaki saptamalar AKP’den fazla farkı olmadığını gösteriyor. DP bildirgesinde AKP’nin bayraktarlığını yaptığı (“kimsenin kıyafetine devlet eliyle müdahale edilmeyeceği” gerekçesiyle) türban sorununu çözmek… AKP gibi (“millet eliyle yapılacak”) sivil bir anayasa ve AKP gibi bağımsız, hatta tarafsız yargının gerçekleştirileceğini vaat etmek… İki partinin birbirinden farkı olmadığını göstermiyor mu? Fakat iki parti arasında meğer bir fark varmış; Mehmet Ağar, seçim bildirgesini okuduktan sonra açıkladı: “AKP, türban üzerinden siyaset yapıyor!” dedi. ??? Türban sorununun çözümüne bir adım bile yaklaşamayan, aczini AKP tabanının gözünden uzak tutmak için toplumdaki anlayış birlikteliğine karşın Meclis’te aynı havayı yakalayamamaktan söz edip duran RTE’ye siyasal destek DP’den, toplumsal destek ise Ertuğrul Özkök’ten geldi. Önce bir noktanın üzerinde duralım. Özkök, on saate yakın RTE ile birlikte olduktan sonra hazretin ne denli “gerçek anlamda karizmatik bir lider” olduğunu keşfetmiş ve (belki de Doğan Medya grubunun temennisi, beklentisi de budur) RTE’nin yine tek başına iktidar olacağına inanmış olacak ki, “…önümüzdeki dönem sinir kontrolünü biraz daha başarılı biçimde yapabilirse, hem kendisi hem de Türkiye kazanır” diye tavsiyede bulunuyor. Türbanla başörtüsünden kaynaklanan yargısını şu satırlarla yansıtıyor: “Kayseri’de kadınlara dikkat ettim. Çoğunluğunun başında örtü vardı. Ama bir şey dikkatimi çekti. Örtülerin çoğu türban gibi değildi. Bana sanki başörtüsü boyun kısmından başlayarak ‘yumuşuyor’ gibi geldi”. Bu mantık; başörtüsü ile türbanı ifade ettikleri anlam açısından birbiriyle eşdeğerde gören RTE’ye egemen, ama siyasal simge türbanı masum başörtüsü gibi yutturmaya çalışan bir mantık. Yazıdaki şu satırlarda adeta RTE’nin imzası var: “… Eğer siyasiler germez, bir süre gündemden düşürülürse, türban konusu kesinlikle gündemimizden çıkacaktır…” Böyle bir dost düşman başına. RTE’ye, iktidarda kalmasında kim bilir hangi nedenlerle Özkök gibi yararlı bulan dostlar ihsan eyle Yarabbi! İngiltere’de doktor paniği Mustafa K. ERDEMOL LONDRA İngiltere’de devlet için çalışan 6 Ortadoğu kökenli doktorun bombalı saldırı girişimleriyle ilgili sorguları sürerken, polisin, ikinci bir doktorlar hücresinin varlığından şüphe ettiği bildirildi. Sorguları süren 6 doktordan ikisinin daha önce iç istihbarat servisi MI5’in dikkatini çektiği, bazı terör soruşturmaları çerçevesinde bu hekimlerin araştırıldığı, ancak “düşük öncelikli şüpheliler” arasında sayıldıkları için takiplerine son verildiği öne sürüldü. İngiltere’deki saldırı girişimleriyle ilgili Avustralya’da da bir Hintli doktor yakalandı. Avustralya Başbakanı John Howard, ülkeden ayrılmak üzereyken Brisbane Havalimanı’nda yakalanan kişinin Hintli olduğunu ve Queensland eyaleti sağlık bakanlığının sponsorluğunda Avustralya’ya geldiğini açıkladı. Howard, bu kişinin sorguda verdiği bilgiler doğrultusunda ikinci bir doktorun daha sorguya alındığını söyledi. Her iki doktorun da Queensland’deki Gold Coast Hastanesi’nde çalıştıkları belirtildi. İngiltere’de girişilen son terör eylemlerinin düzenleyici ve militanlarının doktor çıkması, uzun zamandan beri eleştiri konusu olan Ulusal Sağlık Servisi’ni yeniden gündeme getirdi. İngiliz basını, Ulusal Sağlık Servisi’nin (NHS) “terorizme açık kapı” olduğunu ima eden yorumlar yaptı. Bombalı araçla saldırı girişiminin planlayıcı ve gerçekleştiricileri olarak suçlanan süphelilerin doktor olmaları İngiltere Tıp Birliği ile Uluslararası Doktorlar Birliği’nin de tepkisine yol açtı. İngiltere Tıp Birliği’nden yapılan açıklamada, “Hipokrat yemininde ilk madde insan sağlığına zarar vermemektir” hatırlatması yapıldı. İngiliz hastanelerinde 6 bin Ortadoğu kökenli doktor olması İngilizleri paniğe sevk etti. İngiliz Sağlık Servisi yabancı doktorları yeterince güvenlik soruşturması yapmadan çalıştırmakla suçlanıyor. Doktor Aşa’nın Kraliçe Nur’la fotoğrafını gösteren annesi, oğlunun suçsuzluğunu savunuyor. (Fotoğraf: AP) Ülkede yıllardan beri eleştiri konusu olan Ulusal Sağlık Servisi’ne yönelik değerlendirmeler, terör şüphelisi doktorlar nedeniyle gittikçe olumsuz olmaya başladı. Servis’in doktor alımında dikkatli davranmadığı belirtilerek, söz konusu alımlarda “aceleye” gelindiği ileri sürüldü. Terör örgütlerinin doktorlara duyulan toplumsal güveni kullanmaya başladıklarının belirtildiği değerlendirmelerde, İngiliz hastanelerinde 80 bini yabancı 240 bin doktorun görev yaptığı, bunlardan 6 bininin Ortadoğu kökenli olduğu kaydedildi. Glasgow’daki havalimanına saldırı olayının faili Bilal Abdullah’ın da Ortadoğu’da staj yapan doktorlardan olduğu vurgulandı. Ortadoğu kökenli doktorlardan 184’ünün, yine Glasgow saldırılarının planlayıcısı olduğu iddia edilen Muhammed Aşa gibi Ürdün’den, 49’unun da Lübnan’dan geldikleri belirtildi. Ülke dışından gelen doktorların, tıbbi yeterlilik de aralarında olmak üzere bir dizi sınavdan geçirildiği ifade edilerek, kimlik kontrollerinin sadece pasaporttaki fotoğraflara bakılarak yapıldığı kaydedildi. İçişleri Bakanlığı’nın, ülkede çalışmak isteyen yabancı doktorlardan güvenlik soruşturmasından önce çalışma izni koşulu araması da eleştiri konusu oldu. Ancak Göçmen Gözlem Bürosu, her yıl 90 bine varan çalışma izni isteği arasında, dikkatli bir kontrol yapmanın mümkün olmadığını belirterek, sorunun çok boyutlu olduğunu vurguladı. Terör girişimi planlayıcısı ve eylemcisi oldukları iddia edilen şüphelilerin doktor olmaları, İngiltere Tıp Birliği’nin de tepkisine yol açtı. Birlik’in Uluslararası Komite Başkanı Edwin Borman, iddiaların doğru olması halinde, şüpheli doktorların sadece yaşadıkları topluma değil, mesleklerine de ihanet ettiklerini belirterek, “onlar Hipokrat yeminini de hiçe saydılar” derken, Uluslararası Doktorlar Birliği Başkanı Prasad Rao da yaptığı açıklamada, “insanları öldürmek isteyenlerin tıpla bağlarının olmasından ötürü şoke olmuş durumdayım. Doktorlar, yaralı bir teröristi bile iyileştirmekle yükümlüdürler” dedi. EZAEVİNDE PLANLANDI The Times gazetesinin ortaya attığı bir iddiaya göre, El Kaide’nin halen İngiltere’de 30 yıla mahkum, Hindu iken Müslüman olan Dhiren Barot adlı militanı, saldırı planlarını cezaevinden yönlendirdi. Barot’un cezaevinde cuma namazı için farklı koğuşlardan gelerek toplanan Müslüman mahkumlarla mesaj alışverişinde bulunduğu da gazetenin iddiaları arasında.Bu arada saldırı girişimiyle ilgili olarak önceden belirlenen ya da inceleme altında olan evlere baskınlar yapılmaya devam ediliyor. Türk halkı ABD’nin sadece Irak’ta değil, devamında Türkiye’de de kan dökülmesine neden olduğu görüşünde. Kaldı ki, ABD karşıtlığının temelini bize göre bu oluşturuyor. Sadece birinci sayfalarda yer alan haberler bile ABD’nin Türkiye’ye bakışında çok sisli bir ortamın olduğunu ortaya çıkarıyor. ABD ile halen Afganistan’da omuz omuzayız, ama Irak’ta ABD’den omuz yiyoruz! Türkiye ile ABD’nin içinde bulunduğumuz coğrafyada sık sık “çıkar çakışması ve çatışması” içine girdiği çok açık. Ancak bunun nasıl çözümleneceği net değil. Bu ikili durum nereden kaynaklanıyor? Bize göre bunun başlıca nedeni AKP hükümeti... Neden? AKP, iktidara geldiği günden bu yana dış desteğini iki büyük güce dayadı: AB ve ABD... AB’yi başka bir güne bırakalım... Erdoğan daha Başbakanlık koltuğuna oturmadan Bush’un karşısına oturdu. ABD’nin bu coğrafyada yapacağı her şeye omuz vereceğini yer yer ima etti, yerine göre de açıkça söyledi. AKP ile ABD arasında 3 Kasım 2002 seçimlerinden 1.5 ay sonra gerçekleşen BushErdoğan görüşmesinde doğan “mutabakat” var. ??? Bu mutabakat değişik biçimlerde kendisini gösteriyor. Son dönemde, girişte sözünü ettiğimiz gibi Türk toplumunun ABD’ye karşı mesafeli tutumu doğal olarak AKP’yi de endişelendiriyor. Bu nedenle, mutabakata ilişkin her haber AKP’yi rahatsız ediyor. Cumhuriyet’in Eylül 2003’te ortaya çıkardığı “Türkiye’nin Irak’a girmemesi ve Irak’ta ABD politikalarını desteklemesi karşılığında 8.5 milyar dolarlık kredi anlaşmasına” bugün AKP’nin tepki göstermesinin ve yalanlamaya çalışmasının nedeni de bu. Erdoğan’ın milyonlarca fındık üreticisini karşısına almak pahasına tam yetkili danışman olarak yanında tuttuğu Cüneyd Zapsu’nun “süpüreceğinize kullanın” önerisini ABD dikkate almış görünüyor. Bütün dış konularımızda olduğu gibi ABD ile de ikili durum var: 1 TürkiyeABD ilişkileri... 2 AKPABD ilişkileri... Önceki hükümetler döneminde karşılaşmadığımız bir tablo... Böyle bir gidişin ABD açısından da yararlı olmayacağı açık. Her iki ülkenin de yıpranmış ilişkileri güvene dayalı, karşılıklı çıkar zemininde yeniden düzenlemesinde fayda var. Başarılabilirse iki ülke açısından da faydalı... Aksi halde ilişkiler her alanda fay dalı! ankcum?cumhuriyet.com.tr C Cumhuriyet duyurmuştu ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Hükümetin ABD’den 8.5 milyar dolarlık kredi ve ek 1 milyar dolarlık hibe alması karşılığında “Kuzey Irak’a tek taraflı girmeme” koşulunu kabul ettiğine ilişkin gizli Dubai anlaşması 26 Eylül 2003 tarihinde gazetemiz tarafından kamuoyuna duyurulmuştu. Anlaşmaya, dönemin ABD Hazine Bakanı John Snow ile Devlet Bakanı Ali Babacan Dubai’de imza koymuştu. Her bir kredi çekişi, ABD’nin ilgili yasasında belirlenen koşulları karşılanmasına bağlı olacaktı. Kuzey Irak’a Türkiye’nin tek taraflı girmemesi koşulu, anlaşma metni ile anlaşmanın dayandığı yasada açıkça yer alıyordu. Amerikan yönetiminin, Irak’ı işgalinden hemen sonra, Nisan 2003’te Temsilciler Meclisi ile Senato’dan geçirdiği “Savaş Dönemi Acil Ek Ödenekler Yasası”na göre, Türkiye, Kuzey Irak’a “tek taraflı ve bağlayıcı olarak girerse” bu kredi iptal edilecekti. Temsilciler Meclisi’nin, bu yasanın içeriği ile ilgili bilgi veren 8 Nisan 2003 tarihli “HR 1559” sayılı duyurusunda, bu bölüm şöyle yer aldı: “Türkiye, Irak Özgürlük Operasyonu’nda, insani yardımı içerecek biçimde ABD ile işbirliği yapmazsa ya da askeri birliklerini Kuzey Irak’a tek taraflı ve bağlayıcı olarak muharebe düzeninde yerleştirirse, bu kredinin kullanımı mümkün olmayacaktır.” Kredinin yürürlüğe girebilmesi için, TBMM onayından geçirilmesi gerekiyordu. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, anlaşmadan rahatsız olduklarını söylemiş, ABD Başkanı George W. Bush’un Türkiye ziyaretinde anlaşmanın askıya alındığı açıklanmıştı. Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül önce yalanladıkları anlaşmanın uygun görülmediği için yürürlüğe konulmadığını söylemişlerdi.