Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
9 ŞUBAT 2007 CUMA haberler AYDINLANMA EMRE KONGAR Hükümet, amacına ulaşmak adına kamu kurumları için yeni teşkilat yasaları çıkarma peşinde AKP’nin kadrolaşma stratejileri Miyase İLKNUR Kadrolaşma konusunda Cumhurbaşkanı ve yargı ile sürekli çatışan AKP hükümeti, bu konuda yasal engelleri aşmak için yeni yöntemler buldu. Cumhurbaşkanı’nı bypass etmek için vekâletle yönetimi daimi hale getiren hükümet, yargı engelini aşmak için kamu kurumlarının teşkilat yasasını amacına uygun şekilde değiştirme, Türkiye İş Kurumu’nu devre dışı bırakmak için kurum dışında işçi istihdam etme, KPSS’yi (Kamu Personeli Seçme Sınavı) aşmak için de sözleşmeli personel alma gibi stratejiler geliştirdi. CHP İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı araştırmaya göre AKP hükümeti, 5 ayrı yöntemle yüz binleri aşan sayıda kadroyu kendi yandaşlarına tahsis etti. Cumhuriyet tarihindeki hiçbir siyasal iktidarın yapmadığı ölçüde partizanlık yapan AKP’nin 4 yıllık iktidarında, kendi isteğiyle yer değiştirenler hariç, 100 binin üzerinde memur görevden alındı ve görev yeri değiştirildi. Bunlardan 32 bini hak aramak için yargıya başvurdu. Yapılan hesaplamalara göre görev yeri değiştirilen ya da görevden alınan memurların 2.5 milyar YTL’yi bulan atama yollukları, tazminat ve yargı masrafları için Hazine’den 2.5 milyar YTL ödendi. Kamuda müsteşar, genel müdür, daire başkanı ve yardımcıları gibi üst düzey yönetici konumunda görev yapan yaklaşık 1800 kamu görevlisinden yüzde 95’i AKP iktidarında değiştirildi. Üst düzey yöneticilerin açtıkları dava sayısı 6000’i geçti. Vekâleten yönetilen kadroların sayısı ise 1700’e ulaştı. Bürokrasinin başı sayılan Başbakanlık Müsteşarlığı’na atanan ve Cumhuriyet karşıtlığı yargı kararlarıyla belgeli Ömer Dinçer, AKP’nin kadrolaşma stratejilerini belirleyen kişi olarak gösteriliyor. Devlette kadrolaşmak için Başbakanlık’ta, bakanlıklardan gelen kararnameler özel bir süzgeçten geçiriliyor. CHP İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, 30 Aralık 2005 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na verdiği soru önergesinde, “58. ve 59. hükümetler döneminde bakanlıklarca Başbakanlığa gönderilen atama kararnamelerinden, Cumhurbaşkanı’na sunulmadan ilgili bakanlığa iade edilen kararname sayısı”nı sordu. Başbakan yerine Devlet Personel Dairesi Başkanlığı’ndan sorumlu olan Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in verdiği yanıta göre Kasım 2002 tarihinden 14 Şubat 2006 tarihine kadar Cumhurbaşkanı’na sunulmadan ilgili bakanlığa iade edilen kararname sayısı 381’i buluyor. ENDİNE YAKIN KİŞİLERE ÖNCELİK Başbakanlık’ta Ömer Dinçer başkanlığındaki ekip, zihniyet olarak kendilerine yakın olmayan bürokratların atama kararnamelerini Cumhurbaşkanı’na göndermeden süzgeçten geçirerek ilgili bakanlığa iade ediyorlar. Hükümetin, bu tutumuyla, bugüne kadar atamalarda geçerli olan liyakat ve kıdem gibi kıstaslar yerine AKP zihniyetine yakın olmayı ölçü kabul ettiği ortaya çıkıyor. Gecekondu Kültürü Türkiye’yi Teslim Alınca... egemen olur. ??? Ülkenin kısa ve uzun dönemli çıkarları artık görülmez olur. Bireysel çıkarlar ön plana çıkar. ??? Toplumsal ve ulusal özgüven biter. Yabancı hayranlığı, dışarıdan yönetilme ve kurtarılma arzusu gelişir. ??? Hukuk, adalet, güvenlik biter. Yozlaşma, yağma, yolsuzluk ve yoksulluk egemen olur. ??? Ülke, bağımsızlığını ve bütünlüğünü yitirir. Emperyalizmin pençesine düşer, bölünür. ??? Kimdir bunun sorumlusu? Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminin tamamlandığı 1945’ten beri ülkeyi yönetenler, dincifeodal yapıyı koruyarak ortaçağ zihniyetini hortlatanlar kimlerdir? Kimlerdir o iç ve dış güçler? Kimlerdir kent yağmacılığıyla dinci eğitimi iç içe geçirerek seçmeni koşullandıran ve böylece Türkiye’yi tarikatçılıkla desteklenen feodal gecekondu kültürüne teslim edenler? Aydınları tetikçilere kurban edenler? Türkiye’nin geleceğini karartanlar? Kimlerdir, kimler? C 5 Partizan kadrolaşma konusunda sınır tanımayan AKP hükümeti, amacına ulaşmak adına kamu kurumları için yeni teşkilat yasaları çıkarmak, vekâletle yönetim, sınavsız olan danışman kadrolarını doldurma, sözleşmeli personel, Türkiye İş Kurumu’nu devre dışı bırakan işçi istihdamı, bakanlık kararnamelerinin Başbakanlık tarafından süzgeçten geçirilmesi gibi yöntemler izliyor. CHP İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, AKP’nin atamalarda liyakat yerine cemaat ve tarikatlara yakınlık koşulunu aradığını belirterek “Başbakana göre, bir kişinin üst düzey bürokrat olarak atanabilmesi için vücut dilinden ve leb demeden leblebiyi anlaması ve frekansının tutması gerekiyor” dedi. K ‘Türkiye’yi vekâletle yönetiyorlar’ ’de göreve gelen AKP Hükümeti, kadrolaşma konusunda önüne çıkan engelleri aşmak için beş yeni strateji geliştirdi. CHP Milletvekili Kılıçdaroğlu, AKP’nin kullandığı kadrolaşma stratejilerini şöyle sıraladı: YENİ TEŞKİLAT YASASI ÇIKARMA: Kadrolaşırken yargı sürecini aşmak için Meclis’teki çoğunluğuna güvenen AKP, istediği kurumun teşkilat yasasında değişiklik yaparak birçok personelin görevine yasayla son veriyor. Böylece kadroları askıya alınan o kurumdaki çalışanlar arasından AKP kendi dünya görüşüne uygun olanları seçip atıyor. AKP bu konuda çok sayıda yasal düzenleme yaparak kadrolaşmanın önünü sorunsuz bir şekilde açtı. Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı, Gelir İdaresi Başkanlığı, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlıklarının birleştirilmesini öngören yasalarla yargı engeli aşılarak kadrolaşmanın yolu açılmış oldu. Bu tür uygulamanın en çarpıcı örneğini Sağlık Bakanlığı’ndaki klinik şefleri atamaları oluşturuyor. Önce yönetmelik değiştirilerek atama yapılmak istenmiş, ancak yönetmelik değişikliği Danıştay tarafından itpal edilince, AKP yasa çıkardı. Yasa değişikliği için de Anayasa Mahkemesi’ne gidildi. Ancak Anayasa Mahkemesi iptal kararı verinceye kadar Sağlık Bakanlığı tüm atamaları yaptı. VEKÂLETLE YÖNETİM: Üst düzey yöneticilerin atanmasında Cumhurbaşkanı engeline takılan AKP, “devleti vekâletle yönetme” yolunu seçti. Halen birçok kamu kuruluşu yıllardır vekâletle yönetiliyor. Yasanın ruhuna aykırı olan vekâletle yönetim, asaleten atama yapılıncaya kadar kısa bir sürede devlette boşluk olmaması için yasaların öngördüğü bir uygulama olarak bilinirken AKP hükümetinin geliştirdiği strateji ile sürekli vekâlete dönüştü. Bu uygulamayı sürekli hale getiren ve Cumhurbaşkanı ile inatlaşma sürecini başlatan AKP, bu atamaları yapmak için Cumhurbaşkanı’nın değişmesini bekliyor. Vekâletle yöneticilik yapanlar arasında İçişleri Bakanlığı Müsteşarı, TRT Genel Müdürü, Gümrük Müsteşarı, Gelirler İdaresi Başkanı, Maliye Teftiş Kurulu Başkanı, Gençlik ve Spor Genel Müdürü, Vakıflar Genel Müdürü, Toplu Konut İdaresi Başkanı, Sosyal Hizmet arikat destekli feodal kültür Türkiye’yi teslim alınca: Toplumda hiçbir değer, hiçbir kural kalmaz. Sorunlar şiddet yoluyla, hatta cinayetle çözülmek istenir. ??? Kentlerde, özellikle de büyük kentlerde yaşamak olanaksızlaşır. Ne can güvenliği kalır, ne mal güvenliği. ??? Ne arkeolojik sit kalır, ne doğal sit, ne kentsel sit. Ülkenin bütün zenginlikleri yağmalanır ve yok edilir… ??? Siyaset, ülkeye hizmet için değil, ülkeyi soymak için kullanılır. Politikacılar sorun çözmez, sorun üretir. ??? Ulusal bütünlük ve vatandaşlık yok olur. Topluma, hemşericilik, cemaatçilik, kabilecilik, aşiretçilik, mezhepçilik, tarikatçılık, sözün kısası bölücülük egemen olur. ??? Okul sistemi, örgün ve yaygın eğitim çöker. Sistem, yurttaş yerine, fırsatçı üretir. ??? Ne tahsilin önemi kalır, ne terbiyenin. Topçuluk, popçuluk, köşe dönücülük, çetecilik, tetikçilik T ekongar?cumhuriyet. com.tr; www.kongar.org 2002 ler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürü, Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürü, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanı, Milli Eğitim Bakanlığı ile Hazine Müsteşarlığı’nda çok sayıda genel müdür ve çeşitli bakanlıklarda müsteşar yardımcısı bulunuyor. SÖZLEŞMELİ PERSONEL: AKP kamuda sözleşmeli personel ve geçici istihdamın da yolunu açtı. Bu tür personel istihdamı, Kamu Personeli Seçme Sınavı dışında tümüyle kişisel tercihlerle gerçekleşiyor. 2002 sonunda 16 bin 858 olan sözleşmeli personel sayısı, 2006’da 32 bin 169’a yükseldi. Aynı şekilde 2002 yılının sonunda 11 bin 122 olan geçici personel sayısı da Aralık 2006’da 41 bine ulaştı. Bu sayılar, AKP’nin KPSS’yi devre dışı bırakarak sözleşmeli ve geçici personelle ne düzeyde kadrolaştığını gösteriyor. SINAVSIZ ATAMA YOLUNU İSTİSMAR ETME: AKP, partiye yakın hatırlı kişileri sınavsız olarak önce ya “bakanlık özel kalem müdürlüğüne” ya da “basın ve halkla ilişkiler müşavirliğine” atayıp sonra da bu kişileri diledikleri kuruma memur olarak gönderiyor. Tarım Bakanlığı’nda Bakanlık Özel Kalem Müdürü tam 13 kez değiştirilerek Cumhuriyet tarihinde ulaşılması zor bir rekora imza atıldı. Bu yolla AKP’ye yakın hatırlı kişiler, kamuya, 657 sayılı Yasa güvencesinde sınavsız, memur olarak alınıyor. T. İŞ KURUMU’NU DEVRE DIŞI BIRAKMA: Yürürlükte olan mevzuata göre, kamuya işçi alımı ancak Türkiye İş Kurumu aracılığı ile olmak zorunda. Bu konuda T. İş Kurumu dört ayrı yönetmelik çıkardı. Ancak AKP iktidarı ile bu uygulamada da gedikler açılarak kamu kuruluşları devre dışı bırakıldı ve işçi alımları yapıldı. T. İş Kurumu verilerine göre 2004 yılında kamu kuruluşları tarafından alınan 83 bin 549 kişinin sadece 14 bin 285’i kurum aracılığı ile istihdam edilmiş. Geriye kalan 69 bin 264 kişi T. İş Kurumu dışında tümüyle farklı tercihlerle işe alınmış. 2005 verilerine bakıldığında bu sayının katlanarak arttığı görülüyor. 2005 yılında kamuda yeni işe başlayan işçi sayısı 265 bin 435. Bunlardan kurum aracılığı ile işe yerleştirilenlerin sayısı 32 bin 753 kişi. ‘Laikliğin tanımı açık’ Cumhurbaşkanı Sezer, laiklik ilkesinin anayasaya girişinin yıldönümü nedeniyle yayımladığı mesajında, laikliği yeniden tanımlama ya da gerekçedeki tanımı benimseme görüşlerinin anayasa ile bağdaşmadığını belirtti. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, laikliğe yeniden tanım isteyen TBMM Başkanı Bülent Arınç ile anayasadaki laiklik maddesinin gerekçesini dikkate aldıklarını belirten Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a sert tepki gösterdi. Laiklik ilkesinin anayasaya girişinin 70. yıldönümü nedeniyle bir mesaj yayımlayan Sezer, “Çağdaşlaşmanın, çözümlemeci düşünen, laikliği içselleştiren dogmalara değil, akılcılığa ve bilime önem veren özgür bireylerin yetiştirilmesiyle başarılabileceğini gören Yüce Atatürk, bu yöndeki dönüşümleri destekleyecek büyük devrimleri, toplumun gereksinimleri doğrultusunda gerçekleştirmiştir’’ dedi. ÇAĞDAŞLIĞA... lerin, bu bağlamda din ve vicdan özgürlüğünün de güvencesidir. Laiklik, dinin devlet işlerine, politikaya ve toplumsal yaşama kesinlikle karıştırılamayacağı, devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamayacağı düzenin adıdır. Anayasada ve Anayasa Mahkemesi kararlarında, laikliğin açıkça tanımı yapılmışken, madde gerekçesinden yola çıkılarak laikliği tanımlamaya çalışmanın ya da ‘gerekçedeki tanımı benimsemenin’ hiçbir geçerliliği olamaz ve bu yaklaşımlar anayasa ile bağdaşmaz. Ulusumuz, laik, demokratik çağdaş yaşam seçiminden asla ödün vermeyecektir.’’ RINÇ, ATATÜRK’E YER VERMEDİ! TBMM Başkanı Bülent Arınç ise Atatürk’ün adına bile yer vermediği mesajında laikliği, “dini inanç özgürlüğü” olarak yorumladı. Arınç mesajında şöyle dedi: “Laiklik; vatandaşlarımıza vicdan, dini inanç ve kanaat özgürlükleri konusunda en büyük güvenceyi sağlamıştır. 5 Şubat 1937 tarihinde anayasa hukukumuza giren laiklik ilkesi ile tüm inançlar teminat altına alınmıştır. Laik düzende herkes, dini inanç ve düşünce özgürlüğüne sahiptir. Bu nedenle laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin vazgeçilmez ilkeleri arasındadır.’’ ‘AYRIŞTIRICI BİR İLKE OLMASIN’ Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da laikliği ayrıştırıcı değil, birleştirici bir ilke olarak yaşatıp gelecek kuşaklara taşımanın, millet olarak kendilerini bekleyen çok önemli sorumluluk olduğunu belirtti. Erdoğan, “Bunun için Cumhuriyet değerlerimiz gibi, laiklik ilkesini de her türlü gündelik siyasi tartışmaların üstünde tutmaya büyük özen ve dikkat göstermeliyiz’’ dedi. ışişleri Bakanı Gül, “Türkiye Kıbrıs’a takılı kalmamalı, büyük vizyon sahibi olmalıdır” dedi. Gül’ün, hükümetinin büyük vizyonu nedir? Acaba kamuoyundan saklı, kasalarda kilitli bir “ulusal vizyonları” mı var? Siyasetçilerin ağzından duyduğumuz ve arada sırada yabancıların pohpohlamalarından gazete manşetlerine taşınan “vizyonlar”: “Türkiye bölgenin güçlü ülkesi”, “Türkiye Ortadoğu’nun süper gücü” vs... Ülkemiz siyasetçileri “siyasi güçlü” olabilmek için “yanıp tutuşuyor”. Fakat “siyasi güçlü ülke” isteğinin altyapısını “ekonomi”nin oluşturduğunu ise genellikle bilmezden geliyor. Sürekli kırılgan, krizler sarmalında ve IMF’nin emrinde yaşayan bir ekonomiye sahip Türkiye nasıl siyasi güçlü olacak? ??? Siyasetçinin vizyonu: Sadece “başkasının himayesinde”, “başkasının istediği zaman ve istediği ölçüde”... Bu saptama, ülkemizin 1950’den bugüne, ABD ve Avrupa ile olan kısa siyasi tarihinin ve vizyonunun özetidir! Türkiye’yi yönetenlerin “siyasi güçlü ülke vizyonları”, jeostratejik yerimizi süper devletlerin kullanımına sunmalarıyla sınırlıydı hep. Bu politika aslında Türkiye’nin değil, ABD ve Avrupa’nın “siyasi güçlü” ol D CUMA YAZILARI ORHAN BURSALI Neden Böyle Olduk? Toplumsal ve sosyal krizlerimizin... Ülkemizde milliyetçiliğin önemli bir kesiminin, katillere sahip çıkmaya varan boyutlara ulaşmasının yarattığı derin psikolojik krizlerimizin... Siyasi İslamın sosyal hayatı dincileştirme boyutuna ve demokrasinin niteliğini değiştirme gücüne ulaşmasının yarattığı krizlerimizin... ...Kökenlerini araştırdığınızda, iktidar sahiplerinin büyük güçlere dayanarak varolma politik felsefesi veya “vizyonu”na varırsınız! Ekonomisi ayakları üzerinde hiçbir zaman oturamamış; işsizliğin, yoksulluğun gelir dağılımındaki büyük uçurumun arttığı; gelecek güvencesinin silindiği; ülkeyi ve ulusun büyük kesimlerini birleştirecek hiçbir büyük projenin bulunmadığı bir ülkede... bütün bu yaşadıklarımız bir sonuçtur... Böyle bir ortamda, Orhan Pamuk ve daha nicelerinin bile barınamaması, bir kısım “milliyetçiliğin” akıl tutulmasına uğraması bir sonuçtur... Bunlar sonuçtur ama ne doğaldır ne de normal! “Neden böyle olduk” sorusuna gerçekten yanıt mı arıyoruz? NOT:Sabah’ta Murat Bardakçı’dan öğrendik ki, Gazeteciler Cemiyeti, bana “araştırma ödülü” vermiş. Nedeni de “Başbakan İnönü’nün Einstein’e yazdığı mektup”u ortaya çıkarmamızmış. Bardakçı, “O mektubu ben ortaya çıkardım, ödül Bursalı’ya verildi” diyor. Doğrudur, eğer bu mektuba ödül verilecekse adresi Bardakçı’dır. Ancak Bardakçı’nın yayınından 9 gün önce CBT’de “Einstein: Atatürk beni Türkiye’ye çağırdı” haberini, bir Türk bilim adamının ağzından duyurduk. Münir Ülgür’le konuşan ve bu çok önemli tarihi olguyu ortaya çıkaran ise arkadaşımız Osman Bahadır’dır. Bize göre, esas önemli haber budur. Bardakçı’nın yayını ise sadece, bizim bu yayınımızı teyit eder niteliktedir. Bardakçı, daha sonra yayımladığımız mektubu ise kendisinden aldığımızı yazarken uyduruyor. Biz bu mektubu nasıl elde ettiğimizi de haberimizde yazmıştık. Bardakçı dedikodu yapacağına, “araştırmacı tarihçi” olarak, kaynağa gidip ne yazdığımıza bir bakmalıydı. BAĞNAZLIKTAN A masını sağlıyordu! Onların ihtiyaçları kadar ve onlar için güçlüydük! Kendimiz için değil! Kendiniz için “siyasi güçlü” olmanın altyapısı, ekonominizin güçlü olmasına bağlıdır, ki bunu sokaktaki adam bile bilir! Ülkenin en önemli bir gelecek vizyonu şüphesiz Avrupa Birliği üyeliğiydi. Fakat ülkeyi yönetenlerin bu konudaki vizyonu da sakattı: “Üye olalım, bu sayede kalkınırız!” Yani siyasetçimizin ekonomik vizyonu da kalkınmayı AB’ye havale etmekle sınırlıdır. 70 milyonluk ve Avrupa’nın en az gelişmiş ve ekonomisi en çok sorunlu ülkesini AB içine alır, kaynaklarını ona akıtır ve kalkındırır mı? AB macerasında ve AB üyeliği vizyonunda bugünkü tıkanmanın ana nedeni de budur! ??? Şimdi bütün bu politikaların siyasi ve ekonomik krizlerini yaşıyoruz. Demokrasi ve insan haklarındaki krizlerimizin... obursali?cumhuriyet.com.tr Özgürlükler ve demokrasinin laiklikle güvenceye alındığını belirten Sezer, Türkiye’nin böylelikle çağdaş ülkeler ve değerler sisteminin içine girebildiğini ve orada kalabildiğini vurguladı. “Laiklik, Türkiye’nin ümmetçilikten ulusçuluğa, kulluktan yurttaşlığa, bağnazlıktan çağdaşlığa yönelişini simgeler’’ diyen Cumhurbaşkanı Sezer, mesajında şunları kaydetti: “Laiklik, özü yönünden devletin dinsel kurallarla yapılandırılmamasını, dinsel otoriteden bağımsız bir siyasal örgütlenmenin oluşturulmasını, aklın ve bilimin devlet ve toplum yaşamında egemen kılınmasını, yurttaşların yasalar önünde eşit olmasını ve saygı görmesini öngören bir yaşam biçimidir.’’ Anayasanın başlangıç bölümü ve özellikle 24. maddesi ile anayasayı yorumlamaya yetkili tek organ konusundaki Anayasa Mahkemesi’nin çeşitli kararlarında, laiklik ilkesinin, ülkenin toplumsal gerçekleri ışığında açık ve net biçimde anlamını ve tanımını bulduğunu ifade eden Sezer, şöyle devam etti: “Laiklik, din ve vicdan özgürlüğü değildir. Laiklik, tüm özgürlük