Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
12 C Dr. Mahmut Koçak atipik AKP üyesi bir milletvekili. Dergâhtan gelmediğinden olacak, bağımsız ve eleştirel siyasi görüşlerini sürdürüyor. Yolsuzluk iddialarını dillendirdiği için parti Disiplin Kurulu’na verilen Hatay milletvekili Fuat Geçen’e arka çıkıyor. Parti içi muhalefetin de önde gelen isimlerinden. Dr. Koçak’la Ankara Çankaya Konutları’ndaki Politika Merkezi’nde buluştuk; Türkiye’nin son zamanlardaki hal ve gidişini değerlendirdik. Siz 1999 seçimlerinde önce DYP’den ön seçimi kazandınız. Ama parti yönetimi sizi beşinci sıraya koyunca bağımsız adaylığınızı koydunuz. Ciddi de oy aldınız. 2002 seçimlerinde ise AKP’den adaylığınızı koymaya karar verdiniz. Sizi bu kararı almaya iten neden neydi? MAHMUT KOÇAK Seçimlerden önce AKP’nin programını, tüzüğünü inceledim. Partinin ciddi demokratik bir hamle yapacağı düşüncesiyle AKP içinde siyaset yapmaya karar verdim. Bir önceki seçimde bağımsız olarak neredeyse 46 bin oy almama rağmen AKP’de de temayüllere soktular beni. Yani benim tanınıp tanınmadığımı ölçtüler. Seçimde önce üçüncü sıradan olacaktım. Ama listeler ortaya çıkınca kendimi dördüncü sıraya kaydırılmış haftanın konuğu HAZİRAN CUMA D SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU iyalog sıkıntısının AKP’ye büyük sıkıntılar doğuracağını vurguladım. Bunun arkasından mesele YÖK’le başladı. Yolsuzlukları çözmek AKP’nin şeref sözüydü Başta Başbakan olmak üzere hükümet üyeleri, bu tür saldırılar olduğu andan itibaren gerçek sorumluları bulma çabası içine girmek yerine, olay sanki devlet içine sızmış birtakım çetelerin işiymiş gibi komplo teorisi havası içinde mesajlar verdiler. Ama sonunda da sanıyorum mahcup oldular, çünkü öyle bir durum olmadığı da ortaya çıktı. Sizce bunu neden yaptılar? Devlet bürokrasisi ve hükümet arasında inanılmaz bir ikilik yaratmıyorlar mı? Benim itiraz ettiğim nokta da orası. Hükümeti kuvvetli kılacak olanlar, askeriyle, siviliyle, yargısıyla, bütün katmanlarıyla devlet unsurlarıdır. Bugün hükümette bu parti vardır, yarın seçim olur, başka parti ya da bir koalisyon gelir. Ama esas olan devlettir. Yalnız orada başka bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Siyasetteki yolsuzluklardan söz ediyoruz. Devlet içindeki unsurlardan destek alınmasa siyasetçi tek başına yolsuzluk yapabilir mi? Daha da öte, vatandaş el ele vererek çok sert tepki gösterse, sonuna kadar mücadele etse bir ülkede yolsuzluk olabilir mi? Çeteler oluşabilir mi? Bir yerlerde zafiyet varsa o zaman sorunlar çıkıyor. Bakın, çete vardır ya da yoktur. Ama milletin önünde bunları tartışmamak lazım. Bütün ülkelerde ne skandallar yaşanıyor. Ama bütün mesele, bu işleri devlet adamlığı ciddiyeti içinde ele almak, kamuoyunda tartışmadan hemen yargıya intikal ettirmek, demokratik yapıyı çalıştırmaktır. Aksi halde, siyasi söylemler içinde sonuç da alınamıyor. Susurluk’un sonucu alınabildi mi? Bu tür siyasi söylemlere girdiğiniz takdirde güvenilirliğinizi de zedelersiniz. Kimi bakanlarla ilgili yolsuzluk iddiaları ayyuka çıktı. Hatay’da Ali Dibo adı verilen rezaletin ve kimi yolsuzlukların üzerine gittiği için Hatay milletvekili Fuat Geçen parti Disiplin Kurulu’na verildi. Bunlara ne diyorsunuz? Yolsuzluklarla mücadele konusunda milletimize şeref sözü verdik. Parti içinde yolsuzluğa bulaşmış veya kamuoyunca öyle algılanmış ya da siyasi ahlak kurallarına ters uygulamalar içinde bulunmuş birileri için kamuoyunun kanaati önemlidir. Bakın, ille de yolsuzluk yapmıştır tezi nasıl yanlış ise bizden kimse yolsuzluk yapmaz teziyle siyaset yapmak da o derece yanlıştır. İnsan unsurunun bulunduğu yerde yolsuzluk da, usulsüzlük de vardır. Seçimlerden önce dokunulmazlık zırhının kaldırılacağı sözü verilmişti. Aradan üç buçuk yıl geçti. O yolda hiçbir hareket yok. Buna ne diyeceksiniz? Dokunulmazlıkla ilgili Anayasa Komisyonu Başkanı’na bizzat fikrimi söyledim. Parti grubumuzda bunu ciddi biçimde tartıştık. Dokunulmazlıkları kaldırmak lazımdır. Siyaset kurumuna güveni arttıracak unsur, dokunulmazlığın kaldırılmasıdır. Bu yapılırsa pek çok tartışma da ortadan kalkar. O zaman zaten siyasetçi büyük zan altından, yük altından kurtulacaktır. Dokunulmazlık Türkiye’de her birimizin başımız dik durmamızı engelliyor. Ama kürsü masumiyeti dediğimiz meselede de sonuna kadar dokunulmazlık olması lazım. Bir milletvekili TBMM’de söylediklerinden, siyaset içindeki konuşmalarından kesinlikle sorumlu tutulmamalıdır. Aksi halde zaten milletvekilliği görevini yapamaz. Ama dokunulmazlığın da mutlaka sınırlandırılması gerekir. Ama ırza geçmeden her türlü yüz kızartıcı suçu işlemiş olan, ama hâlâ parlamentoda bulunan bir insan milletvekili olmamalı. Bu anayasaya da aykırı. Zaten milletvekilliği şartları içinde yüz kızartıcı suç işlememiş olmak varken böyle insanlar hâlâ nasıl milletvekili seçilebilir? Dokunulmazlık yüzünden o dosyalar hâlâ kapatılamıyorsa siyaset kurumu her zaman halkın vicdanında güven erozyonu yaşayacaktır. Konuyu parti içinde defalarca gündeme getirdim. AKP AFYON MİLLETVEKİLİ DR MAHMUT KOÇAK’TAN PARTİ İÇİ MUHALEFETE TAM GAZ: Başbakan Erdoğan çok gergin olarak gördüm. Ciddi bir oyla seçildim. Siyasi maceram işte böyle başladı. Siz AKP’nin ciddi bir demokratik hamle yapacağını düşündüğünüz için bu partiye girdiğinizi söylediniz. Sonra ne oldu da muhalefete başladınız? Parti yönetimi beklentilerinize cevap veremedi mi? Biz, AKP merkez siyaset yapacak ilkesi ve felsefesiyle yola çıktık. Bütün eğilimleri içinde barındıracak, çok demokratik teamüller parti içinde geçerli olacak ve hangi görüşten olursa olsun herkese saygıyla kapısını açacak bir AKP bekliyorduk. Başlangıçta hep birlikte heyecanla bu ilkelere sarılıp uygulamaya başladık. Ama zaman içinde Türkiye için benim kabul ettiğim önceliklerle arkadaşlarımın öncelikleri birbirinden ayrılmaya başladı. Ben, her seçim öncesinde siyasi partiler ve Seçim Yasası’nı konuşan bir Türkiye istemiyorum. Türkiye, çağdaş Batı normlarında çoğulcu, katılımcı siyasete bir türlü kavuşamadı. Benim en büyük idealim de buna kavuşturmak. 1999 seçimlerinde ben, ‘‘Milletin dediği olacak’’ sözüyle meydanlara çıkmıştım. Bugün de aynısını söylüyorum. Benim, Meclis’te parmak kaldırıp indirmek gibi bir idealim hiçbir zaman olmadı. SİYASİ GÖMLEĞİN BEDENİ DAR Meclis parmak kaldırıp indirenlerle mi dolu? Ben TBMM’ye girdiğim zaman çok üzülüyorum. Şöyle bir kendime bakıyorum. Türkiye’nin 550 iyi yetişmiş insanı çok daha farklı yerlerde enerjilerini kullanabilir, ülkeye çok daha katkı sağlayabilir. Ben bizimkine çağdaş, demokratik bir yapı diyemiyorum. İsyanım da bu noktada. Milletvekillerimizin bütün dünyada etkin güç olarak var olmalarını istiyorum. Türkiye beşon gömlek ileriye taşınmalı. Bu gömlek bize dar geliyor. Bu dar gelmeye de isyan ediyorum. YÖK’ün yeniden düzenlenmesi konusunda Türkiye’de neredeyse fikir birliği varken sizce hükümetin çıkışları neden ipleri bu kadar gerdi? Diyalog kopukluğu yüzünden. İkazlarımızı hep yaptık. Bakan olmak bir güç getirir. Ama bunun yanında da ciddi sorumluluklar getirir. Aslında insanın en güçlü olduğu nokta, en zayıf olduğu noktadır. Güçlü olunan noktada zayıf gibi hareket edip tevazuu elden bırakmaz, diyaloglarınızı iyi kurarsanız meseleleri çözersiniz. Derken, iş o noktaya geldi ki biz ne yapsak, nasıl bir politika izlesek YÖK, ‘‘Acaba bunun altında ne gibi bir hinlik var’’ kuşkusuna kapıldı. Aynı biçimde, YÖK tarafından hazırlanan, belki çok iyi olabilecek, üzerinde uzlaşabileceğimiz bir metne de biz aynı derecede kuşkuyla yaklaştık. Böylece Türkiye’nin aydınları ayrıldı, bölündü. Güvensizlik başladı. Kurumlarımızla aramızda güvensizlik oluştu. Bence hâlâ her şey bitmiş değil. Samimiyetle yeniden bir güven ortamı yaratılabilir ve çözüm aranabilir. Aramak lazım. ‘‘Artık burası ümitsiz bir kapı’’ demek siyasetçinin işi değildir. Siyasetçi sorunun parçası olmamalı, aksine çözüm üretmelidir. Bu onun görevidir. Hazır yükseköğrenimden söz açılmışken Van Üniversitesi’nde yaşanan skandal boyutlarındaki olayları nasıl değerlendirdiniz? Olay yargıya intikal etmiş olduğu için bu konuda fazla bir şey söylemek istemiyorum, ama o da bir kırılma noktasıydı. Keşke siyasiler hiç müdahale etmeden tamamıyla yargının kontrolü altında olan bir süreç olabilseydi. Ama olmadı. Gerek iktidar, gerek muhalefet olarak bu konunun her boyutuyla TBMM’ye taşınması aslında anayasaya aykırıydı. Keşke böyle süreçlere anayasa ve hukuk kuralları içinde hepimiz saygı duysak da sonuçlarına da razı olabilsek. Orada arzu edilmeyen sonuçlar doğdu. Ya Diyarbakır’da hükümetin izlediği tutuma ne demeli? Bir başka kırılma noktası bence Diyarbakır’dı. Ankara’ya her gelen, hemen ardından Diyarbakır’a gider oldu. Bu da millet ve devlet olarak sabır noktamızı zorladı. Diyarbakırlı insanlarımızla bizim aramızda bir mesele yok ki... Ama o insanların adına konuştuklarını söyleyen birileri var. Diyarbakır’daki bir olayda bir bekçimiz şehit düştü. Terörist de saldırı sırasında öldü. Diyarbakır Belediye Başkanı, bekçimizin evine gitmeden teröristin evini ziyaret etti. Gerginlik orada başladı. Belediye başkanıyla ilgili de hiçbir işlem yapılmadı. Bu da geniş halk kitlelerinde çok büyük üzüntü, güvensizlik yarattı. Sadece onunla değil, o belediye başkanını açığa almayan arkadaşlarımıza karşı da ciddi bir güvensizlik duygusu oluştu. HATA SİLSİLESİ Diyarbakır benzeri bir skandal da Van’da Mustafa Bayram’ın oğlunun tutuklanışı ve karakoldan kaçırılışı olayında yaşanmadı mı? Zaten Van artık bir laboratuvar haline dönüştü. Bir taraftan üniversiteyle girilen sıkıntı, öncesinde eski milletvekili Mustafa Bayram hadisesi başka bir kırılma noktası oldu. Polis karakolunun basılıp polisin elinden birisinin götürülmesi olacak iş mi? Milletvekilinin kendisi olsa ne olur, oğlu olsa ne olur? Orada da birçok hata silsilesi cereyan etti. Telefon görüşmeleri yapan siyasiler çıktı. İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun kendisi o telefon görüşmelerini yaptığını söylemedi mi? Evet. Bunlar siyasi ahlak açısından siyaset kurumunu yıpratmıştır. AKP’ye karşı güven bunalımı yaratmış, partiyi ciddi biçimde hırpalamıştır. Van’daki güvenlik güçlerine yapılan o tacize hiç kimsenin zafiyet göstermemesi lazımdı. Ayrıca suçlulara ciddiyetle hesap sorulmalıydı. Diyarbakır Belediye Başkanı için de aynı şey geçerli. O, kendi görevini bir yana bırakmış, başkanı olduğu şehri adam gibi yaşanacak bir yer haline getirme çalışmalarının asli görevi olduğunu unutmuş, güvenlik güçleriyle bölücü terör örgütünün arasına girerek üstüne vazife olmayan bir işe girişmesi ve buna rağmen hakkında hiçbir soruşturma açılmaması, siyaset kurumu içinde olan beni de yaraladı, bundan geniş halk kitleleri de yara aldı. B elediye başkanıyla ilgili de hiçbir işlem yapılmadı. Bu da geniş halk kitlelerinde çok büyük üzüntü, güvensizlik yarattı. DR. MAHMUT KOÇAK 1964, Afyonkarahisar doğumlu. Yükseköğrenimini İÜ Tıp Fakültesi’nde yaptı. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde sağlık kurumları yönetimi alanında yüksek lisans derecesini aldı. 1992’de ABD’de Houston Üniversitesi’nde İngilizce eğitimi aldıktan sonra Century Üniversitesi’nde sağlık kurumları yönetimi dalında doktora çalışması yaptı. Özel sektörde sağlık yatırımları danışmanlığının ardından Hıfzıssıhha Kan Ban kası Sorumluluğu, Dünya Bankası Sağlık Projesi Genel Koordinatör Yardımcılığı gibi çalışmalar yürüttü. Sağlık Bakanlığı Başdanışmanlığı yaptı. 1999 seçimlerine bağımsız aday olarak katıldı, ama seçilemedi. 2002 genel seçimlerinde ise AKP’den Afyonkarahisar milletvekili olarak parlamentoya girdi. 2004 yılında kurulan Politika Merkezi Derneği’nin, aynı zamanda da Afyonkarahisar Spor Kulübü’nün başkanlığını yürütüyor. İyi de, iş bununla da kalmadı ve Şemdinli İddianamesi rezaleti patlak verdi. Orada açık biçimde Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın boy hedefi yapıldığı görüldü. Sizce Yaşar Büyükanıt’ın üzerinden ordu mu yıpratılmak istendi? Bence Şemdinli’de yaşanan çok ciddi bir durumdu. Bir ülkenin siyaset kurumuyla en güvenilir kurumu olan ordunun çarpıştırılarak iki tarafın birden yıpratılması olacak şey değil. Ülkemizde çok güçlü bir ordu ve polis gücünün olması lazım. Türkiye’nin bu coğrafyada en çok ihtiyacı güçlü, modern bir ordudur. Böyle bir ordu, Türkiye’nin bölünmezliğini de, Türkiye’deki demokratik yapıyı da, insan haklarını da korumak bakımından en önemli unsurdur. Türkiye’yi zayıflatmak isteyen güçler bence Şemdinli’de tezgâhlanan senaryoyu çok iyi oynadılar. Orduyu yıpratmak amacıyla çok ciddi hamleler yapmak istediler. Ordu sert biçimde bunun cevabını verdi, ama o basit oyunun içine girmedi. İşi yargı yoluna bıraktı. Bence bu önemli. Onların arzu ettiği, bir kavgaydı. Bunun arkasından zaten her şey gün yüzüne çıkmaya başladı. Siyaset kurumunda bulunan insanların boğazları dokuzun üzerinde boğumlu olmalıdır. Her söylediklerine çok dikkat etmek zorundadırlar. Ülkenin kurumlarını rencide etmemeleri lazımdır. Nasrettin Hoca’nın dediği gibi, ‘‘Bindiğin dalı kestiğin zaman bir daha binece ‘Amaçları orduyu yıpratmak’ ğin dal kalmaz’’. Ülkenin güvenliğinden sorumlu olan ordu, elden geldiğince yıpratılmak istenmiyor mu? Bakın, ordumuz bir tarafta, siyaset kurumu da öbür taraftadır. Önemli olan, kurumları yerli yerince güçlü kılmak ve aralarındaki diyaloğu maksimum noktada tutabilmektir. Demokrasinin güzelliği zaten burada. Ama Türkiye’de kurumlar arasında diyalog kopukluğu gün geçtikçe tırmanıyor. Çok doğru. Samuel Huntington, Türkiye ve Rusya’yı, aydınları, elitleri bölünmüş ülkeler olarak değerlendirir. Aydınlarımız, elitlerimiz, dolayısıyla kurumlarımız arasında diyalog kurulmasını sağladığımız zaman gerçek demokrasiye kavuşabiliriz. Aşamadığımız önyargılarımız var. Einstein, ‘‘Atomu bile parçalarım, ama şu önyargıları aşamam’’ diyor. Siz böyle söylüyorsunuz da, ülke insanını bir bütün olarak kucaklaması gereken Başbakan türbana ve imam hatiplere odaklanmış durumda. Son olarak Cumhuriyet’e atılan bombaların ardından Başbakan’ın olaylara en tepeden bakarak insanlarına sahip çıkması gerekirken ‘‘AKP binaları da bombalanıyor. Kimsenin sesi çıkmıyor’’ demesini, Danıştay saldırısından hemen sonra da çetelerden söz etmesini nasıl karşıladınız? Türkiye’de siyaset, siyaset içinde yapılamazsa her konu Başbakan’a gider ve onun ağzından çıkacak cevaba göre bir sonuca bağlanırsa sıkıntılar orada başlar. Genel merkezlerin genel merkez, parti yetkili kurullarının yetkili kurul bilinciyle çalışması gerekir. Ama ne yazık ki 550 milletvekilimiz var ve bağlı oldukları siyasi partilerin yönetimleri onların hiçbir şekilde görüşlerini, fikirlerini almıyorlar. Gazetenize bombanın atıldığının ertesi günü Cumhuriyet’e geldim. Çünkü o olay, hür iradeye, fikir özgürlüğüne, demokrasimize, özgür basınımıza yapılmış bir saldırıydı. AKP’nin bir mensubu olarak söylüyorum; isterseniz her gün bizim partinin aleyhinde yayın yapın, ama olay bu değil. Farklı bir mecrada. Bence zaten lehte yazandan çok aleyhte yazana daha iyi bakmak lazım. Çünkü onlar göremediğimizi göstermek açısından çok daha fazla önem arz ediyorlar. Benim, bizim partiye yakınlığıyla tanınan gazeteleri almadığım oluyor. Ama muhalefet eden Cumhuriyet’i her gün okuyorum. Ama Başbakan’da o tarafsız tutum yok gibi. Partisi ve kendisi aleyhindeki en ufak eleştiriye kızıyor. Bir siyasetçi, bir devlet adamının böyle bir lüksü olabilir mi? Siyasi liderler olaylara karşı soğukkanlı davranmalı, hiddetlenmemeli, sinirlerini aldırmış olmalılar, çünkü ortada bir büyük ülke var. Bu ülkede sadece kendi seçmeni yok. Onu onaylayanı da, onaylamayanı da yaşıyor. Bir siyasi partinin genel başkanı değil, o ülkenin başbakanı olarak görev yaptığımızı ve gereken toleransla konuşmamız gerektiğini unutmamalıyız. En son Kızılcahamam toplantısında da bunu söyledim. Cumhuriyet’e saldırı olayında sadece birkaç arkadaş değil, tamamımız buna sahiplenmiş olsaydık arkasından gelen Danıştay hadisesi ve cenazede camideki o çok büyük gerginlikler yaşanmazdı. Bir de Başbakan’ın giderek gerginleşen ruh hali, artan tepkilere neden oluyor. Son örneğini Berlin Büyükelçisi’ni türbanlı fotoğraf meselesinden herkesin önünde azarlamasıyla yaşadık. Size doktor olarak soru yorum; acaba Başbakan’da ruhsal dengesine yansıyan fizyolojik mi, yoksa ruhsal bir rahatsızlık mı var? Ben doktor olarak şunu söyleyebilirim: Başbakan gergin. Gerginliğin belirtisi de refleks cevaplardır. Son altı aybir yıldır çok daha gergin. Nerede canını sıkan bir durum olursa hemen fevri tepki gösteriyor. Bütün yetkiler, parti içindeki meseleler, belediyelerdeki sorunlar, hepsi Başbakan’ın önünde toplanırsa gelinen nokta da bu olur. Bir ülkede demokrasi varsa bu kadar yetkinin tek bir insanda toplandığı bir yapı olamaz. Bir de tabii ki önemli olan, Kasımpaşalı kültürü meselesi. Başbakan Kasımpaşalı kültürüyle yetişmiş olabilir. Ama her seferinde o şekilde davranması da olmuyor. Devlet geleneği içinde olaylara yaklaşması lazım. Bir hekim olarak söylüyorum; o gerginliği mutlaka üzerinden atması gerekiyor. 23 Haziran’da yapacağımız toplantıda parti kurumlarına bence üzerindeki birçok yetkiyi devretmelidir. Tamamıyla devlete ve hükümete kilitlenip kurumlar arasında diyalog oluşturmalı, askersivil arasında gerginliğe yol açmayacak bir tutum izlemeli, yargıyla kesin güven ortamı yaratmalıdır. Bu hamleyi yapacağına inanmak istiyorum. İnanıyorum diyemiyorum. Bu gerginlik, haliyle hükümet etmek, partimiz açısından da, kurumlarla diyalog açısından da bir hayli zor olacaktır.