25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

16 K TÖRE CİNAYETLERİ ÜZERİNE KÖLN’DE SERGİLENEN DÜŞÜNDÜRÜCÜ BİR OYUN C kültür/sanat LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL HAZİRAN CUMA adınlara uygulanan baskı ve şiddetin doruk noktasını oluşturan töre cinayeti konusu Almanya’nın gündeminden hiç eksik olmuyor. Frank Beklesin! ran bir eksiklik. Ayrıca küfrün, muhatabının en can acıtıcı tarafını bulmaması durumunda bir etkisi olmaz. Örneğin, Frank’ın ağzından, ‘‘Köpeklerini düzdüğüm’’ küfrünü duyan bir Türk, Kürt ya da Arap’ın, kendisine kızan birinin, neden durup dururken köpeğine küfrettiğine aklı ermez. ‘‘Söyleyin Türklere popolarını öpsünler’’ türü bir küfrün de, kendi poposuna dudaklarının ulaşamayacağını bilen insanlar açısından hiçbir anlamı yoktur. (Amerikalıların kendi popolarını öpme konusundaki herhaldevar olan maharetleri bende hayranlık uyandırıyor. Sizi bilemem.) İşgal edecekleri ülkeye gitmeden önce, o ülkenin geleneklerine, göreneklerine uygun davranmaları konusunda eğitiliyorlar Amerikalı askerler. Somali işgali öncesi, ABD Genelkurmayı tarafından dağıtılan uyarı broşürlerinde, güzellikleri dillere destan Somali kadınlarına karşı dikkatli davranmaları isteniyordu Amerikalı askerlerden. Irak öncesinde kadın eli sıkmamaları yolunda uyarıldıkları da bilinmedik değil. Ancak hayatta her şey tam olmuyor demek ki. Generalin de, işgal için ta Iraklara, ziyaret için de ta Türkiyelere kadar gitmesine karşın, küfür konusunda bilgisini tazeleyememesi, süper bir güç olarak ABD’nin memuruna yakışmıyor. ??? Generalin küfürleri yeterince etkili olmadığı için, ağız tadıyla bir kızgınlık bile duyamıyoruz. Şöyle Adana ya da Kasımpaşa işi bir küfür bizi yerimizden fırlatırdı. Küfürdeki ‘‘mekân, kültür, insan’’ üçlüsünün doğrudan hedef olmaması bizi pek kızdırmaz. Mekân’a, küfredilenin geldiği yer; Kültür’e, küfredilenin dini, imanı; İnsan’a da yine küfredilenin birinci dereceden yakınını koyun, bakın nasıl etkili olacaktır. Oysa ABD’li general, ya muhatabının köpeğine küfretmekte ya da muhatabını kendi poposunu öpmeye davet etmektedir. Bu küfürler, Ortadoğu insanına dokunmadan geçer. Generale tepki duymak için yeterince kızamayışımızın nedeni son derece salakça küfürler etmesidir. Haşim, kendisi için yazılmış hakaret içerikli şiirde, cümlelerin yerli yerinde kullanılıp kullanılmadığını kontrol etmiştir öncelikle. Demek ki, her önümüze gelen yazıya, şiire, her bize edilen küfre kızmamalıyız. Biz de kontrol etmeliyiz. Şimdi kalkıp generale ‘‘Bizim köpeğimize küfretti’’ gerekçesiyle kızmak, sağlam bir kızma gerekçesi olamaz. Ya da ‘‘bana poponu öp’’ dedi diye celallenmek boşa gider. ??? Zaten kendi poposunu öpemeyecek bir insan salak bir generale neden kızsın? Kitapta generalin, ‘‘Söyleyin Türklere popomu öpsünler’’ dediği de yazılıymış. (Tell the Turks they can kiss my ass.) Bakın bu bir başka türlü küfür. Oldukça da tehlikeli. Generalin, dediğini yapmaya kalkıp da poposunu öpmek için ona yaklaşmayı başaran birinin işi nereye götüreceğini düşünmek bile istemiyor insan. General biraz daha beklesin. Bir gün herhalde Iraklılar da bir kitap yazar. Somalililer de, Afganistanlılar da. O zaman küfür nasıl edilirmiş ziyadesiyle öğrenir. kemalerdemol@yahoobco. uk M ‘Namus uğruna’ ZEHRA İPŞİROĞLU KÖLN Kadınlara uygulanan baskı ve şiddetin doruk noktasını oluşturan töre cinayeti konusu Almanya’nın gündeminden bir türlü çıkmıyor. Şiddetin ardında yatan nedenler çoğunlukla tek yönlü bir biçimde İslam diniyle açıklanırken, feodalizm, ataerkil yapılanma, yoksulluk, eğitimsizlik, ezilmişlik, toplum tarafından dışlanma, gettolaşma gibi sorunlar çoğunlukla göz ardı ediliyor. Bu açıdan böylesine karmaşık bir sorunun çok yalın ve duyarlı bir tiyatro oyunu olarak ele alınıp tartışmaya açılması sevindirici. Oyunu göçmen kökenli ikinci kuşaktan olan oyuncu Sema Meray bundan kısa bir süre önce Berlin’de töre cinayetine kurban giden Hatun Sürücü olayından etkilenerek kaleme almış. Kendisinin de baş rolü oynadığı bu oyunda, kocasından ayrıldıktan sonra, on altı yaşındaki kızıyla birlikte kendine yeni bir yaşam kurmak isteyen genç bir kadının kuşatılmışlığı anlatılır. Ondan beklenen ya kocasının ya da anne ve babasının yanına geri dönmesidir. Ailenin gözünde bir kadının kendi ayakları üzerinde durması ahlaksızlıktır. Oyun, kızını önce güzellikle uyaran, sonra da şiddet kullanarak gözdağı veren babanın pes edip gitmesiyle açık bir biçimde son bulur. Bundan sonrası belirsizdir. Genç kadın yeni bir yaşam kurma gücünü kendinde bulacak mıdır? Ailesi baskı uygulamaktan vazgeçecek midir, yoksa onu da bekleyen, Hatun Sürücü’nün sonu gibi bir son mudur? Oyunun ilginç yanı ataerkil yapılanmanın baş sözcüleri olan baba ve erkek kardeşin ortalığı yakıp kavuran birer maço olarak değil, çaresizlikleri içinde çizilmeleri. O kadar ki oyunun sonunda babanın tabancayı çekmesi, izleyiciye hiç de inandırıcı gelmiyor. Ataerkil koşullanmanın ardında babanın da oğulun da kişiliğinde sıcak, insancıl bir gizilgüç sezilir. Erkek kardeş Alman sevgilisiyle olan yaşamını anlatırken, sevgi doludur, öte yandan bu ilişkinin ortaya çıkmasının düşüncesi bile onu dehşete düşürür. Baba, kızına ve torununa derin bir sevgiyle bağlıdır, öte yandan kızının kendi başına bir yaşam kurması düşüncesine bile dayanamaz. Sanki her ikisini de uzaktan kumandayla yöneten gizli bir güç var gibidir. Nedir bu güç ve hangi kaynaklardan, nasıl beslenir? Kişilerin bu karmaşık yapıları, onları yönlendiren kolektif koşullanmayla kendi bireysellikleri arasındaki çelişki, farklı bir ortamda, farklı koşullarda her şeyin çok daha farklı olabileceği düşüncesini ve umudunu uyandırıyor izleyicide. Öyleyse koşulların nasıl olması gerekir ki, baba ve oğulun içindeki olumlu gizilgüç ortaya çıkabilsin? Oyunun belki de en çarpıcı yanı onca yıl ezildikten sonra özgürlüğünü bulan ve onu her ne pahasına olursa olsun korumak isteyen genç kadının kişiliğinde düğümleniyor. O da büyük bir iç çatışma yaşar, çünkü ailesine bağlıdır. Nedir bu bağlılığın ardındaki neden, bir tür mazoşizm mi, yoksa insanların giderek yalnızlaştıkları, sevgisiz bir toplumda bir tür güvence ve dayanak mı? SORGULANAN KAVRAMLAR Oyun bu sorulara yanıt vermiyor. Ancak sorunu çelişkileri ve karmaşıklığı içinde göstererek izleyicide bir duyarlık uyandırdığı gibi, töre, namus, saygı gibi kavramları da sorguluyor. Böylece izleyiciyi alışık olduğu kalıpların dışına çıkarak düşünmeye yönlendiriyor. Bildiğimiz gibi sorun genellikle ya İslam diniyle açıklanarak, tarihsel ve sosyal bağlamından soyutlanıyor ya da Türk kültürüne mal edilerek (sanki homojen bir Türk kültürü varmış gibi!) gerçek olmayan kısıtlı bir bakış gündeme getiriliyor. Böylece her iki yaklaşım da sadece kutuplaşmaya yol açıyor ve hiç bir çözüm getirmiyor. Oyun sonrası oyuncularla izleyiciler arasındaki söyleşide bu noktalar üzerinde de duruldu. Oyun her kesime sesleniyor Almanya’da yaşanan sorunların farklı çaplarda Türkiye’de de yaşandığı, orada da bu sorunun üzerine gidildiği ve çözüm üretilmeye çalışıldığı gündeme getirildi. Bunun yanı sıra çağdaşlaşmayla birlikte ortaya çıkan bu tür değerler çatışmasının tarihsel süreç içinde Alman toplumunda da yaşanmış olmasına dikkat çekildi. Alman izleyicilerin oyuna tepkileri, söyleşi esnasındaki soru ve yorumları, konuya farklı açılardan ve önyargısız yaklaşımları bence oyunun amacına ulaştığının açık bir göstergesiydi. Almanca ve Türkçe dönüşümlü olarak oynanan bu oyun Alman izleyicilerden Türkiyeli göçmenlere değin çeşitli kesimlere sesleniyor. Oyunun yazarı bu bağlamda özellikle Türkiyeli birinci kuşaktan olan izleyicilerin oyuna gösterdikleri olumlu tepkiden çok memnun. Başka bir sevindirici olgu ise tiyatroyla okullar arasında yoğun bir işbirliği olması ve oyunda gündeme getirilen sorunların genç kuşaklarla da tartışılması. Oyunda gerek metin, gerek sahneleme açısından yer yer aksamaların olduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Örneğin metin düzleminde zaman zaman aşırı didaktik bir söylemin benimsenmesi ya da oyunun bütüne hiç de uymayan finaldeki tabanca sahnesiyle gerçekleştirilmeye çalışılan dramatik patlama gibi. Oyunculuk açısından da yer yer tek boyutlu kalan ve çelişkileri yeterince çıkaramayan amatör bir oyunculuk göze çarpıyor. Bu özellikle baba tipinin çiziminde çok belirginleşiyor. Ya da iç çatışmaların gündeme geldiği zor sahnelerde de ortaya çıkıyor. Genç kadının kızıyla çatışması ya da telefonda annesiyle konuşması sahnesi buna tipik birer örnek veriyor. Ama bütün bu aksamalara karşın, bu oyunun çok önemli ve güncel bir sorunu klişeleştirmeden kaçınarak gündeme getirmesi açısından çok başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Keşke Almanya’daki diğer tiyatrolar da şu postmodernizm rüzgarından kendilerini kurtarıp da toplumsal sorunlara biraz daha duyarlılık gösterebilseler. emet Fuat’ın, Nâzım’ı anlatan kitabında okumuştum. Türk şiirinin önemli adlarından Ahmet Haşim, büyük Nâzım’ın, kendisi için yazdığı hakaret dolu bir şiiri ilk okuduğunda tam bir şair tepkisi göstermiştir. Haşim, bir hayli kırıcı olan söz konusu şiire ‘‘şiir tekniği’’ açısından bakmış, ‘‘Kelimeleri çok yerinde kullanmış’’ diyerek Nâzım’ı övmüştür de. Herhalde ‘‘tabuları yıkıyoruz’’ diyerek eskiye savaş açan Nâzım’ın ağır ifadelerinden hoşnut kalmamıştır, ama ne yapacaktı Haşim? Belki o da bir şiirle karşılık verse, ‘‘hakaret’’ ya da ‘‘küfür’’ edebiyatımız açısından zenginlik olurdu bu, fakat yapmamış işte. Haşim’in tavrı, bırakın orda kalsın. Farklı ırmaklardan büyük Türkçe denizine akan bu iki büyük şairin hırlaşmasında bile ‘‘edebi’’ bir içerik var elbette. ??? Küfrü, ‘‘Kötü söz sahibinindir’’ türü olgunluk dolu bir vecizeyle karşılarmış gibi yapsak da, çoğumuzun bir Haşim davranışına sahip olmadığımız malum. Karşımda Nâzım çapında bir adam olsa ben de Haşim gibi bakardım olaya, ama küfre alacağımız tavrı, çoğunlukla küfür yediğimiz zatın kendisi belirler. ‘‘Sahibinin olan kötü söz’’ aşağılık bir adamın ağzından çıktığında, o kötü sözü yeniden sahibinin yapmak gerekir. Yanlış belki ama, inandığım budur. Irak’taki işgal kuvvetlerinin komutanı Tommy Franks adlı bir generalin, Irak operasyonuna başlamadan önce Türkiye’nin, ABD savaş planına destek vermemesi üzerine ağız dolusu küfürler ettiği ileri sürülüyor. ABD’de yeni yayımlanan ‘‘Kobra 2: Irak’ın İşgal ve İstilasının İçyüzü’’ adlı kitapta yer alıyormuş bu iddia. Kitabın 112’nci sayfasında, Frank’ın, Türkler için sarf ettiği söylenen küfürlerden bazıları şunlar: ‘‘Türkiye’yi, sülalelerini düzeyim’’, ‘‘Köpeklerini düzdüğümün Türkleri’’, ‘‘Söyleyin Türklere popolarını öpsünler’’. Türklere küfrettiği için özellikle ‘‘milliyetçi’’ bir tepki gösterecek değilim. Çünkü sadece Türkler değil hiçbir ulus küfrü hak etmez. ‘‘Sen nasıl Türklere küfredersin’’ sorusuyla başlayan bir itiraz, ‘‘başkalarına istersen et’’ anlamı da taşır ki, eh, ilke diye bir şey var, bu savunulamaz. Ayrıca küfürde bakmayın siz ‘‘Türk’’ dendiğine. Bu, zaman zaman Kürt, zaman zaman da Arap olabilir rahatlıkla. Amerikalı generalin ağzı ayar tutmuyor çok belli ki. Bu Amerikalı askerin karşısında bizim de yapmamız gereken, aslında Ahmet Haşim gibi davranmaktır. Benzetmekten utanç duyarım, bu Frank züppesi Nâzım’ın tırnağının kiri bile olamaz. Ona Haşim tavrı takınmamız, densiz generalin Nâzım kadar değerli oluşundan kaynaklanmıyor. Haşim nasıl Nâzım’ın hakaret içerikli şiirinde ‘‘şiir’’ adına kimi inceliklere dikkat çekmişse, biz de Frank oğlanın küfürlerindeki kimi noktaların altını çizelim. Bunu Frank’a değil, küfür edebiyatına duyduğumuz saygıdan ötürü yapmak durumundayız. ??? Amerikalı generalin küfürlerinden biri hariç diğerleri Türk, Kürt, Arap için pek etkili küfürler sayılmazlar. Koca generalin küfrederken bile, sayıp sövdüğü insanların küfür edebiyatından mahrum oluşu onun cahillik notunu arttı S onunda turizm sektörü silkelenip kendine gelmeye başladı. Bugüne kadar farklı, meraklı ve sanıldığından daha paralı bir gezgin türünün varlığından habersiz görünen sektör sadece deniz, kum ve güneş satmakla işin yürüyemeyeceğini anlamış görünüyor. Kültürel mirasımızın korunmasını bizden daha çok iş edinen yabancı ülkelerin yıllardır yaptıkları işlerin bir benzerini şimdi TÜRSAB (Türkiye Seyahat Acentaları Birliği) geç de olsa gerçekleştirmeye çalışıyor. Gazetelerde ilanlarını görmüşsünüzdür, TÜRSAB ‘‘Kültür Turizmi Proje Yarışması’’ açıldı. Vay canına, yani ilk kez turizmciler bu ülkeden tam 42 büyük uygarlığın gelip geçtiğini kabul ettiler. Geç de olsa, böylesi gelişmeler insana sevinçten çığlık attırıyor! Şimdi turizmcilere bir ihbarda bulunuyorum. Bu benim ikinci muhbirliğim. Birinde, komşu evdeki adam karısını gaddarca dövüyordu ve altı yaşlarındaki küçük çocukları, ‘‘Baba, ne olur anneme vurma, ne olur’’ diye yalvarıyordu. İlk muhbirliğim bu, anında polisi aramıştım. Şimdi gelelim ikinci muhbirliğime, ben görmedim ama gören, bu ülkenin her türlü uygarlığa vurgun dostlarım anlattılar; Bergama’nın 18 km. kuzeydoğusunda, Bergamaİvrindi yolu üzerindeki Paşa AL GÖZÜM SEYREYLE IŞIL ÖZGENTÜRK Ilıcası, antik Allianoi kentinin merkeziymiş. Antik kent 1998 yılında başlayan kazılar sonucu ortaya çıkarılmış. MÖ 2. yüzyılda Roma İmparatoru Hadrianus’un Anadolu’ya yaptığı bir yolculuk sırasında kurulduğu tahmin edilen kent, o zamanlar da bir ılıca kenti olarak tasarlanmış. Çok geniş bir alanı kaplayan kentin içinde iki köprü, çeşmeler, ılıcalar, kütüphane, atık su düzenekleri bulunuyormuş. Öte yandan, Batı Anadolu’nun en büyük ve en iyi korunmuş bu kaplıca sağlık merkezinde yapılan kazılarda çıkan cerrahi müdahale aletleri, buradaki sağlık hizmetlerinin suyla sınırlı olmadığını da gösteriyormuş. Buraya kadar güzel, işte şimdi iş değişiyor. Az sonra bir Türkiye klasiği izleyeceksiniz. Bizde bunlardan çok ya, onları korumak için sıkıntıya, plan programa gerek yok. Bu durumda ne olur? Devlet Su İşleri, çevredeki arkeolojik Şimdi de Allianoi’yi Kurtarmaya! merkezleri hiç kale almadan emir verir ve 1994’te Yortanlı Barajı yapımına başlanır. Kazı ekibi dehşet içinde; baraj bittiğinde Allianoi antik kenti sular altında kalacak. Benzer durumları anımsadınız değil mi? Ekip, çevreciler harekete geçer, Devlet Su İşleri’ne alternatif projeler sunulur ama bunlar göz ardı edilir. Bu durumda kazı ekibine yapılacak tek şey kalır, kenti bir an önce kazmak ve kurtulabilecekleri kurtarmak. Kazı ekibi bu konuda 2006’ya kadar Devlet Su işleri’nden destek alır ama 2006’da baraj bitmek üzeredir, artık kapaklar açılacaktır, bu nedenle Devlet Su İşleri verdiği desteği keser. Mantık şu: Kurtarabildiklerinizle yetinin! Kazı demek para demek, hiç unutmuyorum, Foça’da kazı yapan bir ekiple tanışmıştım, öyle az ödenekleri vardı ki, ekibin çoğu her gün Foçalı balıkçıların gönülden ikram ettikleri balıkları pi şirip yemekten allerji olmuştu. Deveye sormuşlar ‘‘Neden boynun eğri?’’ diye, yanıt vermiş, ‘‘Nerem doğru ki,’’ o misal, şimdi Allianoi’yi biraz daha kurtarmak için Trakya Üniversitesi’nden Yardımcı Doçent Ahmet Yaraş başkanlığındaki kazı ekibi, sular yükselmeden yeni bir kazı yapmak istiyor ama kazıya başlamak için gereken 25.000 Yeni Türk Lirası bulunamamış. Ben şimdi TÜRSAB’a bu olayı ihbar ediyorum: Malumunuz sağlık turizmi bütün dünyada aldı başını gidiyor, böyle bir yerin sular altında kalmasına gönlünüz ve kazancınız el verecek mi? Bir antik kaplıca kentinin... Şimdiden karınca kaderince destekler gelmeye başlamış. Truva Folklor Araştırmaları Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Bakırköy Gençlik Merkezi el ele verip bir kurtarma gecesi düzenlemeye karar vermişler: ‘‘ALLİANOİ SULAR ALTINDA KALMASIN!’’16 Haziran Cuma günü, saat 19.30’da Yunus Emre Kültür Merkezi’nde Allianoi’ye destek verecek Bergamalılar, aydınlar ve sanatçılar sizleri de aralarında görmek istiyor. Haydi, Zeugma’dan sonra sıra Allianoi’de! Bu arada fotoğrafı yazıma konuk olan ve Allianoi’de yaşayan Su Perisi Nimphe’ye âşık oldum, bir su damlası kadar saf ve bir o kadar şefkatli. isilozgenturk@superonline.com ‘Dünya çocukları terorizme karşı’ Rusya’da düzenlenen ve 48 ülkeden 1500 çocuğun ilgili oldukları dans, müzik, resim gibi sanat alanlarında katıldıkları ‘‘Dünya Çocukları Terorizme Karşı’’ adlı festivalde Türkiye’yi 9 Türk öğrenci temsil etti. Festivalde, Türkiye’yi temsil eden Anadolu Üniversitesi öğrencileri Ezgi Tanrıverdi, Lazlo Farkas, İrem Yüksel ile Eskişehir MATFKB Özel Gelişim Okulu öğrencileri Gamze Artar, Berkin Eyeci, Yeşim Durgut, Onur Özkan Uzun, S. Atılay Zervent ve Çağrı Emral Kutlugün, klasik müzik konseri verdi, halkoyunu gösterisi sundu. (Fotoğraf:AA)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear