25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

10 ANKARA’YA AVRUPA BIRLİĞİ ÜYESİ ÜLKELER ARASINDA KOŞULSUZ DESTEK VEREN YOK C dünyadan EKONOMİYE BAKIŞ ERGİN YILDIZOĞLU HAZİRAN CUMA Avrupa’da tek başına MAHMUT GÜRER ANKARA Türkiye’nin AB ile fiili müzakereleri, neredeyse tüm tarama başlıkları tamamlanmasına karşın bir türlü başlamıyor. Diplomatik kaynaklar 12 Haziran tarihinin ‘‘net’’ olduğunu savunsa da, bir son dakika sürpriziyle karşılaşılabileceği dile getiriliyor. Fransa’nın, bir günde açılıp kapanması beklenen, ‘‘Bilim ve Araştırma’’ faslıyla ilgili yaptığı teklifin süreci uzatabileceği dile getiriliyor. Türkiye’ye İspanya ve İngiltere’nin verdiği destek de koşulsuz değil. AB’de Türkiye karşıtı sesler 3 Ekim sonrasında hızla artarken bu durum müzakerelere de yansıyor. Daha önce bir fasılda tarama sürerken diğer bir fasılda müzakere açılabileceğini açıklayan AB, bu sözünü yerine getirmiyor. Türkiye’nin müzakere süreciyle ilgili olarak AB ülkelerinin görüşleri şöyle: ? İngiltere: Türkiye’ye en büyük desteği veren ülke. Bunun başlıca nedenleri ise Kıbrıs’ta çözümün sağlanacak olması ve AB sübvansiyon ve desteklerinin Türkiye’nin üyeliğiyle birlikte köklü olarak değiştirilecek olması. ? Yunanistan: Türkiye ile geçmişe dayanan anlaşmazlıkları ve sorunları olsa da Yunanistan, bölgesel güvenlik ve yeni ekonomik olanakları dikkate alarak Türkiye’nin üyeliğine destek veriyor. Ancak Yunanistan, Türkiye’nin müzakereler öncesinde Kıbrıs’ı tanıması için bastırıyor. ? Polonya: Türkiye’nin üyeliğine destek veren ülkeler arasında. Varşova yönetiminin bu tutumunun ardında, Türkiye’nin üyeliğe kabul edilmesinin kendisine benzeyen bir ülkenin de birliğe katılacak olması düşüncesi yatıyor. Ancak ek protokol ve Kıbrıs konusunda Türkiye’nin koşulsuz adım atması gerektiğini savunuyor. ? İtalya: Seçimlerin ardından başa gelen Prodi hükümeti, Türkiye’nin üyeliği konusunda henüz çok net bir sinyal vermezken ‘‘İlk önce ek protokol’’ diyen ülkelerin başında geliyor. ? İspanya: Madrid yönetimi Türkiye’nin üyeliğine koşulsuz destek vermesinin yanı sıra, Ankara ile sonuç ne olursa olsun müzakerelerin bir an önce başlamasını istiyor. Kıbrıs’ta çözümün BM’ye bırakılabileceğini bildiren İspanya, Bask sorunu nedeniyle de Türkiye’ye AB içinde destek istiyor. ? Portekiz: Bu ülkede de hem sağ kanat hem sol kanat partiler Türkiye’nin üyeliğine destek veriyor. Kıbrıs’ta çözüme destek verirken AB’nin bölgede etkin olmasını istiyor. ? İrlanda: Hükümet ve muhalefet Türkiye’nin üyeliğini Kıbrıs’ta çözüm kapsamında destekliyor. Kıbrıs konusunda ise İngiltere’yi destekliyor. ? Çek Cumhuriyeti: Birliğin yeni ülkelerinden Çek Cumhuriyeti Türkiye’nin üyeliğine destek veriyor, ancak Türkiye ile Hırvatistan’ın şu anda ortak yürüttüğü müzakerelerin ayrılmasını istiyor. Kaynaklar bunun gerçekleşmesi durumunda, Türkiye’ye içeriğinde Kıbrıs’ın siyasi koşul olarak yer aldığı müzakere açış mektupları gelebileceğini belirtiyor. ? Avusturya: Dönem Başkanı Wolfgang Schüssel, otomatik olarak üyelikle sonuçlanmamak kaydıyla müzakerelere başlanabileceğini savunuyor, Türkiye’nin birliğe imtiyazlı ortak olmasını is İnternet ve Devlet 25 düzeyine indiğini ve gerilemeye devam ettiğini yazıyorlar (Sf: 51). İzlanda örneği çok ilginç. 500 bin nüfuslu küçük bir ülke olan İzlanda, ulusal dilini, özgün kültürünü korumak için (yaa böyle ülkeler de var) ülkedeki bilgisayarların yazılımlarının İzlandaca olması koşulunu dayatıyor, Microsoft’a da bu koşula uymaktan başka bir seçenek kalmıyor (Sf: 50). Yazarlara göre, aslında bilgi, iddia edildiğinin aksine ‘‘serbestçe dolaşmayı sevmiyor’’, tasnif edilmek, filtre edilmek, anlaşılabilecek dillere çevrilmek istiyor; yoksa kullanılamıyor. İkincisi her ülke halkının farklı dili, kültürü, zevkleri, arzuları var. İnternet bunlara uyum sağlıyor. Daha doğrusu İnternet’e giderek egemen olan sermaye ilişkisi, ekonomik, siyasi nedenlerle bu koşullara uyum sağlıyor. Böylece küresel bir ağ olarak başlayan, bu yönde evrimleşeceği sanılan İnternet, içine doğduğu dünyanın koşullarına uyum sağlayarak, zamanla farklı coğrafyalara göre uzmanlaşan, ama birbirine bağlı bir ağ oluşturan parçaların toplamı haline geliyor (Sf: 149). Nasıl dünya ekonomisi ulus devletlerin altında var olan ekonomik coğrafyaların toplamıysa... İNTERNET MERKEZİ YAPILARI DAĞITMIYOR 1990’larda birçok yazar, coğrafyadan kopuk bir sistem olarak gördükleri İnternet’in etkisiyle ‘‘sanayi devriminden arta kalmış bagajlar olan kent yapılarının dağılacağını...’’, kırlara geri dönüleceğini ileri sürüyordu. Ancak zaman gösterdi ki, İnternet de kendisinden önceki iletişim ve ulaşım araçları gibi, öncelikle sermayeyi izliyor, sonra sermaye onu. Böylece en güçlü fiber optik ağlar, en hızlı İnternet önce, en yoğun biçimde büyük şirketlerin merkez bürolarının bulunduğu kentlere döşeniyor; diğer şirketler de bu kentlere yöneliyorlar. İkincisi, İnternet kitapçısı ‘‘Amazon’’ örneğinde olduğu gibi, işini başlangıçta ulusal pazarların varlığını önemsemeden kuran yapılar, kısa sürede, yerel düzeyde hizmet vermek üzere verili siyasi coğrafyalara, ulusal yasalara uygun olarak düzenlenmiş parçalı yapılara dönüşüyorlar (Sf: 5758). Dahası bunlar, örneğin ‘‘ebay’’ gibi İnternet üzerinden ticaret yapan kuruluşlar, mülkiyet haklarını korumak, ağ güvenliği sağlamak için devlete gereksinim duyuyorlar. İnternet, en temelde, kök sunucular (root servers) gibi her bilgisayarın alan adlarının kayıtlı olduğu (128.143.28.135 gibi bir numara, sonu com, org, edu, tr, fr vb.. biten adresler) hiyerarşide en üstteki bir avuç bilgisayardan denetleniyor. İnternet ilk önce ABD’de, savunma amaçlı kurulduğu için, ilk ‘‘root server’’ de orada kurulmuştu, başından beri de Jon Postel adına, bağımsız bir bilim insanı tarafından yönetiliyordu. Ancak sistem küresel bir ağa dönüşünce, ABD devleti ‘‘kök sunucuların’’ kendi mülkiyetine, denetimine ait olduğuna ilişkin bir yasa çıkardı. Postel, bu ‘‘yasal darbeye’’ karşı, arkadaşlarına, tüm diğer ‘‘kök sunucuların’’ kendi bilgisayarını, en üst sunucu olarak tanımalarını istemiş. Böylece, bir anda tüm sistem Postel’in bilgisayarına bağlı hale gelmiş. Postel isterse, İnternet’in istediği bölümünün, örneğin sonu .tr, .fr biten adreslerin Net ile ilişkisini kesebilirdi; amacıysa İnternet’i devlet denetiminin dışında tutmaktı. Ancak Clinton hükümeti Postel’e durumun ciddiyetini ‘‘anlatarak’’ olaya el koydu. Postel de zaten 9 ay sonra kalpten öldü (Sf: 2946). Şimdi İnternet’in tüm root server’ları (13 adet) ABD’nin elinde. Diğer ülkeler bunların BM’ye devredilmesini istiyorlar. Aksi takdirde, Web’ın parçalanabileceğinden korkuluyor. Sermaye ve onun siyasi iktidarları, her teknolojiyi olduğu gibi İnternet’i de siyasi denetim altına alıyorlar. Bunu engellemenin tek yolu da yine siyaset. içerisinde özellikle Fransa, Danimarka, Almanya ve Avusturya, müzakerelerin başlaması önünde çeşitli sıkıntılar yaratıyor. AB tiyor. Kıbrıs’ın tanınmaması halinde ise sürecin askıya alınmasından yana. 3 Ekim öncesinde süreci en fazla tıkayan ülkelerin başında ge len Avusturya, Türkiye’nin müzakerelerinin başlatılma sürecinin kendisine denk gelmiş olmasından da oldukça rahatsız. Avusturya’nın müzakereleri Finlandiya dönem başkanlığına devredebileceği ileri sürülüyor. ? Fransa: Bu ülkede iç politika ve seçim malzemesi yapılan Türkiye’nin AB üyeliği büyük sorunlar taşıyor. Paris yönetimi, açıklamalarının tersi olarak ek protokol TBMM’de onaylanmadan önce Bilim Araştırma başlığında müzakerelere başlanmasına karşı çıkıyor. Fransa, müzakereler başlatılsa bile kapatılmasını ve protokol süreci tamamlanana kadar bu şekilde tutulmasını öneriyor. ? Danimarka: Nüfusun yarısı Türkiye’ye karşı çıkarken yüzde 30’u destek veriyor. Karşı çıkanların öne sürdükleri başlıca neden Türkiye’nin insan hakları sicili. Ülke Türkiye’nin bir an önce Kıbrıs’ı tanımasını istiyor. Ancak Danimarka ROJ TV konusunda hiçbir şekilde adım atmıyor. ? Güney Kıbrıs Rum Yönetimi: Ek protokolün imza lanmasının ardından AB’yi arkasına alan GKRY, Türkiye’nin kendisini tanıması durumunda üyeliğe destek vereceğini, aksi takdirde ‘‘veto’’ hakkını kullanacağını belirtiyor. ? BelçikaHollandaLüksemburg: 3 ülkenin hükümetleri de AB’nin Türkiye’ye karşı sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini düşünüyor. Ancak Türkiye’nin insan hakları sicili tepkiyle karşılanıyor. Kıbrıs konusunda AB’nin merkez ülkesi Belçika tarafsızlığını korurken Hollanda ve Lüksemburg Kıbrıs’ın tanınmasını istiyor. Hollanda ve Belçika, Bilim Araştırma başlığı ile ilgili olarak Fransa’nın teklifine destek veriyor. ? Almanya: Başbakan Angela Merkel müzakerelere başlanmış olmasına karşın, halen Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık verilmesi gerektiğini savunuyor. Türkiye’nin Kıbrıs’ı tanımasını ve ek protokolü tam olarak uygulamasını isteyen Almanya’da da, Fransa’da olduğu gibi ‘‘üyelik onayı için referandum’’ koşulu getirilmeye çalışılıyor. K üreselleşme yanlıları, ‘‘küreselleşme’’ dedikleri süreçle, devletlerin kapitalizmin krizine gösterdikleri tepki arasındaki nedensellik ilişkisini göremiyor, küreselleşmenin, kendiliğinden, evrimsel, önünde durulamaz bir gelişme olduğunu savunuyorlardı. Küreselleşme yanlıları bu önünde durulamazlığı teknolojik gelişmelerle özellikle de İnternet’le ilişkilendiriyorlardı. İnternet’i engellenemez, denetlenemez bir değişken olarak gören bir ‘‘teknolojik determinizm’’ söz konusuydu. Örneğin, küreselleşme ‘‘gurusu’’ Thomas Friedman son kitabında ‘‘Teknolojiler herkesi komşu yapıyor; coğrafyaları, mesafeleri ve dilleri öldürüyor’’ diyordu (The Wrold is flat, 2005). İnternet küreselleşmenin sürücü gücüydü; ulus devletler giderek ortadan kalkacak, sanayi devriminden kalma bir yapı olan kentler ve merkezi iktidar ağları dağılacaktı... Jack Goldsmith ve Timothy Wo’nun, Who Controls the Internet (İnternet’i kim denetliyor, Oxford, Mart 2006) başlıklı kitabı tüm bu iddiaları çürütüyor, teknolojik gelişmenin, bağımsız bir değişken olmadığına, doğduğu toplumun sosyoekonomik ve siyasi ilişkilerine göre şekillendiğine ilişkin tezi destekliyor. Yazarlar, İnternet’in devletleri ve sınırları ortadan kaldırmak, kentleri dağılmaya zorlamak yerine, uyum sağladığını, pekiştirdiğini, giderek devletler tarafından denetlendiğini gösteriyorlar. YAHOO’NUN ‘U’ DÖNÜŞÜ Zaferini, binlerce destekçisine hitaben yaptığı konuşmayla ilan eden 57 yaşındaki Garcia, seçmenlerinin Venezüella Devlet Başkanı’na ortak mesaj verdiklerini söyledi. (Fotoğraflar: AP/AFP) PERU SEÇİMLERİNİ HUMALA’YA KARŞI YARIŞAN ALAN GARCİA KAZANDI Chavez’in adayı kaybetti Dış Haberler Servisi Peru’da devlet başkanlığı seçimlerinin önceki gün yapılan ikinci turunda ipi göğüsleyen eski devlet başkanı Alan Garcia oldu. Oy pusulalarının dörtte üçünden fazlasının sayıldığı son duruma göre seçmenin yüzde 54.69’u, 198590 yılları arasında devlet başkanlığı görevini yürüten ve ardında gerilla savaşlarıyla ekonomik kaos bırakan Garcia’dan yana oy kullandı. Asker kökenli aday Ollanta Humala oyların yüzde 45.30’unu alabildi. Seçim zaferini, binlerce destekçisine hitaben yaptığı konuşmayla ilan eden 57 yaşındaki Garcia, ‘‘Bağımsızlığı kurtardık’’ dedi ve seçmenlerinin, rakibi Humala’yı destekleyen Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez’e ortak bir mesaj verdiğini söyledi. Garcia, seçmenlerin kendisine oy vererek ‘‘Chavez’in, Güney Amerika’da uygulamaya çalıştığı, modası geçmiş olarak nitelediği militarizmin genişlemesini kabul etmediğini belirtti” dedi. MORALES’INKINE BENZER KAMPANYA Bolivya’da Evo Morales’in devlet başkanı olmasıyla bölgedeki etkinliğini arttıran Hugo Chavez, Peru’daki seçimlerde, kendisine yakın olarak gördüğü 43 yaşındaki Humala’yı destekliyordu. Humala, seçim öncesinde, Morales’inkine benzer bir kampanya yürütmüştü. Seçmenlere siyasi yozlaşmanın ve yolsuzlukların önüne geçerek, dağılımı ülkesindeki yerli halk ve azınlıklar için adil bir şekilde tekrar düzenleme sözü veren Humala, doğal kaynaklar üzerinde daha fazla devlet denetimi kurulmasını amaçlıyordu. Garcia’yı ABD’nin kuklası olmakla suçlayan Humala, Chavez’in kendisine verdiği destekten, oy potansiyelini olumsuz yönde etkilediği gerekçesiyle rahatsız olduğunu açıklamıştı. Peru’da devlet başkanlığı seçimlerinin ilk turu 9 Nisan’da yapılmış, 20 adayın katıldığı seçimde ilk sırayı, oyların yüzde 30.7’siyle Humala, ikinci sırayı da yüzde 24 oy oranıyla Garcia almıştı. Aradaki Fark Rusya ve ABD yurttaşları arasındaki fark nedir? Amerikalı, ülkesine ve halkına son derece bağlı ve hayrandır. Ve ABD’yi eleştiren yabancılara büyük tepki duyar. Rus, ülkesini ve halkını durmadan yerden yere vurur. Ama Rusya’yı eleştiren yabancılara büyük tepki duyar. MOSKOVA GÜNLÜĞÜ HAKAN AKSAY aksay@rusya.ru Türkiye Komünist Olsaydı kon’da Türkiye’nin önemli bir yeri olacaktı. Türk ordusunun şanlı gelenekleri Varşova Paktı’na güç katacaktı... Moskova; Seydişehir, Ereğli, İskenderun ve başka yerlerde tesisler kuracak, Türkiye’nin sanayileşmesini sağlayacaktı. Boğazlar’dan geçen gemilerden rahatlıkla görülebilecek bir yerde Türk ve Sovyet bayrakları dalgalanacak, bayrak direklerinin dibinde, mesela, bir Türk Sovyet Dostluk Evi bulunacaktı. İncirlik’te Sovyet üssü kurulacaktı. Hemen herkes Rusça öğrenecekti. Ders kitaplarında Tolstoy ve Nâzım yan yana yer alacaktı. Tek partili düzen, iktidardaki sosyalist partiyle iyi geçinerek yumuşak muhalefet edecek sol partilerin kurulmasıyla, göstermelik bir parlamenter demokrasiye dönüşecekti. Belki de asla iktidara gelmek istemeyen bu yeni partilerden birinin başına Baykal geçecekti. Ülke yönetimi, mesela, Demirel Yoldaş’ın emin ellerinde onyıllar boyunca istikrarla devam edecekti. İnsanın ünü, gölgesine yür, benzer; yükseldikçe bü . lür çü kü e düştükç lleyrand Charles Maurice de Ta Doğu Bloku’nun dağılma sürecine bağlı olarak Türkiye’de Batı yanlısı, sağcı ve dinci muhalefet örgütleri ortaya çıkacaktı. Bunlar Soros vakıfları ve Fethullah cemaati tarafından el altından desteklenecekti. Sonuçta ilk seçimleri, mesela, Erdoğan liderliğindeki ‘‘renkli (yeşil diyelim) devrim güçleri’’ kazanacaktı. Türkiye, Kafkasya, Orta Asya ve Ortadoğu’yu etkisi altına almaya çalışan ABD’nin en etkili müttefiklerinden biri olacaktı. Nâzım ders kitaplarından çıkarılacaktı. Gazeteler, işsizlikten, IMF’den, pahalı sağlık ve eğitim hizmetlerinden ve hızlı özelleştirmelerden söz edecekti. Eski komünistlerin yolsuzluklarının yerini, yeni iktidarın marifetleri alacaktı. Sağ ve sol muhalefet Erdoğan iktidarını şiddetle eleştirirken yoksul halk, özellikle de kıraathanelerde tavla yerine satranç oynayan yaşlı insanlar, ‘‘Sosyalizm zamanında demokrasi yoktu, ama hayatımız daha istikrarlıydı’’ diye sohbet edecekti... ‘‘İnternet denetlenemez’’ tezini çürüten ilk örnek, karşımıza, 2000 yılında Fransız devletinin, Yahoo’ya karşı, Fransa’da satılması yasak Nazi eşyalarının bir sitesinde satılmasına izin verdiği için açtığı davayla geliyor. Yahoo, İnternet’in ‘‘özgürlüğünü’’ denetleyemediği için bir şey yapamayacağını, Fransız devletinin de başka bir ülkedeki sitedeki bilgileri denetlemeye hakkı olmadığını savunmuş (Sf: 13). Ancak bu sırada Cyril Houri adlı bir Fransız mühendisi, her İnternet gezgininin, Net’e bağlandıkları coğrafi noktayı yüzde 99 doğrulukla saptayan bir program geliştirmiş. Aslında şirketlere, potansiyel müşterilerini saptamada yardımcı olmak için geliştirilmiş bu program sayesinde, dava konusu sitenin aslında ABD’de değil Avrupa’da olduğu, Yahoo’nun isterse, bu sitenin içeriğinin Fransa’ya ulaşmasını engelleyebileceği ortaya çıkmış. Sonuçta, Fransa devleti davayı kazanıyor ve İnternet ilk kez merkezi denetim altına girmeye başlıyor. İki yıl sonra Yahoo’yu bu kez, yeni duruma uyum sağlamış, büyük bir iç rahatlılığıyla, Çin devletinin İnternet’i sansür etme programını kurarken buluyoruz. Çin pazarını kaybetmemek için, Google, Cisco gibi şirketler de, Yahoo’nun izinden gidiyorlar (Sf: 49, 5862). Bir başka örnek, ABD vatandaşlarının İnternet’te kumar oynamasıyla ilgili. New York Eyalet Savcısı, 2000 yılında, İnternet’te oynanan kumarı önlemeye karar veriyor. İnternet kumarhaneleri Karaib adalarında olduğu için savcı, onların peşine gitmek yerine, kredi kartını kullanarak kumar oynayan ABD vatandaşlarını, haklarında dava açmakla tehdit ediyor. Kısa süre sonra, bu kumarhaneler müşterilerini kaybederek kapanıyorlar (Legal Affaires, Ocak/Şubat 2006). ‘HERKES İNGİLİZCE KONUŞACAK(TI)’... 1990’larda, The Economist ve New York Times, İngilizcenin, İnternet sayesinde, evrensel dil olacağını ileri sürmüşlerdi. Hatta Foreign Policy dergisinde ‘‘In Praise of Cultural Imperialism’’ (Kültür emperyalizmine övgü David Rothkoft, yaz, 1997) başlıklı bir yazı da çıkmıştı. O zamanlar, İnternet’teki bilgilerin yüzde 80’i İngilizceydi. Goldsmith ve Wu, bu oranın 2002’de yüzde 50’nin altına, 2005’te de yüzde B ush İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişmeleri hatırlatarak ‘‘Türkiye’yi komünizmden biz kurtardık’’ buyur muş. Ne diyelim, Bush’tur, söyler... İyi ki kurtarmışlar! Ya bir de kurtaramasaydılar!.. Kurtarılmasaydık ne olurdu dersiniz? Stalin savaş boyunca ‘‘nötralite politikası’’ izleyen Türkiye’nin, aslında el altından Almanya’ya destek verdiğinden yakınıyordu. Ve savaş biterken İnönü’yü sembolik olarak da olsa Almanya’ya savaş ilan etmeye zorlayarak tepkisini göstermişti. O zamanlar SSCB bir bahaneyle Türkiye’yi işgal etseydi... Sovyet tanklarının ezdiği Anadolu topraklarına muhabir gönderen Pravda gazetesi, ilk haberinde ‘‘Türkiye Halk Cumhuriyeti’nde emekçilerin yeni iktidarı selamladığını’’ yazacaktı. Yeni Türk hükümeti ile ‘‘sosyalist ve kardeş ülkeler arasında’’ birçok anlaşma yapılacaktı. Ekonomik yardımlaşma örgütü Kome Karadağ resmen bağımsız Dış Haberler Servisi Karadağ Meclisi, 21 Mayıs’ta yapılan referandumun sonuçlarını onaylayarak Karadağ’ın bağımsızlığını ilan etti. Bağımsızlığa karşı olan milletvekillerinin katılmadığı oturumda meclis, bağımsızlık bildirisini de kabul ederek Eski Yugoslavya’nın geriye kalan tek birleşik devleti SırbistanKaradağ’ın varlığına son verdi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear