23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

14 2 lira 23kuruş... Yemesi zevkli olacak! Haluk Gerger ABD’yi mahkum ettirdi ve tazminat davasını kazandı. Nedeni, 10 yıllık vizesi olmasına rağmen 2003 yılında ABD’den sınır dışı edilmesi, yani seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasıydı. Bu sonuç, diğer ABD mağdurları için bir emsal oluşturacak. 2 lira 23 kuruş da para mı demeyin, Haluk Gerger’e göre bu para, ABD’ye atılmış bir tokat… merika Birleşmiş Devletleri’ne dava açmak, üstelik bu davayı kazanmak… Belleğinin hiç de derin olmayan bir yüzeyinde 6. Filo’yu denize dökmekle gururlanan bir toplum için az buz zafer değil elbette. Davayı açan, bilim insanı, gazeteci ve yazar Haluk Gerger. 1982’de YÖK’ün kurulmasıyla Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’ndeki öğretim üyeliği görevine son verilen Gerger, İnsan Hakları Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı, Almanya’da misafir öğretim üyeliği yaptı. Dahası, akıl tutulması yaşamadı ve entelektüel sorumluluğunu soyunmadı, Türkiye’de ve dünyada olup bitenlere köşe yazılarıyla yanıt vermeye çalıştı. 2003’te 10 yıllık vize alarak gidip sınır dışı edildiği ABD hakkında dava açtı, kazandı. Sorduk, Gerger yanıtladı: 2003'ten önce Amerika’ya hiç gittiniz mi, bu ülkeyi ne kadar biliyor ve tanıyorsunuz? Pek çok kez gittim, “master” derecesini de orada aldım. Amerikan nükleer doktrini tarihi benim uzmanlık alanım. Ayrıca ABD dış politikasını da yakından izleyen bir araştırmacıyım. Bu bakımlardan ABD’yi iyi bilirim, toplumunu, siyasal sistemini, devlet işleyişini tanırım. C söyleşi ESİNTİLER ZEYNEP ORAL 16 MART 2007 CUMA Ayrımcılığın farkında mısınız? ise namus cinayetleri, “nitelikli adam öldürme” kapsamına alınmadı, bu nedenle ceza indirimi uygulanır oldu. A EMEKÇİ KADINLARIN DURUMU Keşke birileri çıkıp Başbakan’a 8 Mart’ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü olduğunu anımsatıverseydi. Şu dört yılda işsizliğin ve yoksulluğun nasıl arttığını, ekonomistler açıklıyor. Benim bildiğim işsizlikten de yoksulluktan da kadınların aldığı payın arttığı... Kadın istihdamı şu son dört yılda geriledi. 2000 yılında ülkemizde kadın istihdam oranı yüzde 36 iken bugün yüzde 26. “Kadının yeri evidir” baskısı her geçen gün arttı. Ben mi yanılıyorum; “Kadınların ev dışında çalışmaları caiz değildir” diye fetvalar bu yönetim döneminde verilmedi mi? Devlet dairelerinde ya da kuruluşlarda açılan sınavlarda “erkek olma” şartı koşulduğunda başımızda bu iktidar yok muydu? Başbakan o zaman neredeydi? Birkaç gün önce İRİS Eşitlik Gözlem Grubu’nun, kamu sektöründe kadınlar üzerine araştırması yayımlandı. Şimdi sıkı durun: Kamu kurumlarında çalışanların sadece yüzde 28’i kadın! Kimi bakanlıklarda durum şöyle: Çalışma Bakanlığı’nda çalışanların 456’sı kadın, 1123’ü erkek... Sağlık Bakanlığı’nda çalışanların 781’i kadın, 1875’i erkek... Milli Eğitim Bakanlığı’nda çalışanların 1001’i kadın, 2240’ı erkek. Hiçbirinde kadın müsteşar yok! 25 müsteşarlık kadrosunun 25’i de erkek... Müsteşar yardımcılarının 2’si kadın, 83’ü erkek. Genel müdürlerin 8’i kadın, 131’i erkek. Ülkede tek kadın vali yok! Listem böyle uzayıp gidiyor. İşe en son alınan ve işten ilk önce çıkarılanlar kadınlar. Eşit işe eşit ücret alamayan, kadınlar... Tarlada ücretsiz çalışanlar, kadınlar. Evdeki emeği yok sayılan yine kadınlar... Başbakan, konuşmasında “Cennet, annelerin ayaklarının altındadır”dan yola çıkarak “Anaların ayağının altı öpülür, onun için biz analarımızın ayağının altını öperiz, ben öperim” diyor. (Yani cennet orada olduğu için!) İstemez, öpmesinler! İktidar kavgalarını kadınlar üzerinden yapmasınlar, o kadarı yeter! Ah nasıl anlatmalı ki, öteki dünyada değil, bu dünyada; öldükten sonra değil, şimdi, yaşarken istiyor kadınlar eşitliği ve insan gibi yaşamayı... Nasıl anlatmalı ki, biyolojik farklılıklardan değil, toplumsal cinsiyetten söz ettiğimizi! Erk, güç, iktidarın sahibi olmak için değil, insanca, insan onurunu koruyarak yaşayabilmek için! Kadınlara karşı ayrımcılık, cinsiyete dayalı eşitlik politikalarının hayata geçirilmesiyle önlenebilir ancak. Bu politikaları üretmenin ve uygulamanın da çeşitli yolları var. Burada bu konuya giremem, ancak yüzlerce, binlerce yöntem arasında, bizde yalnızca Atatürk döneminde uygulanan olumlu ayrımcılığı; kadın kotası hükümlerini, anayasaya, siyasi parti yasalarına, seçim yasasına, yerel yönetimler yasasına uygulamayı vurgulayabilirim. Ancak ilk adım, sorunun farkında olmak. Toplumsal cinsiyet bilincini geliştirmek ve bu bakış açısını benimsemek olmalı... Belki o zaman öteki dünyada cennete giden yola yaltaklanmak yerine, insanca ilişkiler kurabilir, geliştirebiliriz. www.zeyneporal.com A ‘HÜCRE TEHDİDİ’ 2003’teki gitme nedeniniz neydi? New York’ta olan yeğenimi ziyaret etmek istemiştik. Bu arada, Amerikan komünist hareketiyle ilgili çok sayıda belgeyi bulunduran Tamament Kütüphanesi’ni de kullanmayı düşünüyordum, çünkü Amerika’daki sosyalist hareket üzerinde araştırma yapıyorum. Sizi ABD’ye almamalarının nedeni neydi? Bir gerekçe gösterildi mi, sizce neden engellendiniz? Bir gerekçe göstermediler. Havaalanında bana söylenen, vizemin Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nca iptal edilmiş olduğuydu. Gerekçesini bilmiyoruz, dediler. Daha sonra, Amerika’daki bir Türk gazeteci gerekçeyi Adalet Bakanlığı Sözcüsü’ne sormuş. Yayımlanan habere göre, o da “Bu kamuya açık bir bilgi değil” diye yanıt vermiş. Ankara’daki konsolos da bu konuda benimle görüşmek istedi, “Sizinle ilgili pek çok mektup aldık, birkaç hafta içinde bu iptalin nedenini öğrenip size bildireceğim” dedi. Yıllar geçti, hâlâ arayacak. Mahkemede ise ABD’nin avukatı şaka yapar gibi, “Haluk Gerger maruf bir insandır, biz onu o gece otelde misafir edip ertesi gün ülkeye sokacaktık, kendisi istemedi, geri döndü” diye yazılı savunma yaptı. Günü gelince, belki bir neden uydururlar. Bence, Amerikan yöneticileri, zalim saldırganlıklarının dünyanın her yerinde tepki ve direnişin tohumlarını ektiğini elbette biliyor, görüyor, böylece de dünya halklarından korkar hale geliyorlar. Bu paranoya onları benim gibi bireylerden bile korkar yapmış. Anlaşılan, seyahat özgürlüğü gibi temel bir hakkın ihlalini dahi rutin hale getirmişler. Eşinize de kötü muamele edildi, Renan Hanım’a nasıl davranıldı, ne yapıldı? Aslında eşimin ülkeye girebileceğini söylediler, beni tutup onu gümrükten giriş yapmaya zorladılar. Böylece birbirimizden habersiz kaldık. O uçağa yeniden biniş için işlemlerini yaptırırken benim de uçakta olup olmayacağımı, orada bir hücrede tutulup tutulmayacağımı bilmiyordum, çünkü onun yanında bir “hücre tehdidi”nde bulunmuşlardı. Sonunda eşim beni iki silahlı memur arasında uçağa götürülürken görebildi, ama birbirimize seslenmemizi dahi sert bir biçimde engellediler. Ancak uçak içinde buluşunca rahatlayabildik. Ben fiilen gözaltındayken resmimi çektiler ve parmak izlerimi aldılar ki, o zaman bu, gelen yolcular için yasal bir işlem değildi. Dava açtınız, kazandınız, ama bu kez de ödemeye yanaşmadılar… Davayı kazanmış olmak sizin için ne ifade ediyor, bizim için ne ifade etmeli? Bunun sadece hukuki değil, politik ve ahlaki, moral bir anlamı da var. ABD, Cenevre Sözleşmesi gibi imzaladığı uluslararası anlaşmaları, oluşumuna katıldığı Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi kurumları dahi tanımaz bir cüret içinde. Bu bakımdan, Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararına uyması, üzerinde durulmaya değer bir gelişme. Türkiye’deki, ABD’ye yaygın tepki ve muhalefeti, bir de ülkenin yargısını dinlemeyerek derinleştirmek istememiş olabilirler, çünkü benim peşlerini bırakmayacağımı biliyorlardı. Cezayı bir yıl ödemediler, bunun üzerine avukatım bir ihtarname çekerek bir hafta süre verdi, aksi halde ağır cezada suç duyurusunda bulunacağımızı bildirdi. er 8 Mart haftasında kadın ve kadına ilişkin sorunlar üzerine bol bol yazılır, çizilir, konuşulur, konuşulur... Sonra unutulur... Bu kez beni en çok şaşırtan, Başbakan’ın 8 Mart’ı anımsaması, hele hele toplumun yarısını oluşturan kadınlara karşı ayrımcılık üzerine sözleri oldu. Birkaç gün önce AKP grup konuşmasında ne diyordu Erdoğan: “Kadına karşı ayrımcılık, ırkçılıktan daha kötüdür, daha tehlikelidir...” Peki ama, kadınlara karşı bu ayrımcılığı en çok körükleyen sizin partiniz, sizin iktidarınız değil mi diye sormazlar mı adama? “Ilımlı İslam” politikalarıyla mı kadınlara karşı ayrımcılık önlenecek, yoksa laiklik ilkesinden fire vere vere mi? Dinlerin, değişmez kuralları kapsadığını; oysa insanlık yaşamının yürüyüp ilerlediğini bilmez mi Başbakan? Ben mi yanılıyorum? Yanlış mı biliyorum, yanlış mı hatırlıyorum: Kadınlara yönelik olumlu ayrımcılık maddesine şiddetle karşı çıkan bu iktidar değil miydi? Dünyada eşitliği savunan her ülkede benimsenen olumlu ayrımcılığı anayasaya sokmayan bu Meclis değil miydi? H Y HANGİ POLİTİKALARLA? Başbakan’ın konuşmasını yaptığı salonda kadınların bir yanda, erkeklerin öte yanda, ayrı ayrı oturtulması herhalde hoş bir “şaka” (yoksa Başbakan’a komplo mu?) belki de “ironi” olsa gerek, ama doğrusu ben bu işin “inceliklerine” varamadım! Söylemle eylemin birbirinden bunca uzak düşenini görmedim! Sormazlar mı: İmam hatip okullarını çoğaltarak mı önlenecek kadınlara karşı ayrımcılık, yoksa ülkenin başbakanı olarak katıldığı bir dış gezide, İslamda hangi koşullarda birkaç kadınla evlenilebileceğini açıklayarak mı? Belki de kadın sorunlarını da ulemaya havale ederek çözecek bu işi Başbakan! Sormazlar mı: Peki kimlerle önleyecek bu ayrımcılığı? “Eşini biriyle görürsen, iki tokat vurmaz mısın?” diyen, “Zaten Türkiye’de bakire olmayanla kimse evlenmez” buyuran partisinin milletvekilleriyle mi; yoksa anne çocuk ölümlerini yok sayan, “Nüfus ve aile planlaması kavramı bizim için rafa kalktı. Batı kültürünün etkisiyle doğurganlık sayılarımızı aşağı indirirsek yanlış mecraya sürükleniriz” açıklaması yapan Sağlık Bakanı’yla mı? Dünya ülkeleri içinde kadınların yönetimde temsili açısından utanç verici yerimizi bilmez mi bu Başbakan! TBMM’deki yüzde 4.4’lük kadın parlamenter oranıyla mı önlenecek kadınlara karşı ayrımcılık? Kadınlar üzerine hep erkekler konuşurken, kadın üzerinden kendi politikalarını dayatırken Başbakan nerelerdeydi? Sakın kimse çıkıp da bana, evet ama Medeni Kanun ve Ceza Kanunu’nu bu iktidar değiştirdi demesin! Hayır, bu yasaları kadına karşı korkunç ayrımcılıktan kurtaran, bu ülkedeki kadınların, kadın örgütlerinin 30 yıldır günbegün süren mücadelesi ve Avrupa Birliği’nin zorlaması oldu. Ancak her iki yasada da iktidar son anda çelme atmaktan geri kalmadı. Evlilikte edinilmiş malların katılım ya da paylaşımını ancak 1 Ocak 2002’den sonraki evliliklere tanıyarak 17 milyon kadının mağdur olmasına, Medeni Kanun uygulamasının ise 30 yıl ertelenmesine yol açtı! Ceza Yasası’nda Tabii icraya da gidecektik ve sonunda işi Türk devletine havale edecek, kendi yargısının kararının tanınması için gereğini yapmasını talep edecektik. Yani ABD, yasa tanımazlığında ısrar etseydi, müttefiki Türkiye’yi zor durumda bırakacaktı. Sorun, ABD ile Türkiye arasında bir hukuki, diplomatik meseleye dönüşebilecekti. Umarım bu gelişmeler bir ders olur Amerika’ya ve bu tür muamelelerle karşılaşanlar bakımından da global bir emsal oluşturur. Ben geri gönderilince Amerikan Yazarlar Birliği (ABD PEN’i), Beyaz Saray’a başvurarak bizzat Bush’un benden özür dilemesini istedi; manevi tazminatın ödenmesini aynı zamanda bir özür dileme olarak da kabul ediyorum. Benim Bush’un özrünü kabul etme niyetim yok. ER KURUŞ HAK İHLALİNE BİR TOKAT... Kazandığınız 2 lira 23 kuruşu ne yapmayı düşünüyorsunuz? “Harca harca bitmez” derler ya, bu da o hesap. ABD yönetiminin, ahlaki/manevi mahkumiyetinin zevkini çıkaracağım. Her kuruş, yasa tanımazlığa, hak ihlaline, aşağılama gayretlerine bir tokattır. ABD’nin görüş istediği Dışişleri Bakanlığı’nın “Ülkeler sınırlarından geri çevirme serbestliğine sahiptir” H açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bence, mahkemeye sunduğu bu “uzman görüşü” ile Türkiye Dışişleri Bakanlığı da mahkumiyetten payını almış sayılmalı. Kraldan fazla kralcı heves ve işgüzarlık, onlara da bir ahlaki/moral yük getirdi mi, bilemiyorum. Hayatın “devlet egemenliğinin keyfiliği” gibi sığ kavramlara uymadığını bizim dünya görmüş diplomatlarımız bilmiyor anlaşılan. Görülüyor ki, bağımlılık zincirlerinin en kötüsü, zihni/ideolojik bağımlılık. Türkiye’de ABD’ye tepkinin yayılmasıyla, milliyetçiliğin yükselmesi atbaşı gidiyor. Bu nasıl kırılabilir, nasıl bir dil gerekiyor? Türkiye’deki yaygın tepki henüz yönünü bulamadı, asıl mecrasına akamadı. Çok farklı ve çelişik düşüncelerden kaynaklanan bu tepkilerin günün birinde gerçekten antiemperyalist bir içeriğe kavuşacağını ummak istiyorum. İşte o zaman, yıkıcı şoven milliyetçiliği ve militarizmi değil, yurtseverliği, halkların kardeşliğini, enternasyonalizmi, evrensel eşitlik ve özgürlük arayışlarını besleyeceğini düşünüyorum. Bu da ancak antikapitalist bir içerik ve dille mümkün olabilir. Bölücü milliyetçiliğin kışkırtılması, ırkçı yaklaşımlar, kışkırtıcı dil, özünde, halkları Saddam’ın Irak’ı örneğinde olduğu gibi emperyalizme kolay lokma yapıyor ve sonunda sadece onulmaz acılar getiriyor. Böyle bir şey olabilir mi? Olur… Yasanın kendisi hukuka aykırıysa, bu yasa ile hukukun kendisi de ortadan kaldırılabilir.. Bugün Türkiye’de olan budur. Yürürlükte bulunan seçim yasasındaki yüzde onluk baraj nedeniyle bir siyasal parti, bu yasaya uygun, fakat hukuka aykırı olarak Meclis’te mutlak çoğunluğu elde etmiştir. Çünkü bu hüküm, seçmeseçilme hak ve özgürlüklerinin önünde engel oluşturduğu için hukuka aykırıdır. Yürürlükteki bu yasa ile bu alanda hukuk yürürlükten kaldırılmıştır. Hukuka (akla, vicdana, demokrasinin ruhuna) uygun olmayan (ulusun istencini yansıtmayan) bir seçim yasası ile yasaya uygun, fakat hukuka aykırı olarak mutlak çoğunluğu elde eden parti, şimdi de yasaya yine belki uygun, hukuka ise baştan sona aykırı bir seçim zaferine, cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmaya hazırlanıyor. Hugo’nun büyük yapıtı “Sefiller”de en çok etkilendiğim sayfalardan bazıları, Napolyon’la ilgili olanlardır. Tam olarak anımsayamasam da, anlam aşağı yukarı şöyleydi: Kader bir yerde dur diyecektir, çünkü artık bu kadarı olmaz. Çünkü vicdanları rahatsız eden bir durum dayanılmayacak bir düzeye ulaşmıştır. Biri diyor ki, ben her istediğimi yaparım. Yapamazsın. Yapamayacaksın. CUMARTESİ YAZILARI ATAOL BEHRAMOĞLU Yapamaması gerekir. Yaptırmamalıyız. Hukuka aykırı yasanın diktatörlüğüne karşı hukukun üstünlüğünü savunmak, üstün kılmak zorundayız. Bu, kendini değil solcu, demokrat sayan, liberal sayan, yurtsever sayan, insan sayan, maddeten ve ruhen korkak ya da kaypak olmayan herkesin görevidir. TÜSİAD’ın da, başkanının soyadı ile birlikte ağız değiştirdiği şu günlerde, bu girişten sonra, gelelim son üç haftadır ısrarla işlediğim solda birlik konusunda bana ulaşan mesajlara, yazılara… Çok sayıda mesaj ve mektupta, çok ilginç, kimilerinde somut ve yeni sayılabilecek öneriler var. Fakat görüşlerinin özet olarak da olsa yayımlanmasını bekleyen okurlarımdan özür dileyerek bu haftaki yazımın bu bölümünü de değerli siyaset adamı Uluç Gürkan’ın, konuyla ilgili internet sitesinde yer alan, bilgi olarak bana da göndermek nezaketinde bulunduğu görüşlerini özetlemeye ayıracağım: ??? Uluç Gürkan “Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulların sola yeniden ivme ka Yasaya UygunHukuka Aykırı zandıracak içerikte’’ olduğunu, çünkü AB ve ABD ile ilişkilerde “ulusalcılıkküreselcilik dengesini” ancak solun kurabileceğini, “ülke içinde de, eğitimden sağlığa, işsizlikten cari açığa, gelir dağılımı eşitsizliğinden bölgeler arası gelişmişlik farkına kadar pek çok alandaki çarpıklıkların ilacı”nın solda olduğunu belirtiyor. Fakat sol bu işlevlerini yerine getirebilmek için “kişilerin yerine ilkeleri konuşmaya başlamak”, “topluma inandırıcı bir gelecek planı sunmak”, “bunun için de öncelikle, hem kendi içindeki yarışa, hem de sağ iktidarlara karşı günlük taktik savaşlarının ötesine gitmeyen eleştiri politikasına son vermek” zorundadır… Sayın Gürkan ulusal birliğimize, Cumhuriyete, laik düzene kasteden bir anlayışa karşı Merkez Sol’un ve Merkez Sağ’ın kendi aralarında ayrı ayrı seçim ittifakı yapmalarını kaçınılmaz bir zorunluluk olarak görüyor. Merkez Sol ve Merkez Sağ arasında ortak bir seçim ittifakını ise, AKP’yi daha fazla güçlendirebileceği vb. gerekçelerle hem yanlış, hem zaten olanaksız bulduğunu belirtiyor. Merkez Sol’da bir seçim ittifakı konu sunda Sayın Gürkan özetle, “farklı sol partilerin İtalya’daki zeytin dalı girişiminde olduğu gibi ortak bir paydada buluşmaları ve önümüzdeki seçimlerde ittifak yapacaklarını ortak bir başbakan adayıyla kamuoyuna açıklamaları; aynı zamanda, Cumhuriyetin temel ilkelerini savunmak için parlamento dışında da toplumun bütün kesimleriyle, gönüllü kuruluşlarla, sendikalarla, meslek kuruluşlarıyla işbirliği yapılması” gerektiğini belirtiyor. Çünkü “Cumhuriyetçi, ulusalcı ve sol eğilimli kararsız seçmen çoğunluğunu yeniden kazanmanın en etkili yolu, solun böylesi bir seçim ittifakıdır. Seçimler sonrasında seçilen milletvekilleri kendi partilerine dönseler de, seçimler kazanıldığında ‘koalisyon’ için uygun ortam yaratılmış olacaktır.” “Sol’u tek bir çatı altında toplama”nın “olmayacak dua” olduğunu belirten Gürkan, “İtalya’da yaşanan seçim deneyimi” örneğine bir kez daha dönerek şunları söylüyor: “Önemli olan, her partinin ve kesimin, kendi bağımsız varlığını koruyarak bir ortaklığı oluşturmasıdır. Seçimler bittikten sonra, herkes kendi partisine dönecektir. Ancak, seçimden önce Türkiye için ortak paydası belli bir büyük koalisyonun temeli atılmış olacaktır.’’ ??? Uluç Gürkan’ın bence sağlam bir mantık ürünü görüşleri özetle böyle. Önümüzdeki hafta, solda birlik konusunda yazan okurlarımın görüşlerinin geniş bir özetiyle devam edeceğim… Eurovision’un ‘şekeri’ Kenan Doğulu, 52. Eurovision Şarkı Yarışması’nda seslendireceği “Shake It Up Şekerim” (Çalkala Şekerim) adlı şarkısı ile TRT’nin İstanbul Tepebaşı Stüdyosu’nda basının karşısına çıktı. Doğulu’nun altı kişilik dans ekibiyle yaptığı tanıtım toplantısı, TRT 1’den canlı yayımlandı. TRT Genel Müdür Vekili Ali Güney, Doğulu’nun İngilizce şarkısıyla başarıya ulaşacağını söyledi. Doğulu ise, “Türkçeyle doğan ve yaşayan bir insanım. Ama sonuçta Eurovision’da yarışacak bir şarkının İngilizce olması mantıklı bir yoldu” dedi. Eurovision Şarkı Yarışması bu yıl Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de 10 Mayıs’ta yarı final, 12 Mayıs’ta ise final olarak yapılacak. (Fotoğraf: AA) ataolb?cumhuriyet.com.tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear