Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
HAZİRAN P E CUMA R V A S I Z P E R kitap T A V S I Z KULE CANBAZI SUNAY AKIN C Şekerden Yapılmış Kaleler 15 Enis BATUR Okuma kıvılcımları S ait Faik’in Burgazada’daki evinin kütüphanesinde bir araya getirilmiş kitapları elden geçiriyordum Orhan Veli’nin "Garip"in ithaf sayfasına dolmakalemiyle düştüğü satırlar dikkatimi çekti: 58. sayfadaki üç şiiri ona borçlu olduğunu belirtiyordu. * Meğer, kurutma kâğıdına düşmüş yazıyı, ayna üzerinden okumayı "Sefiller"in bir kahramanı akıl etmiş. (Raşit Çavaş uyardıydı bu konuda.) Gene de, bir açmazı var burada, Victor Hugo’nun: Beş tam satırın okunabilmesi olacak iş değil bana kalırsa: Kurutma kâğıdı mürekkebi emerken dağıtır, harfleri heyecanlı, hattâ oldukça telâşlı. Ekliyor: "Benim şu andaki durumum da dahil, pek çok şeyin açıklaması orada yer alıyor". Bir ara geçmiş olmalı. Ya da farklı bir zaman şeridine sıçramış olmalıyım içeride: "Bugüne dek nasıl olur da kimsenin eline geçmez", diye aklımdan geçiriyorum. Her tarafı lambri kaplı bir odada. Deri koltuklar var. Yerde bir Holbein halısı. * Yan odada, Michèle Desbordes’un yeni çıkan romanı La Robe Bleue’yü okuyor Fatma Tülin kurmaca bir siyahbeyaz fotoğrafın üzerinde odaklanarak biten, Camille ve Paul Claudel’in öykülerine eksenlenmiş bir anlatı. Elimin altında sahici bir siyahbeyaz fotoğraf, öteki odada, adada, hücredeyim. Camille Claudel’in bilinen son fotoğrafı bu. Yüzündeki ifadeye biriken romanı yazmak için ola ki başka türden bir güç, o gücü varsa beklediği yerden toplama yetisi olmalıydı birinin içinde. Bir zamanın içinden bambaşka zamanlar geçer. * Görenler olmuş olabilir, ben görmemiştim daha önce: Yuvarlak kâğıtlardan oluşan bir iskambil destesi yayılmıştı dükkânın birinin vitrinine, ne yazık ki elime alıp ‘deneme’ fırsatı yakalayamadım. İlk kez karşılaşmış, öncesinde aklınızdan geçirmemişseniz, gördüğünüz şaşırtıyor: Hiç düşünmemiştim pekâlâ böyle de olabileceğini; nitekim, işte, olmuş da. Çocukluğundan beri kâğıt oyunlarına alışmış, kısa bir süreliğine olsa da oyunun tutsağı olmuş, hâlâ ara sıra bir masanın etrafında dostlarıyla toplanan biri için, iskambil kâğıdının tasarım parametresi bellidir: Bırakın yuvarlağı, üçgeni, bir parça boyu posu değişse yadırgarım.Yıllar oldu, bir derginin iskambil kâğıtları dosyasına, kendi yazı serüvenim açısından can alıcı önem taşıdığına inandığım bir denemeyle katılmıştım. Türlü cinsini gördüm bugüne dek, ama yuvarlak iskambil kâğıtlarını şirin ve beyhude bulduğumu söylemek isterim. Oysa oyuna yakışır yuvarlak, biliyorum. Okşanırsa, her kare yuvarlanabilir, onu da. Camille ve Paul Claudel merika Birleşik Devletleri’nin Irak’ı işgaliyle birlikte gazete sayfalarındaki oyuncak haberleri de artar! Çocukların televizyon ekranındaki savaş görüntülerinden etkilenmesinden dolayı oyuncak silahlara ilginin artmasının yanında, Saddam ve Iraklı liderlere benzetilerek yapılan oyuncak bebeklere yoğun talep olduğunu bildiren haberler, ölen çocuk görüntüleriyle büyük bir tezat oluşturur. Özdemir Asaf’ın şu dizelerini okuduktan sonra, eğer yaşıyor olsaydı, şairin bu tür haberlere hiç şaşırmayacağını söyleyebiliriz: Oyuncak bir musluk gördünüz mü?/Ben çok çok oyuncak askerler gördüm/ Oyuncak bir tava gördünüz mü?/Oyuncak ben tanklar, tüfekler gördüm A OYUNCAK MUSLUK VE TAVA Kurtuluş Savaşı sırasında, karargâhını Lice’ye kuran Kâzım Karabekir Paşa, Kaymakam Ali Fikri Bey’in üç oğluna oyuncak tahta tüfeklerle atış talimleri yaptırır. Çocuklardan on bir yaşında olanı Vedat Günyol’dur ve edebiyatımızın cumhurbaşkanı, kendisiyle yapılan bir söyleşide, o yıllarda ağabeyinin saçma tüfeğiyle bir köylü kadını yanlışlıkla vurduğunu anlatarak özür dilemek üzere babasının çağırttığı yaralı kadının kocasının şu sözünü anımsar: ‘‘Aman, Bek hazretleri, kulun kölen olam. Benim Halimem hayattadır. Hem hayatta olmasa da canınız sağ olsun. On karı feda olsun size. Karının sözü mü olur?’’ Çocukluk günlerinde oynadığı tahta silahını anımsayan şairlerden biri de Oktay Rifat’tır: Nerde tırtıllı küpeli uçurtmam/Tahta kılıcım borazanım/Bu resimler bana benzemiyor/Ben mutlaka başka insanım Özdemir Asaf, oyuncak silahların çokluğuna dikkat çekmek istediği dizelerde ‘‘gördünüz mü?’’ diye sorarak olmadığını belirtse de, oyuncak musluk da, tava da vardır. Kız çocukları için yapılan oyuncak mutfak setinde tava, tencere, musluk, ocak, fırın gibi birçok eşyaya yer verilir. Ayrıca bebek evlerinde de bu tür oyuncaklara rastlanılır. Özdemir Asaf’ın, bir evdeki tüm eşyaların oyuncaklarının yer aldığı bebek evlerini anımsamamasının nedeni, Avrupa’da yaygın olan bu oyuncağın, ülkemizde bulunmamasıdır. Ev hayatının bir modeli olarak yapılan ve çok pahalı olan bebek evlerine ancak, varlıklı birkaç ailenin ‘‘malikânelerinde’’ rastlanılır. Oyuncak konusunda ülkemizde bilimsel çalışmanın temelini atan Prof. Dr. Bekir Onur’un ‘Oyuncaklı Dünya’ adlı kitabından, Osmanlı sarayında bebek evinin olduğunu öğreniriz: ‘‘Sabah ilk iş olarak Dolmabahçe Sarayı’nın yolunu tutuyorum. Dün telefonla aldığım bilgi müthiş heyecanlandırmıştı beni. Topkapı Sarayı’nda bulunmayan oyuncağın Dolmabahçe Sarayı’nda bulunması çok anlamlı gelmişti ba kırar ya da yayar, araya boşluklar düşer. Öte yandan, gerçeksilik bu denli önemli mi, sanmıyorum, hele o dönemin bir romanında: Asıl etkileyici olan bu noktada, bence buluş. Ne de olsa, bir de ressam Hugo bakmayı, görmeyi, görünmezi, görünürü, içgörüyü bilmiş birinden söz ediyoruz. * Simenon’a "tipik" cümlesi sorulduğunda duraksamamış: "Yağmur yağıyordu." Bazı okurlara sade suya tirit, özgünlükten yoksun gelebilir bu türden cümleler: Gelgelelim, "yağmur yağıyordu" bütün bir program demektir, buradan başlayan paragraf, bölüm, kitap nasıl yol alacağını apaçık bildirir: Bir görüntüyle sınırlamaz kendini oluşmaya koyulan gerçeklik kesiti: Sesi, kokuyu, iç atmosferi devreye sokuverir. * "1942 Ankara Belgesi’ni bulmalısın" dedi Walter Benjamin. Bunları söylerken gözlerini büyüten bir yüz kası hareketi yaptığını fark ettim, ‘belki de her heyecanlanışında bunu yapıyor’ diye o an aklımdan geçirdiğimi anımsıyorum, çünkü Benjamin Derin düşçü Ledoux C laude Nicolas Ledoux’yla yeni yeni tanışıyorum; "Sanat, Örfler ve Yasal Çerçeveler ile ilişkileri bağlamında Mimarî" masamda duruyor şimdi. Komşularından biriyle (Etienne Boullée) yirmi beş yıldır tanışıyorum, yolum onunla ancak kesişebildi bunu nasıl açıklayabilirim? Mimarî eğitimi görmedim ben, ‘sistematik’ bir öğrenme sürecinden geçmedim; oysa, o süreçten geçmiş pek çok kişiden daha yakıcı ilişkiler geliştirdim yapılarla: Durmadan gider, onları okumaya çalışırım, mimar düşlerini karıştırırım. Bana, kendi düşlerimi seçmeyi en kestirme yoldan onlar öğretmiştir. Derin düşçü Ledoux. Tasarılarının çoğunun gerçekleşememiş olması doğal: Kabul edilmemiş. Biri dışında, bütün yapabildikleri yıkılmış, yokolmuş. Bu iki kutup beni ona mıhlıyor. * ‘Canlı Cenaze’ deyimi başka bir dilde, başka dillerde var mıdır bilmiyorum; tam böyle olmasa da, bir karşılığı vardır şüphesiz: Bir görünüş’ün çevirisi çünkü bu, adlandırılmasın olmaz. Okulda hem müzik dersimizi veren, hem de revire bakan hocamızın lâkabı ‘Canlı Cenaze’ydi: Zayıf bir adamdı, yüzünden iskeleti okunurdu. Epeydir kullanmamışım deyimi, dün, bir kahve taraçasında, tam önümde oturan kadını görünce dipten yüzeye vuruverdi. Düpedüz ayağa kalkmış bir mumyayı andırıyordu gövdesi; yaz sıcağında giydiği kısa kollu, omuzları düşük giysisinden dolayı, kolları ve omuzları, boynu ve omurgasının üst bölümü olanca şaşırtıcılığıyla ortaya çıkmıştı: Derisiyle kemikleri arasında başka bir tabaka yoktu sanki. Birden, önünden, şişmandan da fazla, bir başka kadın geçti. Biribirilerini fark etmediler. * Perche lo fai, yıllardır dinlediğim, duyduğum en yanık İtalyan şarkısı. Radyoda ne zaman çalınsa, kopup gidiyorum bulunduğum noktadan, hızla kanat çarpıyor tinim, gövdemi uzak bir göl kıyısına, Como’nun etrafındaki dağ köylerine, kıyı kasabalarına taşıyor, gece vakti kendimi loş sokaklarda, kimsesiz ve sessiz, yürürken buluyorum. Sonra ani, kesin dönüş. Haftanın Kitabı: Haydar Akın/ Birgenli Azize Hildegard/ Dharma na.’’ Bekir Onur’u heyecanlandıran, arkeolog Ezel İlter’in gün ışığına çıkardığı bir oyuncak evinin parçalarıdır. Ne var ki, Bekir Onur’u Ankara’da ziyaret ettiğimde, bebek evinin parçalarını göremediğini söylemişti. Biz de Sevgili Hocamıza, verdiği onca emeğe bir saygı göstergesi olarak, Topkapı Sarayı’nda rastladığımız oyuncak izini armağan edelim: Sarayın Çin Porselenleri bölümünde, 17. yüzyıl ortalarına ait bir kâse üstündeki resimde oynayan çocuklar vardır. Çocukların bazıları üflemeli çalgılar çalarken biri tahta ata binmektedir. Beyaz kâse üzerine mavi boyayla yapılan resimde, top ve topaca benzer oyuncak ile oynayan çocuklar da dikkat çeker! İstanbul’u bir oyuncağa benzetenler yok değildir. Onlardan birine, Edmondo de Amicis’e kulak verelim: ‘‘Sokaklarda böyle güzel, ancak peri masallarında görülebilecek türden yapılar karşısında hayrete düşüyor insan. Sanki hava koşullarına dayanamayacakmış gibi narin bir görüntüleri var; şekerden yapılmış kalelermiş de eriyip gidecekmiş izlenimi uyandırıyorlar.’’ Amicis’i okuduktan sonra geldi aklıma; bir yandan ağzımızda eriyip giden, öbür yandan da öttürdüğümüz düdüklü horoz şekerleri, oyuncak değil miydiler?.. Anılarında, saray ve oyuncak arasında bir bağ kuran, İngiliz kadın yazar Julia Pardeo’dur. 1835 yılında İstanbul’a gelen ve çok sevdiği bu kentte dokuz ay kalan Pardeo, dönemin padişahı II. Mahmut hakkında şu yorumda bulunur: ‘‘Hiçbir hükümdar, Sultan Mahmut kadar kendi kendini aldatmamıştır. Bu padişah, karakteri gereğince (başka türlü bir deyim bulamıyorum) aşırı ölçüde kendini beğenen, yeniçerileri ortadan kaldıran, büyük bir imparatorluğun reformcusu, dünyanın en ciddi adamlarına söz geçiren bir insan olmakla birlikte, yaptığı işler köklü bir reformdan çok biçimsel bir düzelticilikten başka bir şey değildir. Bir yandan da kozmetik tüketicisi, süse ve oyuncağa düşkün, gereğinde de yüksek din adamıydı.’’ PADİŞAHIN VERDİĞİ PARTİ Zürih’teki bir antikacıdan, çok eski, oyuncak bir ayna aldım. ‘‘Oyuncak ayna olur mu?’’ diye sormayın. Julia Pardeo’ya göre, Osmanlı sarayı ve oyuncak konusunda, aynaları da değerlendirmeliyiz: ‘‘Aynalar, düşünülebilen en güzel oyuncaklardır. Bir Doğu güzelince, bunların işlemesinde gösterilen ustalık, yapıldığı madenin değerinin yüksek olması kadar önemlidir. Bu gerekli oyuncaklardan biri, haremde; bir kadının her zaman yanı başındadır.’’ Pardeo, 1836 yılının Eylül ayında ayrılır İstanbul’dan. Onun kenti terk etmesinden kısa bir süre sonra, 17 Eylül gününde II. Mahmut, 51. doğum yıldönümü için şenlik düzenlenmesini emreder ki, bu olay tarihimize bir padişahın verdiği ilk doğum günü partisi olarak kaydedilir. Almanya Bir Kış Masalı ve Diyalektiğin Şairi Heinrich Heine/ Serdar Dinçer/ Kendi Yayını/ 482 s. “Beş yıl önce Heine’ni bitpazarından alıp bir yana attığım tozlu bir kitabını okumaya başlayınca, neye uğradığımı şaşırdım, iki yüz yıllık küf kokan, ağır, ağdalı bir dil beklerken, çarpıldım. Heine, bize çağdaş, daha da öte, bizden genç, bizden özgür düşünceli, bizden korkusuz, bizden deli, bizden garipti.” Bu kitapta Serdar Dinçer, Heinrich Heine üzerine kapsamlı bir inceleme ve Heine’den şiirler sunuyor. Devlet Kuşu/ Orhan Kemal/ Epsilon Yayınları/ 256 s. ‘Devlet Kuşu’, aşkı ile ailesinin zenginlik özlemi arasında kalan gecekondulu bir gencin hikâyesi. Yakışıklı Avare Mustafa askerden sonra iş bulamamış, işsiz güçsüz arkadaşlarıyla Taşkasaplı’nın kahvesinde geçirmektedir günlerini. Komşu kızı Aynur’a âşıktır ama ona sunabilecek hiçbir şeyi yoktur. Evlerinin karşısındaki arsada, bir apartman inşaatına başlayan karaborsacı Zülfikar’ın çirkin kızı Hülya, gördüğü anda Mustafa’ya tu tulmuştur. Bu öylesine bir tutkudur ki, Zülfikar, Mustafa’yı kızıyla evlenmeye zorlar. Delikanlı buna yanaşmak istemez, ama annesinin baskısıyla, önce karaborsacının yanında çalışmayı sonra da kızıyla evlenmeyi kabul eder. Aslında zenginlik hayalleri onun da kafasını karıştırmıştır. Ancak kısa zamanda kendini satılmış gibi hissederek Hülya’yı terk eder… Aleviliğin Şifresi ve Kadim Sayıları/ Hakan Koç/ Çapraz Kitaplar/ 132 s. BektaşiAleviler ile Mevlevilerin sofrada yemekten önce ve sonra tuz tatmaları cennette işlenmiş ilk günahı dikkate alır. Din doktrinleri dindar insanları kemiren ilk günah korkusunu bastırmak için yemek duasına ihtiyaç duymuştur. Ayinlere kadınerkeğin bir arada katılmasında Zerdüşt dini kökleri vardır. İnsanların eliyle, beliyle, diliyle işleyecekleri günahlardan uzak durmaları Peygamber Zerdüşt’ün bir öğretisidir. BektaşiAlevi seçkin din adamlarına müritlerin tapınma derecesine varan bir saygı beslemeleri, dara dururken pire meyve gibi yiyecek sunmaları, Muharrem ayında tutulan Su Oruçları iftar sofrasında et ve seks yasağı Mani dini motifidir. Arap Aleviliği (Nusayriler)/ İsmail Onarlı/ Etik Yayınları/ 288 s. Bu kitapta, Arap Aleviliği olarak da bilinen Nusayrilik; etnik kökeni, tarihi, Hz. Ali inancı ve geleneği, kutsal yerleri ve günleri, toplumsal ilişkileri, çeşitli örftöre (gelenek ve görenekleri), bayramları, türbe inancı ve Hızır kültü, ölüm ve reenkarnasyon inançları vb. konuları inceleniyor. Bu kitapla yazar, Nusayrilik hakkındaki önyargıları aşmayı ve Nusayrilik’i daha yakından tanıtmayı amaçlıyor. Zirvede 15 Yıl/ Refik Baydur/ Sinemis Yayınları/ 532 s. tıralarını kaleme alıyor bu kitapta. İşveren, İşçi ve Hükümet üçlüsü arasındaki pazarlıklar, siyasetçilerin, işçilerin ve işverenin çalışma hayatına bakış açısını net şekilde ortaya koymaktadır. TİSK Genel Başkanlığı süresince hep uzlaşmadan bahseden ve uzlaşma kültürünün yerleşmesi için çalışan Baydur, karşılaştığı zorlukları ve destekleri ayrıntıları ile anlatıyor. T. Özal, S. Demirel, M. Yılmaz, T. Çiller, B. Ecevit, D. Bahçeli, N. Erbakan ve T. Erdoğan’ın iş hayatına yaklaşımı konusunda önemli bilgiler... Baydur politikacı ve işçi kanadı ile yaptığı görüşmelerde hiçbir zaman kişisel davranmadığını, bir sivil toplum örgütünü temsil ettiğini düşünerek bazı şeyleri sineye çektiğini örneklerle sunuyor. Hayatım Avrupa/ Erol Manisalı/ Truva Yayınları/ 268 s. ‘Hayatım Avrupa’, Prof. Dr. Erol Manisalı’nın konuyla ilgili yazılarının ve tabii ki renkli anılarının bir derlemesini sunarak, yazarın bürokrasi ve sivil toplum kuruluşlarına yönelik faaliyetleri ve AB konusunda Türkiye’nin kaderini çizen ünlü şahsiyetlerle ilişkilerini, bir nevi yol arkadaşlığını anlatıyor. Manisalı’nın AB meselesinin ilk günlerinden bu yana yazdığı gazete ve dergi makalelerinin de orijinal görüntüleri yer alıyor kitapta. Türk fotoğrafı Rusya’da ki ikinci ‘Genç Soluklar’dan Ali Taptik, Melisa Önel, Serkan Taycan, Gökhan Gezik, Sebla Selin Ok ve 2005’teki ‘Genç Soluklar’dan Aylin Dinçel, Zeynep Kayan yer alıyor. Fotoğrafçılardan Ali Taptik ve Serkan Taycan sergiye yeni tasarılarıyla katılırken diğer fotoğrafçılar, ‘Genç Soluklar’ kapsamında sunulan işleriyle sergide yer alıyor. Kültür Servisi Geniş Açı Fotoğraf Sanatı Dergisi’nin 2001 yılında ilkini gerçekleştirdiği ‘Türk Fotoğrafında Genç Soluklar’ tasarısının bugüne kadar gerçekleşen üçüncü ayağında seçilen 8 fotoğrafçının çalışmaları, ‘Türkiye’den Genç Fotoğraf’ başlığı altında 5 Haziran’da başlayan St. Petersburg’daki Rusya Ulusal Fotoğraf Merkezi’nde sergileniyor. 30 Haziran’a kadar açık kalacak. Sergi, sonbaharda da Moskova Fotoğraf Evi’nde izlenime sunulacak. Geniş Açı ve Rusya Ulusal Fotoğraf Merkezi işbirliğiyle gerçekleşen sergide, 2001’de düzenlenen ilk ‘Genç Soluklar’dan Kerem Uzel, 2004’teMİRASA SAHİP ÇIKMA Rusya’daki fotoğraf arşivlerinin ve koleksiyonlarının büyük bir çoğunluğunun St. Petersburg’da bulunması nedeniyle bu kentte kurulan merkez, ülke fotoğrafı üzerine araştırmalar yapma, fotoğrafik mirasa sahip çıkma, çağdaş fotoğrafı destekleme ve kültürler ve uluslararası sanatsal çalışmalar yapma amacı taşıyor. Finlandiya, Litvanya ve çeşitli Baltık ülkeleriyle yürüttüğü ortak çalışmalarla ülke dışından da izleyici çeken Rusya Ulusal Fotoğraf Merkezi, yakın zamanda bir fotoğraf müzesine dönüşme hazırlıkları içerisinde. Refik Baydur, 15 yıl İşveren Sendikaları Konfederasyonu Genel Başkanlığı yaptığı dönemin ha