25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

16 MART 2007 CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY Kemal Sahir Gürel, 1985 yılından bu yana birçok sevilen müziğin hazırlanmasına emek verdi C Sevimsiz Göç halkı (“çoğunluk toplumu”) haklıdır: Bu alışverişten göçmenlerin memnuniyet içinde ayrılması demek, göç alan ülke halkının büyük bölümünün zarara uğraması demektir. Ücretler genel düzeyi düşecek, sermaye verimliliği artacaktır. Basit bir gerçek bu: Serbest piyasa ekonomisinde temel sınıflar (sermaye ve emek) birbirinin aleyhine gelişir. Sermaye ve elit yöneticileri, her halükarda kazanırlar. Ama bunun ötesinde, halklar arasında da bir mekanizma vardır: Yoksullar, geldikleri zengin ülkelerin yoksullarından alır, zenginlerine verirler. ??? Tablomuz karamsardır. Steinmeier’in ülkeler arası çıkarlarla ilgili denge arayışı belki çok yanlış değildir, ama göç ülkelerindeki çoğunluk toplumuyla “azınlıklar” arasında bir çıkar birliği kurmak artık mümkün değildir. Bu koşullarda mümkün değildir. Kâr maksimizasyonunun temel olduğu, bireyin kendi çıkarlarını, gelirini, zevkini sürekli arttırmak zorunda kaldığı bir sistemde, geniş halk yığınlarından, zaten sınırlı olanaklarını gelen ve çoğu da istenmeyen yeni konuklarla paylaşmasını nasıl bekleyebilirsiniz? Kâr varsa, faiz varsa ve emek sermayeye kiralanıyorsa (ücret), en önemlisi de sermaye sürekli büyümek zorundaysa, böyle bir ortaklaşmacılık masaldır. Bu gerçeklik ve zihniyetten barış çıkmaz. Bu zihniyetten çatışma, hem de plebler, yani aşağı sınıflar içinde bir sürtüşme çıkar. Bu sürtüşme, mevcut sistemin sürmesi için gereklidir. Ama tehlikelidir de... Alman halkının yabancı korkusu olağandır. Alman elitlerinin yabancı aşkı da olağandır. Sonuç: Alman siyaseti, Alman ekonomisinin yönetici elitleri göç istiyor ve yabancıların sevilmesini öğütlüyor. Çıkarları gereği. Bunun için 78 milyon yabancıyı kullanıyorlar. Fakat emeği dışında bir gelir şansı olmayan 70 milyonluk “Alman yerleşikleri” çok tedirgin. Korkuyorlar. Tepkileri, yangından kaçan vahşi havanların paniğini andırıyor. Bunun nasıl ciddi bir tehlike olduğunun farkına varanlar ise Alman karşıtı (“antideutsch”) sol değil, tersine, Almanya’da yaşayan tüm emekçileri bir bütün olarak gören ve onların sorunlarına sermayenin elini kolunu bağlayarak çözüm aramakta kararlı “Alman karşıtı olmayan” soldur. Birincilere sol da denemez zaten. Neoliberal çetenin döküntüleridir. Emekçi halkının etnik kimliğine küfrederek onu karşısına almayı siyaset sanan bir sol nereye gidebilir? Galiba Oskar Lafontaine, sadece Alman sağına değil, Sol Parti içindeki solculuk satan şımarık unsurlara da bunu anlatmaya çalışıyor. Bizde o tür “solcudan” çok, ama bir Lafontaine yok. Olmayacak da... cutsay@cumhuriyethafta.eu 7 Mutfakta bir müzisyen var Hatice TUNCER emal Sahir Gürel, düzenlemeleriyle, besteleriyle, enstrümanlarıyla ve özellikle kavalıyla hep müzik dünyasının mutfağında, arka planda durdu. Birlikte çalıştığı sanatçılar çok sevildi, katkıda bulunduğu şarkılar dillerden düşmedi, müziklerini yaptığı dizi filmler ilgiyle karşılandı ama adı pek bilinmedi. Grup Yorum’un üretimlerinde 13 yıl emeği vardı, Hayde albümünün düzenlemelerinde Kazım Koyuncu’nun yanındaydı. Bir televizyon kanalında yayımlanmakta olan ‘Hatırla Sevgili’ dizisinin müziklerini yapan Kemal Sahir Gürel’in dizi film müziklerinden bir seçki Kalan Müzik tarafından yayımlandı. Gürel’in de içinde bulunduğu müzisyen bir ekip tarafından hazırlanan “Son OsmanlıYandım Ali” soundtrack albümü de Kalan Müzik tarafından meraklılarına sunuldu. K Her filme farklı tarz Bu hafta içinde gösterilmeye başlanan “Dicle” dizisinin müziklerini de hazırlayan Gürel’in, “Film Müzikleri” albümünde Sultan Makamı, Kurşun Yarası, Aşka Sürgün, Hasret, Esir Kalpler, Kırık Yaşamlar Diyarı, Binbir Gece Masalları, Bir Aşk Hikâyesi’ne yaptığı müzikler yer alıyor. Hatırla Sevgili’nin müzikleri ise bu albüme yetişmemiş: “Bu dizilere yaptığımız müziklerin hepsi birbirinden farklı. Filmin şehir ya da kırsal bölgede geçmesi, güncel ya da tarihi bir konuyu işlemesi ve hikâyesi bizim müziğimizi etkiliyor. ‘Aşka Sürgün’ Mardin ve İstanbul’da geçen bir hikâyeydi, bu nedenle Erol Mutlu ile kenti ve Doğu’yu ifade eden melodileri iç içe kullandık. Kurşun Yarası, ‘Çökertme’ türküsünden hareketle yapılan bir diziydi, müziği hem tarihi dönemi hem de Ege müzik formunu yansıtmalıydı. Hatırla Sevgili ların ve daha sonraki yılların siyasal çalkantıla1960’ rını anlatan Hatırla Sevgili dizisinin müzikleri de film kadar ilgi ve beğeniyle karşılandı. Dizinin 60’lı yılların en popüler şarkılarından “Hatırla Sevgilim”i, bestesi Erdal Güney’e sözleri Mustafa Nohut Güney’e ait ve Eylem Aktaş’ın seslendirdiği “Zor Yıllar” son dönemin en sevilen şarkıları arasına girdi: “Hatırla Sevgili’de ünlü ‘Hatırla Sevgilim’ şarkısından yola çıktık. Jenerikte de o müziği kullandık. Film 1960’larda başlıyor. Menderes dönemini de içine alan, kırık bir aşk hikâyesi etrafında geri planda dönemin anlatıldığı bir dizi. O dönemin enstrümanlarından ve müzikalitesinden esinlenerek özellikle kanun, ut, tambur gibi klasik Türk müziği enstrümanları kullandık. Filmin öyküsü 60’lardan sonraki sürece geldiğinde 70’li dönemlerin enstrümanlarına geçeceğiz.” F OLKLOR KURUMU’NDA BAŞLADI Giresun doğumlu olan ve 1974’te 8 yaşındayken ailesiyle birlikte İstanbul’a gelen Sahir, evde kardeşleriyle bağlama, darbuka, kavalla orkestra kurup şarkı söylermiş. Halen “Hatırla Sevgili” adlı televizyon dizisinin müziklerini birlikte yaptıkları çocukluk arkadaşı Hüseyin Yıldız’ın öğüdüyle Yavuz Top’un müzik kursuna devam etmiş. Bağcılar Lisesi’nde okuduğu yıllarda İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Türk Müziği Bölümü’ne bir yıl devam eden Gürel, 1984’te de Türk Folklor Kurumu’ndan bağlama dersleri aldıktan sonra bir süre de eğitimci olarak çalıştı. Halk dansları topluluklarında kaval çaldı ve Salih Tamgül ile birlikte, davulzurna dışına çıkarak geleneksel oyun havalarını orkestraya uyarladı. İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Temel Bilimler Bölümü’ne giren Gürel, caz müzisyeni Ayşe Tütüncü’den ders alarak, Timur Selçuk’un müzik okuluna giderek eksikliğini duyduğu Batı müziği bilgisini tamamlamaya çalıştı. Gürel konservatuvara başladığı 1985 yılında Grup Yorum’u kuran üniversite öğrencisi müzisyenlerle tanıştı ve gruba katıldı. Grup Yorum’a enstrümanlarıyla olduğu kadar söz, beste ve özellikle düzenlemeleriyle katkıda bulunan Sahir, 1998’de gruptan ayrıldı. TOPALOĞLU İLE DERLEMELER Giresunlu olan Kemal Sahir Gürel, müzik yaşamında kendisi yapmasa da Karadeniz müziği yapanlara destek vererek “vefa borcunu” ödemeye çalışmış. Grup Yorum’dan koptuktan sonra Laz müziği çalışmalarıyla tanınan Birol Topaloğlu’yla Karadeniz bölgesinde derlemeler yapan Gürel, Kardeş Türküler’e de destek olarak bazı konserlerinde kaval çaldı. Beyoğlu Metropol Müzik’in yayımladığı Salkım Söğüt dizisinin 2, 3 ve 4. albümlerinde aranjörlüğü üstlenen Gürel, aynı şirketin Halimiz Ahvalimiz dizisinin 6. ve 7. albümlerinin düzenlemelerini yaptı. Salkım Söğüt çalışmaları sırasında Kazım Koyuncu ile müzik içerisinde arkadaşlıkları güçlenen Gürel, Salkım Söğüt 2’deki Koyuncu’nun en çok sevilen Dido Nana şarkısının düzenlemelerini yaptı, kaval ve çonguri çaldı. “Stüdyoda birlikte çalıştık ve aramızdaki sıcaklık bizi daha sonra hayatın bazı yerlerinde de ortak çalışma yapmaya kadar getirdi. Hayde albümündeki düzenlemeleri birlikte yaptık.” Koyuncu ile Sultan Makamı lkay Akkaya, Mustafa Özarslan, Gökhan Birben İdüzenlemeleriyle ve Onur Akın gibi birçok sanatçının albümlerine katkıda bulunan Kemal Sahir, Aynur Doğan’ın albümlerindeki “Keça Kurdan” ve bazı şarkıların da düzenlemelerini üstlendi. Hakan Yeşilyurt’la Kurşun Yarası ve Kazım Koyuncu’yla birlikte Sultan Makamı dizi filmlerine yaptığı müziklerle bu dalda en üretken ve başarılı müzisyenlerden bir isim oldu: “Kazım’a Gülbeyaz’dan sonra Kurşun Yarası dizisinin müziği teklif edilmişti, fakat kendi tarzına uymadığı için bana yönlendirdi. Aynı dönemde Kazım’la birlikte hazırladığımız Sultan Makamı dizisinin müzikleri çok başarılı bir çalışmaydı. Balat’ta geçen bir öyküydü, müzik tarzını Kazım’la düşünürken farkında olmadan Balkan etkisine, akordeona yanaştık. Goran Bregoviç’in bir müziğinden etkilenmiştik. Kazım ve Şevval Sam vokal yapmıştı. Kazım’ın son çıkan albümünde okuduğu ‘Hoşçakal’ Sultan Makamı’nın ikinci parçasının geliştirilmiş hali.” ‘Amiral battı’ oyunu gibi G P ürel, dizi filmlere müzik yapmaya başladığı deneyimsiz dönemlerinde görüntüye ihtiyaç duyuyormuş ama zamanla ilk bölümlerin senaryosuna bakıp müziği kafasında kurabiliyormuş: “Bir nevi amiral battı oyunu gibi. Yani aslında görmediğiniz bir şeyin üzerine senaryodan çıkarak müzik yapıyoruz. roje danışmanlarıyla, yönetmenle müzik tarzı üzerine fikir geliştiriyoruz. İki üç haftalık bir çalışmayla müzikler şekilleniyor. Müziklerin yüzde 80, 90’ı dizinin birinci bölümü oynamadan bitmiş oluyor. Her hafta gösterilen bölümlerle de sahnenin akışına göre müzikleri yerleştiriyoruz.” Gürel “bir türküyle seyircinin avlanması”na sıcak bakmıyor: “Senaryo başarısız, iyi çekilmemiş, reyting sıralamasının en altında olup bir türküyle birinci sıraya yükselen çok film var. Bunu bütünüyle kötü bir şey olarak görmüyorum ama kolaycılığa gidilmesini benimsemiyorum. Yani özgün müziğin daha öne çıkarılması gerektiğini düşünüyorum.” enç sanatçı Şermin Langhoff da, arkadaşımız Tunçay Kulaoğlu ile konuşurken, Almanların çoğunluk toplumu olarak ciddi bir uyum sorunu yaşadığına dikkat çekiyor. Oysa hep göçmenlerin veya yabancıların, onların içinde de özellikle Türkiye kökenlilerin entegre olamadığı savunulur. Demek tersinden gitmek mümkün ve öyle yapınca da, Alman halkının bu ülkede yaşayan yabancılara uyum göstermekte güçlük çektiği rahatça söylenebiliyor. Bu bir haksızlık mı? Bir abartıyla mı karşı karşıyayız? Şu ya da bu biçimde bir irkilmeye yol açıyor bu görüş, açık. Belki de “Dağdan gelip bağdakini mi kovuyorsun?” sorusundan korkuyoruzdur. Irkçılığın bir yüzü yok ki... Neyse... Nasıl bakılırsa bakılsın, “resmi” veya “alışılmış” açıklamaların dışında yanıtlar aramak artık bir zorunluluktur ve bu, yeni yollara davetiye çıkarmak anlamına geliyor. İyi. Öyle olsun. ??? Artık Avrupa’ya yerleşmiş Türkiye kökenli sol içinde de yayılmaya başladı: Siyaset sınıfının değil, iş dünyasının hiç değil, fakat resmen sıradan halkın, çalışan milyonların içindeki bir yabancı korkusudur sorun. Korkunun ötesinde, nefrete de dönüşen bir huzursuzlukla iç içeyiz. Peki, neden? Alman Dışişleri Bakanı FrankWalter Steinmeier, Avrupa Birliği’ndeki üyeler arası entegrasyon çabalarına yönelik son bir değerlendirmesinde “iç içe geçirmek ve entegre etmek”ten söz ediyor. (Internationale Politik, Nr. 3, März 2007.) AB’nin bir entegrasyon sorunu var. Ama sadece o kadar. Sanki Almanya’nın bizim “uyum” diye biraz da yanlış tercüme ettiğimiz “unsurların birbirine eklemlenme süreci” gibi bir sorunu yok. Oysa şöyle bir baktığımızda bile, ortada sırf bu soruna yönelik bakanlık düzeyinde kurumlaşmalar olduğunu görüyoruz. Steinmeier, çıkarların iç içe geçirilebildiği bir süreç ve bu çıkarlar arasında barışçı bir denge kurulması gerektiğini yazıyor. Avrupa’yı düşünerek yapıyor bu öneriyi. Çıkarlar kaynaştırılamıyor, arada barışçı bir denge kurulamıyor ki, buna gerek duyuyor. Ortadaki dengesiz tablo, bu bakışı zorluyor. Ama Almanya, Avrupa’dan farklı tabii. Alman halkı (“çoğunluk toplumu”), çıkarlarının, bu sonradan gelenlerle (“göçmenler”) iç içe geçirilmesini istemiyor. Denge falan da istemiyor. Gerçi gelenler bunu istiyor, bunun için çalışıyor da. Çünkü “göçmen”, böyle bir dengenin lehine sonuçlar vereceğinden, gelir ve yaşam standardının yükseleceğinden emindir. Ama Alman toplumu böyle bir dengeden zararlı çıkacağını düşünüyor. Haksız değildir. Ancak “suçlu” da göçmen değildir. Serbest piyasa ekonomisi, piyasanın o görünmez eli ve demokrasi, eğer kutsalsa, Alman G KORKUNÇ YANIKLAR İÇİN TEDAVİ YOLLARI ARANIYOR Hikâyeden bağımsız ürel’in film müziklerindeki başarısına karşın asıl hedefi, görüntü üzerine değil de kendi duyarlığını taşıyan, enstrümantal bağımsız bir çalışma yapmak: “Bir konu ve hikâyeye bağlı kalarak kendi içinizdeki asıl müziği yapmıyorsunuz. Benden bir parça ama konsepti farklı oluyor. 45 müzisyenle birlikte uzun soluklu bir çalışmayla stüdyoya girip tamamen kendimizi ifade eden bağımsız bir albümüm olsaydı çok daha iyi olurdu. Mesela kavalı öne çıkarsaydım... Belki ilerde ama sözlü müziğe çok sıcak bakmıyorum. Birincisi hayatın karmaşıklığına ilişkin çok iyi sözler bulmak lazım. İkincisi ben şarkıcı değilim, sesim yok. Kendini enstrümanlarla ve bestelerle ifade eden bir insanım. Sahnede olmak güzeldir ama hep böyle işin mutfağında olmak, geri planda olmak çok daha hoşuma gitti. Müzik kendini kendi diliyle ifade edebilmeli, insanlara ulaşabilme başarısını kendi araçlarıyla yaratabilmeli diye düşünüyorum.” Son OsmanlıYandım Ali S on Osmanlı Yandım Ali filminin müzikleri Kemal Sahir Gürel, Ayşe Önder, Aytekin Gazi Ataş ve Soner Akalın’dan oluşan bir ekip tarafından hazırlandı. Yansımalar Grubu’nun da bazı bölümlerde katkısı var. Filmde Ziynet Sali’nin seslendirdiği ‘Kanaryam’ ve ‘Alim’ adlı şarkıları Cengiz Onural tarafından düzenlenmiş. Filmde, İsmail Hakkı Demircioğlu, Yasemin Göksu ve Dilek Türkan da birer şarkı seslendiriyor. Senfoni orkestrası tarafından çalınması ve kaydedilmesi nedeniyle filmin müziği ayrı bir önem kazanıyor: “Yorucu ama zevkli bir çalışmaydı. Senfoni orkestrası kullanarak Türkiye’de bugüne kadar yapılmamış bir şeyi hayata geçirmeye çalıştık. Bilmiyorum ilk mi, ama ilk olduğunu düşünüyorum. Hollywood’daki en basit filmde bile şef senfoni orkestrasının başına geçer, filmin karesi ekrande belirir ve canlı olarak kaydedilir. Bizde film müziği ev stüdyolarda yapılır. Bunun, sinemanın sektör olmaması, film müziğinin prodüktörler tarafından çok önemsenmemesi gibi nedenleri var. Evrensel olarak müzik, bir filmin yönetmen, senaryo, oyuncu kadrosunun tamamlayıcı bir parçasıdır. Şef Hakan Şensoy yönetimindeki İstanbul Senfoni Orkestrası müzikleri çaldı. 30 kişilik yaylı ekibinin yanı sıra obua ve flüt de ekledik. Soner Akalın’ın perküsyon kurgusunda çok büyük yaratıcılığı oldu ve bütün filmin perküsyonlarını tek başına çaldı. Tonmaister Metin Kalaç’ın da filmin soundunun ortaya çıkmasında çok büyük katkısı oldu. Ayse Önder sahnelere göre müzikleri saniye saniye yazdı.” G Küçük Buse’nin kaderiyle savaşı STUTTGART (Cumhuriyet) – Babası İlhan Kamalı ile birlikte, yanık tedavisi için çare aramak amacıyla Almanya’ya gelen küçük Buse’ye yardım çağrısı yapıldı. Televizyon tüpü patlayınca yüzü ve vücudu 8 Ekim 2005 yılında ağır biçimde yanan 3 yaşındaki Buse, Alman kuruluşu Cicatrix Yanıkzedeler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Recep Arzıman’ın girişimleri ile Stuttgart’ta tedavi görecek. İlhan Kamalı, kızları Buse’ye Alman kuruluşu Cicatrix aracılığı ile Türk toplumunun da sahip çıkmasından büyük sevinç duyduğunu söyledi. Buse’nin kaderinin, kendisi de yüzde 70 oranında yanık olan Recep Arzıman ile bir rastlantı sonucu bir Türkiye’de düğünde karşılaşmaları ile değiştiğine dikkat çeken İlhan Kamalı, “Buse’nin sağlıklı bir şekilde yaşamını sürdürmesi için bir dizi ameliyat daha gerekiyor. Bize umut ışığı olan Recep Arzıman’a, Cicatrix kuruluşuna ve vatandaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Yaklaşık 300 bin euro tedavi masrafları tutacakmış. Çocuğun tedavisi için Almanya’ya geliyorum diye patronum beni işten çıkardı. Şimdi konu komşu yardım ediyor. Gelecek her yardım Busemiz için bir umut ışığı” diye konuştu. Recep Arzıman ise kendisinin de bugüne kadar 48 ameliyat geçirdiğini belirterek “Buse’yi zor günler bekliyor. Ancak tedavi sonrası Buse mutlaka çok daha rahat bir yaşam sürecektir. Yine de bir müjdemiz var. Cicatrix olarak vatandaşlarımızın da desteğiyle Buse 18 yaşına gelene kadar tedavisine destek verme kararı aldık” diye konuştu. Recep Arzıman, Buse’ye yardımcı olmak isteyenlerin (Almanya içinden) 0702372 96 87 ya da 0162254 88 00 numaralı telefonlardan bilgi alabileceklerini bildirdi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear